@kitsudaphne
|
YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Sevmek, her adımda kendinden bir parça vermektir. Peki geriye verecek bir şey kalmadığında ne olur?" – Viktor Volkov (Viktor) Tanrım... Onu alıp kollarıma çekmek, birlikte olduğumuz anın akışına kapılmak istiyordum. Hiçbir şeyi düşünmeden, kimseyi umursamadan… Vera, karşısında savunmasız olduğum tek kişiydi. Onun yanında, her şey sanki bir illüzyona dönüşüyordu; kontrolümü kaybediyordum. Ama işte burada, kapının eşiğinde durmuş, onu kaybetme korkusuyla nefes alıp veriyordum. Zihnimi kemiren o düşünceyi artık bastıramıyordum. Ya sözlerimden sonra gitmek isterse? O zaman ne yapardım? Nasıl onsuz kalırdım? Vera'nın sadece yanımda olmasının bana yetmediğini anlamıştım. Kendimi ona ne kadar adarsam adayayım, aramızdaki görünmez duvarları her geçen gün daha da yükseltiyordu. Onu kaybetme korkusu ruhumu kemiriyor, içimde tarifsiz bir boşluk bırakıyordu. Ama gerçeği inkar edemezdim; beni yanında gerçekten istediğine dair hiçbir zaman tam anlamıyla emin olamamıştım. Yanımda kalmasının sebebini sorgularken, bunun aramızdaki sevgi ya da güçlü bir bağlılık olmadığını fark etmek ağır geliyordu. Eğer tek nedeni kaybetme korkusuysa, bu ilişki, bizim sonumuzu hazırlayacaktı. Tüm bu düşünceler, içimde derin bir yara açıyordu. Böyle bir çaresizlik içinde olmak istemiyordum. Onun yanımda kalmasını, sadece benimle olmak için kalmasını istiyordum—başka hiçbir sebep olmadan, yalnızca beni istediği için. Onun dudaklarından "Seni istiyorum, yalnızca seninleyim," sözlerini duymadan ona yaklaşamazdım. Bu itirafı duymadan, gerçekten ona ve kalbine dokunamazdım. Vera kendini ifade etmeden gerçekliğe inanamazdım. Ama ya bu sözleri hiç söylemezse? Vera henüz konuşmamıştı… bugünden sonra diyeceklerine hazır mıydım? Onu gerçekten kaybetmeyi göze alabilir miydim? Kapıdan uzaklaşırken bu düşünceler, beni karanlık bir uçuruma çekiyordu. O an, üstümdekileri sert bir hareketle çıkardım ve duşa girdim. Soğuk suyun altında düşüncelerimden kaçmaya çalıştım. Sonra yeni aldığım takım elbiseyi giydim, cebime Vera'nın elbisesiyle uyumlu bir mendil yerleştirip salona indim. Vera, Mira'nın yanında masayı düzenliyordu. Andrei yanıma geldiğinde, onu izliyordum, sessizce. "Yarın dönüyor muyuz, patron?" diye sordu. "Evet," dedim. "Vera?" "Bilmiyorum. Ama..." Her zamanki gibi konuşmadan anlaştık. Andrei omzuma hafifçe dokundu. "Eve dönmek isterse, evdeki güvenliği artırırım." "Teşekkürler, Andrei." "Her zaman, Viktor." Kapı çaldığında, Andrei'yle birlikte kapıya yöneldik. Karşımda amcam Boris, Dmitriy ve karısı Natalie ile küçük Sofi vardı. Sofia kucağıma atladı. "Seni çok özledim, amca!" dedi coşkuyla. "Ben de seni özledim, Sofi," dedim ve onu yanaklarından öptüm. Diğerleri de içeri girdi. "Hoş geldiniz," dedim. Vera, amcamın yanına gidip ona sıcak bir selam verdi. Ardından Dmitriy’le tokalaşıp hafifçe gülümsedi. Dmitriy hemen Natalie ile Vera’yı tanıştırmak için araya girdi. Vera, Natalie’ye zarif bir tebessümle dönerek, "Tanıştığıma memnun oldum," dedi. Natalie de karşılık verdi: "Boris ve Dmitriy senden sık sık bahsettiler. Sonunda tanışmak çok güzel." Vera’nın yüzü o an, tıpkı güneşin ilk ışıkları gibi aydınlanmıştı. Onu böyle izlemek, her zaman içimde bir hayranlık uyandırıyordu. "Sofia ile tanıştın mı?" diye sordum Vera’ya, Sofi hâlâ boynuma sıkı sıkı sarılıyorken. Sofi’nin kulağına eğildim. "Sofi, Vera bir balerin," dedim usulca. Gözleri heyecanla parladı. "Gerçekten mi?" diye sordu neşeyle. "Evet," dedim, hafifçe gülümseyerek. "Sofi baleyi ve balerinleri çok sever, Vera." Sofi, küçük bir kaş çatmayla iç geçirdi. "Alina’yı sevmiyorum." Natalie gülerek araya girdi. "Onu bir kez gördün, zayka (minik tavşan)." "Ve sevmedim," diye inatla karşılık verdi Sofi, gözlerini Vera'ya çevirip küçük bir gülümsemeyle ekledi. "Ama seni sevebilirim," dedi, Vera’yı dikkatle inceleyerek. Vera, nazik bir tebessümle elini uzattı. "Tanıştığıma sevindim, Sofia," diye söyledi yumuşak bir sesle. "Bale hakkında bana her şeyi anlatır mısın, Vera?" Sofi’nin merakı, onun Vera’ya hızla ısındığını gösteriyordu. Genelde aile dışındakilere karşı mesafeli davranırdı, ama şimdi Vera’ya içten bir yakınlık göstermişti. Vera’nın yüzündeki sıcak gülümseme Sofi’nin tüm dikkatini çekmişti. "Tabii ki, Sofia," dedi, sevecen bir tonda. Boris, Sofi’yi kucağına alıp nazikçe Vera’nın yanından çekti. "Haydi, zayka, Vera’yı fazla yorma." "Benden sıkıldın mı, Vera?" diye sordu Sofi, kocaman mavi gözlerini Vera'ya dikerek. Vera, yumuşak bir tebessümle eğilip cevap verdi. "Hayır, Sofi. Senden asla sıkılmam." Sofi, babasına dönüp minik zaferini gururla ilan etti. "Gördün mü baba, o beni seviyor." Hepimiz Sofi’nin sevimli sahnesine gülmekten kendimizi alamadık. Hep birlikte salona geçtik, Sohbetler koyulaştı, anılar paylaşıldı; ama ne kadar çaba göstersem de aklım, Vera’da dolanıp duruyordu. Onun sessizce etrafı gözlemesini, sözcüklerin ardında saklı küçük endişelerini fark ediyordum. O an onu bu endişelerden çekip çıkarmak istesem de kalabalığın arasındaki sınırlar yüzünden yanına gitmeye cesaret edemedim. Derken kapı bir kez daha çaldı. Vera ile beraber kapıya yöneldik; kuzenim Anastasia, eşi Alexei ve küçük yeğenim Leonid geldiğinde Vera’nın yanımda olduğunu hissetmek bile içimde hoş bir sıcaklık yarattı. Anastasia geniş bir gülümsemeyle kollarını açarak bana sarıldı. Onun şefkati, her zamanki gibi, bana kendimi eski günlerdeki gibi hissettirdi. "Seni özledim, Viktor," dedi yumuşak bir sesle. "Ben de seni," diye cevap verdim aynı sıcaklıkla. Geri çekildiğinde, gözlerinde anlayışlı bir ifade vardı. Bana kısa ama anlam dolu bir bakış attı; bu, yılların dostluğuyla güçlenmiş bir yakınlık bakışıydı. Hafifçe gülümsedi. "Bu kez seni affettim," dedi, alaycı bir sıcaklıkla. Sonra Vera’ya döndü ve ona içtenlikle sarıldı. "Babam senden çok bahsetti, Vera. Nihayet tanışıyoruz," dedi içten bir gülümsemeyle. Vera’nın yanaklarına yansıyan ince kızarıklık, gözlerindeki derin parıltıyla birleşmişti. Anastasia, bakışlarını Vera’dan ayırmadan, "Viktor’un aklını nasıl başından aldığın ortada, çok güzelsin," dedi. Vera, bu iltifatın yarattığı mahcubiyetle hafifçe gülümsedi. "Teşekkür ederim, Anastasia," dedi utangaç bir edayla. Bu anın naifliği, onu gözümde daha da özel kılıyordu. Anastasia, eliyle eşini işaret ederek, "Bu da eşim Alexei ve oğlumuz Leonid," dedi. Vera, Alexei ile selamlaştıktan sonra, Leonid’e yumuşak bir sesle eğilerek, "Ne kadar tatlı bir bebek," dedi. Anastasia, küçük oğluna duyduğu gururla gülümsedi. "Değil mi?" diye karşılık verdi. Vera’nın gözleri Leonid’in üzerine odaklanmışken, bakışlarımı fark eden Ana ile göz göze geldim. Zihnimde dolanan soruları ve kalbimde yankılanan o derin hüznü hemen anlamıştı. Sessizce yanıma sokuldu ve kolumu nazikçe tuttu. "Hadi, içeri geçelim," dedi, sesinde yumuşak bir kararlılık vardı. Salona yürürken, sesini alçaltarak fısıldadı, "İyi misin?" Saklamaya çalışmama rağmen, içimdeki acı yüzüme yansımış olmalıydı. "Değilim," dedim, çaresizce. "Sonra konuşuruz," dedi, gözleri anlam doluydu. "Belki, Ana," diye karşılık verdim alçak bir sesle. Elini hafifçe koluma koyarak beni teselli etmeye çalıştı; sanki sessizliğimin ardında saklı her şeyi anlıyormuş gibi. Tam içeri girerken, Vera’ya bir bakış attı ve sonra yüzüne her zamanki sıcak gülümsemelerinden birini yerleştirdi. "Biz geldik!" diye neşeyle kalabalığa seslenirken, herkese sarıldı. Yemeğe geçene kadar, herkes Sofi ve Leonid ile ilgilendi. Yemek sırasında Vera’nın yüzündeki gerginlik hafifçe çözülüyor, sohbetlere katılmaya çabalıyordu. Ama içindeki huzursuzluk yüzeye çıkmaktan geri kalmıyordu; her ne kadar dikkatimi konuşmalara odaklamaya çalışsam da zihnim ve kalbim her an ona dönüyordu. Dmitriy, amcam ve Ana, gerginliğimi sezmiş olsalar da, bir şey söylemeden beni rahat bırakıyorlardı. Sofi’nin okul maceraları yemekte bir süre hepimizi eğlendiren konu olmuştu; o anlar, içimdeki fırtınayı bir anlığına da olsa durulmuş gibi hissettirdi. Yemekten sonra, koltuklara geçip kahve ve tatlılarla rahatlayıp sohbet ederken, Natalie, Sofi ve Leonid ile oynuyorlardı. Ben ise, amcam, Boris ve Alexei ile işlerden konuşmaya koyulmuştum. Ama bir süre sonra Vera’yı göremedim; Anna da yoktu. "Balkondalar," dedi Alexei, başıyla balkonu işaret ederek. Şaşırmıştım, ama belli etmeden yerimden kalktım. Balkona çıktığımda gözlerim hemen Vera’yı buldu. Anna ise arkasını dönüp beni gördü ve hafifçe gülümsedi. Yanlarına yaklaştım. "Hava soğuyor, üşümediniz mi?" dedim, sesimde hafifçe uyarıcı bir ton vardı. O anda Anna, alışılmış rahat tavrıyla başını sallayarak, "Hoş geldin, Viktor," dedi. Vera’ya göz kırparken ekledi, "Kız kıza sohbet etmek iyi geldi." Ama ardından bana hak verip omuzlarını sıkıca kavradı. "Ama haklısın, üşüdüm biraz." Vera içten bir gülümsemeyle, "Seninle sohbet etmek güzeldi, Anastasia," dedi. Anna ise bir an bile tereddüt etmeden, "Benim içinde öyleydi, Vera. Ayrıca seni sevdim," diyerek sıcacık bir içtenlikle karşılık verdi. Anna’nın her zaman bu kadar açık sözlü ve dürüst oluşu Sofi’ye de ilham kaynağı olurdu. Bir yandan cesurca gerçeği söylemekten çekinmez, diğer yandan herkese içtenlikle yaklaşırdı. Vera ona ince bir gülümsemeyle bakarken, gözleri tekrar bana döndü. Ana, ikimizin arasında yankılanan bu sessizliği anlayarak, anlamlı bir bakış attı ve "Şimdi Vera’yı sana bırakıyorum," diyerek içeri doğru yürüdü. Vera, düşüncelerinde kaybolmuş gibiydi. Yanına yaklaştığımda elini tuttum; parmaklarının soğukluğu, kalbimde ince bir endişe kıvılcımı yaktı. Vera’ya yaklaşarak, ceketimi omuzlarına sararken, içimde derin bir huzursuzluk vardı; ama onun bu hali, beni adeta mıknatıs gibi kendisine çekiyordu. Gözlerini kapayıp başını göğsüme yasladığında, içimdeki çalkantılar durulmuştu. Sanki bu, bize bahşedilmiş bir an, ona olan hislerimi ortaya koymam için küçük bir fırsattı. Sessizliğin içinde ona daha sıkı sarıldım; her zamanki gibi kendini tamamen bana bırakması, güvenini hissettirmesi... benim için özeldi; çünkü bu, bana gerçekten güvendiğini ve beni sevdiğini hissettirdiği nadir anlardan biriydi. Bunu mahvetmekten korkarak, tek bir kelime etmeden sessizce bekledim. Ama o an, dudaklarından dökülen o basit cümle, kalbimi bir bıçak gibi kesip geçti. "Bu akşam beni eve bırakır mısın?" Korkular, üzerime çöküyor ve gerçeğin sertliğiyle yüzleşmek zorunda kalıyordum. Vera’nın o an içinde taşıdığı ağırlık, beni darmadağın etmişti. Ağzından çıkan bu cümlenin beni bu kadar derinden yaralayacağını hiç tahmin etmemiştim. Korkular her zaman gerçek olmak zorunda mıydı? (Vera) Akşam yemeği boyunca herkesin yüzünde neşeli bir ifade vardı, kahkahalar yankılanıyor, dostça sohbetler ediliyordu. Fakat benim içimde yükselen huzursuzluk, tüm bu mutluluğun dışında, görünmeyen bir yük gibi omuzlarıma çökmüştü. Viktor’un ailesi, tüm sıcaklıklarıyla, rahat hissetmem için ellerinden geleni yapmışlardı. Yine de, Viktor’la aramızda sözsüz bir gerginlik vardı; her bakışımızda, her sessizlikte o görünmeyen gerilim kendini hissettiriyordu. Kimi zaman, gözlerimiz birbirine değdiğinde, ne kadar derin bir bağ olduğunu biliyordum, fakat aynı zamanda aramızdaki mesafeyi de hissediyordum. Viktor’un küçük yeğeni Sofia, gözlerindeki saf heyecanla yanıma gelip, "Bana ne zaman bale öğretirsin, Vera?" diye fısıldadığında içimdeki ağırlık hafifledi. O çocuk saflığı, içimdeki karmaşayı kısa bir an için dağıtmıştı. Küçük bir gülümsemeyle, "Annen ve sana uygun bir vakit bulursak, memnuniyetle," dedim. Sofia’nin mutluluğu beni de etkiledi. Ancak Viktor’a dair düşüncelerim, bu kısa rahatlamanın ardından geri döndü. Yemekten sonra, kahveler ve tatlılarla geçen vakitte kendimi daha da rahatsız hissettim. Kalbimde büyüyen bu boşluktan kurtulmak istercesine balkona çıktım. Soğuk hava tenime çarptığında, sanki düşüncelerim de berraklaşmıştı; ancak bu berraklık, içinde acı taşıyan bir netlikti. Bir süre sonra, Viktor’un kuzeni Anastasia yanıma geldi. Demir korkuluklara yaslanarak saçları rüzgârda savrulurken, "Bu akşam biraz dalgınsın," dedi sakin bir tonda. Ona zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdim. "Biraz kafam karışık sadece," dedim, omuzlarımı silkerek. Anastasia’nın bakışları sertleşti; onun gözlerinden kaçmak imkânsızdı. "Bu karmaşa Viktor’dan dolayı, değil mi?" diye sordu, doğrudan. Kaçamak cevaplar verecek halim yoktu; kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Başımı hafifçe salladım. "O… karmaşık biri." Anastasia buruk bir şekilde gülümsedi. "Viktor tek bir kelimeye sığmaz. Ona dair daha bilmediğin çok şey var. Onu henüz tanıdığını sanmıyorum." Dmitriy gibi konuşmuştu. Kollarımı kendime sardım. Gerçekte aradığım, Viktor’un kollarının beni sarmasıydı. "Ne istediğini anlamıyorum," dedim. "Bir an burada gibi, sonra beni geri itiyor." Anastasia’nın gözlerinde derin bir anlayış vardı. "Viktor duygularını dile getirmekte zorlanır. Ama Vera, hâlâ bir şeyleri açıkça konuşamıyorsa, korkusundandır. Seni kaybetmekten korkuyor." Sözleri içime işledi, kalbime ağırlık gibi çöktü. Tam o anda, Viktor balkona çıktı. Gözleri hemen benimkilerle buluştu. Sessizliği bozmadan sadece bakıştık; o bakışta ne çok şey vardı. Sonunda Viktor bir adım atarak, "Hava soğuyor, üşümediniz mi?" diye sordu, sesi yumuşak ama uyarıcı bir tondaydı. Anastasia hafifçe gülümseyerek, "Hoş geldin, Viktor. Kız kıza sohbet etmek iyi geldi," dedi ve bana göz kırparak baktı. "Ama haklısın, üşüdüm biraz." Dudaklarımdan istemsizce dökülen, "Seninle sohbet etmek güzeldi, Anastasia," ifadesinde içten bir teşekkür vardı. Anastasia gözlerini bana dikti ve "Benim için de öyleydi, Vera. Ayrıca seni sevdim," dedi, samimi bir gülümsemeyle. Onun bu içten sözleri karşısında gülümsedim ama bakışlarım hızla Viktor’a döndü. Anastasia anlamlı bir bakışla, "Şimdi Vera’yı sana bırakıyorum," diyerek içeri girdi. Viktor yanımda durdu, bakışları sanki tüm düşüncelerimi okur gibiydi. Üşüyen ellerimi tuttu. Ardından ceketiyle omuzlarımı örttü ve bana sarıldı. Bu hareketi, kelimelerin ifade edemediği bir sıcaklıkla ruhumu okşadı. O an, kendimi ona bırakmaktan başka çarem yokmuş gibi hissediyordum. Başımı göğsüne yasladım, onun varlığıyla huzur bulurken zihnimde fırtınalar kopuyordu. Onun sıcaklığını içime çekmek, bana anlık bir huzur sağladıysa da, sorular ve belirsizlikler beni rahat bırakmıyordu. Bir süre öylece kaldık; sadece rüzgârın sesi ve kalplerimizin atışları duyuluyordu. Sonra, derin düşüncelerle dolu bir sessizlik içinde, sanki içimdeki karmaşayı dile getirircesine, "Bu akşam beni eve bırakır mısın?" dedim. Viktor, başını kaldırarak yüzüme baktı; gözlerindeki derinlikte ne çok duygu vardı. Kelimelerle ifade edilemeyen acı, kalbime ağır bir yük gibi oturdu. Bu gece bir şeyler değişmek üzereydi, ikimiz de farkındaydık. Ama hangimiz ilk adımı atacaktık? Hangimiz bu görünmez duvarları yıkacaktık? "Bazen aşk, tutunmakla bırakmak arasında yapılan sessiz bir seçimdir." - Vera Vasiliev |
0% |