Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Sorunsal

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Kelimeler, kalpten geçmeden önce ruhu karanlık bir labirente hapseder; çözüm arayışında, bazen en parlak ışık bile yalnızca gölge bırakır."

Gözlerimi açtığımda sabahın erken saatleri hala karanlıkta saklanıyordu. Yatakta uzanırken, dün gece yaşadıklarımın etkisi altında mışıl mışıl uyuyabilmeyi başarmıştım. Ancak, içimi saran huzur, yerini bugün tekrar karşılaşacağım karmaşaya bırakmıştı.

Giyinirken, kıyafetlerimin her bir parçası, Lucifer’ın varlığına dair anıları zihnime kazıyordu. Elbisem, gece boyunca yaşadıklarımın etkisini örtmeye yetmeyecekti. İçim sıkışıyordu. Bu, kelimelerle anlatılamayacak kadar derin bir sıkışıklıktı.

Micheal'ın kapımı çaldığı an, kalbim bir nebze rahatladı. Onunla konuşmak, beni bir nebze olsun rahatlatabilirdi. Kapıyı açtığımda, onu her zamanki gibi şık ve kendinden emin bir şekilde gördüm. Kısa süre önceki ruhsal dağınıklığımın aksine, şimdi huzur bulmuştum ama yine de içimde bir çatlak vardı.

"Günaydın Hazel," dedi Micheal, sesi nazik ve anlayışlı bir tınıya sahipti. "Nasılsın?"

Gülümsemeye çalıştım ama bu gülümseme, içimdeki karanlığı gizlemeye yetmiyordu. "İyiyim, teşekkür ederim."

Gözleri, bana derin bir merak ve endişe ile bakıyordu. Elini yavaşça yanağıma doğru uzattı ve yüzümdeki ifademi dikkatle inceledi.

"Hazel, gözlerin… Yorgun görünüyorsun."

Bir anlık sessizlikten sonra, "Küçük bir uyku sorunu," dedim ve omuzlarımı silkerek konuştum. Ama bu, gerçeği yansıtıyordu; içimdeki çatlak daha derin bir şeyin işaretiydi.

"Biraz yürüyelim mi?" dedi Michael, nazik bir teklif sunarak. Sözleri, yankılanan bir sessizliği bozan hafif bir melodiydi.

"Nerede?" diye sordum, sanki bu soru hayatımın merkezindeymiş gibi ağzımdan kaçmıştı. Kendimi ne kadar şapşal hissettiğimi bilemiyordum.

"Cennet Labirenti nasıl?" dedi.

Bu soruya anında yanıt veremedim. Sessizce bahçeye doğru ilerledik. Güneşin ışıkları, her adımda hem ruhumu hem de bedenimi aydınlatıyordu. Labirentin derinliklerine doğru adım adım ilerledik ve sonunda bir bankta oturduk. Yanına geçtim ve huzursuzca kıpırdandım.

"Sanırım neden geldiğimi merak ediyorsundur," dedi Michael, ve bir anda konuya girdiğinde nefesim kesildi.

"Lucifer ile konuştum," dedi, cümlesi havada asılı kalan bir tehdit gibi.

"İşaretsiz olduğunu söyledi."

Michael’ın yüzündeki ifadenin gerildiğini fark ettim. Duraksadı ve gözlerini kaçırdı. Sebebini çözemesem de açıklamasını bekledim.

"Sendeki enerji değişimini ben de fark ettim. Farklı bir nedenden kaynaklandığını düşündüm," dedi, gözlerinde endişeyle dolu bir yumuşaklık vardı.

Suratımda her ne gördüyse, hafif bir gülümseme belirdi. Bir tutam saçımı eline alıp nazikçe okşadı.

"Aramızdaki bağ," dedi.

Bu açıklama gereksizdi. Zaten her şeyin farkındaydı. Duygularımın saklambaç oyununda çoktan yakalanmıştım.

"Micheal, bu yasak," dedim, sesim titreyerek. "Biliyorum. Doğru değil."

Dudağımı gergin bir şekilde ısırdım. Michael, yüzündeki acı ifadesiyle başımı kaldırdığında, “Böyle söyleme Hazel,” dedi. Bu haline dayanamadım.

Bir anda, yüzünü ellerimin arasına aldım, koruyucu meleklerin sahip olduğu, acıyı hissetme ve dindirme yeteneğimle onun ruhuna dokundum. Ellerimi nazikçe tuttu ve avuç içlerimden öptü.

Bakışları, derin bir gökyüzü gibiydi; sakin ama içinde fırtınalar barındıran, dingin ama bozulmaya hazır bir deniz gibi. Lucifer gibi değildi; o, beni yok etmezdi. Geri çekilmek istedim ve bana saygı duydu.

“Eşsizsin Hazel. Senin anlamını…” dedi, ama birden sustu. Yanağımı okşayarak dudaklarında beliren hafif bir gülümseme, içimi aydınlatan bir ışık gibi yayıldı. Ben de ona eşlik ettim, bu anı paylaşmanın verdiği huzurla.

“İşte böyle gül. Ayrıca her şeyi düzeltebiliriz. İşaretini de geri alabiliriz,” dedi. Söylediklerinin gerçek olma olasılığı, içimde uyanan bir umut ışığını besledi. Michael gerçekten umudum olabilir miydi?

“Alabiliriz, bana güven. Bu bir sorunsal ve bunu çözeceğim Hazel,” dedi.

Bir an, içimde filizlenen ümit, solgun bir çiçek gibi soldu. “Sorunsal” kelimesinin ağırlığı omuzlarımı sıkıştırırken, Michael’ın gözlerinde, gökyüzünün büyüsüne gömülmüş bulutların yankılarını duydum. Bu kelimenin yankıları, içimi ürpertti.

“Micheal, neden sorun demedin?” dedim, sesimdeki titreme belirginleşerek. “Sorunlar çözülebilir, ama sorunsal değil. Sorunsal, doğru olma olasılığı bulunan ama şüphe uyandıran, kesinliği ya da çözümü belli olmayan bir durumdur. Siz kelimelere hâkimsiniz, Michael. Sorunsal kelimesini kullanma sebebin bu mu? İçinde bulunduğum durum, çözülebilecek bir sorun değil, değil mi? Sadece kendi içinde düğümlenmiş bir sorunsala hapsoldum.”

Michael’ın kaşları çatıldı. Yutkundu, ama bir şey demesine gerek kalmadı. Hava aniden soğudu, içimi bir ürperti kapladı, sanki gökyüzü üzerime çökmüş gibiydi.

“Hazel…” dedi, ama onun sesini duymak istemiyordum. Konuşmalarının, zaten kırık dökük olan içimi daha da parçalayacağını biliyordum.

“Gitmeliyim, derse yetişeceğim,” dedim, kararlı bir şekilde. Artık daha fazla kalamayacak kadar tedirgindim.

“Hazel!” diye seslendi arkamdan, ama ben dönmedim. Koşarak uzaklaştım, adımlarım kalbimde yankılanan boşlukla doluydu.

En büyük umutsuzluklarımdan birine bakamayacak kadar yorgundum. Yüzleşmek istemediğim bir gerçek vardı ve Michael’ın kelimeleri, bu gerçeği çırılçıplak ortaya koymuştu.

Loading...
0%