Yeni Üyelik
62.
Bölüm
@kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Bir sebebe ihtiyacım var, Viktor. Kalmak için bir sebebe." – Vera Vasiliev

(Vera)

Viktor evden ayrıldığında hissettiğim boşluk neredeyse elle tutulur gibiydi. Zihnimde onun kelimeleri yankılanırken, kalbimdeki çelişkiler birbirine karışıyordu. Ne derse desin, ne söylerse söylesin, denemeliydim. Çünkü ondan vazgeçmeye hazır değildim. Henüz değil.

Spor kıyafetlerimi giyerken üzerimdeki ağırlıktan kurtulmaya çalışıyordum. Koşmak... Her zaman zihnimi sakinleştiren, kaostan bir nebze olsun kaçmamı sağlayan bir sığınak olmuştu. Aşağı indiğimde Orrel ve Borya’nın adımlarımı takip ettiğini fark ettim, ama bu kez umursamadım. Bütün gücümle koşmaya başladım, geride bırakamadığım düşüncelerimden kaçmaya çalışırcasına.

Eve döndüğümde Ekaterina beni karşıladı, gözlerinde her zamanki sıcaklıkla birlikte bir şefkat vardı.

"Hoş geldin, sevgili kızım."

"Hoş bulduk." Beni incelerken gözleri endişeyle kısıldı. "İyi misin?"

"Evet." Yalanımın arkasında saklanmaya çalışıyordum ama Ekaterina’nın gözleri her zaman gerçeği görürdü. Yine de konuyu uzatmadı. "Bayan Yulia seni aradı," dedi.

Mahcubiyetin gölgesi üzerime düştü. Viktor zihnimi o kadar doldurmuştu ki, Yulia teyzeyi tamamen unutmuştum.

"Hemen ararım."

"Akşam yemeğini hazırlıyorum. Özel bir şey ister misin?"

"Hayır, teşekkürler Ekaterina."

"O zaman yedide hazır olur."

Odama çıktım. İlk işim Yulia teyzeyi aramak oldu.

"Merhaba Vera."

"Merhaba Yulia teyze. Sizi arayamadım, özür dilerim..."

"Önemli değil kızım. Seni merak ettim. Nasılsın?"

"İyiyim," dedim, ama sesimdeki titrek notaları gizleyememiştim. "Vera, Viktor seni rahatsız etmiyor değil mi?"

Kalbim bu soruyla bir darbe daha aldı.

"Hayır, Yulia teyze. O asla..." Derin bir nefes aldım, kelimeler boğazımda düğümlendi. "O bana zarar vermez."

"Belki fiziksel olarak değil, ama seni üzüyor."

Sessizlik içimdeki kırılganlığı daha da belirgin hale getirdi. "Bu durum fazlasıyla karışık."
"Anlatmak istersen her zaman buradayım."

"Teşekkür ederim," dedim yavaşça.

Konuşmayı sonlandırdığımızda telefonuma bir mesaj düştü. Viktor’dan:

"Her adımını izlerken kalbim sıkışıyor, Vera. Sahneye adım attığın anda herkesin seni benim gördüğüm gibi göreceğinden korkuyorum: saf bir ışık... ve tehlikeye açık bir hedef. Seni koruyamamaktan korkuyorum. Ama seni bu dünyada en çok parlayacağın yerden alıkoyamayacağımın da farkındayım. Ve... Senden uzak durmayı bile deneyemeyeceğim, güneşim. Üzgünüm."

Kalbim hızla çarpmaya başladı. Ekrana uzun bir süre baktım, zihnimde dönen binlerce düşünceyle... Ama hiçbir kelime bu karmaşayı ifade edemedi. Duşa girdim, sıcak suyun akışı bile içimdeki kararsızlığı hafifletemedi.

Duştan çıktığımda yeniden telefonumu aldım. İçimde bir ateş vardı, yakıcı ve geri dönüşü olmayan bir şey... Parmaklarım titreyerek ekranın üzerinde durdu ve nihayet yazdım:

"Evet, ben de korkuyorum. Ama korkularımı bastıran bir şey var: senin bana olan inancın. Eğer sen beni bu hayale ulaşırken korumak için her şeyi yapacak kadar cesursan, ben de bu cesaretle sahnede olmalıyım. Belki birbirimizi iyileştirebiliriz, Viktor. Sadece denememe izin ver."

Mesajı göndermek, kelimelerimi onun dünyasına bırakmak kalbimde bir ağırlık yarattı. Geri dönüşü yoktu. Ama Viktor’la hiçbir şey zaten geri dönüşü olmayan bir yoldu.

(Viktor)

Elimde telefon, Vera’nın mesajını tekrar tekrar okurken kalbimde karmaşık bir sıcaklık dalgası hissettim. Mesajın her kelimesi içimdeki çatışmayı daha da körüklerken, odadaki sessizlik giderek ağırlaşıyordu. Beni izleyen bakışları hissettiğimde başımı kaldırdım ve Dmitriy’nin yüzündeki ifadeyi gördüm. Beni çözümlemeye çalışıyordu. Her zamanki gibi.

Bakışlarımı ona diktim. “Toplantıya odaklanalım.”

Bir süre sessizlik oldu. Dmitriy tereddüt etti ama sonunda sözü aldı. "Voroninler güney sınırında yine sorun çıkardılar, Viktor. Ne yapacağız?"

Derin bir nefes aldım. Yavaşça sandalyeme yaslanırken sessizliğimin odayı doldurmasına izin verdim. Tüm gözler üzerimdeydi. Bu odadaki her adam sadakatini ve bağlılığını kanıtlamıştı, ama yine de kararlarımı sorgulamadan beklemeleri gerekirdi.

"Boryenk," dedim sonunda, gözlerim odanın diğer ucunda duran sert görünümlü adama kayarken, "Ne öneriyorsun?"

Boryenk tereddütsüz konuştu. "Karşılık vermeliyiz. Artık fazla oldular."

"Nasıl?"

Bakışları Lev Anikin’e döndü. Teknoloji işlerini yürüten sessiz ama ürkütücü zekâsıyla tanınan adam başını hafifçe eğdi ve konuşmaya başladı.

"Bir istihbarat aldım," dedi Lev, sakin ama otoriter bir sesle.

Kaşlarımı çattım. "Nedir?"

Lev, gözlerini bana odaklayarak devam etti. "Voroninler bir ay içinde kuzeyden büyük bir teslimat alacak. Özel bir teknoloji... Değerli bir kargo. Onlara saldırmanın yeterli olmayacağını söylemiştiniz. Bu teslimat, işleri için tahrip edici bir darbe olur."

Lev’in söylediklerini düşünürken gözlerim Boryenk’e kaydı. Güçlü duruşu, eyleme geçmek için sabırsızlandığını belli ediyordu. Bu insanlar benim adamlarımdı. Sadık, tehlikeli ve yetenekli.

"Emrin ne olursa olsun yaparız, Viktor," dedi Boryenk.

Bir an Vera’nın yüzü zihnimde belirdi. Onun narin, kırılgan ama bir o kadar güçlü hali... Voroninler sadece işlerime zarar vermemişti. Vera’ya da zarar verme cesaretini göstermişlerdi. Bu, asla unutulmayacak bir şeydi.

"Sadece karşılık vermek istemiyorum," dedim sonunda, sesim odanın her köşesine yayıldı. "Onlara neye bulaştıklarını hissettireceğiz. Her adım dikkatlice planlanacak. Aşamalı bir strateji. Tetikte olacaklar ama onlara fark ettirmeden adım adım işlerini yok edeceğiz."

Lev başını salladı. Boryenk’in gözleri ise intikam ateşiyle parlıyordu.

"Bir sonraki toplantıya kadar detaylı bir plan hazırlayın. Hiçbir boşluk bırakılmayacak."

"Anlaşıldı," dedi Boryenk, kararlılıkla. "Hemen başlıyoruz."

"Hepiniz çıkabilirsiniz," dedim ve arkamı sandalyeme yasladım. "Haftaya somut bir plan görmek istiyorum."

"Emredersiniz, Pakhan."

Telefon ekranında Vera’nın mesajı hâlâ açıktı. Her kelimesi kalbimde yankılanırken, zihnim bir fırtına misali dönüyordu. Parmaklarım istemsizce masanın kenarını sıkarken, her şeyin kontrolümde olması gerektiğini hatırlatıyordum kendime. Ama Vera’nın varlığı, onun hayatındaki her şey... beni kontrolsüz bırakıyordu.

Düşmanlarımı alt etmek için elimden geleni yapacaktım. Onları paramparça etmek için her yolu deneyecektim. Ama bu sadece işlerimle ilgili değildi. Bu, Vera’yı koruma savaşıydı. O, beni güçsüz hissettiren tek insandı. Ve her şeyi riske atmam gerekse bile... buna değerdi.

Kapı açıldığında Dmitriy’nin içeri girdiğini fark ettim. Sessizce masanın karşısına oturdu, ama gözlerindeki sorgulayıcı ifade dikkatimi çekti.

"Seni daha önce hiç bu kadar dalgın görmedim," dedi sonunda. "Vera ile ilgili bir sorun mu var?"

Bakışlarımı ona kaldırdım, ama bir an için sessiz kaldım. İçimdeki öfke, kelimelere dökülmeden önce iyice şekillenmeliydi. "Yulia Kuznetsova ile Voronin canımı sıkmaya başladılar," dedim nihayet.

Dmitriy başını salladı. "Bu yeni bir durum değil."

Derin bir nefes aldım, nefesim öfkemle karışarak odada yankılanmış gibi hissettirdi. "Vera’nın vasiyetnamesini incelettim," dedim, her kelimemi tartarak.

Kaşları çatıldı. "Vasiyet mi? Neden?"

"Vasiyet sahte," dedim sert bir şekilde.

Ne olduğunu anlaması birkaç saniye sürdü. Şaşkınlığı yüzünde açıkça belliydi. "Ne?"

"Yulia Kuznetsova ile yüzleştim," diye devam ettim. Sözlerim kontrollüydü ama her kelimemin altında patlamaya hazır bir volkan vardı. "Reddetti. Tabii ki inanmıyorum. Ama bu işin peşini bırakmayacağımı söyledim. Vera’ya bunu kullanarak baskı yapamayacağını da açıkça belirttim."

"O ne dedi?"

"Seçim şansı olması gerektiğini söyledi. Benim, Vera’nın özgürlüğünü elinden aldığımı iddia etti."

Dmitriy’nin yüzü öfkeyle karardı. Ellerini yumruk yapmıştı, bakışları korkutucuydu. "Bu kadın o kadar tehlikeli ki..." dedi, kelimeleri ağzından sertçe çıkarken.

"Hepsi bu değil." Sözlerim odadaki havayı daha da ağırlaştırdı. "Vera’ya Giselle oyununda başrol teklif edilmesini sağladı."

Dmitriy’nin eli yavaşça ağzına gitti, yüzündeki endişe neredeyse elle tutulur bir hale geldi. "Viktor... ama bu... Vera... Bu çok tehlikeli!"

Kelimeleri toparlayamıyordu. O, cümlelerini ararken ben her şeyi zaten düşünmüş ve hazırlığımı yapmıştım.

"Onu korumamız gerekiyor," dedi sonunda.

"Biliyorum," dedim. "Bu yüzden arazideki adamlarımızın sayısını artırdım. Orrel ve Borya dışında Yury ve ekibi de artık Vera’yı takip ediyor."

Dmitriy’nin bakışları bir an için rahatlamış gibi göründü. "Prizrak," dedi, sesi neredeyse bir saygıyı yansıtıyordu. "Bu iyi. Onlar en iyisi."

Prizrak. Hayalet. Yury ve ekibi gerçekten en iyisiydi.

"Evet," dedim, ama sesim hâlâ gergindi. "Yine de... korkuyorum."

Dmitriy bana dikkatle baktı. "Söz konusu Vera olduğunda, korkmaman mümkün değil."

Haklıydı. Söz konusu Vera olduğunda... mantıklı düşünmek mümkün değildi.

"Anna..." dedi yavaşça, sanki onun isminin bende açacağı yarayı hesaplarken.

Gözlerimi ona diktim. O ismi duymak bile içimde soğuk bir sızı bırakmıştı. Anna’yı koruyamamıştım. Ve bunu her gün, her an kendime hatırlatıyordum. O günkü başarısızlığım, beni bugünkü halime dönüştürmüştü. Ama bu, yaralarımı kapatmamıştı. Vera ise... bir mucize gibiydi. O mucizenin bir an bile zarar görmesine katlanamazdım.

"Bu, tekrar olmayacak," dedi Dmitriy, sesinde kesin bir kararlılık vardı. "Ne Vera’ya ne de ailemizden bir başkasına zarar gelmesine izin vermeyeceğiz."

Ama sözlerim dudaklarımdan hızla döküldü: "Bunun bir savaş ilanı olacağını biliyorsun."

Dmitriy sertçe başını salladı. "Voronin çoktan savaş ilan etti, Viktor."

Haklıydı. Soğuk bir gülümseme yüzümde belirdi, Dmitriy’nin yüzünde de aynı ifadeyi gördüm. İkimiz de bu savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyorduk.

Dmitriy ayağa kalktı, masanın kenarına hafifçe vurdu. "Bana izin ver, ben de bir planla geleyim."

Başımı salladım, kelimeler gereksizdi. Odayı terk etmek üzereyken bir kez daha arkasını döndü. "Aynı şeyler tekrarlanmayacak, Viktor. Kendine bu kadar eziyet etmekten vazgeç."

Hiçbir şey söylemedim. Kapı kapandığında yalnız kalmıştım. Ama yalnızlık, Vera’yı düşündüğümde dayanılmaz bir hal alıyordu. Eğer ona bir şey olursa... kendimi asla affetmezdim.

(Vera)

Akşam yemeğinden sonra büyükannemin kütüphanesinden aldığım kitaplardan birini seçtim. Sert ciltli, antika kokusu taşıyan bu kitap, zihnimi düşünmek istemediğim şeylerden uzaklaştırmak için mükemmeldi. Kitabın her sayfası beni farklı bir dünyaya çekerken, zihnimdeki karmaşayı kısa süreliğine de olsa susturdu. Hayatımın düğümleri bir bir çözülüyormuş gibi hissettim; ama sayfalar bitip ışığı söndürdüğümde gerçekler yine karanlıkta saklanıyordu.

Sabah uyandığımda, güneş odama sızarken her zamankinden daha tedirgin hissediyordum. Kahvaltımı ettikten sonra Frannie’yi aramaya karar verdim. Onun sesi, ruhuma bir balmumu gibi işlerdi.

Telefonu açar açmaz sesi, enerjiyle doluydu. "Vera! Seni çok özledim!"

"Ben de sizi, Fran," dedim gülümseyerek. Ama sesim her zamanki kadar neşeli değildi, bunu hemen fark etti.

"Sesin iyi gelmiyor. Bir şey mi oldu?"

Tam o sırada Jack’in sesi duyuldu. "Vera, nasılsın?"

Fran yanıtladı, endişesi sesine işlemişti. "İyi değil."

Jack’in sorusu daha direkt ve korumacıydı. "Ne oldu?"

Derin bir nefes aldım. Düşüncelerimi toparlamaya çalıştım ama aklımdaki karmaşayı bir yana bırakıp onlara Giselle başrolünden bahsettim.

"İ-NA-N-MI-YO-RUM!" Fran’in sesi neşeyle yankılandı. "Bu harika!"

Jack’in sesi daha ölçülü ama aynı derecede mutluydu. "Seninle gurur duyuyoruz, Vera."

"Teşekkür ederim," dedim ama sesim titredi. "…ama…"

Bir süre konuşamadım. Kelimeler boğazıma takıldı. Fran, her zamanki gibi sabırsızca sordu: "Vera, bu harika bir teklif. Sorun ne?"

"Emin değilim," dedim yavaşça. "Bu... hayallerimin bile ötesinde bir şey. Ama burada kalıp kalmamaya ya da…" Sesim alçaldı, neredeyse fısıldadım. "…Viktor ile bir bağ kurup kurmamaya karar veremiyorum."

Fran derin bir iç çekti. "Vera, bu konuda doğruyu söylemek gerekirse... her zaman kendini koruma çabasında oldun. Ama Viktor konusunda, bu başka bir şey gibi."

Jack konuşmaya başladığında kalbim düzensizce atıyordu. "Vera, bize anlatmadığın şeyler olduğunu biliyoruz. Saygı duyuyoruz. Ama bir şeyi bilmem gerek. Viktor ile arandaki mesele... sana ya da hayatına zarar verecek bir şey mi?"

Bu soru içime işledi. Yanıtımı hemen bulamıyordum çünkü bu cevaplanması kolay bir soru değildi.

"Değil," dedim sonunda. Ama sesim duygularım kadar kararsızdı.

Jack devam etti. "Peki, buraya geri dönmek ister misin?"

Geri dönmek... Viktor’dan uzaklaşmak demekti. Bu düşünce bile nefesimi kesiyordu. Kalbim, onu geride bırakmayı göze alamazdı.

"Dönemem."

Jack’in sesi daha yumuşaktı ama sabırlı bir sorguyu sürdürüyordu. "Neden?"

"Çünkü ondan ayrılamam. Henüz…" Sesim yavaşça azaldı ama Jack’in sessizliğinde dolup taşan anlamı hissedebiliyordum.

Fran aniden atıldı. "Aşık oldun."

O kadar basit ve net bir ifadeydi ki. Kelime, kalbimde yankılandı ve içimde bir kesinlik doğdu. "Evet."

Sessizlikte sadece nefes alışverişlerimiz duyuluyordu. Jack’in sesi, konuşmaya başlamadan önce daha yumuşak ve destekleyici hale geldi. "Vera, sen her zaman güvenli adımlar attın. Hiç risk almadın. Kendini korumak için bunu yaptığını biliyorum. Ama bazen... kalbimizi dinlemek zorundayız. Kendimize, hayata ve aşka bir şans vermeliyiz."

Fısıltıyla sordum: "Ya her şey kötüye giderse?"

"Bir çıkış yolu buluruz," dedi Fran. "Hep birlikte. Biz bir aileyiz Vera. Aileler bunun için vardır. Kötü zamanlarda birbirimizin yanında olur, sorunları çözer ve birbirimizi koruruz."

Bu sözler, içimdeki bir noktayı çözdü. Gözlerim dolmuştu, ama o yaşlar boğazımdaki düğümü de çözüyordu. "Sizi çok özledim," diye fısıldadım.

Fran’in boğuk bir sesi geldi. "Ve hep yanında olacağımızın farkındasın."

Öyleydi, yanıtlayamadan Jack’in şakacı ama sevecen tonu duyuldu. "Siz kızlarla başım belada. Bir de üstüne sulu gözlüsünüz."

Gülümserken, hafif bir kahkaha attım. "Teklifi ve söylediklerinizi düşüneceğim. Ve sanırım… bir şans vereceğim."

Fran neşeyle bağırdı. "Harikasın V! Seni seviyoruz."

"Ben de sizi seviyorum."

Jack ciddi bir sesle konuştu. "Sonuçtan bizi haberdar et. Özellikle Viktor ile ilgili gelişmelerden."

Gülerek cevap verdim. "Olur."

Telefonu kapattığımda kalbimdeki ağırlık biraz daha azalmıştı. Onların sesi, kalbimdeki huzursuzluğu hafifletmişti. Sevdiklerimizin üzerimizdeki etkisi işte böyle derindi; tıpkı hayatın içindeki en büyük yankılar gibi... dokunaklı, kalıcı ve anlamlı.

Akşama kadar zihnimi oyalamak için türlü bahaneler buldum. Saat altıya yaklaşırken hazırlanmaya başladım. Yulia teyzenin mesajında belirttiği gibi şoförü beni yedi gibi almaya gelecekti. Siyah, vücuduma oturan zarif bir elbise seçtim. Saçlarımı gevşek bir şekilde topladım, hafif bir makyajla dokunuşlarımı tamamladım. Aynada kendime baktığımda, görüntümden memnundum ama içimdeki huzursuzluğu dindirmek zordu.

Ekaterina, Yulia teyzenin şoförünün kapıda beklediğini haber verdiğinde çantamı alıp aşağı indim. Montumu geçirirken kapının önünde Borya’nın durduğunu gördüm. Yüzündeki ifade, sadece bir koruma olarak değil, sanki bir arkadaş olarak da endişesini belli ediyordu.

"Bayan Vera, nereye gidiyorsunuz?"

"Yulia Kuznetsova’nın evine, akşam yemeğine davetliyim."

"Pakhan bunu biliyor mu?"

Gözlerim kısıldı, tonum sertleşti. "Hayır, ve bilmesine gerek yok, Borya."

Bir an, bana itiraz edip etmeme arasında tereddüt etti. Sonunda yana çekildi ama pes etmeyeceğini belli eden bir kararlılıkla konuştu.

"Bilgilendirmek zorundayım, Bayan Vera."

"Sen bilirsin."

Onu arkamda bırakıp arabaya yöneldim. Şoför kapıyı açarken nazikçe selamladı. "Hoş geldiniz, Bayan Vera."

"Hoş bulduk."

Araba harekete geçtiğinde şoför bir an bana döndü. "Bizi takip mi edecekler?"

Başımı çevirip arkaya baktım. Viktor’un adamlarının bulunduğu iki araç, bizi belli bir mesafeden takip ediyordu. Borya ve Orrel’in arabası da onlarla birlikteydi.
"Sanırım, evet."

Şoför sessizliğini koruyarak direksiyona döndü. Yol boyunca, başımdaki düşünceler ve içimdeki sıkıntıyla mücadele ettim. Viktor’un bu duruma nasıl tepki vereceğini tahmin edebiliyordum, ama bu yemek davetini reddetmek de mümkün değildi.

Yulia teyzenin evine vardığımızda beni kapıda karşıladı. Zarif ama mesafeli bir şekilde gülümsüyordu. "Hoş geldin, Vera."

"Merhaba, Yulia teyze."

Eve adım atar atmaz o tanıdık, soğuk atmosferi hissettim. İçeride, Yulia teyzenin eşi Gavrel, kızları Olga ve eşi Sergey’in yanı sıra Mikhail Voronin de vardı. Hepsiyle tek tek selamlaştım. Sıra Mikhail’e geldiğinde, nazik bir şekilde elimi tuttu ve dudaklarına götürdü. Hareketi fazlasıyla teatraldi; gülümsemesi ise yapay ve ürkütücü.

"Daha önce doğru dürüst tanışamamıştık. Sizinle tanışmak benim için büyük bir onur, Vera."

Gülümsemeye çalıştım, ama içgüdülerim tehlike sinyalleri veriyordu. "Ben de tanıştığımıza memnun oldum."

Mikhail’in gözleri yüzümü tararken sesini alaycı bir tonda yükseltti. "Viktor, buraya gelmenize nasıl izin verdi?"

Ona yanıt vermeye fırsat kalmadan, Yulia teyze sert bir tonla müdahale etti. "Mikhail!"

Mikhail gülümseyerek geri çekildi, ama yüzündeki ifade hiç de dostane değildi. Kendimi her an tetikte hissettiğim bir ruh haliyle yemeğin devamını getirdim. Herkesin gözleri üzerimde, sohbetlerin her kelimesi hesaplıydı.

Tatlılar geldiğinde, Yulia teyze beklediğim soruyu sordu. "Maksim’in teklifini düşündün mü?"

Bütün bakışlar üzerime çevrilmişti. Sesimi titretmemeye çalışarak cevap verdim.
"Evet, Yulia teyze. Deneyeceğim."

Cümlem düşündüğümden daha tereddütlü çıkmıştı. Yine de Yulia teyze memnun görünüyordu. Mikhail, bu cevabı duyduğunda, elini bileğime koyacak kadar ileri gitti. Dokunuşu içimde bir yankı gibi büyüyen rahatsızlık hissi yarattı. Bütün bedenim alarma geçmişti.

"Giselle ve sen... büyüleyici olacak, Vera."

Onun sesindeki yapmacık hayranlık, Viktor’un ismimi söylediğindeki derinlikten o kadar uzaktı ki farkında olmadan karşılaştırma yaptım.

Yulia teyze konuşmayı sürdürdü. "Gösteri provası için Maksim ile konuşacağım. Önce hazırlık yaparsın, ardından sponsorlar ve yapımcılar için bir sunum ayarlarız. Tabii bu sunumu Maksim ve bana yapacaksın."

Neden Viktor bu kadar öfkeliydi, şimdi anlıyordum. Gösterinin sponsorları Yulia teyze ve Maksim’di. Gözlerimi dikerek soğukkanlılıkla karşılık verdim. "Teşekkür ederim, Yulia teyze. Tüm yaptıklarınız için minnettarım."

Ayağa kalktım ve nezaketle veda etmeye başladım. "Bu güzel akşam için teşekkür ederim, ama artık gitmem gerekiyor."

Mikhail, benle aynı anda ayağa kalktı. "Ben de çıkıyorum."

Kapıya kadar bana eşlik ettiler. Yulia teyze, tatlı bir tonla vedasını yaptı. "Sana haber vereceğim, Vera."

Dışarı çıktığımda, ileride duran Viktor’un arabasını fark ettim. Mikhail de fark etmişti. Dudaklarındaki alaycı gülümseme, beni daha da huzursuz etti. Dışarıdaki soğuk hava içime işlese de, asıl ürpertici olan, bu yemeğin ardından hissettiğim tehditkâr atmosferdi.

Mikhail’in soğuk ve sert sesi havayı yararak geldiğinde içim ürperdi.

"Sana bir seçenek ya da özgürlük alanı tanımıyor, değil mi?"

Sözleri tehditkârdı ama alaycı bir tını taşıyordu. İtiraz etmek üzere dudaklarımı araladım, fakat benden önce davrandı. Bir anda beni kendine doğru çekti; korkuyla nefesim kesildi.

"Ben sana gerçek seçenekler sunacağım, güzelim."

Sözlerindeki karanlık vaatle birlikte gözlerim büyüdü. Korku, damarlarımda dolaşan bir zehir gibiydi. Tam o anda, belimi kavrayan sert bir el beni Mikhail’in kıskacından çekip aldı. Şok içinde başımı kaldırdığımda Viktor’un o tanıdık siluetini gördüm. Aynı anda, Mikhail’in suratına inen sert bir yumruk patladı.

"On moy, Mikhail. Uberi svoi gryznyye ruki ot neyo." (O benim, Mikhail. Pis ellerini onun üzerinden çek.)

Viktor’un sesi buz kadar keskin, ateş kadar hararetliydi. Etrafımızda bir anda adamlar belirdi. Mikhail’in ve Viktor’un çevresini sarmışlardı. İki taraf arasında yükselen gerilim, havayı nefes alınamayacak kadar ağırlaştırdı. O an Borya’nın beni hızla o çemberden çıkardığını fark ettim. Neler olduğunu göremeden bir arabanın içine bindirildim.

Birkaç dakika içinde, Viktor yanıma oturdu. Yüzü kasvetliydi, öfkesi elle tutulacak kadar yoğun. Arabamız harekete geçtiğinde, ne yanına yaklaşmaya cesaret edebildim ne de bir şey sormaya. Sessizliğimiz, beni boğan bir tür ceza gibiydi.

Sacha, büyükannemin evine vardığımızda arabadan hızla indi. Ama Viktor kıpırdamadı. Sessizlik, artık taşınamayacak kadar ağırlaşmıştı. Kıpırdamaya korkuyordum, ama Viktor’un gözlerinde o an bir fırtına kopuyordu.

"Bunu mu istiyorsun, Vera?"

Ses tonu beklediğimden daha yumuşak ama çok daha tehditkârdı.

"Anlamadım?"

Başını bana çevirdiğinde, yüzü nefret ve çaresizlik arasında bir ifade taşıyordu.

"Dengemi yitirmemi, kontrolümü kaybetmemi mi istiyorsun? Eğer bunu istiyorsan, bu yaptığın şeye devam et."

"Viktor, bu nasıl bir konuşma?" dedim, sesim bir fısıltıdan ibaretti.

Ama cümlem tamamlanamadan belimden kavrayarak beni kendine çekti. Nefesim kesildi. Aramızda bir nefeslik mesafe bile kalmamıştı; sıcaklığı tenime işliyor, gözleri ruhumu delip geçiyordu.

"Beni her halinle delirtiyorsun," dedi, sesi bir mırıldanma kadar düşüktü, ama her kelime yüreğimde yankılandı. "Ama Vera... Kontrolümü yitirirsem ne olur biliyor musun?"

Korkuyla yutkundum.

"Her şey mahvolur. Her şey yıkılır."

Dudakları bana yaklaştığında, ilk kez yanında gerçekten korktuğumu fark ettim. O da fark etti. Ama geri çekilmedi. Gözlerimi kapattım; başka bir şey yapacak gücüm kalmamıştı. Dudaklarının sıcaklığı benimkilerle buluştuğunda, her şey sustu. Kanım damarlarımda çılgınca akarken, kalbim göğsümde çırpınıyordu. Mahvolmuştum—onsuz da onunla da.

Öpüşmemiz bittiğinde, hemen gözlerimi açamadım. Ama açtığımda, Viktor’un koyulaşmış gözlerinde aşk, öfke ve tutkunun harmanlandığını gördüm. İçim titredi.

"Bana bu şekilde bakma, güneşim," dedi, sesi kısılmıştı. "Yalnızca hayatıma değil, kalbimin en derinine işledin. Seni içime kazıdım. Ama bu şekilde bakmaya devam edersen... mahvolacağım."

Ona dayanamazdım. Göğsünden tutup kendimi uzaklaştırdım.

"Teklifi kabul ettim," dedim.

Bakışlarındaki aşk, bir anda yerini derin bir öfkeye bıraktı.

"Vera..."

"Lütfen Viktor. Denememe izin ver."

Yüzüme bir an baktı, ama gözleri başka bir yere odaklanmış gibiydi. "Sorun bale değil, Vera. Sana, hayatına asla karışmam ve isteklerini asla göz ardı etmem. Sorun onlar, yani düşmanlarım. Seni koruyamayacağım bir durumda olmaktan korkuyorum."

"Ben buyum, Viktor. Bale benim tüm hayatım. Bundan vazgeçmemi isteyemezsin. Bana güvenmek zorundasın."

Viktor’un yüzünde çatlayan bir maske gibi bir kırılma gördüm. Öfkesi ve çaresizliği arasında gidip geliyordu. Öfkesi galip geldi.

"Sana dokundu, Vera."

"O bir anlık dalgınlıktı. Sen gelmesen de ondan uzaklaşır, bana dokunmasına izin vermezdim."

Başını iki yana salladı, gerginliği hâlâ hissediliyordu. "Onun gibiler, izin istemez."

Bir an sessizlik oldu. Bedeninin titrediğini hissettim.

"Şimdiye kadar yalnızdım, Viktor. Kendimi koruyamayacağımı düşünüyorsun, ama yanılıyorsun. Ayrıca ondan hoşlanmadım. Seninle ilgili kısmı bilmesem bile, ondan uzak dururdum."

Viktor’un bakışları üzerimdeydi. Öfkesi sönmüş, ama yerine yerleşen derin acı daha da dayanılmazdı. Bize ait olmayan bir yük, aramızdaki mesafeyi keskinleştiriyordu. Aşk ve tutku ise bu sessiz çarpışmayı izleyen gölge gibiydi, ne araya girebiliyor ne de bizi kurtarabiliyordu.

Dayanamadım. Bir adım attım ve ellerimden birini yanağında gezdirdim. Buz gibi sertliğini hissettim, ama dokunuşumla eridiğini de... Kendini bana hemen teslim etti; başını yana eğip elimi avuçladı, sonra avucumun içine dudaklarını usulca bastırdı.

"Korkma," dedim, sesim bir fısıltı kadar kırılgandı. "Bana bir şey olmayacak."

Gözleri derin bir karanlık taşıyordu, ama dudaklarından dökülen kelimeler bir o kadar kararlıydı. "Böyle bir şeye asla izin vermem, Vera."

Sadece başımı sallayabildim. O an bir şey değişti. Aramızdaki çizgiyi, onu saran duvarları görmezden gelerek eğildim. Bu kez onu öpen ben oldum. Dudaklarım, onun sıcaklığında erirken kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarptı. Ona kendimi anlatmanın başka bir yolu kalmamıştı.

Dudaklarına fısıldadım: "Bir sebebe ihtiyacım var, Viktor. Kalmak için bir sebebe."

Gözlerini aralayıp bana baktığında, sesindeki ağırlık ruhuma işledi. "Benimse seninle hiçbir sebebe ihtiyacım yok, Vera."

İç çekti, ama bakışları hâlâ inatçıydı. Onun hiçbir şeyi kabul etmediğini biliyordum. Ben "evet" diyene kadar, teklifi reddettiğimi düşündüğünü de...

"Bana ihtiyacın olursa ara, olur mu?" dedi.

Sesi vedaya yakın bir melankoli taşıyordu. Anladığını biliyordum—bu, ikimiz için de bir veda değildi. Çünkü biz son olmayacak kadar güçlü bir bağla bağlıydık.

"Senden ne uzaklaşabilirim ne de gidebilirim, güneşim. Bunu daha önce de söyledim. Gideceğimden korkma; yapamam."

Arabadan inmek üzere hareketlendiğimde o da peşimden geldi. Sacha elimi tutmuş ve arabadan çıkmama yardımcı olmuştu. Eve yürürken, Viktor yanımdan bir an olsun ayrılmadı. Kapıya kadar eşlik etti ve orada durdu. Gözlerindeki yoğunluk yüreğimi sıkıştırdı.

"Yarın müsait olursan, sana verdiğim sözü tutmak istiyorum," dedi, sesi kısık ama içinde umut vardı. "Sana Moskova’yı gezdireceğim. Bana birkaç gününü ayırır mısın, Vera?"

Kalbim, onun bu basit cümlesinde bile bariz bir şekilde kanatlanmıştı. Sadece onunla olmayı istiyordum. "Çok sevinirim, Viktor."

Gülümsemesi hüzünle karışmıştı; o an daha fazlasını istememek için kendini zor tuttuğunu hissedebiliyordum. Bana doğru eğildi ve kulağıma fısıldadığı sözlerle dünyam bir kez daha sarsıldı:

"Keşke ömrünü de bana ayırsan, Vera. Mutluluk bir tek seninle anlamlı. Aşk da. Kalbim sen yokken buz tutmuştu, şimdi buzlar çözündü ama hâlâ sensizim. Bunun ne kadar ağır olduğunu bilemezsin. Ama en çok neyi bilemezsin, biliyor musun? Sensiz ne kadar yalnız hissettiğimi, her gece seni yanımda aradığımı, sana bir şey olacağı korkusuyla nefes alamadığımı ve sensizken ne kadar çaresiz olduğumu."

Geri çekildiğinde, sözleri ruhuma işledi. Kalbimin ortasına bir hançer saplanmış gibiydi; kanıyordum, ama aynı zamanda hayata dönüyordum. Viktor’un aşkı her şeyden büyüktü—benim sınırlarımın bile ötesindeydi.

"Benimle her zaman bir seçimin olacak," dedi, sesi artık daha sertti. Ama gözlerinde yumuşak bir kararlılık vardı. "Ama keşke seçimin ben olsaydım, Vera."

"Viktor..." dedim, ama devam edemedim.

Başını iki yana salladı. "Bir şey söyleme," dedi, sesi kısık ve kesin. "Çünkü duymak istemediğim hiçbir kelimeye hazır değilim, moye solyntse."

Arkasını dönüp gitmek üzereyken kolunu tuttum. Gözlerimi gözlerine diktim. "Ona ne söyledin? Kapıdayken."

Derin bir nefes aldı, bakışları yaralıydı. "Duymaya hazır olduğundan emin değilim."

"Lütfen, Viktor."

Bakışları sertleşti. Dudaklarından zorla dökülen kelimeler havada yankılandı.
"Ona senin benim olduğunu ve pis ellerini senden uzak tutmasını söyledim."

Alt dudağımı bilinçsizce ısırdım. Gözleri hemen o hareketime kaydı; yüzündeki kontrol bir anlığına kayboldu. Onun hep kendini tuttuğunu biliyordum, ama bu akşam bir şey değişmişti. Hissediyordum.

Nefesim hızlandı. Çenemden tutup beni kendine çektiğinde, sözleri yakıcı bir hüküm gibi üzerime indi: "Bir gün... beni seçtiğinde... her şey değişecek, güneşim. Ne sen benden ne de ben senden gidebileceğiz."

Sonra dudaklarımı yakıcı bir tutkuyla öptü. Bu öpücük yalnızca bir sevginin değil, bir iddianın, bir hak iddiasının öpücüğüydü. Geri çekildiğinde, sesi zihnime kazındı:

"O gün geldiğinde, Vera... bana ait olduğunu herkes bilecek. Ve seni asla kaybetmeyeceğim."

Gidişini izlerken, kalbimi ve ruhumu ellerine sonsuza dek teslim ettiğimi biliyordum. Viktor benim kaderimdi. Ama bu kader hem yıkıcı hem de kaçınılmazdı.

"Bir gün... beni seçtiğinde... her şey değişecek, güneşim. Ne sen benden ne de ben senden gidebileceğiz. O gün geldiğinde, Vera... bana ait olduğunu herkes bilecek. Ve seni asla kaybetmeyeceğim." – Viktor Volkov

Loading...
0%