64. Bölüm

54

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

''Vera, çözemediğim tek bilmeceydi.'' – Viktor Volkov

(Viktor)

Sabah, şehir uykusundan uyanırken, ben hâlâ dünün ağırlığını omuzlarımda taşıyordum. Gözlerimi açar açmaz içimdeki huzursuzluğu hissettim. Bedenim yorgundu, zihnimse bir sis bulutunun içinde kaybolmuş gibiydi. Buz gibi sabah kalbimdeki ateşi dindiremiyordu. Rahatlamanın tek yolu, kendimi yorgunluktan tüketmekti.

Spor salonuna indim. Kum torbasına vurduğum her darbe, içimdeki karanlığın bir parçasını yerinden oynatıyordu. Her yumrukta, duygularımın karmaşasını dağıtmaya çalıştım. Yorulana kadar durmadım. Vurdukça, beynimde yankılanan düşünceler sustu, yalnızca nefes alışlarımın yankısı kaldı.

Odama döndüğümde, sıcak duşun altında kendimi arındırmaya çalıştım. Su, bedenimdeki teri temizlese de zihnimdeki karmaşayı dindiremiyordu. Günün getireceklerini tahmin etmek, geceyi yeniden yaşamak kadar ağırdı.

Merdivenlerden inerken, kahyam Vadim’in her zamanki titizliğiyle kahvaltıyı hazırladığını gördüm. Masada taze bir kahve ve yanında sıcak bir omlet vardı.

"Günaydın, Viktor," dedi Vadim, her zaman olduğu gibi sakin ve mesafeli.

"Günaydın, Vadim," dedim.

Vadim, yüzümdeki gerginliği fark etmişti. Onu diğer insanlardan ayıran bir yanı vardı: Sözcüklerin ağırlığını bilirdi ve sessizliğin gücünü anlardı. Gereksiz sorular sormazdı. Yalnızca varlığıyla destek olur, tam da ihtiyaç duyduğum anlarda bir kaya gibi yanımda dururdu.

"Birazdan Andrei gelir," dedi.

Başımı salladım. Masaya oturup kahvemi yudumladım. Bir yandan omletimi yerken, diğer elim telefona uzandı. Vera’ya mesaj attım:

"Günaydın, malysh."

"Günaydın, Viktor."

"Uygunsan, seni dışarı çıkarmak istiyorum."

"Olur."

"Saat 10 gibi seni almaya gelirim."

"Tamam, teşekkür ederim, Viktor."

"Görüşürüz, malysh."

Mesajlaşmamız sona erdiğinde bile içimdeki huzursuzluk geçmemişti. Vera’nın kelimelerinin ardında bir boşluk hissediyordum, sanki onun dünyasıyla benimki arasında görünmez bir uçurum vardı. Bu uzaklık beni tüketiyor, her geçen dakika biraz daha derinleşen bir korkuya dönüşüyordu.

Kısa bir süre sonra, Andrei geldi. Yüzünde, uykusuz bir gecenin bıraktığı izler vardı. Kahvaltıya otururken, sessizliği rahatsız edici bir şekilde yankılanıyordu.

"Neyin var?" diye sordum, bakışlarımı ona odaklayarak.

"Esas senin bu halin ne?" dedi, kendini savunur bir tonla. Kahvesini masaya bıraktı, ardından peçetesini alıp dudaklarını sildi. Gözlerindeki boşluk, konuşmak istemediğini ele veriyordu. Ama sonunda, içinde tuttuğu her şeyi bir anda söyledi:

"Lena… İngiltere’ye gidiyor," dedi.

"Neden?"

"Yüksek lisans yapacakmış. Ama gerçek sebebi bu değil." Sesi düşüktü ama kelimeleri netti. "Benden kaçıyor, Viktor."

Bu sözler, bir darbe gibi geldi. Andrei’nin yüzündeki çaresizliği izlerken, kendi içimde de bir şeylerin çatırdadığını hissettim. Vera ve Lena. İkisi de, sevgiye rağmen duygularıyla başa çıkamıyorlardı. Korkuyorlardı. Kendilerini bu hayata ait hissedemiyor, bu dünyadaki yerlerini bulamıyorlardı.

"Bazı hikâyeler yaşanmadan bitmez, Andrei," dedim. "Bazen biter gibi görünseler de izleri kalır. Bu izlerle yaşamayı öğreniriz."

"Kaçmak doğru seçenek mi, Viktor? Çünkü Lena’nın yaptığı tam olarak bu."

"Ona izin ver," dedim. "Belki de şu an her şey, onun taşıyamayacağı kadar ağır."

Andrei, bir süre sessiz kaldı. Bakışları tabağına kaydı, dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi.

"Ben de ağır yüklerle yaşıyorum, özellikle onun aşkının yüküyle. Ama Lena’dan vazgeçmeyi asla düşünmedim," dedi.

"Bir kişi gitmeye karar verdiyse, yapabileceğin hiçbir şey yok, Andrei," dedim, sesimde soğuk bir gerçeklik vardı. "Belki de gitmesine izin vermek, onu gerçekten sevmenin tek yoludur."

Andrei’nin yüzü düştü. Ama söyleyebileceğim başka bir şey yoktu. Sevdiğin birine sımsıkı sarılmak bazen daha fazla yara açmaktan başka bir şey değildi.

Ayağa kalktım. "Vera?"

"Sevmek, bazen vazgeçebilmeyi de gerektirir," dedim. "Ama asla tamamen kaybolmasına izin vermem."

Gözlerimiz buluştu. Zamanın bu yaraları iyileştirip iyileştiremeyeceğini bilmiyorduk. Ama biz, savaşımızı sessizce veriyorduk.

Andrei, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. "Bazen hayatı, özellikle de sevgiyi kontrol edemediğimizi kabullenmemiz gerektiğini anlayacağız, sanırım," dedi, sesi yorgundu ama bir o kadar da samimi.

Başımı hafifçe salladım. "Haklısın," dedim, ama içimde buna direnmek isteyen bir taraf vardı. Hayat, kontrol edilemediği için daha da dayanılmaz bir hale geliyordu. "Hadi gidelim. Vera için gerekli önlemleri aldın mı?"

"Evet," diye yanıtladı Andrei, hemen toparlanarak. "Kızıl Meydan, Arbat, Kremlin ve Zaryadye Parkı’na ekstra güvenlik yerleştirildi. Güvenlik önlemi en üst düzeyde. Ayrıca Boryenk de olası bir durum için hazır."

"Tamam," dedim. Kararlılığımı hissettiğim an, içimdeki huzursuzluk yerini görev bilincine bıraktı.

Evden çıkarken Sacha ve Andrei, adımlarımı sessizce takip ediyordu. Arabama doğru yöneldim. Direksiyonun başına geçtiğimde Vasiliev’lerin evine doğru yol aldım. Gideceğim yeri ve orada göreceğim kişiyi düşünmek bile beni şimdiden diken üstünde hissettiriyordu.

Eve yaklaştığımda, Vera’ya bir mesaj attım. Birkaç dakika sonra, kapıda belirdi. Gözlerim ona kilitlendiği anda zaman durmuş gibiydi. Vücuduna mükemmel bir şekilde oturan triko elbisesi ve uzun çizmeleri, ona hayranlıkla karışık bir kıskançlık duymama neden oldu. Nasıl bu kadar zarif ve aynı zamanda bu kadar kışkırtıcı olabiliyordu?

Bana doğru yaklaşırken, bakışlarını üzerime sabitledi. İçimdeki tüm fırtına, bir anda boğazıma düğümlendi. Güzelliği karşısında sadece hayranlık duymuyordum; aynı zamanda içimdeki en derin korkuları tetikliyordu. Onu kaybetme korkusu. Sevgi, bazen en ağır zincirlerden bile daha zorluydu.

"Elbisen," dedim, ona doğru hafifçe eğilirken.

Gözlerini kısarak bana baktı. "Hoşuna gitmedi mi?"

Başımı olumsuz anlamda salladığımda gülümseyerek omuz silkti. "Gidelim mi?"

Umursamaz bir tavırla arabaya yöneldi. Bu hali bile beni delirtmeye yetiyordu. Arabanın kapısını açtım ve oturmasına yardımcı oldum. Elbisenin kısalığı da gözümden kaçmamıştı. İçimdeki kor bir sesle bir iç çekişe dönüştü. Vera, nereye baktığımı fark etti ama sessiz kaldı.

Yanına oturduğumda direksiyona geçtim ve gaza bastım. Oyununu oynuyordu, bunu biliyordum. Beni delirtmekti amacı ve başarılıydı.

"Kahvaltı edemedim," dedi.

Başımı salladım. Onu amcamın restoranına götürmeye karar verdim. Restorana girdiğimizde, sade bir kahve ve kruvasan sipariş etti. Gözleri arada telefonuna kayıyor, arada da pencereden dışarı bakıyordu. Benim gözlerimse yalnızca ondandı.

"Bugün heyecanlısın," dedim sonunda, onunla aramızdaki sessizliği bozmaya kararlıydım.

Alt dudağını ısırdı. Bu küçük hareket bile beni fazlasıyla etkiliyordu. Söyleyeceği şeyden emin değilmiş gibi bir hali vardı.

"Giselle sunumu için ön hazırlıklar yapılması gerekiyor. Haber bekliyorum," dedi sonunda.

"Bu kadar hızlı olacağını düşünmemiştim," dedim.

"Pazartesi günü sunum için provaya başlayacağız," dedi, bakışları bir anlığına dalgındı.

Konuyu daha fazla kurcalamamaya karar verdim. Bugün onunla olmak istiyordum; geçmiş ya da gelecek değil, yalnızca şu an.

Kahvesini içerken gözleri yine manzaradaydı, benimse gözlerim yalnızca ondaydı.

Saçlarını yarım toplamıştı; güneş ışığı gibi omuzlarına dağılan saçları, zarafeti ve nazlı güzelliğiyle beni esir alıyordu. Aklından neler geçtiğini öğrenmek istiyordum. Onun yalnızca benim olmasını değil, düşüncelerinin bile bana ait olmasını istiyordum.

"Provaları izlemek ister misin?" diye sordu, bakışlarında aşk, tutku ve belirsiz bir umutla.

"Elbette seni izlemek isterdim," dedim dürüstçe. "Ama Voronin ile aynı yerde bulunmamız… sorun yaratabilir."

Gözlerindeki umut bir anda kayboldu. Hüzünlü bir şekilde başını manzaraya çevirdi ve kahvesini bitirene kadar bir daha bana bakmadı.

"Lavaboya gitmem gerekiyor," dedi sessizce.

"Tabii," dedim. Onun kalkışıyla ben de yerimden kalktım ve Andrei’ye hazırlanmalarını söyledim.

Restoranın çıkışında onu beklerken, buzlu merdivenlerden inerken ayağı kaydı. Yanına yetişip kollarıma aldığımda, çizmelerinden birinin topuğu kırılmıştı.

Utangaç bir ifadeyle bana baktı. "Teşekkür ederim, Viktor. Ne sakarım…"

"Sorun değil, malysh. Canın yanmadı değil mi?"

"Hayır," dedi, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle. "Ama eve dönersek…"

"Hayır," dedim kararlı bir şekilde. "Sana yeni bir çizme alacağız."

"Gerek yok…"

"Sormadım, malysh."

Onu kollarımda arabaya taşıdım. Basit bir dokunuş bile beni böylesine altüst ederken, neden onun varlığına bu kadar bağımlı olduğumu sorgulamaktan vazgeçtim. Vera, benim tüm sınırlarımı yeniden çiziyordu.

(Vera)

Viktor’ın güçlü kollarında taşınırken, içimdeki fırtına bir türlü dinmiyordu. O kadar güvende hissediyordum ki, sanki dünya üzerimde çökse bile onun kolları beni koruyacaktı. Ama aynı anda huzursuzdum da. Tenimi yakan, ruhumu titreten bir şey vardı onun varlığında.

Başımı omzuna yaslamışken, hafifçe eğilip nefesini boynumda hissettim. Bir an için beni kokladığını fark ettiğimde, kanımın damarlarımdan hızla çekildiğini sandım. Tam anlamıyla dağılmıştım.

Arabaya ulaştığımızda beni nazikçe koltuğa oturttu. Eğildi, nefesi dudaklarıma öylesine yakındı ki kelimeleri tüm benliğimi sarstı.

"Bu kadar güzel kokmak zorunda mısın, malysh? Sürekli dikkatimi dağıtıyorsun."

Ne yapacağımı bilemez halde başımı öne eğdim. Yanaklarım kor gibi yanıyordu. Viktor, sürücü koltuğuna geçtiğinde onun da benim kadar gergin olduğunu hissediyordum. Sadece sessizliği değil, arabayı saran o yoğun gerilimi de paylaşmıştık.

Arabayı çalıştırdı. Bakışlarımı ona çevirdim. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum, sesim titrek çıkmıştı.

"Sana yeni bir çizme alacağız, malysh," dedi, gözleri yola odaklanmadan önce kısa bir süre benimkilerle buluşarak.

"Viktor, söyledim, gerek yok…"

Konuyu kapatmak istercesine keskin bir sesle konuştu. "Uzatmayalım, güneşim. Hem belki…"

O anda bakışları boynumdan ayaklarıma kadar uzun uzun gezindi. Bu bakış öylesine yoğundu ki yerimde donakaldım.

"Beni delirtmeyecek bir kıyafet almaya da belki seni ikna ederim."

Söyledikleri, aramızdaki sınırları daha da bulanıklaştırıyordu. Nefesim hızlandı. Onun yanındayken her şey fazla geliyordu—duygularım, hislerim ve içimdeki aşka karışan o yoğun tutku. Viktor ise konuşmayı bırakmış, tüm dikkatini yola vermiş gibi görünüyordu ama fark ediyordum; nefesi düzensizdi.

"Hızlı nefes almayı kes, malysh," dedi birden, sesi buğulu ama sertti.

"Neden?" diye sordum, sesim daha da cılızlaşmıştı.

"Çünkü yola odaklanamıyorum."

Yanaklarımdaki ateş daha da yükseldi. Bir kelime bile edemeden başımı önüme çevirdim. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Bu kadar etkilenmek… beni korkutuyordu. Ama esas korkum, onun da benden aynı derecede etkilenmesiydi.

Viktor, bir süre sessizce arabayı sürmeye devam etti. Nihayet ünlü bir mağazanın önünde durdu. Arabayı park ederken, yutkunup bakışlarını bana çevirdi.

"Sadece kalbimi değil, zihnimi de altüst ettin, malysh," dedi, sesi alçak ama bir o kadar derindi. "Bir daha…"

Sözleri bir an havada asılı kaldı. Parmağıyla üzerimdeki elbiseyi işaret etti, kaşları çatılmıştı.

"Bir daha böyle giyinmezsen…"

Cümlesini tamamlayamadan durdu. Çene kaslarının gerginliği dikkatimi çekti. Kendini zor tuttuğunu, söylemek istediklerini kontrol etmeye çalıştığını görebiliyordum.

Sonunda derin bir nefes alarak arabadan indi. Kapıyı dikkatlice kapatırken, omuzları hala gergindi. Onu böylesine karışık bir halde görmek… içimde hem bir zafer duygusu yaratıyor hem de beni tamamen altüst ediyordu. Viktor Volkov, her hareketiyle aklımı ve kalbimi ele geçiriyordu.

(Viktor)

Tüm duygularım tetikteydi. Zihnimde kopan fırtınayı dindirmek için çabalasam da başaramıyordum. Onu koruma içgüdüm, onu kendime çekme arzumla çatışıyordu. Bu içsel savaş, beni hiç olmadığım kadar savunmasız bırakıyordu. Ve o elbise… Vera’nın eşsiz hatlarını, her kıvrımını öyle açık bir şekilde gözler önüne seriyordu ki, ilk kez kendime yenileceğimi hissediyordum.

Yola odaklanmaya çalışmak, şu anda başardığım en zor ikinci şeydi. İlk zorluk, her nefes alışında kendimi ona teslim etme arzusunu dizginlemekti.

Ünlü bir markanın mağazası önünde durduğumda, derin bir nefes alarak ona döndüm. Ama bakışlarım istemsizce yine o ince beline, narin boynuna, dudaklarının çizgisine kaydı. Kendime hakim olmam gerekiyordu, ama o bunu imkansız hale getiriyordu.

"Sadece kalbimi değil, zihnimi de altüst ettin, malysh," dedim, kelimelerim boğuk ve derin çıktı. "Bir daha…" Parmağımla üzerindekileri işaret ettim. "Bir daha böyle giyinmezsen…"

Cümlem yarım kaldı. Bir yanlış kelime, bir anlık kontrolsüzlük, her şeyi rayından çıkarabilirdi. Vera’nın, gerçekten bana gelmeye hazır olmadığı sürece ona yaklaşmamam gerektiğini biliyordum. Ama beklemek, özellikle de böylesine güçlü duygularla, her saniye daha da zorlaşıyordu.

Arabadan inip onun kapısını açtım. Şaşkınlık yüzüne yayılmıştı, o masum ifadesi beni daha da derinden etkiliyordu.

"Viktor, başka bir yere gitsek olmaz mı?" dedi, sesi çekingen ama kararlıydı.

"Hayır," diye yanıtladım kısa ve net. Onu kollarıma aldım, tam itiraz edecekken dudaklarımın kenarı seğirdi.

"Lütfen, ben yürürüm Viktor."

"Vera…"

Gözlerini bana dikti. "İnsanların gözünde senin için önemli olmamam gerekmiyor mu?"

Başımı eğdim, bir an için suskun kaldım. "Kimse umurumda değil. Seni bu şekilde yürütmeyeceğim."

Sözü bittiği anda onu sıkıca kollarıma alarak içeri girdim. Andrei önceden haber verdiği için mağaza özel olarak kapatılmıştı. Çalışanlar kapıda hazır bekliyordu. Kucağımda Vera’yla içeri adım atarken, mağaza müdürü Maria, yüzünde samimi bir gülümsemeyle yanımıza yaklaştı.

"Bay Volkov, hoş geldiniz."

Elini sıktım, kısa bir nezaket gösterisiyle cevapladım. "Nasılsınız, Maria?"

"Teşekkür ederim, iyiyim. Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Sevgilim için çizme bakıyoruz. Ayakkabısının topuğu kırıldı."

Özellikle bu şekilde ifade etmiştim. Maria’nın yüzündeki gülümseme bir an için dondu ama profesyonel maskesi hemen yerine oturdu.

"Hemen ilgileniyorum," dedi, arkasındaki ekibe bir işaretiyle harekete geçirerek. Çalışanlar, Vera’nın kırılan çizmelerini ve ayak numarasını incelerken hızla alternatif modeller getirdiler.

Vera, tüm bu yoğun ilgiden utanç içinde yüzü kızarmış halde oturuyordu. Ama gözleri, farkında olmadan sürekli Maria’ya kayıyordu. Maria’nın hâlâ benden bir beklentisinin olması, üstelik bunu Vera’nın önünde gizleyememesi… öfkemin kıvılcımını ateşledi.

Vera ayakkabıları denerken, narin ve küçük ayaklarını incelemekten kendimi alıkoyamadım. Daha önce kimseye böyle çarpılmamıştım. İlk tanıştığımız geceyi hatırladım, o geceki duruşu, kırılganlığı… İstemeden gülümsedim. Vera, bakışlarımı yakalayınca gözleri büyüdü. Yüzümdeki hayranlık ifadesini gördüğünde, boynuna kadar kızardı.

Maria’nın sesini duyduğumda, gözlerimi Vera’dan zorla ayırdım.

"Bay Volkov, içecek bir şey alır mıydınız?"

Vera’ya döndüm, gözlerinde rahatsızlık vardı. Başını hafifçe iki yana salladı. Burasının onun için ne kadar rahatsızlık verici olduğunu görüyordum.

"Teşekkür ederiz, Maria," dedim, sesi gereğinden soğuk çıkarmamaya çalışarak. Ama gözlerimle Maria’ya sert bir bakış göndermekten kaçınmadım.

Bir zamanlar onunla bir kez yemeğe çıkmıştım, ardından aramamış ya da yeniden görüşmemiştim. Yine de, hâlâ bir şeyler bekliyor olması… beni öfkelendiriyordu. Ve bunun Vera’ya hissettirdiği olumsuz duygular… affedilemezdi. Bu mağazadan çıktığımızda, bir daha asla geri dönmeyeceğimi biliyordum.

Zaman ilerledikçe, Vera’nın yüz hatları gerilmişti. Onun huzursuz olduğunu görmek, içimde tuhaf bir suçluluk dalgası yarattı. Daha fazla dayanamadım. Yanına ilerledim, getirilen çizmeleri dikkatle inceledikten sonra o güzel gözlerine baktım. Gözlerinde, kıskançlık belirgin bir şekilde dolaşıyordu. Bir yanım onun üzülmesini istemiyordu, ama diğer yanım… Hâlâ beni sevdiğini bilmenin tarifsiz mutluluğunu yaşıyordu.

"Beğendiğin bir çizme var mı, malysh?" diye sordum, sesim her zamanki gibi yumuşaktı.

Başını olumsuz anlamda salladı. Gözüme ilk çarpan uzun, süet ve kalın topuklu siyah çizmeyi elime aldım. Önünde ilk akşam olduğu gibi diz çöktüm, dikkatlice çizmeyi giydirirken gözlerimi bir an bile ondan ayırmadım. O an bakışlarımız kilitlenmişti. Yanaklarına yayılan kızarıklık beni kendimden geçirirken, bakışlarımı sabit tutmak için tüm irademi kullanıyordum.

"Beğendin mi?" dedim alçak bir sesle, diğer tekini de nazikçe giydirirken.

Çizmelere değil, bana bakıyordu. Alt dudağını dişleri arasına aldı.

"Evet," dedi fısıldar gibi.

Ayağa kalktım ve ona yaklaştım. Elim, yumuşacık yanağından boynuna doğru süzüldü. Kadife gibi teninin altında nabzının hızlandığını hissediyordum. Bu anın yakıcılığı beni de sarhoş etmişti. Onu kollarıma alıp buradan çıkarmak, dünyayı arkamızda bırakmak istiyordum.

Yüzüne doğru eğildiğimde, gözlerinde aynı sınavı verdiğini gördüm.

"Beni delirtmeyecek bir elbise de bakalım mı, sevgilim?" dedim.

"Hayır, Viktor."

Gözlerindeki kararlılık açıkça görülüyordu. Gülümsedim ve yüzünü okşadım. "Peki, malysh."

Ayağa kalktı ve çizmeleri dikkatlice inceledi. Çok yakışmıştı. Gözlerindeki parıltı onun da beğendiğini gösteriyordu. Andrei’ye işaret ederek ödemeyi halletmesini söyledim. Ardından Vera’nın yanına döndüm.

"Hazırsan çıkalım mı?"

Başını salladı, ama gerginliği henüz tamamen geçmiş değildi. Elini tuttum ve mağazanın kapısına doğru ilerledik. Tam çıkacakken, Maria bir kez daha önümüze geçti.

"Tanıştığımıza memnun oldum," dedi, sahte bir nezaketle.

"Ben de," diye cevapladı Vera, ama sesi donuktu.

Maria, bana dönerek alaycı bir gülümsemeyle, "Yine gelin Bay Volkov. Bekleyeceğim," dedi.

Dişlerimi sıkarak konuştum, sesim buz gibiydi. "İyi günler, Bayan Maria."

Dışarı çıktık ve arabaya bindik. Vera hemen bana döndü, gözlerinde öfkeli bir pırıltı vardı.

"Sevgilin miydi?"

Kadınlar ve hisleri… her şeyi anlamak konusunda eşsizlerdi.

"Hayır," dedim sakince.

Ama inanmıyordu. Kaşlarını çatarak dudaklarını büzdü, kızgınlığı sevimli bir hal almıştı.

"Yalandan hoşlanmam," dedi, sesi alaycı ve sertti.

Gülümsemeden edemedim. Dudaklarını böyle büzmesine bayılıyordum.

"Bir kez yemeğe çıktık. Hepsi bu. Bir daha onunla görüşmedim bile."

Kaşını kaldırdı, ama doğruyu söylediğimi anlıyordu. Yine de geri adım atmadı.

"Sevgilin değilim," dedi sertçe.

Başımı eğip fısıldadım, "Ama benimsin."

Kaşlarını çattı. "Değilim, Viktor Volkov. Bir daha eski sevgililerini kıskandırmak için beni…"

O cümlenin tamamlanmasına izin vermedim. Belinden kavrayarak ona doğru yaklaştım. Dudaklarımız arasında yalnızca bir nefeslik mesafe kalmıştı.

"Sevgilim değildi," dedim, sesim alçak ve kararlıydı. "Basit bir akşam yemeği randevusuydu. Ayrıca onu kıskandırmaya çalışmadım. Seni rahatlatmaya çalıştım. Ona, senin benim için ne kadar özel olduğunu göstermek istedim."

Kelimelerimi bitirirken, dudaklarına eğilmek için içimde savaş veriyordum. Ama devam ettim.

"Senin yanında, aklımı bile kaybediyorum, Vera. Başka kadınlar umurumda bile değil. Evrenimin merkezi sensin. Şu an, tek istediğim şey, seninle yalnız kalmak… Sensiz bir an bile nefes alamadığımı bilmiyor musun? Bunu bize yapma."

Bakışlarında kararsızlık vardı. Kaçmak ya da kalmak arasında gidip geldiğini görebiliyordum.

"Onunla hiçbir şey olmadı. Olması da imkansız."

Vahşi bir ışık gözlerinde yanıp söndü, ardından beni göğsümden itti.

"Kiminle ne yaptığın umurumda değil, Viktor."

Bu kez, sesi beni şaşırtmıştı. Dudaklarını büzdü ve ekledi, "Ayrıca son kez söylüyorum. Sevgilin değilim."

Gülümsedim, başımı hafifçe eğdim. "Bu, olmayacağın anlamına gelmiyor."

Vera'nın gözlerinde dalgalanan öfke, kıskançlık ve kırgınlık birbirine karışmıştı. Onun acısını, içimde yankılanan bir ezgi gibi hissedebiliyordum. Bana karşı savunma duvarlarını yükseltmeye çalışıyordu, ama bir yanım onun kendine yenildiğini, hislerine teslim olduğunu görüyordu. Onu bu halde görmek beni paramparça ederken, yine de acısına bir nebze bile olsa sebep olabildiğim için garip bir memnuniyet hissettim. Çünkü bu, Vera’nın beni önemsediğini, bana karşı boş olmadığını kanıtlıyordu.

"Ömür boyu benimsin," dedim, sesim yavaş ve kararlıydı. Gözlerini benimkilerden kaçırmasına izin vermeden ekledim. "Hayatımda, kalbimde ve zihnimde yalnız sen olacaksın, Vera."

Nefesi hızlandı. Tüm bedeni, söylediklerime yanıt veriyordu.

"Bir daha kendini başka kadınlarla kıyaslama."

O an, beklenmedik bir şey yaptı. Dudaklarıma doğru eğildi ve usulca, minik bir öpücük kondurdu. Yakıcılığı, en derin arzularımı tetikledi. Bu kadının her bir hareketi, her bir dokunuşu beni sonsuz bir kısır döngüde kaybetmeye sürüklüyordu.

"Peki Viktor Volkov," dedi, gözleri gözlerimdeydi. Sesindeki tını, tüm kontrolümü sarsacak kadar güçlüydü. "beni onlarla kıyaslayacak mı?"

Daha da yakındı şimdi. O kadar ki nefesi cildimi yakıyor, varlığı bütün duyularımı ele geçiriyordu.

"Ya da tamamen bana ait kalacak mı?"

Gözlerimi onunkilerden kaçırmadan, "İlk gördüğüm andan beri bir şey değişmedi," dedim içtenlikle. "Vera, sen aşktan ötesin. Sen benim nefesim, vazgeçilmezimsin."

Bütün gerçekliğiyle ifade etmiştim. Ancak bu kadının benim üzerimde sahip olduğu etki, kelimelerle anlatılamayacak kadar büyüktü. Onu hem kendime saklamak istiyor hem de özgürlüğünden bir zerre kaybetmesini istemiyordum. Ama bu savaş, yalnızca benimle değil, onunla da sürüyordu.

Bakışlarındaki hüzün derinleşti. Gözlerini kaçırarak önüne döndü, kollarını göğsünde kavuşturdu ve sessiz bir isyanla konuştu:

"Bir daha, insanlara… özellikle de hayatındaki kadınlara… benim de kabul ettiğim bir sıfat söylemeni tercih ederim."

Gözleri yeniden benimkilere döndüğünde yakıcı bir öfkeyle kıvılcımlar saçıyordu. Ama bu öfke, kıskançlığın ateşiyle beslenmişti.

"O hayatımda değil," dedim sabırla. "Benim için önemli biri bile değil."

Vera derin bir nefes aldı. Bakışlarındaki yoğunluk beni alt üst etti. Sonunda dudaklarından dökülen kelimeler, beni daha önce hiç kimsenin yapamadığı kadar etkiledi.

"Bir gün özel bir sıfata sahip olacaksam, bunu benim de kabul etmem gerekiyor, Lyubimyy (sevgilim)."

İşte şimdi, yanmıştım.

Arabayı çalıştırırken düşündüğüm tek şey, Vera’dan ayrı kalmanın benim için imkansız olduğuydu. Ne zaman bu kadar bağımlı hale gelmiştim? Ne zaman onun her nefesi, benim varlığımın sebebi olmuştu? Bilmiyordum. Bildiğim tek şey, Vera’yı kaybetmek gibi bir lüksüm olmadığıydı. O, benim en büyük savaşımdı. Ama aynı zamanda, en büyük zaferim olacaktı.

(Vera)

Viktor arabayı çalıştırdı ve önce Kızıl Meydan’a gittik. Oranın ihtişamı nefes kesiciydi. Sonra Aziz Vasil Katedrali’ne geçtiğimizde gözlerim, içerideki zengin freskler ve benzersiz mimariyle büyülendi. Onun yanımda olması, bu anı daha da eşsiz kılıyordu.

Katedralden ayrıldığımızda beni Zaryadye Parkı’na götürdü. Parkın içindeki cam köprüden Moskova Nehri ve Kremlin’in panoramik manzarasına bakarken Viktor yanıma yaklaştı. O koca şehrin bütün görkemi karşımızdayken, varlığını her zerremde hissediyordum.

"Manzara eşsiz," dedim, gözlerimi nehirden ayırmadan.

"Burada eşsiz olan tek bir şey görüyorum, Vera," dedi Viktor.

Bu basit cümle, kalbimin en hassas yerine dokunmuştu. Bakışlarındaki derinlikle, sözleri arasında saklı kalmış anlamla savunmasızdım. Elime uzanmak istediğini fark ediyordum, ama her zamanki gibi centilmenliğini koruyordu. Sadece varlığı bile, dünyamı sarsmaya yetiyordu.

Tam o sırada fark ettim: Etrafımızda çok fazla koruma vardı. Sürekli bir tedirginlik hali... Viktor’un hayatının bu yönü beni yoruyordu. Onun için endişelenmek, bir tehdit unsuru aramak... Kendimi bildim bileli sevdiklerimi kaybetme korkusuyla yaşıyordum. Ailemi küçükken kaybetmiş, onları tanıma şansı bile bulamamıştım. Şimdi Viktor... hayatımda böylesine derin bir yer edinmişken, ona adım atmak cesaret isteyen bir savaştı.

Kolumda nazik bir dokunuş hissettiğimde düşüncelerim dağıldı.

"Ne düşünüyorsun, güneşim?" dedi Viktor, sesi düşük ama bir o kadar da yumuşaktı.

"Hayatımda daha önce hiçbir erkeğe dair bir düşüncem, isteğim ya da hayalim olmadı. Ama seninle ilgili her şeye sahip olmak istiyorum. Ama..."

Cümlelerim dökülürken bakışlarındaki umudu yakaladım. Ama bu umut kırılgandı. Tek bir yanlış hareketle parçalanacak gibiydi.

"Seni kaybedemem, Viktor."

Sesim titredi. Söylediğim her kelime, içimdeki korkularla harmanlanıyordu.

"Vera?"

Kolumu hızla çektiğimde irkildi. Bakışlarındaki şaşkınlık ve acı beni derinden etkiledi, ama devam ettim:

"Seni kaybetme hissiyle başa çıkamam. Sadece hayatın ve olduğun kişi değil… seni kaybetme korkusu da beni mahvediyor."

Sözlerim bitmişti, ama ruhumda yankılanan korku hâlâ bitmemişti. Viktor bir adım atıp beni kendine çekti. Başımı göğsüne yasladığımda kalp atışları, benim karmaşık duygularımı yatıştırıyordu. Viktor’un yanında hissettiğim güven ve huzur tarifsizdi. Ama gerçekler acıydı. Ve hiçbir gerçek saklanamazdı.

"Her şeyi unutup seni evime kaçırmak istiyorum," dedi Viktor, sesi kulağımın hemen dibindeydi. Nefesinin sıcaklığı içimi titretti. "Benimle gelir miydin?"

"Viktor..."

"Söyle, malysh. Bir kere, o güzel dudaklarından beni istediğini duymak istiyorum."

Başımı olumsuz anlamda salladığımda gözleri bulutlandı. Umutsuzluğunu saklamaya çalışıyordu, ama içindeki fırtınayı görebiliyordum.

"Benden kaçıyorsun, moye solntse. Bu değişmeyecek, değil mi?"

Ona bir umut vermek, her şeyin yoluna gireceğini söylemek istedim. Ama Viktor’un yanında mantıklı bir açıklama yapmak imkânsızdı. O, benim tüm sınırlarımı alt üst ediyordu.

"Hep susuyorsun, malysh. Sanırım beni esas mahveden bu."

"Bazen, görünenden fazlası yoktur Viktor. Görünenler de... beni ürkütüyor. Belki bir gün, bir şeyler değişir."

"Aşk bunun için yok mu, Vera? Zorlukları aşmak, cesaret etmek ve savaşmak için?"

"Belki ben bir savaşçı değilimdir."

Kalpler pusulalar gibidir, diye bir söz okumuştum bir zamanlar. Yönünü kaybettiğinde kalbine bakman gerektiğini ifade ediyordu. Şimdi, Viktor’a doğru bir adım atmaktan korkan ben, kalbime bakmaya cesaret edemiyordum.

"Keşke kalbini dinlediğine inansam, malysh. Bir gün değil, tam o an her şey değişirdi."

Viktor’un yüzüne baktım. O keskin hatlar, mükemmel bir sanat eserini andırıyordu. Ama en çok da gözleri... Derin bir girdap gibi beni içine çekiyordu.

"Sana aşığım, Viktor. Bu asla değişmeyecek."

Alt dudağımı ısırdığımda bakışları oraya kaydı. İçimdeki tüm korkulara rağmen, ona bu kadar açık olmaktan bir anlık huzur duydum.

"Sana sadece bunu verebilirim. En azından şimdilik."

(Viktor)

O nazlı güzelliği izlerken, tek arzum onu öpmek, kollarıma alıp dünyanın geri kalanını unutmak, bütün zamanı bize saklamaktı. Ama bir şeyleri söylemek için zamanın uygun olmadığını biliyordum. Gerçekler herkesin kaldırabileceği bir yük değildir; her kulak duyamaz, her göz göremez, her kalp hissedemez. İnsan bazen yanarken donar, bazen donarken erir.

O an… bir şeyleri değiştirebilme gücümün olduğu tam o an, harekete geçebilirdim. Onu ikna edebilir, beni dinlemesini sağlayabilirdim. Ama yapamadım. Çünkü onu zorlayamazdım. Vera benim için o kadar derindi ki, onun iradesine dokunmak, kendi ruhumu zedelemek gibiydi.

Bu an geçti ve ben biliyordum; kalbim bu anda, tam burada kalacaktı. Her şeyin değişebileceğine inandığım bu an kalbime hapsoldu. Artık içimde bir düğüm, izi geçmeyecek bir yara vardı. Keşke…

Ama bu hayatta keşkeden daha geç kalan bir şey yoktu.

"Chert!" (Kahretsin!) dedim içimden. Vera olmadan devam edemezdim. Onsuz nefes almak bile anlamsızdı.

O sırada Andrei yaklaştı. Kulağıma eğildi ve özel teknenin yarın hazır olacağını söyledi. Planımı daha da şekillendirmişti. Vera’yı Moskova Nehri’nde bir gezintiye çıkaracaktım.

"Tamam," dedim soğuk bir tonda. Andrei uzaklaşırken Vera’ya döndüm.

"Yorulmadıysan seni bir yere daha götürmek istiyorum," dedim, sesimdeki yumuşaklık fark edilir şekilde artmıştı.

"Yorgun değilim," dedi, yüzünde hafif bir tebessümle.

Elimi ona uzattım. Zarifçe gülümsedi ve elimi tuttu. Bu küçük hareket bile ruhumu huzura boğuyordu.

Onu Arbat Caddesi’ne götürdüm. Her zamanki gibi hareketliydi. Vera bir yerde durdu ve sokak müzisyenini dinlemeye başladı. Sonrasında cebinden para çıkarıp ona verdi. Hareketleri, içindeki nezaket ve zarafet… Beni bir kez daha büyüledi.

"Sanırım müzik ve danstan asla vazgeçemeyeceğim," dedi, sesi bir melodi gibi tatlıydı.

Ona farkında olmadan garip bir bakış atmış olacağım ki duraksadı.

"Senin de kabullenemediğin şeyler var," dedi biraz mahcup bir sesle.

"Benim sorunum senin bale yapman değil, malysh," dedim gözlerimi onun gözlerine sabitleyerek. "Bale senin için ne anlama geliyor, bunu asla görmezden gelmem. Sorun, senin göz önünde olman. Çünkü sana çekiliyorum, malysh. Her gün yanında olurum, dansınla büyülenirim. Sen ışığınla herkesi büyülerken, ben seni bir mucize gibi yüceltirim. Ama işte tam da o an, dikkatim dağılır. Seni kıskanırım. Ve ışığını çalmak isteyenleri göremeyebilirim."

Sözlerimle kendimden bile korkmuştum. Elim farkında olmadan yumruk olmuştu. Vera’nın yanında gerildiğini hissettim.

"Yanında olamadığım her an tedirginim, moye solntse. Seni her an korumaya çalışsam da, düşmanlarım da boş durmayacak. Sınırları, korumaları, beni aşacaklar."

"Anna evdeydi, Viktor," dedi birden.

O ismi duyduğumda içimdeki bütün fırtınalar yeniden koptu. Kalbimde bir sancı hissettim.

"Üzgünüm," dedi, sesi bir fısıltı kadar zayıftı. "Söylemek istediğim... ben de korkularımı aşamadım. Ama senin bu durumu reddetme nedenin mantıksız. Anna evdeydi ve yine de…"

Cümlesini tamamlamadı. Gözlerime baktı ve acımı gördüğünden emindim.

"Sanırım ikimizin de aşması gereken travmalar var, Viktor," dedi sonunda.

Haklıydı. Ama onunla ayrı kalmak, kulağa sadece bir bahane gibi geliyordu. Belinden tutup kendime çektim. Yakınlığı, içimdeki fırtınayı yatıştırmaktan çok daha fazlasını yapıyordu.

"Bana destek olmanı isterdim," dedi, sesi her zamankinden daha yumuşaktı.

"Sana her zaman destek olacağım," dedim bakışlarımı ondan kaçırmadan. "Sorun, yanında olmamı istememen."

Kaşlarım çatıldı.

"Beni uzaklaştırıyorsun, malysh. Benim ol, yanımda kal. Hayallerini yine gerçekleştirmene yardım ederim. Ama onların yardımıyla değil. Onlara ihtiyacın yok."

"Giselle rolü benim için önemli, Viktor. Kuğu Gölü ve Giselle baleleri benim rüyamdı."

Onu yavaşça bıraktım. İçimi çekerek gözlerimi yere indirdim.

"Zaten bunu yapıyorsun, değil mi Vera?" dedim usulca. "Evet dedin, beni yok saydın ve hâlâ beni dinlemiyorsun."

Bakışlarındaki tereddüt ve inanç arasında kayboldum. Onu anlıyordum. Ama anlamak her zaman yeterli değildi. Çünkü Vera… O benim her şeyimdi. Ve onsuz bir gelecek, gelecek değildi.

Telefonu çaldığında, gözlerindeki öfke bir anda yerini şaşırtıcı bir sakinliğe bıraktı. Cevap verirken sesinde beliren hafif yumuşaklık, dudaklarımın kenarına keskin bir çizgi çekti.

"Merhaba Maksim. İyiyim, sen?"

Bir süre karşı tarafı dinlerken yüzündeki ifade değişti. Gözlerinde o tanıdık ışıltı beliriverdi. Mutluydu.

"Pazartesi dokuzda görüşürüz."

Telefonu kapattığında göz göze geldik. Ancak daha sözlerimizi tartacak fırsat bulamadan, iki şey aynı anda oldu.

Caddenin ritmi bir anda değişti. İnsanların yüzlerinde endişenin şekillendiği, telaşlı adımların arttığı o an, gözlerim Vera’ya takıldı. Göğsünde—tam kalbinin üzerinde—bir kırmızı nokta. Tam kalbinin üzerinde titreyen ölümcül bir işaret... Zaman durdu.

Reflekslerim benden önce hareket etti. "Andrei!" Sesim soğuk bir emirle yükseldi, kelimeler sert bir bıçak gibi havayı kesti. Vera’yı kendime çekerken, caddede patlayan çığlıklar bir fon müziği gibiydi. İnsanlar sağa sola kaçışıyordu, ama ben sadece bir şeye odaklanmıştım: Onu korumak.

Etrafımızdaki kaos bir senfoni gibi büyürken, zihnimde bir netlik vardı. Tehlike gerçekti ve yakındı. "Za-sçi-şçay-te pa-ha-na! (Pakhan’ı koruyun!)" diye haykırdı Andrei, sesi çevredeki silah seslerinin içinde yankılanıyordu.

Korumalar, birbirlerini kollayarak etrafımızı sardılar. Betonun üzerine düşen kurşunların yankısı, kalbimdeki öfke ve korkunun bir yansıması gibiydi. Vera’yı sıkıca kavrarken, apartman girişine doğru sürükledim. "İçeri, hemen!" dediğimde, sesimdeki kararlılık en ufak bir tereddüde yer bırakmıyordu.

Kapıyı hızla kapattığımızda, Vera kollarımda hâlâ hareketsizdi. Titreyen ellerim, bir yaralanma belirtisi bulmaya çalıştı. Ellerim hızla bedenini taradı; üzerindeki her kumaş parçasını, her detayı kontrol ettim. Hiçbir şey yoktu. O an, bedenindeki fiziksel sağlamlığını görmek bile içimde bir ferahlık yaratmadı. Çünkü o gözler…

Vera’nın gözleri. O masum elalar, şimdi fırtınanın içinde kaybolmuştu. Korkuyla büyümüş, karanlığın içine çekilmişti. Dizlerinin üzerine çökmek, o korkuyu silip süpürmek istedim. Ama şimdi zamanı değildi.

"İyi misin?" diye sordum, sesimdeki titremeyi kontrol edemiyordum.

Bana baktı, dudakları aralandı, ama kelimeler yoktu. "Viktor…" Sadece adımı söyleyebildi. Fısıltı gibiydi, ama kulaklarımı deldi.

Arabayı çağırttım. O kısa anlarda Andrei’nin emirlerime uyduğunu, diğer korumaların bir çember oluşturduğunu gördüm. Çatışma hâlâ caddede sürerken, biz koridor boyunca ilerliyorduk. Caddenin yankısı kulağımda patlarken, zihnimde sadece bir düşünce vardı: Vera’yı güvenli bir yere götürmek.

Eve vardığımızda, Prizrak ve adamlarım güvenliği sağlamıştı. En ufak bir açık istemediğimi tekrar tekrar vurguladım. Bu ev bir kale olacaktı; her köşesi, her adımı koruma altında. Gözlerim hâlâ Vera’daydı.

Onu odasına kadar bıraktım. Ekaterina'nın memnuniyetsiz bakışlarını görmezden gelerek Vera’yla birlikte yukarı çıktım. Odaya girdiğimizde, bana döndü. O kadar narindi ki, bir an her şeyi unutup sadece ona sarılmak istedim.

Parmak uçlarında yükseldi, yanağımdan öptü. Ama bu bir veda öpücüğü gibiydi; içinde o tarif edemediğim boşluk vardı.

"Teşekkür ederim, Viktor," dedi usulca.

"Vera, ben..." dedim, bir şeyler söylemek istiyordum ama izin vermedi.

"Aynı şeyleri konuşmayalım," diye kesti beni.

Titreyen ellerini görüyordum. Arabada onu ne kadar sıkı sarmış olsam da, yaşadığı korku hâlâ üzerindeydi. Bunun onun için bir travma olduğunu anlamak zor değildi.

Derin bir nefes aldım ve cesaretimi toplayarak sordum:

"Bu gece yanında kalabilir miyim?"

Sözlerim havada asılı kaldı, ardından o beklenmedik yanıt geldi: "Hayır."

"Vera?" dedim, sesimdeki kırıklığı gizleyemeden.

"Lütfen, Viktor. Sadece git."

Onu reddetmek elimde değildi. Alnına bir öpücük kondurdum. Sonra yanağına... Ve en sonunda, dudaklarına. Yumuşaktı, ama tutkuyla doluydu. Her zerremi ona adadığımı anlatacak kadar derin ve uzun bir öpücük.

"Sen benim güneşimsin, Vera," dedim, sesi titreyen bir adamın son çaresiyle. "Beni bu dünyada durdurabilecek tek şey sensin. Bekleyeceğim. Ne kadar sürerse sürsün, bekleyeceğim. Bana gelmeni bekleyeceğim."

Odadan çıkmadan önce son bir kez ona baktım. Gözlerimdeki inadı görmesini istedim. O ise sessizce bakıyordu; içinde yaralı bir kız çocuğunun çığlıkları yankılanıyordu. Onu kollarıma alıp bir daha bırakmamak istedim. Ama Vera... Vera, çözemediğim tek bilmeceydi.

Kalbimi arkamda bırakarak yanından ayrıldım. Dışarı çıkarken gözlerim kalabalığın içinde onu aradı. Boryenk. Oradaydı, Andrei’nin yanında, ifadesi her zamanki sakinliğinden uzaktı. Yanlarına vardığımda, içimde bir volkan patlıyordu. Her hareketim, her nefesim karanlıkla yoğrulmuştu.

Onun yakasına yapıştım, öfkem artık dizginlenemezdi. "Bu kimin hatası?" diye sordum, sesim tehditkâr bir kükreme gibiydi.

"Viktor, sakin ol." Andrei’nin sesi, bir dalga gibi üzerimden geçip gitti. Hiçbir şey sakinleşmemi sağlayamazdı. Boryenk, yakasını elimden kurtarmaya çalışırken yüzündeki ifade beni şaşırttı. Soğuk ve katı olmasına alışkındım, ama şimdi— yüzünde pişmanlık vardı.

Yanlış adama mı güvendim? Bu kadar mı aptalım? Bu kadar mı kör?

Gözlerimi onun gözlerine diktim. "Kim?"

Bir an duraksadı. Bu duraksama, içinde taşıdığı yükün büyüklüğünü belli ediyordu. "Ilya Ovechkin," dedi sonunda.

Ilya. Ekibimde Vera’nın güvenliğinden sorumlu ekibin başındaki adam. Bize bağlı, sadık olması gereken biri. Ama şimdi bu isim, dudaklarımdan tiksintiyle döküldü.

"Ilya mı?" diye tekrarladım. Sanki ismi söylediğimde gerçek daha acı bir şekilde yüzüme çarpacaktı.

"Evet. Babaev’lere çalışıyormuş."

Babaevler... Sözcükler mideme bir taş gibi oturdu. İhanet. Bu kadar yakınımda, bu kadar derinlerde.

Burnumdan soluyarak geri çekildim. Öfke damarlarımı yakıyordu. Ama bunu kanalize etmeliydim. Kontrolü kaybetmek benim için bir seçenek değildi.

"Acele edin," dedim, sesim alçak ama zehir gibi keskin. "Derhal Ilya’yı bulun."

"Lev iş başında."

Boryenk, başını eğdi. O ve Andrei harekete geçerken, gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. İhanetin kokusu, bu gece havayı zehirlemişti. Ama kimse, hiçbir düşman, bu zehrin bizi tüketmesine izin verdiğimizi göremeyecekti.

Arabaya bindiğimde içimden tüm sorunları çözeceğime ve Vera’nın bir gün bana döneceğine dair söz verdim. Ama kendime bile itiraf edemiyordum... Onsuz yaşamaya mahkum bir adam olarak nefes almayı öğrenebilir miydim?

(Vera)

Kapı arkamdan kapanır kapanmaz dünya üzerime çöktü. Viktor’un varlığının yokluğu, odanın sessizliğinde yankılandı. Kalbimde bir düğüm, aklımda dönen kelimelerle yalnız kaldım. İçimdeki fırtına dinmek bilmiyordu.

Kendimi banyoya zor attım. Gözyaşlarım, ne kadar bastırmaya çalışsam da artık kontrol edemediğim bir şekilde yanaklarımdan süzülüyordu. Üzerimdeki kıyafetleri çıkarırken ellerim titriyordu. Su omuzlarımdan aşağı süzülmeye başladığında derin bir nefes almayı denedim. Ama göğsümdeki ağırlık geçmiyordu.

Kendi kendime tekrar ettim: "Bugün bir kez daha yenildim."

Her damla suyla birlikte gözlerimde canlanan o sahne... Kırmızı ışık... Viktor’un beni hızla kendine çekişi... Etrafımızdaki kaos. Ama asıl kaos o anda dışarıda değil, benim içimdeydi.

Bugün sadece bir tehdit değildi beni sarsan. Bugün, eskiden beri içimde taşıdığım korkunun yeniden ortaya çıkışıydı.

Ben küçük bir bebektim, bir aileye, bir sıcaklığa, bir güvene muhtaç olduğum zamanlarda onları kaybettim. Ama o eksikliği, her gün hissettim. Hayatımı şekillendiren, tanımadığım yüzlerin bıraktığı boşluktu. İnsan ailesine dair hiçbir şeyi hatırlamazken bile bir şekilde o sevgiyi arıyor. Yokluğu ise her anında bir yara gibi hissettiriyor.

Büyüdükçe bu kayıp bir kimlik haline geldi. Bir sevgiye, bir insana tutunduğumda, o küçücük çocuk içimden sesleniyordu: "Kaybedeceksin."

Ve bugün o ses bir kez daha kazandı.

Kendimi banyodaki soğuk duvara yasladım. Su hâlâ üzerimden akıyordu ama hiçbir şey beni sakinleştiremiyordu. Ellerim titreyerek Viktor’un bana bu gece bıraktığı sıcaklığı aradı. O, yanında olduğumda beni tamamlıyordu. Ama şimdi... şimdiyse hiçbir şey yeterli değildi.

Gerçeklere yenildim.

Viktor’a bir şey olma düşüncesi, onun hayatının bir tehdit altında olması, benim en derin korkumun bir simgesiydi. Çünkü ben bir daha sevdiklerimi kaybetmek istemiyordum. Ama bu korkuyla yaşarken, ona tutunmak da bir savaştı. Ve tüm bunlar olurken kendimi de kaybetmek istemiyordum.

Duşu kapattım ve aynanın karşısına geçtim. Buharın arkasında kalan yansımama baktım. Kimdim ben? Geçmişi belirsiz, korkularıyla savaşamayan bir kadın mı? Yoksa hayatıma gelen bu adamın ışığıyla güçlü olmaya çalışan biri mi?

Bugün savaşamadım. Bugün korkularıma yenildim.

Ama Viktor’un gözlerindeki umudu unutamıyordum. Bana "Bekleyeceğim," demişti. O an gözlerindeki kararlılık, içimde bir ışık yakmıştı.

Belki bir gün... sadece bir gün...

Yavaşça elimle buharlı aynayı sildim. O anda gözlerimde yeni bir kararlılık gördüm. Bugün kaybettim, ama bu hikâye bitmemişti. Geçmişimden gelen korkularım ne kadar büyük olursa olsun, Viktor’la paylaştığım aşk onlardan daha güçlü olabilirdi.

Adımlarım beni yatağa götürdü. Geceyi sarmalayan karanlıkta gözlerimi kaparken, içimdeki o küçük ses fısıldıyordu:

"Bugün gerçeklere yenildin, Vera. Ama aşkın yarını var. Eğer cesaret edebilirsen, bir gün sen kazanacaksın."

Bölüm : 22.12.2024 14:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...