@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"İncelmiş bir ipin kopması için tek bir an yeterli olur. O an geldiğinde ise tüm zincirlerden kurtulursun—bazen sadece bir süreliğine." (Vera) Sabah gözlerimi açtığımda, dün gecenin kalan anıların izleri hala üzerimdeydi. Viktor’la yaşadığım o an, zihnime silinmez bir şekilde kazınmıştı. Ne kadar uzağa gitsem de, ondan kaçamıyordum. Pencereyi açtım, temiz havayı içime çektim. Ancak rüzgar bile onun kokusunu taşıyor gibiydi. Viktor, ruhumun derinliklerine işlemişti; ilk kez böyle bir şey hissediyordum. Düşüncelerimi dağıtmak için yataktan kalktım, hazırlıklarımı yaptım. Tam işlerim bittiğinde telefon çaldı. Yulia teyze, her zamanki mesafeli sesiyle: "Günaydın kızım," dedi. "Günaydın Yulia teyze," dedim, içimdeki endişeyi bastırmaya çalışarak. "Bugün Fyodor, yani aile avukatımızla görüşeceğiz. Miras hakkında önemli bir konu var," diye devam etti. "Tabii, bekliyorum," dedim. Telefonu kapattıktan sonra içimdeki garip his giderek güçlendi. Belirsizliğin yarattığı baskı kalbimi sıkıştırıyordu, ama başka yapacak bir şey yoktu; sadece beklemek. Mutfağa indiğimde, Ekaterina’nın yüzündeki endişe hemen gözüme çarptı. Kaşları çatılmış, düşüncelere dalmıştı. Bir şeylerin gizli olduğu belliydi. Karşısına oturdum ama beni fark etmemişti bile. Koluna dokundum, irkildi. "Ekaterina, bir sorun mu var?" dedim, gözlerimi ondan ayırmadan. Gözlerini kaçırdı, dudaklarını sıkı bir çizgi haline getirdi. "Sana layık biri değil, Vera," dedi, sesi fısıltı kadar hafifti. O an kalbim sanki durdu. Konu Viktor'du. Ama bu ne demek oluyordu? "Ekaterina, sen ne…," demeye kalmadan telefonum tekrar çaldı. "Merhaba Vera," dedi, Viktor’un sesi samimi ve rahatlatıcıydı. "Merhaba Viktor," dedim, kalbim hızla çarparken. "Nasılsın, malysh?" diye sordu, adeta gülümsemesini hissediyordum. "Malysh." Küçüğüm. O kelime içimdeki tüm soğukluğu eritti. "İyiyim, sen nasılsın?" "Ben de iyiyim," dedi. "Öğleden sonra yanına geleceğim. Moskova’yı birlikte gezelim, olur mu?" Sadece "Olur," diyebildim. Sesim sakin çıkmıştı, ama içimdeki heyecanı dizginlemek imkânsızdı. Viktor, kalbimin ritmini değiştiriyordu. "O zaman görüşürüz, malysh," dediğinde, kalbim bir kez daha hızlandı. Telefonu kapattığımda, Ekaterina’nın endişeli bakışlarıyla karşılaştım. "Sadece Moskova’yı gezdirecek," diye mırıldandım kendimi avutmak istercesine. Dışarıda hayat olağan akışında devam ediyordu, ancak içimdeki dünya her geçen saniye daha da karışıyordu. Her şey, saklı kalan sırların adım adım ortaya çıktığı bir tiyatro perdesi gibiydi.
Bir süre kütüphanede vakit geçirdim. Yulia teyze ile Fyodor geldiğinde onları gülümseyerek karşıladım. Fyodor da Yulia teyzenin yaşlarındaydı, ayrıca onun gibi ciddi ve soğuk. "Büyükannenin vasiyetini konuşmamız gerekiyor," dedi Yulia teyze, sanki her şey normalmiş gibi sakin bir sesle. "Ailenin mirası—malikane, arazi ve bankadaki paran—hepsi senin, Vera. Ama bir şart var." Fyodor’un sesi, söylediği sözün ağırlığını hissettiriyordu. Gözlerini Yulia teyzeye çevirdi, sanki ondan destek ararcasına. "Yulia’nın yeğeni Mikhail Voronin ile evlenmen gerekiyor." "Ne?" Boğazıma bir düğüm oturdu. Bu, beklemediğim bir darbe gibiydi. Hiçbir şey söyleyemedim, nefes almakta zorlandım. Bakışlarım hızla Yulia teyzeye döndü. Yüzündeki ifade bir taş kadar sertti, hiçbir duygu belirtisi yoktu. "Nadia, büyükannen, senin Mikhail ile iyi bir çift olacağınızı düşünüyordu," dedi Yulia teyze, her kelimesi buz gibi bir soğuklukla dökülüyordu. Sözleri bir emir gibiydi, sanki başka bir seçenek yokmuş gibi. "Tanımadığım bir adamla asla evlenmem!" dedim, sesim öfkeyle titriyordu. İçimde yükselen isyan, bir volkan gibi patlamak üzereydi. Ancak Yulia teyze, elimi tutarak beni durdurdu. Dokunuşu soğuktu, tıpkı bakışları gibi. Gözlerinde bir boşluk vardı; geçmişten gelen bir bilinmezlik, derin ve acımasız. "Annen de senin gibiydi Vera," diye başladı, sesi birden keskinleşti. "İnatçı ve dik başlı. Ama sonuçları ortada." Yüreğime bir korku saplandı. Annem. O kayıp, hüzünlü hikâye. Yıllar önce yaşanmış ve duyduğumda kalbimi acıtmış, içten içe hissettiğim trajedi. Onun kaderi belki benimkini de etkilemişti, ama bu olay şimdi bana karşı mı kullanılacaktı? Yulia teyze, annemin trajik sonunu hatırlatacak kadar acımasız mıydı? Yutkundum, kelimeler boğazımda düğümlendi. O an, karşımda kontrolü kaybetmemek için her türlü yolu denemeye kararlı bir kadın vardı. Gözlerimi ona kilitledim, bir süre sessizlik hüküm sürdü. Fyodor, odada bir gölge gibi sessizce duruyordu. "Mikhail’e bir şans tanımanı rica edeceğim," dedi bu sefer daha kesin bir sesle. "Babanın verdiği karar onu, anneni ölüme götürürken, seni yetim bıraktı. Şimdi önünde iki yol var: sefalet mi yoksa servet mi? İyi düşün." "Vasiyeti reddedersem, bu sonucun kaçınılmaz olduğunu kimse bilemez, değil mi?" Sözlerim, kararlılıkla dökülmüştü. Cesaretimi toplamak, şu an ayakta kalmanın tek yoluydu. Yulia teyzenin yüz kasları gerildi, bakışları sertleşti. Bir an için, bu kadını hiç tanımadığımı fark ettim. Ama sonra, yavaşça gülümsedi. Elimi tutarak beni tekrar koltuğa oturttu. "Annen büyükannenin sözlerine karşı çıktığında, bedeli ağır oldu," dedi, elimi okşarken. Dokunuşu sıcaklık taşımıyordu, aksine soğuk ve hesaplıydı. "Ama senin için farklı bir son hazırlayabiliriz." Bakışları kalbime kadar işliyordu, içimdeki duygular karman çormandı. Onun otoriter tavrı ve kontrol etme isteği beni hem korkutuyor hem de kızdırıyordu. Kaderim üzerinde böylesine büyük bir güce sahip olduğunu düşünmesi, içimdeki fırtınayı daha da şiddetlendirdi. "Sadece düşün, olur mu?" dediğinde, yalnızca başımı salladım. Yulia teyze gözlerini gözlerime dikti ve bir şeyleri daha iyi anladığımı düşünerek sustu. Ama içimde kopan bu fırtınanın sonucunun ne olacağını ben bile bilmiyordum.
Yulia teyze gittiğinde içimdeki huzursuzluk ve endişe giderek büyüdü. Evde daha fazla duramadım. Arabaya geçip Ivan ile merkeze doğru yola çıktık. Yol boyunca gözlerim dışarıda ama aklım çok daha uzaklardaydı. Yarım saat sonra, hareketli meydana vardığımızda içimdeki sıkıntı hafifçe azalmıştı. "Ne zaman geleyim, Vera?" diye sordu Ivan, arka koltuktan bana dönerek. "Seni ararım. Şimdilik eve dönebilirsin," dedim, ona hafifçe gülümsedim ve arabadan indim. "Tamam, kendine dikkat et," dedi Ivan. Endişeli olduğunu hissediyordum, ama daha fazla konuşmadı. "Merak etme," dedim, ona bir kez daha gülümsedim ve meydanın kalabalığına karıştım. Meydanı turlarken Viktor ile buluşmama hala iki saat vardı. Vaktimi değerlendirmek için yakınlardaki bir alışveriş merkezine yöneldim. Bir kafeye girip cam kenarındaki bir masaya oturdum. Kahvemi yudumlarken yalnızlığın boğucu ağırlığını bir anlığına unutmak istedim. Belki de beni her zaman rahatlatan o iki kişiyi aramalıydım. Telefonu elime alıp Frannie’yi aradım. Telefonu açar açmaz onun coşkulu sesi duyuldu: "Canım, seni çok özledik!" dedi, sesi enerjik ve canlıydı. O an, bu sesi ne kadar çok özlediğimi fark ettim. "Ben de sizi çok özledim, Fran," dedim içtenlikle. "Nasılsınız?" "Ben de buradayım, Vera. Biz iyiyiz, ya sen?" diye ekledi Jack. Her zamanki gibi, sakin ve koruyucu tonu beni rahatlatıyordu. "İyiyim," dedim, ama cümlemde bir şey eksikti. Beni tanıyorlardı, fazlasıyla iyi tanıyorlardı. "Sesin öyle demiyor," dedi Jack, alaycı bir tınıyla. Derin bir nefes aldım. Bugün olan bitenleri onlara anlatmalıydım. "Bugün vasiyet açıklandı," dedim, derin bir iç çekişle ve bazı detayları atlasam da durumu onlara anlattım. "Bebeğim, unutma, istediğin zaman buraya dönebilirsin. Biz her zaman yanındayız," dedi Frannie, sesi yumuşak ve destek doluydu. "Biliyorum, Fran," dedim, bir nebze rahatlayarak. O an Frannie’nin o içten gülüşünü görmek için neler vermezdim. "Bak, hemen bir karar verme," diye ekledi Jack, her zamanki sağduyulu haliyle. "Önyargılı da olma. Belki büyükannenin niyeti gerçekten senin iyiliğindir. Düşünmeden adım atma." Haklıydı. Ne Frannie ne de Jack beni asla yanlış yönlendirmezdi. "Haklısın, Jack. İyi ki varsınız," dedim, içtenlikle. "Sen de Vera," dedi Frannie, sesinde bir yumuşaklıkla. "Peki geri dönecek misin?" "Bilmiyorum," dedim, kafamdaki düşünceler karmakarışıktı. Kalbimdeki hisler de… "Bir süre daha burada kalmak en iyisi olacak." "Tamam canım, ne zaman istersen bizi ara. İster üzgün ol, ister mutlu. Biz bir aileyiz," dedi Frannie. "Öylesiniz. Bu arada sizi soramadım," dedim, konuyu değiştirmek isteyerek. "Neler yapıyorsunuz?" Her zamanki gibi, Frannie ve Jack neşeli hikayeleriyle beni güldürmeyi başardılar. Günlük dans eğitimlerinden, izledikleri filmlerden bahsettiler. Onların enerjik ve pozitif halleri ruhuma ilaç gibiydi. "Bebeğim, dans provasına yetişmemiz gerekiyor. Sonra tekrar görüşürüz, tamam mı?" dedi Frannie, nazikçe. "Tamam. Kolay gelsin," dedim, hafifçe gülümseyerek. "Sen de kendine iyi bak," dedi Jack. "Sizi seviyorum," dedim, içimdeki sıcaklıkla. "Biz de seni çok seviyoruz, tatlım," diye ekledi Frannie. "Görüşürüz." Telefonu kapattığımda biraz daha sakindim. İçimdeki düğüm çözülmüş gibi hissettim. Kahvemi bitirip kalktıktan sonra alışveriş merkezinde birkaç mağaza daha gezdim, ama hiçbir şey dikkatimi çekmiyordu. Dışarı çıktım, Viktor’dan hala bir haber yoktu. Telefonu kontrol ettim, ama sessizlik… Yine de bu şehirde kendimi bir yabancı gibi hissetmiyordum. Bir süre daha etrafı dolaşmak istedim. Sokakları arşınlarken bir müzik sesi çalındı kulaklarıma. Yavaş ve duygulu bir keman sesi. Kaynağını bulmaya çalışarak bir ara sokağa daldım. Sonra, bir el belimi kavradı. Sert, güçlü bir dokunuş. Burnuma keskin kokulu bir mendil dayandı. Her şey karardı. "Kaderden kaçamazsın. O, seni her zaman bir adım daha hızlı yakalar." |
0% |