Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Yargının Eşiğinde

@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

“Korku, savaştığınız şey değil, sizin bir parçanızdır. Onu yok edemezsiniz—ama onu kontrol edebilirsiniz.”
— Yüce Konsey’in Fısıltıları

Micheal’ı görmemin üzerinden üç gün geçmişti. Zaman... sonsuzluk kadar uzun bir süreydi. Saatler, dakikalar... adeta ağır çekimde ilerliyordu. Chris’ten de bu süre zarfında uzak durmayı başarmıştım. Onun keskin bakışları, derslerdeki durgunluğumu fark etmişti, ama bana zamanı verdi. Zaten sorun bendim. Hatta bir sorunsal—çözümü olmayan bir problem.
Her problemin bir çözümü var mıydı? Yoksa bazı sorunlar, bizi yalnızca sona mı götürürdü?

O sabah, derin düşüncelerime gömülmüşken, kapım çalındı. O an bir şeylerin değişeceğini hissettim. Kalbim sıkıştı, ama yine de kapıyı açtım. Kapının ardında elçi meleklerden biri duruyordu. Elleri titremeden mavi mühürlü bir zarf uzattı. Mührü görmemle dizlerimin bağı çözüldü. Yüce Konsey’in mühürüydü. O mühür... Bir sonun ya da başlangıcın işaretiydi. Ve ben bu oyunda sadece bir piyondum.

Titreyen ellerimle zarfı açtım. Satırlar, kelimeler zihnime kazındı:
11 Ekim, saat 11. Hakkındaki hükmün verilmesi için Yüce Konsey’in huzuruna çıkacaksın.

Zarf elimden kayarken, derin bir nefes aldım. Yüce Konsey, serafimlerin, baş meleklerin, en yüksek rütbeli melekler ve şeytanların toplandığı tek yerdi. Bir koruyucu melek olarak orada olmam imkânsız gibiydi, ama işte buradaydım. Çünkü ben işaretsizdim. Kimse ne olduğumu bilmiyordu ve bu onları rahatsız ediyordu. Lucifer şimdi ne demek istediğini anlamıştım. Bu dava ya benim sonum olacaktı ya da... bir şeylerin başlangıcı. Fakat içimde bir yerde, o gün lehime hiçbir karar çıkmayacağını biliyordum.

Chris’in odasına gitmeye karar verdim. Birinin bana her şeyin düzeleceğini söylemesine ihtiyacım vardı, ama ayaklarım bir türlü beni ona götürmüyordu. Ağırlık ruhuma zincirlenmiş gibiydi, beni durduruyordu. Bu yolda hissettiğim her şey, bana ait olmayan, kontrolüm dışında gelişen tüm sorunlar gibi ruhuma batıyordu. Büyük ayakkabılar giymiştim ve bu adımlar canımı acıtıyordu.

Bir çözüme varabileceğime dair hiçbir umudum yoktu. Ama belki Chris... belki o, beni kurtarabilirdi.

 

Chris kapıda göründüğünde ona boş gözlerle baktım. Anında yüzü gölgelerle doldu, endişeyle kollarımı tuttu ve sarstı.

"Hazel, neyin var?"

Sanki bir uykudan uyanıyormuş gibi, donuk bir sesle cevap verdim:
"11 Ekim, saat 11’de Yüce Konsey önünde olacağım. Hakkımdaki hüküm verilecek."

Chris’in yüzü bir an için kaskatı kesildi, sonra beni kendine çekip sımsıkı sarıldı.
"Korkma," diye fısıldadı. "Her şey yoluna girecek."

Sözlerine inandım mı? Hayır. Ama o an için bu yalana tutunmaktan başka çarem yoktu.

 

Bir süre öylece kendi zihinlerimizin yarattığı fırtınada sessizce bekledik. Chris dayanamadı. O an, Chris aniden elimi tuttu ve beni peşinden sürüklemeden onu durdurdum. Gözleri kararlıydı.

"Gidiyoruz," dedi.

"Nereye?"

"Lucifer’a."

Ona inanamayan gözlerle baktım. "Cehenneme mi? İzinsiz nasıl gireceğiz? Chris, bu delilik."

"Fazla konuşuyorsun, Hazel. Sadece bana güven."

Sözlerini doğrulamak için bir planı olduğunu umuyordum, ama ikimiz de biliyorduk ki bu yalnızca bir umuttan ibaretti. Ve umudun olduğu yerde, çaresizlik gizlenirdi.

 

Cehenneme giden tek yol Cennet Labirenti'nden geçiyordu. Bu labirentten çıkmanın tek yolu ise Araf uçurumuna varıp, kendini boşluğa bırakmaktı. Yanında bir iblis ya da şeytan olmadan ya da geçiş iznin yoksa, o uçurumdan aşağıya çakılma ihtimalin oldukça yüksekti. Ceza almadan çıkmanın imkânsıza yakın olduğunu da biliyordum.

Peki biz hangi akla hizmet bunu yapıyorduk? Cevap yoktu. Chris’in bile bir planı olduğunu sanmıyordum. Ama bazen, çaresizlik tüm sınırları aşmanı sağlayacak tek motivasyondu. Chris’in bana bir çözüm bulmak için çaresizce bu yola başvurduğu belliydi. Ya gözü pek bir cesaretti bu, ya da açıkça aptallıktı.

Düşünceler beynimde yankılanırken, Araf’ın keskin uçurumuna varana kadar hızlı adımlarla ilerledik. Araf... Her şeyin ortası. Ne tam cennet ne tam cehennem. Tam ortada sıkışıp kalmış bir boşluk. Gerçek anlamda sıkışıp kalmayı işte şimdi anlıyordum. "En kötü karar bile, kararsızlıktan iyidir," derler ya… Ruhum da bu arafa sıkışmıştı. İçimdeki duygular, beni olduğum yere mıhlamış, boğulmanın eşiğine getirmişti. Kendi nefesimde boğulmak ne demekti, işte onu hissediyordum.

Cehennem hakkında öğrendiğim her şey zihnimin köşelerinde yankılandı. Yalnızlık, acı ve kimsesizlikle imtihan edilenlerin dayanamayıp kendilerini yok ettiklerini söylerlerdi. Şimdi karşımda duran bu uçuruma baktığımda, o sonsuz hiçlik beni içine çekmeye hazır görünüyordu. Yok oluşla yüzleşmek için buradaydım.

"Chris..." diye fısıldadım, ama yanıt vermeden karanlık içinden iki figür belirdi. Gölgelerden çıkan, baştan ayağa siyahlar giymiş iblislerdi. Biri kadın, diğeri erkek. Gözcülerdi.

"Koruyucu melekler... Burada ne işiniz var? Yoksa yanlış mı geldiniz?" Erkek iblis sırıtışını gizleme gereği duymadan, alayla sordu. Yanındaki kadına baktı ve ikisi de içten içe güldüler. Onların gözünde buradaki varlığımız saçmaydı ve durumumuza gülmeden ne yapacaklardı ki?

Chris bir adım öne çıktı, sesi her zamanki sakinliğiyle kararlıydı. "Cehennem Kralı Lucifer’la görüşmemiz gerekiyor. Önemli bir konu hakkında yardımına ihtiyacımız var."

"İki koruyucu meleğin kralımızla ne işi olabilir?" Erkek iblis, Chris’in sözleriyle daha da alaycı bir ton takındı. "Ve bu kadar önemli bir mesele, öyle mi?"

Chris, soğukkanlı bir ifadeyle gözlerini kısarak iblisin gözlerine dikti. "Hazel Kumran’ın geldiğini söylerseniz, yeterli olacaktır."

İblisler bir an durakladı, şüpheli bakışlarla birbirlerine göz attılar. Erkek iblis sonunda bir hırıltı gibi güldü. "Peki bakalım," dedi. "Burada bekleyin."

 

Gözcü iblisler döndüklerinde, karanlığın içinden bu kez yalnız değildiler. Yanlarında, cehennemin derinliklerinden gelen, ürpertici bir sessizlikle yürüyen cehennem çocukları vardı. Gözleri ışıksız, yüzleri ifadesizdi, ama varlıkları bile ruhuma ağırlık yapmaya yetmişti.

"Hazel Kumran," dedi erkek iblis, sesi kayıtsız ama içten içe bir tehdit taşıyordu. "Kralımız sizi görmeyi kabul etti. Cehennem çocukları sizi kapılardan geçirecek ve sonra sizi kralın tahtına götürecekler."

Chris bir adım atmaya hazırlanmıştı bile. "Peki," dedi, sesi her zamanki gibi kararlı ve soğukkanlıydı.

Ama iblisler bir anda önüne geçip yolu kapattılar.

"Size geçiş hakkı verilmedi," dedi kadın iblis, sesinde kesin bir kararlılık vardı. "Geri dönmelisiniz."

Chris’in yüzü gölgelerin arasında bir an sertleşti. "Ama ben–"

"Emir bu şekilde iletildi," diye kesti erkek iblis, sesi her kelimede daha sertleşiyordu. "Sorgulama hakkınız yok."

Chris'in nefesi düzensizleşti, bir an için öfkeyle dudaklarını ısırdığını gördüm. Gözleri bana çevrildiğinde içinde çaresizlik vardı, bir şeyler yapma isteği... Ama burada, cehennemin kapısında, ne kadar güçlü olursa olsun, eli kolu bağlıydı.

Ona doğru bir adım attım, içimdeki kararlılığı hissederek. "Sorun yok, Chris," dedim, sesi titremeyen bir güvenle. "Kendi başıma gidebilirim. Hem bana eşlik edecekler." Parmaklarım cehennem çocuklarına doğru hafifçe işaret etti. "Başka bir çaremiz yok."

Chris’in gözlerinde çaresizlik ve öfke bir süre daha dans etti. Yüzündeki her kıvrım, kalbinde kopan fırtınayı yansıtıyordu. Ama geri adım atmadı. İçgüdülerine direnmek zorundaydı. Sonunda, dudaklarını sıkıca kapatıp, başını salladı. "Beni merak etme ve geri dön," dedim tekrar, sesim daha da yumuşayarak. "Lütfen."

Bir an tereddüt etti. Belki de beni ikna etmeye çalışmanın bir yolunu aradı. Ama gözlerimdeki kararlılığı gördüğünde, derin bir nefes aldı. "Dikkatli ol Hazel," dedi, sesi alçak ama içinde derin bir anlam yüklüydü.

Son bir bakış atıp arkasını dönerken, kalbimde onun endişesini taşıdım. Ama bu yol, benim yürümem gereken bir yoldu. Cehennemin kapıları önümde açılmıştı ve bu karanlık yolculukta yalnız devam etmek zorundaydım.

Koskoca bir saat düşünün; on iki sayı, akrep ve yelkovan. Herkesin baktığı, yalnızca zamanı gösteren bu üç unsur, geriye kalan her şeyi gölgede bırakır. Ama ben? Ben saatin derinlerinde, görünmez çarklardan biriyim. Küçük, önemsiz, kimsenin fark etmediği. Bir saat ustasının gözünde belki de anlamlı, ama diğer herkes için fazlalık. Yanlış yere takılmış, zamanı aksatan bir hata. Peki ya şimdi? Artık gözler önündeyim. Şimdi soruyorum: Saati mi durdurmalıyım, zamanı mı? Gücümü göstermeye mi karar vereceğim, yoksa bizzat gücün kendisine mi dönüşeceğim?

Loading...
0%