Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Kırılma Anı

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

İnsanın en büyük savaşı, kalbinin fısıldadığıyla aklının bağırdığı arasında kalmasıdır.

Chris ile aramızda olan o rahatsız edici andan sonra, onunla yalnız kalmaktan kaçınmaya başlamıştım. Kütüphaneye kapanıyor, İşaretsizler hakkında bulduğum kırıntılardan bir çözüm çıkarmaya çalışıyordum. Ama içimde büyüyen bu karmaşa, derinleşiyordu. Ne kadar kaçsam da gerçeklerden kurtulamayacaktım; her şey er ya da geç ortaya çıkacaktı. Çaresizlik beni esir alıyordu.

Yedinci günün akşamında, kütüphaneden çıktığımda Chris duvara yaslanmış beni bekliyordu. Karanlıkta sessizce duruyor, varlığı bile içimde bir ürperti uyandırıyordu. Gözleri karanlığa rağmen parlıyordu. Beni fark eder etmez yanıma geldi, adımlarının hızlanışı aramızdaki gerginliği artırıyordu.

“Benden yeterince kaçmaya çalışmadın mı artık?” Sesi, alışık olduğumdan daha sertti. Bu Chris, tanıdığım o sabırlı ve anlayışlı Chris değildi.

Bir adım geri çekilmek istedim ama gözlerinin içinde saklanan hayal kırıklığı beni yerime mıhladı. "Sadece... zaman tanıyordum," dedim sessizce.

“Kime? Bana mı, yoksa kendine mi?”

Chris, kolumdan tutarak beni kendine çekti. Aramızdaki mesafe tehlikeli derecede kapanmıştı. Eskiden bu kadar yakın olmak doğaldı, ama şimdi... her şey değişmişti. O an anladım: Chris bana karşı farklı şeyler hissetmişti, ama ben... aynı hisleri paylaşmıyordum.

"Chris," dedim nefesimi kontrol etmeye çalışarak, "Seni seviyorum, ama senin istediğin şekilde değil. Sana böyle bir haksızlık yapamam."

Gözlerindeki anlam dondu. Yutkundu, ama sözlerimi sindirmeye çalışıyordu. "Bu hislerinin nedeni biri mi?" Sesi çatallıydı, kıskançlık ve öfke arasında sıkışıp kalmış gibiydi.

"Chris..." Cevap veremedim. Yalan söylemek istemiyordum, ama gerçeği söylemek de onu kaybetmek demekti. "Her şeyi anlatacağım, ama burada olmaz. Göle gidelim."

İçimdeki huzursuzlukla göle yürüdük. Ay ışığı suyun üzerinde dans ederken, içimdeki karmaşa bu manzarayı boğuyordu. Chris, sabırlı gözlerle bana bakıyordu. "Hazel, seni dinliyorum."

Derin bir nefes aldım, sözlerimi nasıl seçmem gerektiğini bilmiyordum. "Chris, lütfen... ne söyleyeceksem, sonuna kadar dinle. Seni bu karanlığa çekmek istemiyorum. Ama artık yalan söylemek de istemiyorum."

Onun gözleri üzerimdeyken içimdeki fırtına büyüyordu. Elimi tuttu, fakat o tanıdık sıcaklık bile huzursuzluğumu hafifletmiyordu. Ona doğru dürüst bir dost bile olabilmiş miydim? Emin değildim.

"Her şey Micheal’ın derse geldiği gün başladı. Onu gördüğümde... bir şeyler değişti. İçimde ilk defa gerçek bir duygu hissettim. Ona karşı hissettiklerim... aşk değil. Ama ruhlarımız bir şekilde temas etti."

Chris'in yüzü gerildi, kaşları çatıldı. Kıskançlığı her halinden okunuyordu. "Seninle o gün ne konuştu?"

"Ondan uzak durmamı söyledi." Sözlerim boğazımda düğümlendi. "Ama Chris, ben bir İşaretsizim, bunu unuttun mu? Arızalıyım."

"Böyle söyleme." Sesi yumuşadı, ama yüzünde derin bir kırılma vardı. "Peki ya Lucifer? Tüm bunların onunla ne ilgisi var?"

İtiraf etmem gereken en zor gerçeğe yaklaşıyordum. "Lucifer... o her şeyi değiştirdi. Beni tamamen ele geçirdi. Kalbimi, ruhumu, hatta düşüncelerimi bile. Micheal’la değiştim ama Lucifer... o bir felaket, Chris. Kendi felaketim. Ve bu kadar yıkıcı bir şeyin içinde kayboldum. Onu istiyorum ama aynı zamanda ondan kaçmak istiyorum. Lucifer... Mıknatıs gibi, ne yöne dönsem ona çekiliyorum. Ona saplanıp kaldım, Chris. Ona, o ana, gözlerine... Ben..."

Chris'in gözlerinde bir yanıt aradım, ama sadece acı ve öfke vardı.

“Micheal’a karşı hissettiğini doğrudan ifade edebildin,” dedi Chris, sesi derin ve karanlık. “Ama Lucifer’a karşı hissettiğin duyguları söyleyemedin. Bu söyleyemediğin şey, onu daha da özel kılıyor. Onu daha da uzaklaştırıyor.”

Lucifer hakkında kendime bile açıklama getiremiyordum. Belki de gerçek aşk, söylenemeyenlerde gizliydi. Lucifer için kelimeler bile yetersiz kalıyordu. Hayır, belki de bu vazgeçilmez bir şeydi. Tanrım! Öyle miydi? Gözlerim, içimdeki fırtınayı yansıtıyordu, ama dilim, bu derin duyguları anlatmak için tutulmuştu.

“Eğer gitmek istersen, seni asla yargılamam ve sana kırılmam. Hatta belki de en doğrusu, benden uzaklaşman olur,” dedim, içimdeki acıyı gizlemeye çalışarak. “Kendime ne olacağını umursamıyorum, ama sana bir şey olursa buna dayanamam. Hele ki benim yüzümden sana zarar gelmesine katlanamam.”

Chris, acıklı bir gülümsemeyle başını eğdi. “Senden gitmek, mümkün değil, Hazel. Sen, kalbimin derinliklerinde bir yer edindin. Sen ailemsin.”

Bu sözler karşısında cevap veremedim. Sessizlik, aramızdaki tek gerçek oldu.

“Bana karşılık vermeni beklemiyorum,” diye ekledi Chris, sesindeki üzüntü ve kararlılık karışımı belirgindi. “Ama bilmeni istedim, seninle her şeyi göğüsleyeceğiz.”

Elimi tuttu, ama bu dokunuş bile huzursuzluğumu gidermedi. Odamıza vardığımızda, yanağına bir öpücük kondurdu. O an içimde bir şeyler parçalandı; Chris’in duyguları, beni rahatsız ediyordu. Fark etmiş gibi uzatmadı.

“Hadi dönelim, Hazel,” dedi Chris, yumuşak ama kararlı bir sesle. “Biraz dinlenmelisin. Göreceksin, yarın her şey daha iyi olacak. İyi ya da kötü, her gün geçer ve her zaman yeni bir yarın vardır. İnsanlar dünyasında yarınlar umut doludur, değil mi? Belki ölümsüzler için de öyledir.”

Beni odaya bıraktığında ona döndüm. “İyi geceler Chris,” dedim zoraki bir gülümsemeyle. “Dinlediğin ve destek olduğun için teşekkür ederim.”

“Varlığın bana en büyük hediye,” dedi Chris, yavaşça. “Hep yanımda ol. İyi geceler, güzel Hazel.”

Yanıma eğilip yanağıma bir öpücük kondurdu. Karanlıkta, kapıyı kapatmamla birlikte bir el hızla ağzımı kapadı.

“Sakin ol, İşaretsiz. Beni unuttuğunu sanmış olabilirsin… ama ben seni asla unutmam.”

Loading...
0%