11. Bölüm

10

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"İncelmiş bir ipin kopması için yalnızca bir an yeterlidir. Ve o an geldiğinde, zincirlerin ağırlığından kurtulursun—ama bazen sadece bir süreliğine."

Vera

Gözlerimi araladığımda, odadaki sessizlik gecenin yankılarını saklıyordu. Uyku, dün gecenin yükünü hafifletememişti. Viktor. Adını fısıldar gibi düşündüğümde bile içimde bir yerlerde yankılanıyordu. Kaçmak istiyordum belki de—ondan, bu hislerden, kendimden. Ama ne kadar uzağa gitmeye çalışsam da, o bir gölge gibi beni takip ediyordu.

Kalktım. Saat sekize yaklaşıyordu. Pencereye yürüdüm, perdeleri araladım. Gün ışığı, soğuk bir meltemin eşlik ettiği taze sabah havasıyla içeriye doldu. Ciğerlerime dolan hava bile Viktor’un varlığını hatırlatıyordu. Gözlerimi kapattım, ama işe yaramadı. Ruhumun derinliklerine işleyen o izler, her yere onun dokunuşlarını taşıyordu.

Aşk. Bu kelime bile bana yabancı geliyordu. Hep mesafeli, hatta soğuk bir şekilde bakmıştım bu duyguya. İnsanları gözlerdim; aşık olanların yüzlerindeki ifadeyi, anlatmaya çalışırken boğuldukları kelimeleri. Ama benim için böyle bir şeyin mümkün olmadığını kabullenmiştim. Ve şimdi… Viktor. Daha en başından beri onu böyle hissediyor olmam… Bu, aşk mıydı? Kalbim yanıtı haykırırken zihnim, sessizce aynı sonuca varıyordu.

Soğuk havanın yüzümü okşamasına rağmen, pencerenin önünde kalmaya devam ettim. Düşünceler, zihnimde ve kalbimde bir savaş başlatmıştı. Mantığım devreye girdiğinde yüzüme bir tokat gibi çarpan gerçekler vardı: Onu tanımıyordum. Hakkında ne kadar çok şey bilmek istesem de, bu şehirde kalamayacağımı biliyordum. Ne kadar daha Moskova’da olabilirdim ki? Geliş sebebim bu değildi.

Rusya’da yaşamak… Hayır, bu asla benim planlarımın bir parçası olmamıştı. Hayat, planlarla şekillenmese de, kaderin beni buraya sürüklediği fikri bile yabancıydı. Ben, New York’taki hayatıma sıkıca tutunan biriydim. Bale sahnesindeki tutkum, oradaki arkadaşlarım, hayallerim... Bunların hepsini bir kenara bırakıp burada kalabilir miydim? Ve neden? Kim için?

Nefesim daraldı. Sorular zihnimi boğmaya başlamıştı. Cevaplarım yoktu ve olsaydı bile yeterli olmayacaklardı. Belki de en doğrusu, hiç düşünmemekti. Bu zamanı bir tatil gibi görmeliydim. Belki böylece kendimi daha az hırpalayabilir ve buradaki anlarımı anlamlı kılabilirdim. Ayrıca… belki köklerime dair bir şeyler öğrenebilir, ailemin kayıp geçmişine dair bir ipucu bulabilirdim.

Telefonun tiz sesi düşüncelerimi böldüğünde, şaşırdım. Tanımadığım bir numara. Tereddüt ederek açtım.

"Merhaba, Vera."

Viktor’un sesi… O an sıcak, samimi bir melodi gibi geldi. Gülümsememe engel olamadım.

"Merhaba, Viktor. Numaramı nasıl buldun?" dedim, kalbim hızla çarparken.

"Ben seni her zaman bulurum, bir şekilde."

Sessizlik. Ama bu, içinde bir doğruluğun yankılandığı bir sessizlikti. Viktor bir şey söylediğinde, onun doğru olduğuna inanıyordunuz. Hatta ikna oluyordunuz, sorgulamadan.

"Nasılsın, malysh?" dedi. Sesi, ismimin ardından gelen bu kelimeyle daha da yumuşak bir hal aldı.

Malysh. Küçüğüm. Bu sözcük, ruhumun karanlıkta saklı kalmış bir köşesine dokundu. Mantığım mı? Çoktan buhar olup uçmuştu. Alt dudağımı ısırdım.

"İyiyim, sen nasılsın?" diye fısıldadım.

"Ben de iyiyim," dedi. "Dün gece Moskova’yı sana göstereceğime dair bir söz verdim. Bugün senin için de uygunsa, öğleden sonra yanına gelmek istiyorum. Birlikte şehri gezelim. Sana mutlaka görmen gereken yerleri göstereceğim."

Kalbim hızlandı, bedenim iradesine ihanet ediyordu.

"Olur, çok sevinirim," dedim. Sesimdeki titremeyi fark etmemiş olmasını umuyordum. Ama diğer taraftan gelen, neredeyse duyulamayacak kadar hafif bir gülüş, her şeyin farkında olduğuna işaret ediyordu.

"Harika. O zaman görüşürüz, malysh," dediğinde, kalbim bir kez daha hızlandı.

Telefonu kapattığımda, hala onun sesinin yankılarıyla doluydum. Viktor, benim dengemi bozan ama aynı zamanda beni tamamlayan bir bilmeceydi. Ve bu bilmeceyi çözmekten kendimi alıkoyamıyordum.

Kendimi duşa attım ve suyun beni sakinleştirmesini bekledim. Ancak su, ne beni dinliyordu ne de huzur vaat ediyordu. Kendi dünyasına dalmış, sessiz bir şelale gibi akıp gidiyordu. Kalbimse… Ah, kalbim. Onunla ne yapacağımı bilemiyordum.

Suyun altında düşüncelerim dağılıp eriyormuş gibi hissettim. Ama hayır, onlar hep oradaydılar, varlıklarını inatla sürdürüyorlardı. Duştan çıktığımda, buhar dolu odada yeni bir nefes almaya çalıştım. Hazırlanıp saçlarımı kuruttuktan sonra mutfağa indim. Ekaterina ve Ivan’ı birlikte gördüm.

Ivan kahvaltı ediyordu, beni görünce kibar bir hareketle ayağa kalkmaya çalıştı ama elimi kaldırıp onu durdurdum. "Lütfen rahatsız olma ve kahvaltını bitir, Ivan. Günaydın."

"Günaydın, Bayan Vera," dedi, gülümsemesinde huzur taşıyan bir ifadeyle.

Masaya Ivan’ın karşısına oturdum. Ekaterina, elinde orman meyveleriyle süslenmiş bir porridge kasesiyle yanıma geldi. "Günaydın, kahve birazdan hazır olacak. Başka bir şey ister misin, kızım?"

"Teşekkür ederim, Ekaterina."

Sessizlikte kahvaltı ederken, onların konuşmalarını dinledim. Ivan alışveriş listesinden bahsederken telefonum çaldı. Ekranda Yulia teyzenin adını görünce içimde bir şeyler sıkıştı.

"Günaydın, kızım," dedi o tanıdık, sakin sesiyle.

"Günaydın, Yulia teyze," dedim, sesimi kontrol altında tutmaya çalışarak.

"Eğer bugün müsaitsen, Fyodor’la—büyükannenin avukatıyla—görüşeceğiz," dedi. "Miras hakkında seni bilgilendirecek."

"Miras?" diye tekrarladım, istemsizce. Konunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, ama mirasın benim için bir anlam ifade etmediğini fark ettim. Buradaki her şey, geçici bir yankı gibiydi.

"Evet," diye devam etti Yulia teyze. "Fyodor, ailemizin eski dostudur. Konunun önemli olduğunu söyledi. Bugün görüşmenin iyi olacağını düşündüm."

"Bir sorun mu var?" Sesimdeki endişeyi saklamaya çalıştım ama başaramadım.

"Henüz bilmiyorum, Vera. Ama endişelenme. Eğer bir sorun varsa, birlikte çözeriz." Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Teşekkür ederim, Yulia teyze. Sizi bekliyor olacağım."

"Bir saat içinde oradayız. Görüşürüz, kızım."

Telefonu kapattığımda, içimde beliren garip bir huzursuzluk hissi kalbimi sıkıştırdı. Belirsizlik… Ona alışamıyordum. Kahvemi alıp oturduğumda, Ivan alışveriş için izin istedi. Gittiğinde Ekaterina ile yalnız kaldık.

"Bayan Yulia mı geliyor, Vera?" diye sordu Ekaterina, bana doğru eğilerek.

"Evet. Büyükannemin avukatıyla görüşecekmişiz."

"Size pryanik yapayım," dedi, düşünceli bir şekilde. "Bir çeşit kurabiye. Bayan Yulia çok sever, eminim sen de beğenirsin."

"Teşekkür ederim."

Kahvemi yudumlarken Viktor’la buluşacağım aklıma geldi. "Ekaterina," dedim, tereddütle, "Viktor öğleden sonra beni almaya gelecek. Bana Moskova’yı gezdirmeyi teklif etti."

Ekaterina’nın yüzü değişti. Bir şey düşünüyordu, ama ne olduğunu anlayamadım. Kaşları çatılmış, uzaklara dalmıştı. Koluna dokundum. İrkildi. "Ekaterina, bir sorun mu var?" diye sordum, gözlerimi ondan ayırmadan.

Gözlerini kaçırdı, dudaklarını sıkıp ince bir çizgiye dönüştürdü. "Sana layık biri değil, Vera," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar hafifti.

O an, kalbim bir anlığına durdu. Viktor. Ama bu ne demek oluyordu? "Ekaterina, sen ne…" Sözlerimi yutarken derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Sadece Moskova’yı gezdirecek," dedim, kendimi avutmak istercesine.

"Dün gece yemek nasıl geçti?"

Bu sorunun aslında durumu daha da irdelemek için sorulduğunu anlamıştım. "Güzeldi," dedim. "Tüm gece oldukça centilmendi."

Ama aklıma o an, beni eve bıraktığı zamanki öpücüğü geldi. Yanaklarım kızardı, bakışlarımı kaçırdım. Kahvemden bir yudum daha alarak kendime zaman kazandırdım.

"Neden sordun?" diye mırıldandım.

"Sadece merak ettim," dedi, yüzündeki ifade değişmeden.

"Sadece bir gezi, Ekaterina. Gitmeden önce Moskova’yı görmek istiyorum."

"Kalmayı düşünmüyor musun?" diye sordu, bakışlarında bir tür beklentiyle.

"Kalmam için bir neden var mı?" dedim, ona meydan okur gibi.

"Köklerin burada," dedi, sesi neredeyse bir ağıt gibi. "Bundan daha iyi bir neden var mı?"

"Ben… benim için daha iyi bir neden gerekiyor, Ekaterina."

Sözlerim odanın sessizliğinde yankılandı. İkimiz de sustuk. Ben kahvemi yavaşça yudumlarken, Ekaterina bakışlarını bir anıya dalmış gibi uzaklara dikmişti. Bu sessizliği o bozdu.

"Bizimle yaşamayı isteyebileceğine kendimi inandırmıştım," dedi. Sesi derin bir iç çekişle yüklüydü. Gözleri bana döndüğünde, içtenlik ve samimiyetle doluydu.

"Ekaterina…" diye mırıldandım, ne diyeceğimi bilemeden.

Uzanıp elimi okşadı, dokunuşunda bir annenin sıcaklığı vardı. "Bir düşün, Vera."

Herkesin kalıp kalmayacağımı sorması zihnimi daha da karmaşık hale getiriyordu. Ben buraya kendi isteğimle gelmemiştim; yalnızca olayların akışında sürüklenmiştim. Buna rağmen nasıl hemen burayı kabullenmem ve burada kalmam gerektiğini düşünebiliyorlardı?

"Senin için de zor olduğunun farkındayım," dedi, elini yavaşça çekerek. Gözlerini pencereden dışarıya çevirdi. "Bir anda ailenin son üyesini kaybettin—hem de onu tanıyamadan. Bilmediğin bir ülkeye geldin. Yadırgaman normal. Bu yüzden atacağın adımları emin olmadan atma, Vera."

"Burada yaşamak gibi…" diye mırıldandım, dudaklarımda acı bir tatla.

Bana döndüğünde yüzü ciddiyetle doluydu. "Viktor ile arkadaşlığın gibi," dedi, kelimeler her zamankinden daha ağır bir tonda çıkıyordu.

Ekaterina’nın her geçen gün daha fazla yanını çözüyordum, ama ilk kez bugün bu kadar açık sözlüydü. "Viktor’u sevmiyorsun?" diye sordum. Sözlerim soru gibi görünse de aslında bir tür gözlemdi.

"Sorun sevmek ya da sevmemek değil," diye başladı, ama sözleri kapının çalınmasıyla kesildi.

İkimiz de aynı anda ayağa kalktık. Ekaterina’nın kızı Elena odaya girdi ve nazik bir ifadeyle bize döndü. "Bayan Yulia ve Bay Fyodor geldiler, Bayan Vera," dedi. "Onları salona aldım."

"Teşekkür ederim, Elena."

Ekaterina, salona gitmek üzereyken kolumu yakaladı. Gözleri endişeyle doluydu. "Dikkatli ol, sevgili kızım," dedi. Sesi yumuşaktı, ama içinde gizli bir korkuyu hissetmemek imkânsızdı.

"Neden?" diye sordum, ama hiçbir cevap vermeden arkasını döndü ve uzaklaştı. Elena, annesinin yanına giderek ona yardım etmeye başladı.

Dışarıda hayat olağan akışında sürerken, içimdeki dünya her geçen saniye biraz daha karmaşık hale geliyordu. Her şey sanki saklı sırların ardına gizlenmişti. Adım adım açığa çıkacaklar mıydı, yoksa yalnızca bir yanılsamadan mı ibaretti? Bilmiyordum.

Ama bilmediğim bazı gerçeklerin olduğu kesindi.

Salona ilerlediğimde, Yulia teyzenin karşısında, yaşına rağmen dimdik duran uzun boylu, ciddi yüzlü bir adam gördüm. Kır saçları ve kararlı bakışları, hayatın getirdiği tecrübeleri taşıyordu. Beni görünce her ikisi de ayağa kalktı.

"Hoş geldiniz, Yulia teyze," dedim, gülümsemeye çalışarak.

Yulia teyze bana sıkıca sarıldıktan sonra adama dönüp gülümsedi. "Vera, bu Fyodor. Fyodor, Vera’yı gördüğünde Nadia’yı hatırlamayacak mısın?"

Adamın bakışları beni dikkatle süzdü. "Gözleri aynı, Yulia," dedi ve ardından bana soğuk ama samimi bir gülümseme sundu. Elini uzattı.

"Fyodor Obelensky. Ailenizin dostu ve avukatıyım. Sizinle tanışmak bir şeref, Vera."

"Benim için de efendim," dedim, elini sıkarak. "Lütfen oturun."

Fyodor ağır hareketlerle yerine oturdu. Çok geçmeden Elena, çay ve Ekaterina’nın hazırladığı kurabiyelerle içeri girdi.

"Nasılsın, Elena?" diye sordum.

"İyiyim, Bayan Kuznetsova. Siz nasılsınız?"

"Ben de iyiyim."

Elena, Fyodor’a dönüp nezaketle gülümsedi. "Hoş geldiniz efendim."

"Hoş bulduk, Elena. Teşekkür ederiz."

Elena servis yaptıktan sonra zarif bir şekilde yanımızdan ayrıldı. Yulia teyze, önündeki kurabiyelerden birini aldı ve tatlı bir tebessümle ısırdı.

"Ekaterina’ya gitmeden teşekkür edeceğim. Pryanik’i çok severim."

"Afiyet olsun," dedim.

Bana gülümsedi ve çayından bir yudum aldı. Ardından Fyodor’a dönüp konuşmaya başladı. Yüzündeki sakin ifade, odada giderek yoğunlaşan gerilimi bastıramıyordu.

"Büyükannenin vasiyetini konuşmamız gerekiyor," dedi.

Sözler, kalbimin hızlanmasına neden oldu. Yulia teyzenin sesi sakin olsa da, söylediklerinin ağırlığı havayı adeta kasvetle doldurmuştu. Fyodor evrak çantasına uzandı, düzenli bir şekilde yerleştirilmiş belgeleri çıkardı ve dikkatlice masanın üzerine koydu.

"Belgeyi incelemen için sana bırakacağım, Vera," dedi.

Sesindeki profesyonellik, soğuk bir kesinlikle birleşmişti. Bakışlarını üzerime dikerek konuşmasını sürdürdü.

"Ailenin mirası—malikane, arazi ve bankadaki para—hepsi senin, Vera. Ama bir şart var."

Şart kelimesi, üzerime kara bir bulut gibi çöktü. İçimde, bir felaketin yaklaşmakta olduğuna dair derin bir his yükseldi. Fyodor’un gözleri bir an Yulia teyzenin gözleriyle buluştu. Aralarında sessiz bir anlaşma var gibiydi.

"Yulia’nın yeğeni Mikhail Voronin ile evlenmen gerekiyor."

"Ne?"

Söz, ağzımdan kontrolsüzce çıktı. Boğazım düğümlenmiş, nefesim kesilmişti. Bu, beklenmedik bir darbe gibi gelmişti. Sözlerini işitmekte zorlanıyor, anlamını kavramaya çalışıyordum.

Bakışlarımı hızla Yulia teyzeye çevirdim. Yüzü bir taş kadar sertti; ne bir duygu ne de bir pişmanlık belirtisi vardı.

"Nadia, büyükannen, senin Mikhail ile iyi bir çift olacağınızı düşünüyordu," dedi Yulia teyze. Sesi, kararlılıkla yoğrulmuş bir soğukluk taşıyordu.

Kelimesi kelimesine dökülen bu cümleler, sanki tartışmaya yer bırakmayan bir emir gibiydi. Ama benim içimde isyan kıvılcımları çoktan parlamaya başlamıştı.

"Ve bunu vasiyete eklediğini bilmiyordum," diye ekledi.

Sözleri, içimdeki öfkeyi iyice alevlendirdi. Bugüne kadar yaşadığım karmaşanın üzerine bu duyduklarım fazlaydı. Mirası zaten istemiyordum. Bu şartı kabul etmem ise imkânsızdı.

"Tanımadığım bir adamla asla evlenmem!" dedim, sesim öfkeyle titriyordu.

Sözlerim, odadaki havayı bıçak gibi kesti. Yüzümdeki kızgınlık, hissettiğim isyanı ele veriyordu. "Ayrıca mirası da kabul etmiyorum!" dedim, kararlılıkla.

Yulia teyze, ani bir hareketle elimi tuttu. Dokunuşu soğuktu, tıpkı gözlerindeki bakış gibi. Gözlerinde gördüğüm, geçmişin karanlık bir gölgesiydi—derin ve çözülmesi zor bir bilmecenin yankısı.

"Sakin olmalısın, Vera," dedi, sesi kontrollüydü.

Ama bu kontrol, duyduğu ciddiyetin altında eziliyordu. "Bugün buraya ciddi konuları konuşmak üzere geldik. Tepkini anlıyoruz, ama bizi dinlemek zorundasın."

Sözleri, odanın içinde yankılanırken, içimdeki isyan alevlenmeye devam ediyordu. Bu konuşma, yalnızca bir başlangıçtı; ama ortaya çıkan sırlar, bu hikâyenin yalnızca bir parçasıydı.

Burnumdan derin bir nefes aldım. Gösteri dünyasında gerilimleri ve çatışmaları nasıl kontrol altında tutmayı başardıysam, burada da aynı soğukkanlılığı sergileyebilirdim. Ama bu defa, sahne ışıkları yerine beni izleyen bakışların keskinliğiyle başa çıkmam gerekiyordu.

"Yulia teyze," dedim sonunda. Sesimi olabildiğince kontrol altında tutmaya çalışıyordum, ama içimde kopan fırtınaları saklayabilir miydim? "Bakın, miras umurumda değil. Buraya gelmemin tek nedeni, aileme dair bir şeyler öğrenmek ve geçmişime dair bir cevap bulmaktı. Annemlere, kayıp geçmişime dair bir iz… bir ipucu arıyordum. Ne mirası ne de evliliği istiyorum."

Yulia teyze, yüzünde alışılmadık bir ifadeyle bana baktı. Soğukkanlı duruşu kırılmış gibiydi. Ama bir an sonra, sesindeki sertlik geri döndü.

"İnan, seni anlıyorum, Vera. Ama bu şekilde davranman…" Sözleri yarıda kaldı, bakışları sertleşti. Gözlerinde bir öfkeden fazlası vardı—sanki geçmişin karanlık bir yankısı yüzeye çıkmıştı.

"Annen de senin gibiydi," dedi sonunda. Sesi keskinleşmişti. "İnatçı ve dik başlı. Ama sonuçları ortada."

Yüreğime bir korku saplandı. Annem. O kayıp, hüzünlü hikâye. Hikayeyi öğrendiğimde içimde derin bir yara açılmıştı. Şimdi, onun trajik sonu bana karşı bir silah gibi mi kullanılacaktı? Yulia teyze bu kadar acımasız mıydı?

Yutkundum. Kelimeler boğazıma düğümlendi. Karşımda kontrolü kaybetmemek için savaşan bir kadın vardı; ama aslında kontrolü kaybeden, bendim.

"Sadece Mikhail’e değil, kendine ve geçmişine de bir şans tanımanı rica edeceğim," dedi, bu kez daha kesin bir tonda. "Babanın verdiği karar, onu ve anneni ölüme götürdü. Seni ise yetim bıraktı. Şimdi önünde iki yol var: sefalet mi yoksa servet mi? İyi düşün."

Ellerimi yumruk yaptım, bu soğuk hesaplamalara karşı durmak için. "Vasiyeti reddedersem, bu sonucun kaçınılmaz olduğunu kimse bilemez, değil mi?" dedim, sesim titremeden.

Sözlerim, Yulia teyzenin yüzüne bir gölge düşürdü. Yüz kasları gerildi, bakışları keskinleşti. Ama sonra, dudaklarında ince bir gülümseme belirdi. Bu, bir zaferin değil, bir uyarının gülümsemesiydi.

Elimi tutarak yavaşça okşadı. "Annen büyükannenin sözlerine karşı çıktığında, bedeli ağır oldu," dedi. Dokunuşu, sıcaklıktan yoksundu; soğuk, hesaplı ve acımasızdı. "Ama senin için farklı bir son hazırlayabiliriz."

Benim için farklı bir son mu? Bu sözler, içimdeki karmaşayı daha da derinleştirdi. Yulia teyzenin bakışları ruhuma işliyordu. Otoriter tavrı ve kontrol etme isteği, beni hem korkutuyor hem de öfkelendiriyordu. Kaderim üzerindeki bu sözde gücüne tahammül etmek zordu.

Ama sustum. Çünkü bazen sözcüklerin zamanı gelene kadar beklemesi gerekirdi.

"Sadece düşün, olur mu?" dediğinde, başımı sallamakla yetindim. Yulia teyzenin gözlerinde, beni anladığını düşünen bir ifade vardı. Ama ben, bu fırtınanın sonucunun ne olacağını bilemiyordum.

Fyodor ve Yulia teyze, kısa bir bakışla birbirlerine bir şeyler fısıldar gibi sessizce anlaştılar. Ardından ikisi de ayağa kalktı. Fyodor elimi sıktı, Yulia teyze ise elimi tutarak gözlerimin içine baktı.

"Yalnızca senin iyiliğini düşündüğümü unutma. Sen bana Nadia’nın yadigarısın," dedi.

Bakışlarında içtenlikten çok hesaplı bir ifade vardı. Buna rağmen, ona gülümsemeye çalıştım. Başımı hafifçe eğip onlara kapıya kadar eşlik ettim.

Onlar giderken, evde hissettiğim gerginlik, içimdeki huzursuzluğa dönüştü. Derin bir nefes aldım, ama yetmedi. Bu evin duvarları, sanki üzerime kapanıyordu. Daha fazla burada duramazdım.

"Ekaterina, Ivan ne zaman gelir?" Sesim sakin ama içimde fırtınalar kopuyordu.

"Yolda, Vera. Bir şey mi oldu?" Ekaterina’nın yüzündeki endişe, sesine yansıyordu.

"Şehir merkezine gitmem gerekiyor. Beni götürebilir mi?"

"Elbette," dedi, yumuşak bir gülümsemeyle.

Ivan, on dakika sonra geldiğinde çantamı ve paltomu alarak arabaya yöneldim. Sessizce arka koltuğa oturdum. Motorun hafif mırıltısı eşliğinde yola çıktık. Dışarıya bakıyordum, ama aklım çok daha uzaklardaydı. Düşüncelerim sürekli aynı noktaya dönüyordu—miras konusu. Viktor bile şu an bu denli aklımı meşgul etmiyordu.

Yarım saat sonra hareketli meydana vardığımızda, içimdeki sıkıntı hafifçe azalmış gibiydi. Ivan, dikiz aynasından bana dönerek sordu:

"Ne zaman geleyim, Bayan Vera?"

"Seni ararım, Ivan. Şimdilik eve dönebilirsin." Ona hafifçe gülümsedim, ama bu gülümseme, hissettiklerimin aksine donuktu.

"Tamam, kendinize dikkat edin," dedi. Endişesi sesine yansımıştı, ama daha fazla konuşmadı.

"Merak etme." Ona bir kez daha gülümsedim ve meydanın kalabalığına karıştım.

Meydanı turlarken telefonum titredi. Viktor’dan gelen mesajda işlerinin bir saat kadar uzayacağını yazıyordu. "Sorun değil," diye cevap yazdım. Ama içimde bir boşluk vardı. Vaktimi değerlendirmek için yakınlardaki bir alışveriş merkezine yöneldim.

Bir kafeye girdim ve cam kenarındaki bir masaya oturdum. Kahvemi yudumlayarak etrafı izlemeye başladım. Ama yalnızlığın boğucu ağırlığı peşimi bırakmıyordu. Belki de beni her zaman rahatlatan o iki kişiyi aramalıydım.

Telefonu elime alıp Frannie’yi aradım. Çalan ilk birkaç sinyalin ardından onun neşeli sesi duyuldu:

"Canım, seni çok özledik!" Sesi o kadar enerjik ve canlıydı ki, anında bir parça huzur buldum.

"Ben de sizi çok özledim, Fran," dedim, kelimelerimde özlem saklıydı. "Nasılsınız?"

"Ben de buradayım, Vera. Biz iyiyiz, ya sen?" diye ekledi Jack. Her zamanki sakin ve koruyucu tonu, içimdeki gerginliği bir nebze olsun azaltıyordu.

"İyiyim," dedim, ama cümlem eksikti. İkisi de bunu hemen anladı. Beni fazlasıyla iyi tanıyorlardı.

"Sesin öyle demiyor," dedi Jack, alaycı bir sıcaklıkla.

Derin bir nefes aldım. Bugün olan bitenleri onlara anlatmalıydım. "Bugün vasiyet açıklandı," dedim, kelimelerim ağırdı. Kısaca durumu anlattım, bazı detayları atlayarak. Ama yine de söylediklerim yeterince sarsıcıydı.

Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oldu. İlk konuşan Frannie’ydi, her zamanki duyarlı sesiyle: "Vera… Bu çok karmaşık olmalı. Peki, şimdi ne yapmayı planlıyorsun?"

"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. Kahvemden bir yudum aldım, ama tadını bile alamıyordum. Camdan dışarı bakarken, içimde yankılanan düşünceler konuşmamı zorlaştırıyordu. "Sanki hayatım üzerinde hiç kontrolüm yokmuş gibi hissediyorum. Herkes, nereye gideceğim ve ne yapacağım konusunda bir karar almış. Ama hiçbirinin içinde kendimi göremiyorum."

"Vera," dedi Jack, sesi sakin ama etkileyiciydi. "Bazen kontrolü kaybetmiş gibi hissetmek, asıl kim olduğunu bulmanın başlangıcıdır. Belki bu süreçte, geçmişinle ve geleceğinle ilgili yeni bir şey keşfedeceksin."

Jack’in sözleri, bir zamanlar tuttuğum ama şimdi kaybolmuş bir ipucunu işaret eder gibiydi. Onların seslerini duymak, içimde bir nebze huzur yaratıyordu. Ama yine de, içimdeki düğüm çözülmemişti.

"Sanırım sadece biraz zamana ihtiyacım var," dedim sonunda, kendimi toparlamaya çalışarak.

"Ne olursa olsun, Vera," dedi Jack, sesi sevgi doluydu. "Biz buradayız."

"Bebeğim, unutma, istediğin zaman buraya dönebilirsin. Biz her zaman yanındayız," diye ekledi Frannie. Sesi yumuşak ama destek doluydu, adeta uzaklardaki bir eve davet gibiydi.

"Biliyorum, Fran," dedim, bir nebze rahatlayarak. O an Frannie’nin o içten gülüşünü görmek için neler vermezdim.

"Bak, hemen bir karar verme," diye ekledi Jack, her zamanki sağduyulu haliyle. "Önyargılı da olma. Belki büyükannenin niyeti gerçekten senin iyiliğindir. Düşünmeden adım atma."

Haklıydı. Ne Frannie ne de Jack beni asla yanlış yönlendirmezdi. Onların desteği, bu karmaşık dönemde dayanabileceğim tek dal gibiydi. "Haklısın, Jack. İyi ki varsınız," dedim, içtenlikle.

"Sen de Vera," dedi Frannie, sesi sıcaklıkla doluydu. "Peki geri dönecek misin?"

"Bilmiyorum," dedim, kafamdaki düşünceler karmakarışıktı. Kalbimdeki hisler de… "Bir süre daha burada kalmak en iyisi olacak."

"Tamam canım, ne zaman istersen bizi ara. İster üzgün ol, ister mutlu. Biz bir aileyiz," dedi Frannie.

"Öylesiniz. Bu arada sizi soramadım," dedim, konuyu değiştirmek isteyerek. "Neler yapıyorsunuz?"

Her zamanki gibi, Frannie ve Jack neşeli hikayeleriyle beni güldürmeyi başardılar. Günlük dans eğitimlerinden, izledikleri filmlerden bahsettiler. Onların enerjik ve pozitif halleri ruhuma ilaç gibiydi.

"Bebeğim, dans provasına yetişmemiz gerekiyor. Sonra tekrar görüşürüz, tamam mı?" dedi Frannie, nazikçe.

"Tamam. Kolay gelsin," dedim, hafifçe gülümseyerek.

"Sen de kendine iyi bak," dedi Jack.

"Sizi seviyorum," dedim, içimdeki sıcaklıkla.

"Biz de seni çok seviyoruz, tatlım," diye ekledi Frannie. "Görüşürüz."

Telefonu kapattığımda biraz daha sakindim. Kalbe iyi gelen insanlar vardı, ve Frannie ile Jack benim için öyleydi. İçimdeki düğüm biraz çözülmüş gibi hissettim.

Kahvemi bitirdikten sonra kalktım. Alışveriş merkezinde birkaç mağaza daha gezdim, ama hiçbir şey dikkatimi çekmiyordu. Sadece oyalanıyordum.

Dışarı çıktım. Viktor’dan hâlâ bir haber yoktu. Telefonu kontrol ettim, ama sessizlik... Yine de bu şehirde kendimi tamamen yabancı gibi hissetmiyordum. Bir süre daha etrafı dolaşmaya karar verdim.

Sokakları arşınlarken bir müzik sesi çalındı kulaklarıma. Yavaş, duygulu bir keman sesi... Sanki o anın içine gizlenmiş bir mesaj gibiydi. Kaynağını bulmaya çalışarak bir ara sokağa daldım.

Issız bir ara sokaktı. Şehrin gürültüsünden uzak, sessiz ve tekinsizdi. Tedirgin oldum. Geri döneceğim sırada bir el belimi kavradı. Sert, güçlü bir dokunuş… Burnuma keskin kokulu bir mendil dayandı.

O an, her şey bir anda karardı. Karanlığın içinde bir erkek sesi, derin ve sert bir tınıyla fısıldadı:

"Sud'by ne izbežat'. Ona vsegda dogonit tebya na şag bыstre."

"Kaderden kaçamazsın. O, seni her zaman bir adım daha hızlı yakalar."

Sözlerin anlamını idrak edemeden karanlığa gömüldüm ve her şey, sesler bile, benden uzaklaştı.

Bölüm : 17.09.2024 11:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...