13. Bölüm

12

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Kalbimi kapatmam gerekiyordu. Çünkü açık bıraktığım her an, yeni bir yara alıyordum." — Viktor Volkov

Viktor

(Geçmiş – Anna’nın Kayıp Gittiği Zaman)

Üstüm başım kan içinde, ellerim titriyordu. Anna’yı hastaneye getirdiğimizde her şeyin çoktan sona erdiğini biliyordum. Bekleme salonunda otururken bedenim oradaydı, ama ruhum yoktu. Yanımda Dmitriy, amcam ve diğerleri vardı. Kimse bir kelime bile etmiyordu. Etmeye cesaret edemiyorlardı. Çünkü konuşacak ne kalmıştı ki? Anna… Ve bebeğim… Artık ikisi de yoktu.

Ölüm, bu dünyanın en acı ve en gerçek yüzüydü. O, sessiz bir ağıt gibi gelir, her sesi susturur, ardından pişmanlık ve zamanın soğuk gölgesini bırakırdı. Kalbim o an buz keserken, zihnim alev alev yanıyordu. Hiçbir sese, hiçbir insana, en çok da kendime tahammül edemiyordum.

Hastaneler…

Hastaneler, sevdiğini kaybetmiş herkesin nefret ettiği yerlerdir. Ama benim için, onlar sadece nefretin ötesindeydi; berbat bir lanetin kendisiydi. Hayatım boyunca yaşadığım kaçıncı kayıptı bu? Kaçıncı kez sevdiğim birini ölüme teslim ediyordum? Ama bu defa, bu darbe her şeyden daha ağırdı. Gözlerim kararıyor, kulaklarım işitmiyordu. Ama acı… O bitmek bilmeyen, keskin acı… Her şeyi hissediyordu. İçimi bir kor gibi yakarken, aynı anda donduruyordu.

Anna’nın annesi ve babası, Belovlar, kapıda göründü. Onlarla yüz yüze geldiğimde, zaman bir anlığına durdu. Ivan Belov, Anna’nın babası, yüzüme sert bir tokat indirdi. Sertti, ama o an canımın yanmasına olanak yoktu. Çünkü kalbimdeki boşluk, ruhumda kopan fırtına, fiziksel bir acının çok ötesindeydi.

"Sana neden izin verdim ki?" dedi, sesi bir bıçak gibi keskin ve suçlamalarla doluydu.

Onun yakıcı bakışlarını üzerimde hissediyordum. Anna’nın annesi arkamda bir çığlık kopardı, ardından hıçkırıklar geldi. Ivan Belov’un sözleri, çevremizdeki insanları harekete geçirdi. Herkes koşuşturmaya başladı, ama hiçbir şey benim için bir anlam ifade etmiyordu.

Bir babanın acısıydı bu. Ve o acının hedefi bendim. Haklıydı. Anna benim yüzümden ölmüştü. Herkes ne derse desin, hiçbir şey bu gerçeği değiştiremezdi. Anna ve bebeğim, benim karanlık dünyam yüzünden bu hayattan kopmuşlardı.

"Onu koruyamadın," diye bağırdı, sesi hiddetle titriyordu.

Bana doğru bir adım attı ve yakamdan tuttu. "Bana söz vermiştin, Viktor!" dedi. Beni sarsarken gözlerindeki keder ve öfke, kendi cehennemimde olduğum gerçeğini daha da sert bir şekilde yüzüme vurdu.

Etrafımızdaki herkes hareketsizdi. Amcam ve Dmitriy, durumun ciddiyetini anlayarak müdahale etmiyorlardı. Kuzenim Anastasia, Anna’nın annesini sakinleştirmeye çalışıyordu. Olan bitenin farkındaydım. Ama artık hissedemiyordum. Ruhum donmuştu.

"Senden nefret ediyorum, Viktor Volkov. Umarım asla mutlu olamazsın. Umarım cehennemde yanarsın."

Başımı kaldırıp gözlerine bakacak cesaretim yoktu. Çünkü bilmiyordu… Zaten kendi cehennemime gitmiştim. Anna’nın cansız bedeniyle birlikte, bu dünyada kalan tek ışık da sönmüştü. Onunla birlikte cennet, renkler, umut… her şey yok olmuştu.

Ben baştan ayağa siyaha bürünmüştüm. Ve şimdi, önümde duran adamın haklı öfkesi, içimdeki o kara delik kadar derin bir yankı bırakıyordu. Bu, benim cezamdı. Anna’yı koruyamamış, bebeğimi yaşatamamıştım. Karanlık geçmişim, sevdiğim her şeyi elimden almıştı. Ve ben bu cezayı, her nefesimde yeniden yaşayarak çekmeye mahkûmdum.

Bay Belov’un sözleri hâlâ kulağımda yankılanırken, amcamın derin ve otoriter sesi duyuldu: "Bay Belov, lütfen."

Bir anda yakamı bırakan ellerin gevşediğini hissettim. Sesler ve ayak sesleri benden uzaklaştı. Ama onların uzaklaşması, içimdeki boşluğu yok edemezdi. Sanki bedenim bir hayalet gibiydi; dokunulabilir ama hissettiremez.

Ardından, yanıma gelen ağır adımların varlığını fark ettim. Ne başımı kaldırdım ne de ilgilendim. Artık hayatın kendisiyle bile ilgilenmiyordum. Ama o an biri, bir sıcaklık, bir güç, ensemi kavradı ve beni kendine çekti.

Bu kişi Vladimir Vikhrov’dan başkası değildi. Beni sarsacak ya da cezalandıracak sanmıştım. Ama hayır, bana sarıldı. Sert, babacan, bir kayanın güvenini anımsatan bir şekilde. Gözlerimden süzülen o tek yakıcı damla yanaklarımı ıslatırken, Vladimir kulağıma eğildi:

"En güçlü iki savaşçı sabır ve zamandır, oğlum. Güçlü ol."

Sesi, acımı biraz olsun yatıştıran bir melodi gibiydi. Ensemi sıktı, o tok ve kararlı sesiyle ekledi:

"Kolay olmayacak. Ama yanında olacağım."

Geri çekildiğinde göz göze geldik. Yorgun ama dimdik duruyordu. İradesinin gücü, gözlerinde parlıyordu.

"Onu buldum," dedi aniden.

Donakaldım. Bu iki kelime, içimde uyuyan intikam alevini bir anda tutuşturdu.

"Kim?" dedim, sesim neredeyse bir fısıltı kadar boğuktu.

"Yeğenim. Orest Vikhrov."

Orest… Vladimir’in kanından gelen son kişi. Benim varlığımı her zaman tehdit olarak görmüş, Vladimir’in beni halefi seçmesiyle öfkesini gizlemek bir yana, açıkça sergilemişti. Orest, Vladimir’in kanı ve ailesiyle bağını temsil ediyordu.

"Onu bana ver," dedim, sözlerim soğuk bir emir gibi çıktı.

Vladimir’in tepkisini bekledim. Reddedeceğini sanıyordum. Orest onun kanından biriydi; ailesinin son mirasıydı. Ama Vladimir bakışlarını benden ayırmadan cevap verdi:

"Onu sana getirdim. Ne istersen yapabilirsin."

Bir an şaşkınlıkla ona baktım. Neden? Neden kendi kanını, kendi soyundan geleni bana teslim ediyordu? Ama o sırtını dönüp uzaklaşmaya çalışırken kolunu yakaladım.

"Neden, Vladimir? Neden onu bana teslim ediyorsun?"

Bu sorunun içinde başka bir soru daha vardı. Neden beni seçmişti? Neden onun yerini alacak kişi olarak kendi ailesinden birini değil de beni görüyordu? Vladimir, derin bir nefes aldı ve gözlerini gözlerime dikti:

"Volk nikogda ne ostavit svoego lyubimogo volka radi deshevoy sobaki. (Kurt, en sevdiği kurdu, hiçbir zaman ucuz bir köpek uğruna bırakmaz). Orest, ne soyadımı ne de ailemin içinde olmayı hak etti. Benim değerlerimi hiçe saydı. Beni defalarca utandırdı. Ama sen… Sen beni gururlandıran tek kişisin."

Son kez ensemi yakaladı, sert bir hareketle beni kendine çekip bir kez daha sarstı.

"Kendini toplaman için ne kadar zamana ihtiyacın varsa, al. İşlerinle ilgilenirim, ailenle ilgilenirim. Ama sana verdiğim güveni boşa çıkarmana izin vermem. Sen benim kanımdan olmayan oğlumsun, Viktor. İkimiz de kurduz; kanımızın deli akması bile aynı. Ama unutma; sadakat ve vefa her şeyden önemlidir. Bu yük ağırdır, Viktor. Herkes taşıyamaz. Ama sen taşıyacaksın. Sana başından beri güvendim ve inandım. Sakın beni yanıltma."

Bakışları içime işledi. Bir an duraksadım ve alçak sesle sordum:

"Ya beni affetmezsen?"

Bir an sessizlik oldu. Ardından Vladimir konuştu, sesi her zamankinden daha yumuşaktı:

"Orest’i sana getirmeden önce çok düşündüm. Bu işi kendi ellerimle bitirebilirdim. Ama yapamadım. Çünkü intikam ateşiyle yaşamanın seni yok edeceğini biliyordum. Bu, hayatını sürdürebilmen için son şansın, Viktor. Şimdi benimle geliyor musun?"

Gözlerimi Belovlar’a, ardından Vladimir’e çevirdim. Kararımı verdim.

"Geliyorum," dedim.

O gün, intikamın ateşi biraz olsun dinmişti. Ama acım… O acı hâlâ yerli yerinde duruyordu. Vladimir, söz verdiği gibi beni yalnız bırakmadı. Yanımda durdu, beni toparlamam için zaman verdi. Ama hiçbir şey o günü silemezdi.

Sonunda, herkes hastaneden ayrıldığında, ben geri döndüm. Anna’yla son bir kez vedalaşmak için. Hayatımdaki en değerli varlık, sonsuza dek kaybolmuştu. Ve ben, o eksiklikle yaşamaya mahkûmdum.

O gece uyuyamadım. Zihnimin köşelerine işleyen karanlık, ruhumun derinliklerini esir almıştı. Hayatın yükü omuzlarımı çökertirken, kalbim, kaybettiğim iki varlığın dayanılmaz acısıyla buz kesmişti. Taşıması en zor olanlar, insanın kalbini delenlerdir. Dmitriy ve Andrei, gecenin sessizliğinde yanımda oturuyorlardı. Konuşmayacağımı bildikleri halde. Ama bu suskunluk, onların da acıma ortak olduğunu gösteriyordu. Veda… her zaman zordu. Ama bu sefer, geri dönüşü olmayan bir vedaydı.

Onunla geçen her an zihnimde bir bir canlanıyordu. Ama ağlayamadım. Acının, kalbim gibi buz tuttuğunu hissettim. Viktor Volkov artık bir kalbe sahip değildi. Sevgiyi bir kez daha hissedemezdi. Onu, bu hikâye böyle bitsin diye sevmemiştim. Ama kader bu sona hükmetmişti.

Artık ne hayatın ne de duyguların bir anlamı vardı. Ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım: kalbimi taşlaştırdım. Duygularımı bastırdım. Daha sessiz, daha sert, daha karanlık birine dönüştüm.

Anna ve bebeğimin cenazesinde ayakta kalmak zorundaydım. Düşmanlarım bile teselli etmek için yanımdaydı. Ama onlara hiçbir şey göstermedim. İçimde kopan fırtınayı sakladım. O gece ve sonrasında kabuslar peşimi bırakmadı. Uykusuz geçen geceler, geçmeyen bir vicdan azabı. Çünkü bu tür bir acı, zamanla hafifleyenlerden değildi.

Aylar sonra, Ivan Belov, son bir kez evime geldi. Andrei onu içeri getirdiğinde ayağa kalktım. Yüzüne tam olarak bakmayı hâlâ başaramıyordum. Beni baştan aşağı süzdü. Zayıflamış ve çökmüş olduğumu fark etti. Elimle oturmasını işaret ettim ama o oturmadı.

"Çok kalmayacağım," dedi.

Andrei’ye başımla işaret ederek dışarı çıkmasını emrettim. Ivan’la yalnız kaldığımızda bakışlarını üzerimde hissettim. Yüzümü, ifademi incelemeye başladı.

"Dedikleri doğruymuş," dedi. "Mahvolmuşsun. Ve giderek daha ürkütücü bir Volkov’a dönüşüyorsun."

Sessiz kaldım. Söylenenlerin en kibar haliydi bu. İnsanlar, bir hayalete dönüştüğümü, içimde bir canavar uyandırdığımı fısıldıyordu. Artık durdurulamaz bir volkan, kara bir kurt olduğumu söylüyorlardı. Kara kurt… Cherokee efsanelerine göre beyaz kurt, insanın saf ve aydınlık yanını; kara kurt ise karanlık tarafını temsil ederdi.

O gece, beyaz kurdu tamamen yok etmiştim. Geriye yalnızca kara kurt, Chyornny Volk, kalmıştı. Anna, içimdeki tüm güzellikleri de beraberinde götürmüştü. Cenazesinde beyaz kurdu gömmüştüm.

O yokken hiçbir şeyin anlamı yoktu. Gökkuşağım solmuştu. Hayatımda hiçbir renk kalmamıştı. Artık yalnızca derin bir siyaha teslim olmuştum.

İlk kez o an, gözlerinde bir şefkat parıltısı yakaladım. Zor bir andı. Kalbimin etrafını saran buz tabakasını hissettirecek kadar soğuktu her şey. Ama o, sözlerini dikkatle seçerek konuştu.

"O günkü sözlerim için özür dilerim."

Cümlesinin sonunda duraksadı. Yutkundu, derin bir nefes aldı. Gözleri benimkilere kilitlendi.

"Senin hayatın yüzünden öldü ama…"

Gözlerime baktı, bu kez daha derin, daha anlamlı.

"Kızımı tanıyordum, Viktor. Sana sırılsıklam âşık olmuştu. Bir şekilde seninle evlenmenin bir yolunu bulurdu. Beni ikna etmenin de. Ayrıca evliliğiniz boyunca onu ne kadar mutlu ettiğini biliyorum. O kısa zaman diliminde bile…"

Öyleydi. Kısacıktı. Bir daha asla yaşanmayacaktı. Bunu kabullenmek, nefes almayı unutmak gibiydi.

"Ama bazen olmuyor, Viktor. Hatta… bir şeyi ne kadar istersen, o kadar olmuyor. Oluyormuş gibi görünüp hiçbir şey yolunda gitmiyor."

Kaç gündür zihnimi ele geçiren yankılar, bu cümlelerle bir kez daha kulağımda çınladı. Yanıtını bulamadığım, sonunu getirmeye korktuğum, içimde saklı kalan isyanın gerçekleri.

"Eşimle buradan ayrılıyoruz. Polonya’ya yerleşmeye karar verdik."

Bu sözleri duyduğumda, içimde bir şey kırıldı. Elini cebine attı ve küçük siyah bir kutu çıkardı.

"Bunu annesiyle beraber almışlar. Bebek… bebeğiniz için."

İki ay önce, Anna ile bebeğimiz için hazırladığım odayı sinir krizleriyle yerle bir etmiştim. Duvarlar, mobilyalar, her şey… Elim, titreyerek kutuya gitti.

Kutuyu açtığımda, içinden bir müzik kutusu çıktı. Üzerinde dans eden bir balerin figürü vardı. Parlak, ama geçmişin ağırlığıyla matlaşmış gibiydi.

"Sana hiç söylemedi değil mi?" diye sordu, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yumuşaktı.

Kalbimdeki buz tabakasının üstü, alevlerle kaplanmaya başladı. Cehennemin ateşi bir kez daha ruhuma hücum etti.

"Neyi?" dedim, gözlerim kutuya sabitlenmiş halde.

"Son gittiği doktor kontrolünden sonra sana sürpriz yapacaktı. Bebeğin cinsiyeti… kızdı."

O an, içimde bir patlama oldu. Sessiz ama her yere yayılan bir patlama. Alevler etrafımı sardı, içim yanarken dışım hareketsizdi.

"Üzgünüm, Viktor. Böyle olmasını… asla istemezdim."

Son sözlerini söylediğinde, birbirimize son kez baktık. Sanki o bakış, geçmişe duyulan bir saygı duruşuydu.

"Yolunuz açık olsun," dedim, sesim boğuk ama kararlıydı.

O ise, hafifçe başını sallayarak yanıtladı. "Senin de yolun ve kaderin açık olsun, oğlum."

İlk ve son kez, bana "oğlum" demişti. Ama ben yanıtlamadım. İçimde bir kor vardı ve o korun alevlerini dışarıya salamazdım.

O çıktıktan sonra, koltuğa çöker gibi oturdum. Siyah kutuyu tekrar elime aldım, ellerim titrerken kapağını açtım. Müzik kutusunu kurdum. Küçük balerin figürü yavaşça dönmeye başladığında, kutuyu masanın üzerine bıraktım. Melodi, sessizliğin içine yayıldı, tıpkı geçmişin hatıraları gibi. Acının ve özlemin ninnisiydi bu.

Melodi tanıdıktı. Kuğu Gölü balesine ait bir müzik. Anna’nın her zaman hayranlık duyduğu, tutkuyla bağlandığı şeylerden biriydi bale. Balerinlerin zarafeti, sahnede devinen ışık gibi hareketleri... Onun bu tutkusu, bir anda içimde başka bir kor ateşini tutuşturdu.

O gün kendime iki söz verdim. İlki, Anna için baleyi ve balerinleri destekleyecektim. Onun hayalini yaşatmak, en azından bir parçasını dünyada tutmak zorundaydım.

İkincisi…

Son bir kez yaşamaya çabalayacaktım. İçimdeki bu acı beni yok etse de. Beni bir gölgeye dönüştürse de. Ama bir daha asla sevmeyecektim.

Tükensem de yok olsam da.

Çünkü sevmek öldürüyordu. Sevdiklerimiz, ölümün soğuk nefesine değiyordu.

Ve ben artık sevemezdim.

Ivan Belov haklıydı. Bir şeyi ne kadar istersen, o kadar ulaşılmaz hale geliyordu. Ve ben, hayatımdaki her şeyi en zor yoldan kazanmışken, her zaferi bir kayıpla elde etmişken, şimdi en başından yenildiğimi kabul ediyordum.

Anna’nın Viktor’u artık yoktu.

Olmayacaktı.

Ve ben, yeni Viktor Volkov’du. Yolum değişmişti. Artık hızın ya da yavaşlığın bir önemi yoktu. Önemli olan sadece ilerlemekti. Çünkü yol, hızdan daha kıymetliydi.

Son kez müzik kutusunu kurdum, melodinin ruhuma bir anlık huzur serpmesine izin verdim. Ardından Andrei’yi çağırdım.

"Alina Sokolova," dedim, sessiz ama kesin bir tonla. "Yarın onunla görüşmeye gidelim."

"Neden, Pakhan?"

"Bale eğitimi almıştı. Onu desteklemeye karar verdim."

Andrei’nin yüzünde, delirmişim gibi bakan bir ifade belirdi. Ama karşılık vermedi, yalnızca başını salladı. "Da, Pakhan."

O gece, müzik kutusunun yankılanan sesi eşliğinde uyudum. Her zamanki gibi kabuslar beni uyandırdı. Ama o melodi, içimdeki koru bir nebze de olsa yatıştırmıştı.

İyileşmek asla mümkün olmayacaktı. Bunu biliyordum. Ama yoluma devam etmek zorundaydım.

Çabalayacaktım.

"Sevmek öldürüyordu. Her şeyimi verdiğim insanlar, her şeyimle birlikte gidiyorlardı." — Viktor Volkov

Bölüm : 19.09.2024 11:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...