YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
Her şey bir anda değişebilir. Bir an, tüm dünyanız belli bir yöne doğru ilerliyormuş gibi hissedersiniz, ve ardından beklenmedik bir şey olur. Bir kişi, bir bakış, bir anlık bir duraklama... O kadar keskin ve güçlü olur ki, bir daha geri dönüş yoktur. İşte o an, bir kararsızlıkla değil, bilerek ve anlayarak harekete geçmeniz gereken andır.
"Eğer bir gün bu dünyada seni kaybedersem, bil ki o zaman hiçbir şeyin anlamı kalmayacak. Kimse sana zarar veremez. Sana dokunmaya cüret ederse, senin adına savaşırım. Çünkü senin hayatın, senin varlığın artık bana ait. Çünkü sen, Vera, sadece bana ait kalmalısın. Bu dünyada ve ötesinde." — Viktor Volkov
Viktor
Vera'nın kokusuyla uyandım. Sabahın serinliğinde, o hâlâ kollarımdayken, her şeyden uzakta bir huzur buluyordum. Onun varlığı, hayatımın anlamıydı; bu gerçek, her nefeste kendini yeniden hatırlatıyordu.
Fakat bu dingin an, telefonun alarmıyla bozuldu. Vera, uykulu bir şekilde gülümseyerek alarmı kapadı ve yüzünü tekrar göğsüme yasladı. O an içimde bir şükran dalgası kabardı. Ona sahip olmanın verdiği his, kelimelere dökülemeyecek kadar büyüktü.
"Günaydın, güneşim," dedim fısıltıyla.
"Günaydın, sevgilim," diye yanıtladı, sesi tatlı bir melodi gibi yankılanarak.
Saçlarının kokusunu içime çektim ve başının üstüne yumuşak bir öpücük kondurdum. Bir anlığına gözlerini araladı, yüzünde hem masumiyet hem de bir karmaşa vardı.
"Tüm gün böyle kalmak istiyorum," dedi kısık bir sesle.
"Haklısın, malysh. Bir gün bunu yaparız, söz veriyorum."
Sözlerimin ardından, Vera’nın bakışları değişti. Cesurca yüzüme yaklaştı ve dudaklarıma uzandı. Bu ani atılımı, kalbimde bir kasırgaya yol açtı. Onu öperken bir elim saçlarına dolandı, diğer elimle de narin bedenini kendime çektim. Tüm dünya duruyormuş gibi hissettiren bu an, mantığımı susturuyordu.
Ama tam o sırada, telefonun titremesiyle durmak zorunda kaldım. Dmitriy arıyordu.
"Efendim?" dedim, sesimde hafif bir huzursuzlukla.
"Saat ikide herkes toplanacak," dedi kısa ve net bir şekilde.
"Tamam. Orada olacağım."
Vera’nın ela gözleri, hala o masum parıltısını koruyordu. Çenesini okşadım ve ona yumuşak bir gülümsemeyle baktım. Sonra, düşünmeden söylediğim bir cümle her şeyi değiştirdi:
"Bir gün durmasam ne yapardın?"
Sözlerimle yüzüne yayılan utancı ve yanaklarına dolan kırmızılığı fark ettiğimde, kalbim sıkıştı.
"Özür dilerim, Viktor, ben..." diye mırıldandı, nefesi düzensizleşerek.
Onu sakinleştirmek istedim. Zarifçe yatağa yatırdım, belini kavradım ve yüzüne eğildim.
"Ben özür dilerim," dedim alçak bir sesle. "Senin yanımda olman, kendime hâkim olmamı zorlaştırıyor, malysh. Ama seni beklerim. Sonsuza kadar beklerim. Seni korkutmak istemem."
Ellerimden biri kalbine dokunurken, içimden geçen her şeyle fısıldadım:
"Tamamen seninim."
Elim, belinden kalçasına doğru kayarken, onun üzerimdeki etkisi dayanılmaz bir hâl almıştı. Ama yine de sabırlı olmalıydım. Onun güvenini kazanmak, her şeyden daha önemliydi.
"Sen de benimsin," diyerek devam ettim. "Yanımda artık gerilme. Ve, malysh? İstemediğin hiçbir şeyi yapmayacağımı biliyorsun, değil mi? Kendini asla zorunda hissetme. Tamam mı?"
Başını sallarken gözlerini kaçırdı, ama onun huzursuzluğunu hissetmemek imkânsızdı. Sonra, yatağın kenarına oturdu ve arkasını döndü. Sessizce konuştu, kelimeleri ince bir bıçak gibi kalbime saplandı:
"Üzgünüm. Hiçbir konuda deneyimim yok."
Banyoya doğru ilerlerken, ne kadar masum olduğunu düşündüm. Bu masumiyet, onun en yakıcı özelliğiydi. Ama bu konunun hiçbir önemi yoktu. Yanımda olması bile benim için yeterliydi.
Bir süre sonra, koridordaki misafir odasına gidip hızlıca duşa girdim. Odaya geri döndüğümde Vera, saçlarını şekillendiriyordu. Gözleri farkında olmadan vücuduma kaydı. Yanaklarına dolan o mahcup kırmızılık, yine gözümden kaçmadı.
Hazırlanıp geri döndüğümde, Vera çantasını toplamıştı. O ne kadar sakin görünmeye çalışsa da, benim için her hareketi bir anlam taşıyordu. Onu izlerken, ona varlığının benim için ne kadar değerli olduğunu hissettirmem gerektiğini düşündüm.
"Gel, kahvaltı edelim. Sonra seni provaya bırakırım," dedim, sakin bir tonla.
"Olur," diye yanıtladı Vera.
Odadan çıkmadan önce gözlerine bakmaya çalıştım, ama dudaklarını kemiriyor ve yüzüme doğrudan bakamıyordu. Gerginliği, odanın havasını değiştirmişti.
"Vera, yanımda olman yeterli," dedim.
Başını salladı, ama bakışları hâlâ yerdeydi. Derin bir nefes aldı, sanki bir itirafta bulunacak gibiydi.
"Sana bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum, ama... korkuyorum."
Sesi titremişti. Yüzü tamamen kızarmıştı ve gözlerinde, duygularını saklayamayan bir açıklık vardı.
"Her şey bana yabancı," dedi kısık bir sesle. "İlk kez bir erkeğin yanında kalıyorum. Ve korkuyorum, Viktor. Şimdilik bunları konuşmasak olur mu?"
Onun bu itirafı, kalbimde bir sızı yarattı. Yanına yaklaştım, onu sıkıca sardım ve alnından öptüm.
"Elbette, güneşim," dedim yumuşak bir sesle.
Kahvaltıya indiğimizde Vera, hafif bir kahvaltıyla yetindi. Sessizliği, konuşmaktan kaçındığının bir göstergesiydi. Kahvaltıdan sonra onu prova için merkezdeki binaya bıraktım.
"İşin aynı saatte mi bitecek?" diye sordum.
"Evet, Viktor."
Bugünkü işlerimin nasıl ilerleyeceğinden emin değildim, bu yüzden onu almaya Andrei’yi göndermem gerekebilirdi.
"Bugün seni Andrei almaya gelebilir. İşim ne zaman biter bilmiyorum."
"Sorun değil," dedi yumuşak bir sesle.
Bir eli yanağımda gezindi; o tüy gibi hafif dokunuşu ve endişeli gözleri, içimde bir şeyleri harekete geçirdi.
"Lütfen kendine dikkat et," diye fısıldadı.
Avucunun içini öptüm. "Endişelenme, malysh."
Onu arkamda bırakıp arabaya dönerken, onun için hissettiğim sorumluluk daha da ağırlaşmıştı. Doğruca köye ilerledim. Yaklaşık iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra, gizli araziye giriş yaptım. Dmitriy ve amcam çoktan oradaydı.
"Hoş geldin, oğlum," dedi amcam, alışıldık sıcak tavrıyla.
"Hoş bulduk, amca."
Dmitriy elime bir içecek uzatırken bana döndü.
"Petrov hakkında aşamalı bir plan yapmalıyız. Sessiz ve derinden bir operasyon yürütebilirsek, kimse anlamadan başarıya ulaşırız," dedi.
Dmitriy böyle zamanlarda her zaman hedefe odaklanırdı. "Babaevler hakkındaki operasyonu da gizli tutmak gerekecek," diye ekledi.
Aslında her şeyin kilit noktası, yanımızdaki adamlardı. Kimler gerçekten bizimleydi? Ve en önemlisi, köstebek kimdi?
"Doğru söylüyorsun," dedim, düşünceli bir şekilde. "Bugün ortaya bir yem atacağım. Ve sonuçları birlikte göreceğiz."
"Ne?" diye sordu Dmitriy, kaşlarını kaldırarak.
Gergin bir şekilde gülümsedim. "Ovechkinler."
Ovechkinler, uzun süredir tarafsız gibi görünüyordu. Ama tarafsızlık bir illüzyondu. Petrovlar, nasıl Voroninler için çalışıyorsa, Ovechkinler de onların yanındaydı. Tek yapmam gereken, bunu ispatlamaktı.
"Petrovlar, Babaevleri üzerimize salarak iyi bir oyun oynadı," dedim. "Ama kazanmalarına izin vermeyeceğiz. Temel bağlantılarını keserken, hem Ovechkinleri hem de kendi adamlarımızı test edeceğiz. Ve bunu yaparken, asıl hamlemizi kimse fark etmeyecek."
Amcam, her zamanki soğukkanlılığıyla başını salladı. "Hangi taşları yerinden oynatmayı düşünüyorsun?"
"Babaevler, Petrovların zayıf karnı. Onlara yaptığımız baskıyı artırdıkça, Petrovlar ya kendi elleriyle onları feda edecek ya da daha büyük bir hata yapacak. Ovechkinleri kullanarak hem Babaevleri köşeye sıkıştıracağız hem de Petrovların gerçek niyetlerini öğrenmeye çalışacağız."
Dmitriy kaşlarını çattı. "Ovechkinler güvenilir değil. Onlar, hem bize hem de Voroninlere çalışıyor gibi görünüyor."
"Tam da bu yüzden en iyi silah," dedim kararlılıkla. "Ayrıca bunu yaparken, kendi adamlarımızın içindeki hainin kim olduğunu bulacağız."
Amcam, gözlerini dikkatle yüzüme dikti. "Kendi içimizdeki ihanet ne kadar derin?"
"Henüz bilmiyoruz," dedim, sakin ama kararlı bir tonla. "Petrovların bu kadar özgüvenle hareket etmesi, içeriden bilgi sızdırıldığını gösteriyor. Bu yüzden herkesin tek başına yapacağı, görünüşte basit ama stratejik görevler belirleyeceğim. Oleg, Sergey ve Anton’u yani üst düzey yöneticilerimizi dikkatle izlememiz gerekiyor."
Dmitriy, her zamanki gibi planın zayıf noktalarını sorguluyordu. "Ya görevlerini yerine getirmezlerse?"
"Getirecekler," dedim kesin bir ifadeyle. "Ama verdikleri bilgilerde bir tutarsızlık olursa, yalanın kaynağını bulacağız."
Amcamın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. "Zekice bir plan, ama riskli."
"Risk olmadan güç açığa çıkmaz," diye yanıtladım. "Şimdi sıra herkesi yerlerine yerleştirmekte."
Her şey bir taşın yerinden oynamasıyla başlar. Ama kimin o taşı hareket ettirdiğini anlamak, sabır ve dikkat gerektirir. Petrovların saldırısı, sadece bir güç gösterisi değil, aynı zamanda içeriden gelen bir ihanetin yankısıydı. Babaevler, bu oyunda yalnızca birer piyondan ibaretti. Gerçek hedefi görmek için bu maskeyi kaldırmak gerekiyordu.
Herkes gizli eve geldiğinde, toplantı odasına geçtik. Masanın başında oturuyordum. Üst düzey adamlarım birer birer yerlerini almıştı. Gözlerim, her birinin üzerinde dolaştı. Çoğu dikkat kesilmişti, ama birkaç kişi... fazlasıyla rahattı. Bu ya kör cesaretin ya da ihanetten gelen bir rahatlığın işaretiydi.
Konuşmaya başladım; sesim, her zamanki gibi sakindi ama tonundaki çelik soğukluğu, odadakilerden hiçbirinin gözünden kaçmamıştı.
"Son birkaç haftadır işlerimizde dikkat çeken bir hareketlilik var," dedim. "Babaevlerin, Petrovlar adına hareket ettiği ortaya çıktı. Ama asıl mesele bu değil. Asıl mesele, onların bu cesareti nereden bulduğu, bu yüzden onlara kim olduğumuzu göstereceğiz."
Bakışlarımı, odadakilerin üzerinde dolaştırdım. Her birine tek tek göz gezdirirken bir an bile tereddüt etmedim.
"Önümüzde iki önemli görev var. İlki, Babaevleri tamamen ortadan kaldırmak. İkincisi, Petrovların kökünü kazımak."
Sözlerim havada asılı kalırken, masaya yaslandım ve dikkatimi Anton’a çevirdim. Anton, güvenilir bir izlenim bırakıyordu, ama bu sadece bir maskeden ibaret olabilirdi.
"Anton," dedim, gözlerimi onun gözlerine kilitleyerek, "Babaevlerin son hareketlerini araştırmanı istiyorum. Hangi kaynaklardan destek aldıklarını öğren ve bağlantılarını tek tek çöz. Raporunu yalnızca bana ileteceksin."
Anton başını hafifçe salladı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı.
Sonra Sergey’e döndüm. Sergey, operasyonların finansal tarafını yönetiyordu; soğukkanlılığı, onun en büyük silahıydı.
"Sergey," dedim, gözlerimi onun yüzüne sabitleyerek, "Babaevler üzerinden Petrovların finansal akışlarını çözmeni istiyorum. Hangi kanallardan para aktarıyorlar? Kimden destek alıyorlar? Tüm bunları öğren ve bana detaylı bir rapor getir. En ufak bir ayrıntı bile önemli."
Sergey’in yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi. "Anlaşıldı, Pakhan," dedi, her zamanki tavrıyla.
Son olarak, Oleg’e döndüm. Oleg, saha operasyonlarında uzmanlaşmış biriydi. Onun sadakatinden de emin olmam gerekiyordu.
"Oleg," dedim, sesi biraz alçalttım. "Babaevlerin Moskova’daki bilinen tüm mekânlarını gözetlemeni istiyorum. Kimlerle görüştüklerini, hangi zamanlarda hareket ettiklerini bana bildireceksin. Yakın zamanda Ovechkinlerle bağlantı kurduklarını öğrendim. Ancak şunu unutma: Bu sadece bir gözetleme operasyonu. Çatışmadan uzak duracaksın. İzle ve bana rapor et."
Oleg, başını eğerek, "Emredersin, Pakhan," dedi. Ama o an, içimde bir şüphe uyandı. Sözleri ne kadar kesin olursa olsun, yüzünde bir şeylerin saklandığını hissettim.
Salondaki hava, sözlerimin ardından iyice yoğunlaşmıştı. Görevler dağıtılmış, her bir taş yerine yerleştirilmişti. Ama bu yalnızca başlangıçtı. Gerçek oyun şimdi başlıyordu.
Sergey’e verdiğim görev, yalnızca finansal bağlantıları çözmekle kalmayacak, aynı zamanda Ovechkinler ve Petrovlar arasındaki dolaylı ilişkileri açığa çıkaracaktı. Eğer Sergey bu süreçte Ovechkinlerle bir bağ kurarsa, kimin tarafında olduğunu öğrenmem an meselesi olacaktı.
Anton’un görevi ise, daha büyük bir sınava dönüşmüştü. Eğer güvenilir biri olduğunu kanıtlarsa, Babaevlerin bağlantılarını çözebilecek yetkinlikteydi. Ama ihanet içindeyse, topladığı bilgileri yalnızca yanlış yönlendirmek için kullanabilirdi.
Oleg’e gelince, onun sınavı daha karmaşıktı. Ona kasıtlı olarak sahte bir bilgi verdim. Eğer bu bilgi Petrovların kulağına giderse, hainin kim olduğunu kesin olarak anlayacaktım.
Salondan ayrılan adamlar birer birer gözden kaybolurken, Amcam ve Dmitriy yerlerinde kalmıştı. Kapının kapanışıyla birlikte, odada sadece bizim nefes alışlarımız duyuluyordu. Boris, masadaki dosyaların birini eline alıp karıştırırken, gözlerini bana çevirdi.
"Plan işleyecek mi?"
"Taşlar yerli yerinde, hamleler yapıldı," dedim. "Şimdi onların hareketini bekliyoruz."
Dmitriy, elini çenesine koyarak düşünceli bir şekilde konuştu. "Ovechkinleri ortaya atmak riskli değil mi?"
"Ovechkinler bir kalkan, Dmitriy," dedim. "Ve bir zehir. Ama doğru kullanıldığında, başka bir zehri etkisiz hale getirebilir. Onlar şu anda, Petrovların önünde bir perde görevi görüyor olabilir. Babaevler gibi. Bu perdenin ardına geçmeli, asıl darbeyi hazırlamalıyız."
Amcam sandalyesine yaslanıp gülümsedi. "Bu kadar ince işlenmiş bir plan için oldukça sakin görünüyorsun."
"Bu oyunda sakinlik, her şeydir," dedim. "Hata yaparsak, kazandığımızı düşündüğümüz anda kaybederiz. Taşların hareketini dikkatle izlemek zorundayız."
Dmitriy kaşlarını kaldırarak bir adım yaklaştı. "Sergey ve Oleg tamam, ama Anton? Onun sadakatinden emin değil misin?"
"Sadakat sınanmadığında tehlikeli hale gelir," dedim. "Anton’a ilettiğim sahte bilgi, Petrovların kulağına giderse, üçünden birinin taraf değiştirdiğini anlayacağız. En son da yerine getirilmesini istediğim görevler kesin kanıt sunacak."
Bir an sessizlik oldu. Boris ellerini birleştirip düşünceli bir ifadeyle konuştu: "Üç farklı test, üç farklı sonuç. Ama ya hepsi temizse?"
"Hiç kimse tamamen masum değildir," dedim. "Ama eğer bu üçü de temiz çıkarsa, o zaman sızıntının kaynağını başka bir yerde ararız. Şimdilik, onların hareketlerini izlemeye devam edeceğiz."
Amcam oturduğu yerden doğrulup gözlerini bana dikti. Sesinde bir endişe vardı. "Plan zekice, ama bir o kadar da tehlikeli. Eğer bir şeyler yanlış giderse, tüm hamlelerin boşa çıkabilir."
"Yanlış gitmeyecek," dedim, sesimdeki kesinlikle. "Kimse Volkovların ne yaptığını gerçekten anlayamaz. Onlar, küçük zaferlerle yetinsinler. Oysa biz, dengeyi yeniden kuracağız."
Bir anlık sessizlik odayı doldurdu. Gözlerim amcam ve Dmitriy’nin yüzlerinde dolandı. Söylediklerimi anlamışlardı; bundan emindim. Son hamlemden bahsetmenin tam zamanıydı.
"Vladimir Vikhrov da yanımızda olacağını belirtti," diye devam ettim. "Ama bu yalnızca bir başlangıç. Petrovlar ve Ovechkinler arasındaki bağ ne kadar derinse, onları o kadar kolay boğabiliriz. Voroninler son hamlemiz olacak. Her hamle, bizim lehimize işleyen kusursuz bir saat gibi çalışacak."
Dmitriy’nin yüzünde beliren hafif gülümseme, bu kez daha karanlıktı. "Kimse Volkovlarla oyun oynayamaz, Viktor. Oynamaya kalkışanlar da bunun bedelini ağır öder."
Amcam, omuzlarını silkerek gülümsedi. Bakışlarımı pencereye çevirdim.
"Petrovlar, Ovechkinler, Babaevler ve Voroninler..." dedim, sözlerimi düşünerek seçiyordum. "Bu oyunda en güçlü taşlar bile bir hamlede devrilebilir. Ve ben, onların devrildiği anı görmek için sabırsızlanıyorum."
Odadaki sessizlik ağır bir tondan daha fazlasını taşıyordu. Bir liderin gücü, yalnızca aldığı kararlarla değil, bu kararların doğruluğuna olan sarsılmaz inancıyla ölçülürdü.
Amcam ayağa kalkıp omzuma dokundu. "Her zaman yanındayız, Viktor."
Gözlerimi ona çevirdim, hafifçe gülümseyerek. "Teşekkürler, amca."
Dmitriy saatine baktı. "Artık biz de dönelim mi?"
"Olur," dedim.
Yola çıktığımızda saat dördü geçmişti. Hava erken kararıyordu. Sokak lambalarının aydınlattığı karanlık yollar boyunca arabada sessizce oturuyordum. Düşüncelerim plana odaklanmıştı, her bir detayın mükemmel şekilde işlemesi gerekiyordu.
Telefonumu çıkarıp Vera’ya kısa bir mesaj yazdım.
Kapıda seni bekliyor olacağım, güneşim.
Henüz provada olsa da mesajımı nasıl olsa göreceğini biliyordum.
Araba, şehrin karmaşık trafiğinde süzülürken zihnim bir satranç tahtası gibi işliyordu. Her taş yerli yerindeydi ve bu defa oyun, yalnızca benim kurallarımla sona erecekti.
Vera
Prova odasının ağır ahşap kapısını açıp içeri adım attığımda, Maksim’i hemen fark ettim. Geniş omuzları ve mavi gözlerindeki o kararlı ifade, onun varlığını odanın her köşesine yayıyordu. Sahneye hükmeden bir havası vardı; her hareketi, her bakışı otoritesini hissettiriyordu. Yanında, kim olduğunu bilmediğim bir kadın duruyordu.
Kadın dikkat çekiciydi. Parlak ışıkların altında adeta parlıyordu; platin sarısı saçları omuzlarından yumuşak dalgalarla dökülüyordu. Zarif bir şekilde sırtına yayılan saçları, onun seçkin bir havasını tamamlıyordu. Mavi gözleri ise soğuk ama keskin, her detayı kaçırmayan bir dikkatle üzerimde gezindi. Açık mavi, hafif pileli bir elbise giymişti. Elbisenin zarafeti, onu sahne ışıklarının altında bir kuğu gibi gösteriyordu.
Maksim beni fark ettiğinde yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. "Vera, tam zamanında geldin," dedi. Ardından yanında duran kadına döndü. "Bu Alina Sokolova. Alina, Vera. Senin Giselle’de oynayacağını duyunca, seninle tanışmak için gelmiş."
Alina yüzünde zarif bir gülümsemeyle bir adım öne çıktı. Gülümsemesinde nezaket vardı, ama bu zarafetin ardında başka bir şey saklıydı; bir değerlendirme, bir tartma hissi. "Merhaba, Vera,” dedi, sesi melodik ve yumuşaktı. "Giselle gibi bir role sahip olmak büyük bir başarı. Seni görmek için sabırsızlanıyordum. Tanıştığıma memnun oldum."
"Teşekkür ederim. Ben de sizinle tanıştığıma memnun oldum," dedim, ona karşı dikkatlice. Elimi uzattım ve o elimi kısa bir süre tuttu. Dostane bir sıcaklık yerine yalnızca yüzeysel bir nezaket vardı.
"Alina," dedi Maksim, hafif bir tebessümle, "sanırım Vera’nın Giselle için ne kadar doğru bir seçim olduğunu göreceksin. Kendisi olağanüstü bir dansçı."
Alina’nın gözleri bana döndü ve gülümsemesi biraz daha büyüdü. "Eminim öyledir. Sen seçimlerinde asla yanılmazsın."
Maksim ona içtenlikle gülümsedi, sonra prova notlarını almak için köşedeki masaya yöneldiğinde, Alina ile baş başa kaldık. Gözleri üzerimdeydi, sanki konuşmadan önce beni tartıyor, düşüncelerimi okumaya çalışıyordu.
"Giselle’in zarif ve kırılgan doğası, herkese hitap eden bir hikaye sunar," dedi yavaşça. "Ben de Kuğu Gölü’nde başrol oynadığımda, karakterin derinliğiyle büyülenmiştim. Giselle’in başrolünü oynayacak kişiyi duyduğumda tanışmak istedim."
Sözlerinde bir hayranlık mı vardı, yoksa bu yalnızca yüzeysel bir nezaket miydi? Emin olamıyordum. "Ne güzel," dedim, ona karşı dikkatlice. "Sanırım ikimiz de sahnenin büyüsüne aşinayız."
Gülümsemesi genişledi, ama bu kez gözlerinde belli belirsiz bir kıvılcım vardı. "Aslında seni tanımak istememin tek nedeni o değil, Viktor’ın yanında yer aldığını duydum. Viktor sanatı ve dansı çok destekler. Kariyerim boyunca hep yanımdaydı. Kimi zaman, dostluğu sayesinde hayal edemediğim yerlere ulaştım."
Viktor’un adını duyduğumda içimde bir şey kıpırdadı. Alina’nın sözleri, onunla bir geçmişi olduğunu ima ediyordu. Bu ima dikkatimi dağıtmış olmalıydı, çünkü Alina hemen ardından ekledi:
"Ah, Viktor’un sizi de nasıl desteklediğini tahmin edebiliyorum. O, sevdiklerini hep korur."
Sözlerinde gizli bir kıskançlık ve belki de bir meydan okuma vardı, ama tam olarak ne demek istediğini çözemiyordum. Böyle durumlarda, soğukkanlılığımı koruyarak cümlelerin aynısını geri verirdim, karşımdakini daha fazla konuşturup dikkatimi kendimden uzaklaştırarak, kontrolü ele alırdım. Sakin duruşumu muhafaza ederek, "Evet, Viktor dostlarına değer verir," dedim.
Alina hafifçe güldü. Kahkahası melodikti ama alaycı bir ton taşıyordu. "Evet, dostlarına…" dedi, ardından narin bir hareketle saçını omzunun arkasına attı.
Sonraki sözleri kalbime keskin bir bıçak gibi saplandı.
"Tabii ki Viktor’un bazı dostları daha özeldir, daha değerlidir. Ve elbette… onlar için her şeyi yapar."
Tepkimden hoşlanıyor gibiydi, sanki içimde bir yerlerde bir şüphe tohumu ektiğinin farkındaydı. "Bu dünyada güven önemlidir, değil mi" dedi, dudaklarını büzerek. "Umarım Viktor’un çevresindeki her şeye dikkat ediyorsundur."
"Bu ne demek şimdi?" diye sordum, sesimdeki gerilimi bastırmaya çalışarak.
Alina alaycı bir şekilde gülümsedi. "Viktor istediği şeyi her zaman alır, Vera. Ama canı çabuk sıkılır, dikkati kolay dağılır. Umarım aranızda her ne varsa yolunda gider."
Onun üstten bakan tavrı, iğneleyici sözleri beni sarsmıştı. Alina kimdi? Viktor için ne ifade ediyordu? Bu sözler neden bu kadar çok anlam yüklüydü?
Tam bir şey söylemek üzereydim ki Maksim geri döndü ve aramızdaki gerilim bir anda dağıldı. Alina, Maksim’in yönlendirmesine uyarak odadan çıktı. Fakat içimde bıraktığı huzursuzluk orada kalmaya devam etti.
Alina’nın sözleri düşmanca bir sohbetten fazlasını içeriyordu. Ne ima ettiğini tam olarak anlayamasam da, beni bir şekilde uyardığı ya da bana meydan okuduğu açıktı. Bu sahnede yalnızca bir dans olmayacaktı. Artık sahnenin ardındaki gerçek oyunları öğrenmek daha önemliydi.
O gün provalar tam anlamıyla felaketti. Daha müziğin ilk notaları çalmaya başladığında, her adımımda bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordum. Olga, her zamanki sert ama sabırlı duruşuyla beni izliyordu, ancak bir süre sonra kaşlarının giderek çatıldığını fark ettim. Olga asla tahammülsüz biri değildi, fakat bugün onun bile sabrını taşırmıştım.
Sonunda Irina sahnenin ortasına yürüyüp müziği durdurdu. Olga ile birlikte yanıma geldiler. Herkesin gözü üzerimdeydi.
"Vera, neyin var?" diye sordu Irina. Sesinde merak kadar endişe de vardı. "Bugün kendinde değil gibisin."
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sponsorlar önüne çıkmadan her şeyin kusursuz olması gerektiğinin farkındaydım. "Üzgünüm," dedim sonunda. Sesim yumuşak ama titrek çıkmıştı. "Kötü bir gün geçiriyorum. Normalde böyle davranmam, ama…"
Ama ne? Ne desem boştu. Ben asla böyle olmazdım. Her zaman profesyoneldim. Sahneye çıktığımda her şeyi geride bırakmayı bilirdim. Fakat bugün bu mümkün olmuyordu. Sözlerim yarım kaldı, başımı önüme eğdim.
O anda Maksim sahne kenarından yanımıza geldi. Gözlerinde yargı değil, yalnızca anlamaya çalışan bir ifade vardı. Ona ve diğerlerine bir özür borçlu olduğumu biliyordum. İçimdeki huzursuzluk ve gerginlik yüzünden onları hayal kırıklığına uğratmıştım.
"Hepinizden özür dilerim," dedim, sesimdeki suçluluk netti.
Olga derin bir nefes aldı. Katı görünümüne rağmen yumuşayan bir tondaydı. "Sorun değil, Vera. Hepimizin kötü günleri olur. Provayı burada bitirmek ister misin?"
Bir an düşündüm. Gözlerim Maksim’e kaydı, yüzünde hala o sabırlı bakış vardı. Ama kendi kendime izin veremezdim. O kadar kolay pes edemezdim.
"Hayır," dedim sonunda. "Son bir deneme yapalım."
Olga başını hafifçe salladı ve işaret vererek müziği başlattı. O anda başka bir şey düşünmemeye karar verdim. Alina Sokolova’nın sözleri, şüpheler ve huzursuzluk yaratan bakışları... Hepsini bir kenara bıraktım. Gözlerimi kapadım ve müziğin içimde yankılanmasına izin verdim.
Müzik başladığında, her adımımda kendimi biraz daha Giselle’e bıraktım. Onun kırılgan ama güçlü ruhunu hissettim. Sahnenin ortasında dönüp zarif bir yay çizerek adımlarımı sergilerken, adeta onun acısını ve umutsuzluğunu yaşıyordum. Gözlerimi açtığımda, sahnenin bir köşesinde Maksim’i gördüm. Bana bakıyordu, ama bu bakışta yalnızca hayranlık değil, aynı zamanda bir inanç vardı.
Provayı tamamladığımızda nefes nefese kalmıştım. Sahne, sanki bütün duygularımı emmiş gibiydi. Olga yanıma yaklaştı, yüzünde daha yumuşak bir ifade vardı.
"Gördün mü?" dedi usulca. "Sahne her zaman seni geri çağırır, Vera. Ve sen ona her defasında yanıt verirsin."
Hafifçe gülümsedim, ama içimde hala bir huzursuzluk vardı. Bu prova, Alina’nın üzerimde bıraktığı gölgeyi silememişti. Sadece anlık bir rahatlama sağlamıştı. Bugün Giselle’in ruhunu sahneye taşıyabilmiştim, ama içimdeki mücadele henüz bitmemişti.
Sahneden inerken, Maksim’in yanından geçtim. Bana kısa ve anlamlı bir şekilde baktı. "Hepimiz seni destekliyoruz, Vera. Bunu unutma."
Başımı salladım, ama bir şey söyleyemedim. Sadece derin bir nefes alıp sahneden uzaklaştım. Alina’nın sözleri zihnimde yankılanıyordu. Onunla aramdaki bu savaş, Giselle’in hikayesinden daha karanlık bir gerçekliğe sahip gibiydi.
O anda onu gördüm ve irkildim. Mikhail Voronin tam karşımdaydı. Varlığı, tüm odayı bir anda doldurmuştu. Gözlerim, kasvetli bakışlarıyla buluştu. Adeta bir gölge gibi, sessizce ve belirgin bir şekilde bana bakıyordu.
Mikhail Voronin
Odaya adım attığımda, gözlerim sahnede onu buldu. Vera. Dikkat çekmek gibi bir niyetim yoktu. Gölgelerde sessizce durmak benim doğamda vardı. Ben de gösteriyi gölgelerden izledim. Ama o, sahnenin ortasında her hareketiyle ışıldıyordu. Zarafeti, gücü ve o kusursuz denge... Bütün bunlar, dansı sadece bir performans olmaktan çıkarıp bambaşka bir şeye dönüştürüyordu. Vera, kendi dünyasını yaratıyordu ve o dünyada kaybolmamak mümkün değildi.
Onu izlerken içimde hissettiğim şey yalnızca hayranlık değildi. Hayranlık yetersiz bir kelimeydi. Bu his, düşüncelerimin derinlerine inen, beni kontrolümün ötesine sürükleyen bir şeydi. Vera’yı anlamak istiyordum. Her adımın, her dönüşün ardında neyin gizli olduğunu bilmek istiyordum. Çünkü o, sadece bir balerin değildi. O, her adımıyla meydan okuyan, her bakışıyla derinlere çeken bir güçtü.
Bir kez etrafında döndü, sonra bir kez daha. O an zaman durmuş gibiydi. Güzelliği öyle yoğundu ki, nefes almak bile zorlaşmıştı. Bu hisler, bir arzu, derin bir ihtiyaçtı. Onu izlemek yetmiyordu. Daha fazlasını istemek kaçınılmazdı.
Ona daha yakın olmak istiyordum. Onun dünyasına adım atmak, gizli derinliklerini keşfetmek istiyordum. Ama aynı zamanda, onun gücünden korkuyordum. Çünkü Vera gibi biri asla tamamen sahip olunamazdı. Belki de tam da bu yüzden onu istiyordum. Kontrol edilemeyen bir şeyi ele geçirme arzusu, düşüncelerimi zorlamaya başladı.
İlk başta intikam gibi görünen şey, aslında büyüleyici bir takıntıya evriliyordu. Vera farklıydı. Onun tutkusunun ve ateşinin bir parçası olmayı istiyordum. Ama biliyordum ki, Vera hiçbir zaman tamamen benim olmayacaktı. Çünkü Viktor her zaman oyunu yöneten taraftaydı. Ben de… Onun kurallarını bozmak için buradaydım. Vera’yı istiyordum ve ne o ne de başkası beni durdurabilirdi.
Sahne bittiğinde, odadaki alkışlar kulağıma uğultu gibi geliyordu. Tüm dikkatimi hala Vera’ya yöneltmiştim. Gösteri sona ermişti, ama içimdeki fırtına hala dinmemişti. Bu, yalnızca bir başlangıçtı. Onu tanıyacaktım, dünyasına girecektim. Bu arzudan kaçış yoktu.
Gölgelerden çıkarken ben de diğerleri gibi onu alkışlamaya başladım. Sahneye doğru ilerlerken önce Vera sonra diğerleri beni fark etti. "Bay Voronin, hoş geldiniz," dedi Maksim.
Gülümseyerek yanıtladım, ama bakışlarım hala Vera’daydı. "Merhaba. Bale gösterisinin ne kadar muhteşem olacağı şimdiden belli."
"Öyle," dedi Irina. "Baş balerinimizi de tebrik etmek ister misiniz?"
Maksim, Vera’yı çağırdı. O yanımıza geldiğinde, bakışlarındaki korku ve tedirginlik beni daha da derinden etkiledi. Elini tuttum ve parmak uçlarından öptüm.
"Dansınız büyüleyiciydi, Vera. Güzelliğiniz yetmezmiş gibi, bir de sahnede bu kadar etkileyici olmanız..." dedim.
"Teşekkür ederim, Bay Voronin."
"Mikhail," dedim, keskin bir tavırla. "Prova bittiyse, size bir kahve ya da yemek ısmarlayabilir miyim?"
Tereddütle başını salladı. "Eve gitmem iyi olur. Kaslarım çok ısındı, dinlenmem gerekiyor."
"Öyleyse sizi ben bırakırım," dedim, kararımı netleştirerek.
Maksim bakışımdaki anlamı hemen kavradı.
"Bugünlük bu kadar, Vera," dedi Maksim, sakin ama otoriter bir tonla. Olga da hafif bir baş hareketiyle onayladı. Vera’nın sessizce yutkunması, yüzündeki tedirginlik ifadesi, bu oyunun henüz başında olduğumuzu bana hatırlatıyordu.
Adımlarımı ağırlaştırarak ona yaklaştım. Elimi beline koydum, parmaklarımın hafif baskısıyla onu kendime doğru çektim. "O zaman biz gidelim," dedim, sesim içimdeki kararlılıkla sertleşmişti. Bu an, bir karar değil, bir bildiriydi.
Havada asılı kalan garip bir sessizlik, oyun tahtasına sürülen taşların ilk yankısı gibi bizi çevreledi. Vera’nın gözleri, bir çıkış yolu arar gibiydi, ama o görebiliyordu: Avcıdan kaçış yoktu. Özgürlüğünün kırılgan tatlılığını hissetmeye çalışabilirdi, ama bu oyunun sonunda kazanan hep belliydi.
Maksim, bir adım öne çıkarak sessizliği bozdu. "Yulia da, sizin de bu süreçten etkileneceğinizden emindi," dedi. Sözleri, akılcı bir tahminin soğukkanlılığıyla yankılandı.
Gözlerimi son kez Maksim’e çevirdim, alaycı bir tebessüm dudaklarımın kıyısında belirdi. "Doğru tahmin etmiş. O zaman en kısa sürede görüşürüz."
Sözlerim, yeni bir başlangıcın vaadiyle yankılanırken Maksim başını eğerek hafifçe gülümsedi. "Görüşürüz."
Vera’nın sessizliği, oyunun kurallarını kabul etmek zorunda kalan bir piyonun kırılganlığını yansıtıyordu. Kollarımda Vera ile dışarı çıkarken kendimi bir fatih gibi hissettim.
Vera
Mikhail’in eli belimdeydi. Çıkışa doğru ilerlerken, ani bir hareketle elini ittim. Hareketim sakin görünse de içimdeki tedirginliği kontrol etmekte zorlanıyordum. "Dokunulmaktan hoşlanmam, Bay Voronin," dedim. Sesimi mümkün olduğunca serinkanlı tutmaya çalışsam da, gerilimin sesime yansıdığını hissediyordum.
Gözlerindeki alaycı parıltıyla gülümsedi. O gülümseme, sözleri kadar tehditkârdı. "Mikhail," dedi, beni düzeltirken tonu sinsice yumuşaktı. "Ayrıca, Viktor sana dokunduğunda şikayet ettiğini hiç görmedim. Seni öptüğünde ya da sana sarıldığında da."
Sözleri içimdeki tüm öfkeyi alevlendirdi. Mikhail Voronin tam olarak böyle bir adamdı. Yüzümün kızardığını hissediyordum ama öfkemi gizlemek için kendimi zorladım. Sesim bir anda daha sert çıktı. "Bu kısmın sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum."
Tam o sırada Orrel ve Borya’nın bize doğru yaklaştıklarını gördüm. Borya’nın telefonunu çıkarıp hızla bir mesaj yazdığını fark ettim. Mesajın kime gittiğini tahmin etmek zor değildi: Viktor’a.
Derin bir nefes alıp Mikhail’e döndüm. "Mikhail, beni bırakmanıza gerek yok," dedim, sesimi buz gibi bir tonda tutmaya çalışarak. "Zaten Viktor’un evinde kalıyorum."
Sözlerim onu şaşırtmış gibi göründü. Gözlerinde beliren ince kıvılcım alaycı bir meraka dönüştü. "Öyle mi?" dedi, tonu bir sorgu ve meydan okuma arasında gidip geliyordu.
"Evet," dedim, kararlı görünmeye çalışarak. "Yine de teşekkür ederim."
"Rica ederim, Vera," dedi. Sesi sinsice yumuşaktı, ama kelimelerinin altında bir tehdit gizliydi. Bir adım daha yaklaşınca, içgüdüsel olarak geriye çekildim ve sırtımı soğuk duvara yasladım. Bu hareketim karşısında yüzündeki gülümseme daha da keskinleşti. "Benden korkmana gerek yok, güzelim," dedi, sesi pürüzsüz bir tonda. "Ben Viktor değilim. Sevdiğim kadınların hayatını mahvetmem."
Sözleri beni duraklattı. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Kadınlar mı?" dedim, sesimdeki sert tonu gizleyemeden.
Gözlerimle göz göze geldi. Uzun bir an boyunca düşünüyormuş gibi yaptı, sonra başını salladı. "Neyse," dedi, bir adım geri çekilerek. "Seni daha fazla ürkütmeyeyim. Provalarda görüşürüz, tatlı Vera."
Arkasını dönmek üzereyken aniden durdu. Yüzündeki alaycı ifade, beni daha da rahatsız etti. Dudaklarını yavaşça yaladı ve bana döndü. "Ah, Alina ile tanıştın, değil mi?"
Bir ürperti omurgamdan aşağı indi. Soğukkanlılığımı korumaya çalışarak, "Evet," dedim.
"Harika bir kadındır," dedi, ikiyüzlü bir tavırla. Gözleri, zihnimin derinliklerini okumaya çalışıyormuş gibi üzerimdeydi. "Senin gibi güzel ve değerlidir. Viktor, hayatındaki kadınlar konusunda hep şanslı olmuştur."
Sözleri sıradan bir yorum gibi görünse de altında yatan imayı açıkça hissedebiliyordum. Alina’ya dair içimde beliren şüpheler, onun bu sözleriyle daha da derinleşti. Mikhail’in yüzündeki zafer dolu soğuk gülümseme beni rahatsız etti.
Uzaklaşırken bakışlarını üzerimde hissetmeye devam ettim. Borya ve Orrel yanıma geldiğinde, Borya bir şey söyleyecekmiş gibi görünüyordu, ama onu duymak istemiyordum. Öfkeli bir adımla oradan uzaklaştım ve giysilerimi bıraktığım odaya yöneldim.
İçimde birikmiş öfke ve rahatsızlıkla çantamı açıp telefonuma baktım. Viktor’dan gelen mesaj ekranda belirdi:
Kapıda seni bekliyor olacağım, güneşim.
Mesaj, içimde karmaşık bir his uyandırdı. Telefonu çantama sertçe tıkarak kenara koydum. Üzerimi değiştirmeden önce terimi havluyla sildim, ardından giysilerimi giyip boynuma bir havlu sardım. Paltomu alıp kapıdan çıktığımda, Borya beni bekliyordu.
"Pakhan aşağıda, Bayan Vera."
"Tamam," dedim, kısa ve soğuk bir cevapla.
Rusya’ya geldiğimden beri her şey değişmişti, ama bugün… Bu Vera, tanıdığım Vera değildi. Yabancı, karışık bir ruh hali içinde binadan çıktım. Ve tam karşımda onları gördüm.
Alina ve Viktor. Birlikte gülüyorlardı. Alina, Viktor’un karşısında gözlerini süzerek zarafetle konuşurken, Viktor’un ona olan samimi tavırları dikkatimi çekiyordu. İçimde kıpırdayan bir huzursuzluk, düşüncelerimi ele geçirdi. O an, Alina beni fark etti. Yüzündeki zarif ama sahte gülümsemeyle elini salladı.
Yanlarına doğru ilerledim. Her adımımda üzerime çöken ağırlık daha da artıyordu.
"Tekrar merhaba, Vera," dedi Alina.
Viktor, yüzünde hafif bir gerginlikle bize baktı. "Siz tanıştınız mı?" diye sordu.
Alina, gözlerini Viktor’a çevirerek başını zarifçe eğdi. "Elbette, Viktor. Babam Vera’dan bahsedince onu merak ettim. Giselle rolünde olduğunu duydum. Tanışmak istedim."
Viktor, endişeli bir bakışla bana döndü ve beni kolumdan hafifçe çekerek yanına yaklaştırdı. "Alina, çocukluk arkadaşım, malysh."
Sözlerini duymak içimde derin bir sancıya neden oldu. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. "Öyle mi? Ne güzel," dedim, kelimelerim tatsız bir şekilde döküldü dudaklarımdan.
Sahte davranmayı bilmiyordum. Yalan söylemediğim gibi sevmediğim birine karşı maskemi takmak da becerebildiğim bir şey değildi. O an yüzümde beliren kıskançlık, tavrımı çocukça bir hale bürümüştü. Viktor’un gerginliğini hissedebiliyordum, ama Alina… O gerçekten eğleniyordu.
"Provan nasıl gitti, Vera?" diye sordu Alina, sesindeki sahte nezaket her kelimede daha da belirginleşiyordu.
"İyiydi, teşekkür ederim," dedim kısa bir cevapla. Ardından nefes alıp sakinleşmeye çalışarak devam ettim. "Senin için bir sakıncası yoksa yorgunum, Alina. Eve gitmek istiyorum."
Alina’nın yüzünde zarif bir gülümseme belirdi. "Elbette, Vera. Nasılsa bundan sonra sürekli görüşeceğiz. Ne güzel, yeni bir arkadaşım oldu."
Sözlerindeki her kelime, sanki bir bıçak gibi üzerime iniyordu. Viktor, ona nasıl baktığımın farkına çoktan varmıştı. Yine de sessiz kaldı.
"Görüşürüz, Viktor," dedi Alina, başını hafifçe eğerek. Viktor’un yanağına zarif bir öpücük kondurduğunda, çene kaslarım sıkmaktan ağrımıştı.
O uzaklaştığında, Viktor bana döndü. Sesi sakin ama bir o kadar da dikkatliydi. "Mikhail buradaymış."
"Evet," dedim, yine kısa bir cevapla.
Arabaya yöneldiğimde kolumdan tuttu. "Neyin var?" diye sordu.
"Yorgunum," dedim, bakışlarımı ondan kaçırarak. "İyi bir prova günü değildi. Sonra konuşalım mı?"
Bu halimi ilk kez deneyimliyordu. Aslında, ben de. Viktor’un şaşkın bakışları arasında arabaya bindim. Eve kadar hiçbir şey konuşmadık.
Odaya girdiğimde, üzerimdeki ağırlığa daha fazla dayanamayarak kendimi banyoya attım. Küveti doldururken zihnimdeki düşünceler hızla birbirine karışıyordu.
Tüm bu duygular yeniydi. Aşkı beceremediğimi biliyordum; ama kıskançlık… Bu duygu, bünyeme çok ağır geliyordu. Alina ve Viktor. Görüntüleri kafamda tekrar tekrar belirdi. Her biri zihnimi daha da karıştırdı, kalbimi ise ağırlaştırdı.
İçimdeki acı, canlı bir varlık gibiydi. Sanki benden ayrı bir şekilde nefes alıyor, beni içten içe kemiriyordu. Her sancı, her düşünce, ruhumu biraz daha derin bir karanlığa sürüklüyordu.
Küvetin içine girip suyun rahatlatıcı sıcaklığına teslim olurken, yalnızca bir an için bu duygulardan kurtulmayı diledim. Ama bu mümkün değildi. Kalbim, acının pençesinden kurtulamıyordu.
Viktor
Vera banyodayken, Borya ve Orrel ile kısa bir konuşma yaptım. Bana Mikhail’le olan konuşmayı aktardıklarında, Vera’nın neden böyle davrandığı hakkında az çok bir fikrim oluştu. İçimdeki ses, hemen banyoya gidip her şeyi netleştirmem gerektiğini söylüyordu. Ama şu durumda bu yalnızca onu daha da rahatsız eder ve utandırırdı. Sabırlı olmalıydım. Mecburen banyodan çıkmasını bekledim.
Kapı açıldığında, Vera’nın yüzünde gördüğüm şey, içimde bir yerde bir şeyleri yerinden oynattı. Gözlerinin etrafı kızarmıştı. Sessizce yanımdan geçip uzaklaşmaya çalışıyordu ama buna izin veremezdim. Kolundan tuttum ve onu kendime çektim.
"Bırak," dedi, sesi titrerken.
"Bırakamam," dedim kararlı bir tonla. "Bana bak, Vera."
"Viktor, lütfen," diye fısıldadı.
Derin bir nefes aldım, ona olabildiğince sakin bir şekilde açıklamalıydım. "Alina bana çocukluğumuzdan beri aşık. Ama aramızda asla bir şey olmadı. Olamaz da."
Bakışları sonunda beni buldu. Alt dudağını kemirdiğini fark ettim; bu hareketi, her zaman olduğu gibi, içimde kontrol etmekte zorlandığım bir kıpırtı yarattı.
"Alina ile ilgili hiçbir şeyi kafana takma," dedim, sesimde sakin bir otoriteyle.
Parmaklarımı yüzüne dokundurdum, yumuşak bir hareketle yanağını okşadım. Gözleri hâlâ tereddütle doluydu. Sonra bakışlarım, titreyen dudaklarına indi. Dayanamadım; o güzel dudaklarından küçük bir öpücük çaldım.
"Sen sadece gösterine odaklan, Vera," dedim. "Diğer sorunları bana bırak."
Bakışlarındaki merak beni gülümsetti. "Bu ne demek?" diye sordu.
"Alina sınırlarını epey aştı," dedim hafif bir gülümsemeyle. "Ve bunu ona hatırlatmam gerekecek."
Başını hızla iki yana salladı. "Gerek yok."
Sözlerindeki inat beni etkiliyordu. Ama bu konuda geri adım atmam mümkün değildi. "Seni kimse üzemez, Vera."
Gözleri önümdeki zemine kaydı. "Ben hallederim," dedi, sesi daha yumuşak bir hale bürünerek. "İlk kez bu tarz bir muamele görmüyorum. Gösteri dünyası için bu normal."
Çenesini kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Kıskanç Vera hoşuma gitse de üzgün ve kırgın Vera’dan hiç hoşlanmıyorum. O güzel gözlerinde görmek istediğim şeyler sadece aşk, mutluluk, huzur ve tutku."
Sözlerim bir an için havada asılı kaldı. Sonra başını göğsüme yasladı. İçimde bir rahatlama hissettim.
"Yani sevgilin değildi," diye fısıldadı, sesi dikkatle beni tartarken.
Gülümsedim. Şefkatle sırtını okşadım. "Hayır, güneşim."
"Tamam o zaman," dedi yavaşça, ama sesi biraz daha rahatlamış gibiydi. Bir adım geri çekildi ve havluyu sıkıca tuttu. "Giyineyim."
Ayağı halıya takıldığında refleksle onu belinden yakaladım. Havlusu açılacak gibi olunca gözlerimi başka bir yöne çevirdim. Parmaklarım havlunun ucunu düzeltti.
"Hadi, giyin," dedim kısık bir sesle. "Sonra güzel bir akşam yemeği yeriz ve sen ne istersen onu yaparız."
"Film izlesek?" diye sordu masumca.
Olgun bir tavırla başımı salladım. "Olur, güzelim. Evde bir sinema salonum var."
"Cidden mi?" dedi, şaşkınlıkla dudakları aralanırken. Bu görüntüye tahammülüm yoktu. O an masumca aralanan dudaklarına baktığımda çenemi sıkmak zorunda kaldım.
"Giyin, Vera. Bir an önce."
Yanıma taşındığından beri ne içimdeki duyguları susturabiliyor ne de ona karşı hissettiğim tutkuyu görmezden gelebiliyordum. Söylediğimin farkına varmış gibi, avcıdan kaçan bir ceylan gibi hızla odaya koştu.
Döndüğünde, üzerindeki mini elbise, onun güzelliğini her şeyden fazla ortaya çıkarıyordu. Ama aynı zamanda tehlikeli derecede dikkat çekiciydi. Elbiseye bakarken bir an düşündüm. Bunları alırken aklım neredeydi?
"Bunu dışarıda giyemezsin," dedim, sesim daha ciddi bir tona bürünmüştü.
Bir şey diyecek gibi oldu, ama cümlesini bitirmesine izin vermedim.
"Taviz, bebeğim," dedim yavaşça. "Beni delirtmezsen daha dengeli bir ilişkimiz olur. En azından çıldırmam."
O anda söylediklerim onu hem şaşırtmış hem de eğlendirmişti. Ama ben, ona baktığımda her şeyden daha fazla korunması gereken bir hazine görüyordum. Ve bu hazineye zarar gelmesine asla izin veremezdim.
Vera giyindikten sonra odaya geldi. Saçlarını kuruturken, o eşsiz kokusu odanın havasını doldurdu. Güzel saçlarının omuzlarına düşüşü, yumuşak hareketlerle dağılması… Ona daha ne kadar dayanabilirdim?
Bakışlarımın yoğunluğunu anlamış olmalıydı ki, alt dudağını kemirdi. Bu hareketi beni hep çıldırtıyordu. Gözlerimi ondan ayırmaya çalıştım, başka bir şeye odaklanmam gerekiyordu. Yoksa kendimi tutamayıp onu köşeye sıkıştırır, onu rahatsız edecek ya da korkutacak bir şey yapabilirdim. Ama bu, şu anda onu zor durumda bırakmak anlamına gelirdi.
Borya ve Orrel’le konuşmaya odaklanmak için doğru zamandı.
"Bugün Mikhail ile neler konuştuğunuzu öğrendim," dedim.
"Endişelenme," dedi. Sesinde hem bir teslimiyet hem de hafif bir meydan okuma vardı.
Kaşlarımı çattım. "Sana bir daha asla yaklaşamayacak, Vera. Bunu sağlayacağım."
"Bu sorun değil, Viktor," dedi, bakışlarını benden kaçırarak. "Ne yazık ki bu dünyada kötü ve art niyetli insanlar da var. Onun gibilerle ilk kez karşılaşmıyorum."
Gözlerim kısıldı. İçimdeki öfke soğuk, keskin bir şekilde yüzeye çıkıyordu. "Voronin gibi birini tanıdığını sanmıyorum, güneşim," dedim, sesim her kelimede daha da karanlıklaşıyordu.
İnce bir gülümsemeyle omuz silkti. "İstekleri farklı olan tek adam o değil."
Bir adım ona yaklaştım. Gözlerim onun bakışlarına kilitlenmişti. "Kimden bahsediyorsun?" diye sordum, sesim artık karanlık bir fısıltıya dönüşmüştü.
"New York’taki hayatımda kalanlardan bahsediyorum, Viktor," dedi yavaşça. "Ama artık önemli değil."
Bu sözler içimde bir yangın başlattı. Onun sakin ve umursamaz tavrı, geçmişte yaşadıklarıyla birleşince içimde dizginlenmesi zor bir duygu patlamasına yol açıyordu. Şimdi surat asma sırası bendeydi. Ama bu, sıradan bir surat asmaktan çok, içimde yankılanan düşünceler arasında gidip gelmenin yansımasıydı: O geçmişte kalanları bulup, Vera’nın kime ait olduğunu göstermek ve onlara hadlerini bildirmek istiyordum.
Yanıma zarif bir hareketle geldi. Onu izlerken nefesim hızlanmıştı. Bu kadını ne pahasına olursa olsun koruyacaktım. Onun her şeyim olduğunu, başka hiçbir gölgenin bile ona yaklaşamayacağını gösterecektim.
Tam o sırada Vera’nın yumuşak sesi beni düşüncelerimden kopardı. "Yanındayım," dedi. "Ve sanırım uzun süre yanında olacağım."
Bu cümle, zihnimdeki bütün düşünceleri altüst etti. Sert bakışlarım anında yumuşadı. Ona baktım. Gözlerinde aşk ve tutku vardı. Ve o bakışlar yalnızca benim içindi.
Düşünmeden onu kaldırdım, arkasındaki masaya oturttum. Gözlerindeki şaşkınlık, dudaklarının hafif aralanışı… O anda benden çekinmediğini hissettim. Parmaklarım yumuşak saçlarına daldı. İpek gibi saçlarını okşadım.
"Bu cümleleri söylüyorsun ya, Vera…" dedim, sesim derin ve yoğun bir tınıyla yankılandı. "İçimdeki her şeyi nasıl yerle bir ettiğini sana göstermek istiyorum."
Dudaklarını öptüğümde nefesi düzensizleşti. Onun dudaklarından nefeslerini çalarak, bir an bile kendimi tutmadan onu öptüm. Beni durduracak bir işaret bekledim. Ama hiçbir şey yapmadı. Güzelliği beni tüketiyordu. Ve… O benimdi.
Adımı dudaklarıma fısıldadığında, içimdeki tüm kontrol kırıntıları yok oldu. Kendimi zorlayarak dudaklarından ayrıldım. Parmaklarımı saçlarından geçirip, boynuna eğildim.
"Vsyo moyo, Vera," dedim, dudaklarım boynuna değdiğinde. "Her şey benim, Vera."
Ellerimle onu usulca kavradım. Beni yine durdurmadı. "Zdes' vsyo moyo. Kak i tvoyo serdtse," diye ekledim. "Buradaki her şey bana ait. Kalbin gibi."
Gözleri benimle buluştuğunda, bir an için beni göğsümden iteceğini düşündüm. Ama yapmadı. Sonra beni gömleğimin yakasından tutup kendine çekti. Dudaklarıma yakın bir fısıltıyla konuştu.
"I ty prinadlezhish' mne, Viktor. Nikogda ne zabyvay etogo. Sen de bana aitsin, Viktor. Bunu sakın unutma."
Bir süredir dilimizi öğrenmeye çalışıyordu. Bu cümle ağzından çıktığı anda dağıldım. Sesi, bakışı, ardından beni itip masadan inmesi… Bu cüretkâr tavrı beni altüst etmişti. Sahiden beni mahvedecekti ve ben buna gönüllüydüm.
Elimi tuttu ve beni dışarı sürükledi. Onun peşinden gülümseyerek gittim. Akşam yemeği boyunca neşesi yerine gelmişti. Kahkahalarının her biri kalbimi dolduruyordu.
Daha sonra sinema salonuna geçtik. Film başladığında, Vera kısa sürede göğsümde uyuyakaldı. Kalbinin düzenli atışlarını dinlerken içim sonsuz bir huzurla doldu.
Onu dikkatlice odamıza taşıdım. Üzerindekileri çıkarırken bakışlarımı kontrol etmek için kendimi zorladım. Fazla güzeldi. Fazla etkileyiciydi. Ama o benimdi. Her şeyiyle benim.
Yavaşça geceliğini giydirdim, üzerini örtüp odadan çıktım. Kendimi sakinleştirmek için çalışma odasına gittim. Yanından ayrıldığım anda, içimde yankılanan öfkeyi dizginleyemedim. Alina’nın sınırlarını hatırlatma vakti gelmişti.
Telefonu aldım ve numarayı çevirdim. Alina’nın sesi her zamanki gibi yumuşaktı, ama içinde şaşkınlık gizliydi.
"Viktor… merhaba. Bir şey mi oldu?"
Onu nadiren arardım. Şaşkınlığı doğaldı. Ama kelimeler dudaklarımdan dökülürken, içimde hiçbir yumuşaklık kalmamıştı. Soğuk, keskin, tehditkâr.
"Vera’ya ne söyledin?"
Bir anlık sessizlik oldu. Ardından telefonun diğer ucundan gelen yutkunma sesini duydum. Tetiklediğim korkuyu hissediyordum.
"Anlamadım?" dedi. Ama sesi onu ele veriyordu. O ses, gerçeği saklamaya çalışırken yalanlarının gölgesinde kaybolan bir kadının sesiydi.
"Oldukça zeki bir kadınsın, Alina. Şimdi bana gerçeği söyle. Ona aramızda bir şey olduğunu ima ettin, değil mi?"
"Ben… hiç…"
Cümlesini bitirmesine izin vermedim. Sesimdeki sertlik buz gibi bir rüzgar gibi konuşmamı kesiyordu.
"Kötü bir hamleydi," dedim, kelimelerim her bir hecede soğuk çelik gibi keskinleşiyordu. "Bazen kim olduğumu unuttuğunu düşünüyorum, Alina. Hatırlatmamı ister misin?"
Bu kez sesi daha da küçüldü. Korkusunu saklamak için çırpınan bir kadının çaresizliğiyle konuştu.
"Viktor… üzgünüm. Ben… açıklamama izin ver…"
İçimde istemsizce bir gülümseme belirdi. Ama bu gülümsemenin içinde ne sıcaklık vardı ne de merhamet.
"Şöyle yapalım, Alina," dedim, kelimelerim dingin ama keskin bir tona bürünmüştü. "Bahanelerini kendine sakla. Bir daha Vera’ya yaklaşma ya da onun kalbini kıracak bir şey yapma. Ben de seni mazur görmüşüm gibi davranırım. Anlaştık mı?"
Telefonun diğer ucundan gelen nefes alışverişleri hızlanmıştı. Onun korkusunu hissediyordum. Bu beni tatmin etmiyor, sadece daha kararlı bir hale getiriyordu.
"Bir daha olmayacak, Viktor. Yemin ederim… Özür dilerim."
Sesinde yalvarma vardı. Ama benimle konuşurken her kelimesini dikkatle seçmesi gerektiğini anlaması gerekiyordu. Merhamet göstermiyordum. Onu uyarıyordum.
"Umarım aptalca bir şey yapmazsın, Alina," dedim. Sesimdeki tehdit, derin bir uyarı gibi yankılandı. "Şimdiye kadar seni koruyup kollamamın tek nedeni babandı. Seni üzmek istemem. Ama Vera konusunda, onun için yapacaklarımın sınırı yok. Bu yüzden dikkatli ol."
Sessizlik. Bu kez bu sessizlik anlamını bulmuştu. Mesajım netti. Anladığını biliyordum.
"Elbette, Viktor. Bir daha asla tekrarlanmayacak. Söz veriyorum."
"İyi," dedim. Kesin ve son noktayı koyan bir tonda.
Telefonu suratına kapattığımda, hissettiğim şey pişmanlık değildi. Asla değildi. Aksine, içimdeki öfke bir kez daha şekil değiştirmişti. Artık odaklanmış ve kontrol altına alınmış bir hale gelmişti. Vera’yı koruma içgüdüsü, damarlarımda dolaşan bir zehir gibiydi. Ama bu zehir, onu korumak için kullanacağım en güçlü silahtı.
Derin bir nefes alıp geriye yaslandım. Alina’ya verdiğim mesajın yerine ulaşmış olduğundan şüphem yoktu. Ama yine de zihnimin bir köşesinde bir soru vardı: Onun için bu sözler gerçekten yeterli olacak mıydı?
Telefonu masaya bıraktım ve pencereye yöneldim. Gözlerim, dışarıdaki karanlığa takıldı. O karanlığın içinde yalnızca bir ışık vardı. Vera.
O, benim dünyamdaki tek gerçekti. Tek ışık. Tek aşk. Ve bu dünyada ona yaklaşmaya cüret eden herkes, bu ateşte yanmaya mahkûmdu.
Vera benimdi. Ve benim olan her şey kutsaldı.
Odayı terk ettiğimde, gözlerim yine odamızın kapısına kaydı. Sessizce yanına gittim. Onu görmek, o zarif bedeniyle huzur içinde uyuduğunu görmek… İçime yeniden huzur doldu.
"Şimdi sırada diğerleri var," diye düşündüm. Bu, bir son değildi; sadece bir başlangıçtı. Her hamlenin bir planı vardı ve her planın bir amacı. Amacım ise her birini yerle bir etmekti.
Bir örümcek ağı… Evet, tam olarak buna ihtiyacım vardı. Görünmeyen, ama dokunduğunda kaçışı imkansız kılan, her adımda birine dokunan karmaşık bir ağ. Herkes yavaşça içine çekilecekti ve sonunda esas düşmanlarım, kıpırdayamaz hale gelecekti.
Adımlarımı zihnimde hızla şekillendirdim. Her insanın zayıf noktası vardı ve ben onları bulmakta ustaydım. Alina sadece bir uyarıydı. Asıl hedefim o değildi. Onu cezalandırmak, oyun gibi bir şeydi. Ama diğerleri… onlara yaklaşmak, onları yok etmek, işte bu daha ince ve karmaşık bir işti.
Kimseyi doğrudan hedef almayacaktım. Bunun yerine, her birini kendi hatalarının ağına düşürecektim. Küçük, görünmeyen hamleler yaparak, onlara varlığımı hissettirecektim. Yavaşça çevremdeki ağı sıkılaştıracak, sonunda kaçış olmadığını fark ettiklerinde, iş işten geçmiş olacaktı.
Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapadım. Hedeflerim netti. İpler benim elimdeydi.
"Bu oyun yeni başlıyor," dedim içimden, içimdeki soğukkanlılık bir kez olsun titremedi. Kuracağım plan, sadece bir intikam değil, aynı zamanda Vera’nın hak ettiği huzuru ona getirmek içindi. Kimse ona yaklaşamayacak, zarar veremeyecekti. Onu korumak, onu sahiplenmek benim görevimdi ve bu uğurda durmayacaktım.
Örümcek ağı kuruluyordu. Ve sonunda herkes, kim olduğunu ve nerede durması gerektiğini öğrenecekti.
"Gerçek şu ki, seninle olmak bir seçim değil, bir zorunluluk. Seninle her şeyim, her düşüncem birleşiyor. Kimse, hiçbir şey seni benden ayıramaz, Vera." — Viktor Volkov
Okur Yorumları | Yorum Ekle |