YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"İçimizdeki müzik sustuğunda hayatın notalarını duyarız." – Vera Vasiliev
(Vera)
Aşk, geçmiş zaman kipini ortadan kaldıran yegâne duyguydu. Çünkü aşk, bir kez yaşanıp geçmişte bırakılan bir hatıra değil; sürekli ileriye akan, geleceğe uzanan bir nehirdi. Bazen susar, bazen dile gelirdi. Ama ne olursa olsun, aşk daima umutla el ele yürürdü.
Viktor’la birkaç gündür hiçbir şekilde iletişim kurmamıştık. Ne bir mesaj geldi ondan, ne de ben ona yazdım. Kendime dönmeye karar vermiştim. Kitap okudum, ruhumu dinlendirdim, koşuya çıktım, evdekilerle zaman geçirdim. Zihinsel ve bedensel olarak dans provalarına hazırlanıyordum. Her gün yoga ve esneme hareketleri yaparak bedenimi esnekleştiriyordum. Bu birkaç gün bana iyi gelmişti ama Viktor’dan ayrı kalmak içimde derin bir özlem yarattı. Onu deli gibi özlediğimi fark ettiğimde, bu ayrılığın yükü taşınamaz hale gelmişti.
Pazartesi sabahı uyandığımda...
Ter içinde kaldığımı fark ettim. Bir elim göğsümdeydi. Rüyam hâlâ zihnimde yankılanıyordu. Viktor, gözlerimin önünde kalbinden vurulmuştu. Ona doğru koşuyordum ama bir türlü ulaşamıyordum. Zaman duruyor, mekân kararıyordu. Sonra sahne değişmişti. Dizlerimin üstüne çökmüş halde, ışıkların altında yalnızdım. Beyaz bir tütüyle sahnenin ortasında duruyordum. Aniden bir el ateş sesi yankılandı. Kalbimde bir acı hissettim ve yere yığıldım. Ellerimde kan vardı...
Uyandığımda nefesim düzensizdi. Rüyadan kaçamadığım gibi, üzerimdeki ağırlıktan da kurtulamıyordum. Elim telefona gitti. Saat henüz 6’ydı. Parmaklarım titreyerek mesaj yazdım: "İyi misin?"
Telefon aniden çaldı. Kendimi durduramadan açtım.
"Bir şey mi oldu, malysh?" Viktor’un sesi, benimkinden farksız bir şekilde düzensizdi.
Sorusunu yok sayarak sordum: "İyi misin, Viktor?"
"İyiyim," dedi tereddütle. "Ama senin sesin iyi gelmiyor."
"Kötü bir rüya gördüm."
"Anlatmak ister misin?"
"Seni ben mi uyandırdım?" diye sordum, kelimelerim istemsiz bir akışla dökülürken.
"Hayır. Hiç uyumadım. Bu aralar iyi uyuyamıyorum. Spor yapıyordum."
"Anladım."
"Rüyanı anlatmayacak mısın?"
Bir an sustum. İnsanlar genelde kötü rüyalarını hatta yaşadıkları kötü olayları başkalarına anlatır, içlerini boşaltır ve rahatlarlar. Ama ben bunu hiçbir zaman yapamadım. Belki de yalnız büyüdüğümden, içimi dökecek kimsem olmadığından... Şimdi Viktor’la her şeyimi paylaşabilecek kadar güvende hissetsem bile, kelimeler dudaklarımın kıyısında boğuluyordu.
Ruhum, ona doğru kanatlanmak istiyordu ama bedenim beni bulunduğum yerde zincirliyordu. İşte böyle anlarda, olduğum ana hapsolurdum. Ne ileri gidebilirdim ne de geri. Yarımdım. Bunu tüm hücrelerimde hissediyordum. Ama kıpırdayamıyordum.
"Sorun değil," dedim sonunda. "Şimdi daha iyiyim."
Ama daha iyi değildim. Viktor bunu biliyor muydu? Emin değildim. Aşk, bazen kelimelerden fazlasını gerektirirdi. Ama ben o an susmayı seçtim. Belki suskunluk da bir dildi. Viktor derin bir şekilde içini çekti.
"Kötü rüyalar çoğunlukla gerçekleşmez, güneşim."
Viktor'un derin nefes alışı, telefonda yankılandı. "Sadece bilinçaltımızın bize oynadığı oyunlardır. Her zaman en kötüsünü bekleme. Bu hayatta en kötü senaryolardan bazılarını yaşamış biri olarak söylüyorum; o anı yaşamak, endişelerden daha hafif kalıyor. İkisi de ruha baskı yapar ama korku... korku, kalbi ezip geçiyor."
Sesindeki yumuşaklık, rüyamın bıraktığı gölgeyi hafifçe silkeliyordu. "Haklısın," dedim ama kelimelerim ruhsuzdu, inandırıcı değildi.
"Yanına gelsem..."
Hemen cevap verdim, neredeyse refleksle: "Hayır, Viktor."
"Tamam." Hafif bir tereddüt duyuldu sesinde, sonra ekledi: "O zaman biraz daha uyumaya çalış, güneşim. Saat henüz çok erken."
"Görüşürüz, Viktor."
"Umarım, malysh."
Telefon kapandığında, rüyamın gölgesi biraz hafiflemişti belki ama Viktor’un varlığı, kalbime daha ağır bir yük bırakmıştı. Odada daha fazla duramazdım. İçimdeki huzursuzluğu atmanın bir yolu yoktu ama hareketsiz kalmak, bu ağırlığı taşınmaz kılıyordu.
Hemen giyindim ve dışarı çıktım. Borya ile Orrel, her zamanki gibi kapıda beni bekliyorlardı. Borya hemen eline telefonu alıp mesaj yazarken onu görmezden geldim ve Orrel’le birlikte koşuya başladım. Bir saat boyunca koştuk; hiçbir şeyi çözmeyen, aksine içimdeki düğümleri daha karmaşık hale getiren bir saat... Adımlarım hızlı, nefesim düzensizdi ama hiçbir yere varamıyordum.
Odama döndüğümde sıcak bir duş aldım. Su, bedenimi rahatlatmış olsa da ruhumdaki düğümlere yetmedi. Duştan çıktığımda, Maksim’in verdiği stüdyo adresine gitmek için hazırlanmaya başladım.
Bale eteği, en sevdiğim pudra rengi leotardı, çorapları ve patikleri çantama yerleştirdim. Rahat bir elbise giydim, yanıma gerekli olabilecek her şeyi aldım. Sabahki huzursuzluğuma heyecan ve korku da eklendi. Hepsi birbirine karışmıştı. Midemdeki bulantıyı bastırmak için bir muz yemeye karar verdim.
Eşyalarımı alıp aşağı indiğimde Ekaterina yeni uyanıyordu.
"Vera?"
"Günaydın."
Ekaterina bana bakarken, yüzümden düşen bin parçayı fark etmemesi imkânsızdı. "Günaydın kızım, erkencisin."
"Bugün öyle oldu."
"Provan bugün başlıyordu, değil mi?"
"Evet."
"Gel, senin için bir şeyler hazırlayayım."
Başımı hafifçe iki yana salladım. "Gerek yok, Ekaterina. Midem bulanıyor. Muz yesem yeter."
Onun beni dikkatle incelediğini hissediyordum. Yargılayıcı değildi; endişeliydi, ama sessizdi. Elimdeki eşyaları bıraktım ve mutfağa yöneldim. Dolaptan bir muz aldım.
"Ivan birazdan kalkar," dedi Ekaterina arkamdan. "Seni istediğin yere götürür, dönüşte de alır."
"Sorun değil," dedim sakince. "Viktor’un adamları da dışarıda."
Ekaterina bir şey söylemedi, sadece karşıma oturdu ve muzumu bitirene kadar sessizliğini bozmadı. Tam o sırada Ivan içeri girdi.
"Günaydın, Bayan Vera."
"Günaydın, Ivan."
Ekaterina’ya döndüm, gülümsemeye çalıştım ama yarım kaldı. "Ben geç kalmadan stüdyoya gitmeliyim. Eğer bir aksilik olmazsa prova dört gibi biter."
"Tamam, kızım. Akşam yemeği için ne hazırlamamı istersin?"
"Hafif bir şeyler, Ekaterina. Teşekkür ederim."
Ekaterina’nın yüzünde, hafifçe beliren bir şefkat vardı. "Görüşürüz, kızım."
"Görüşürüz."
Gülümsemeye çalışarak yanından ayrıldım. Kapıdan çıkarken, yalnızca bir güne daha başlamıyordum. Bir şeylerin değişmek üzere olduğunu, ama neye dönüşeceğini bilmediğimi hissediyordum. Hayat, sessiz bir adım gibi ilerliyordu. Gözle görülmeyen ama ruhla hissedilen bir adım...
Ivan beni dikkatle takip etti. Ivan’a gideceğimiz adresi söyledim ve arabaya geçerken, çevrede hafif bir hareketlenme hissettim. Göz ucuyla fark ettiğim iki aracın yanı sıra, Borya ve Orrel’in beni takip etmek için arka arabaya bindiklerini gördüm. Dört araç yola koyulduk.
Şehir merkezine doğru ilerlerken, yağmur öncesinin o kasvetli havasını arabadan izledim. İnsanlar koşar adımlarla işe yetişmeye çalışıyor, ellerinde çantalarla telaşla yürüyordu. Sokak köşelerinde sevgililer el ele durmuş, yağmur öncesi rüzgarın tadını çıkarıyor gibiydi. Hayat sıradanlığını sürdürüyor, ben ise bu ritmin dışına itilmiş gibi hissediyordum.
Ve sonra yağmur başladı. Gözlerim camın üzerinde süzülen damlalara takıldı. Bir işaret arıyordum. Bu, hep yaptığım bir şeydi—özellikle yeni bir başlangıç öncesi. Sıradan bir detayın bana umut veya güç verdiğini hissetmek isterdim. Ama dışarıda yalnızca hızlıca kalabalığın içine karışan şemsiyeler ve hızlanan adımlar vardı.
On dakika daha ilerledikten sonra, arabamız güzel ve tarihi bir binanın önünde durdu. Ivan bana döndü, yüzündeki ciddiyet hiç değişmemişti.
"Bayan Vera, saat dörtte burada olacağım."
"Tamam, Ivan. Eğer bir şey değişirse seni ararım."
"Anlaşıldı. İyi şanslar."
Kısa bir gülümsemeyle teşekkür ettim ve arabadan indim. İner inmez gördüğüm şey, nefesimi kesmeye yetti. Bir işaret.
Viktor.
Siyah boğazlı kazağı, kusursuzca oturan pantolonu ve yere kadar uzanan haki yeşil paltosuyla, yağmurun ince perde gibi düştüğü sokakta bir heykel kadar muazzam duruyordu. Elinde tuttuğu siyah şemsiye, yüzündeki zarif ve durgun ifadeyi gölgelemeye yetmiyordu. Gözlerinde her zamanki soğukkanlılık yerini yumuşak ama yoğun bir parıltıya bırakmıştı. Durgundu, ama aynı zamanda içinde bir fırtına saklıydı. Yağmur taneleri omuzlarına düşerken, bütün bu görüntü sanki dünyayı sessize alıyordu.
Gözlerimi ondan alamadım. Kendimi tutamadan birkaç hızlı adımla yanına koştum ve kollarına atıldım. Varlığı beni anında sardı. Kokusunda, dünyadaki bütün huzuru ve karışıklığı bulmuş gibi hissettim.
"Geldin," dedim, sesim neredeyse bir fısıltı kadar hafifti.
"Sen söz konusu olduğunda," dedi Viktor, sesi karanlık bir gecede çakan şimşek gibi derin ve güçlüydü, "her kuralım, her sınırım, yıkılmak için var gibi görünüyor, malysh. Elbette gelecektim."
Sesi, varlığı gibi büyüleyiciydi. Beni hafifçe geri çektiğinde yüzündeki ifadeyi görebildim. Gözlerinde, geçmişin ağırlığı ve geleceğin belirsizliği arasında kalmış bir hüzün vardı. Ama gülümsemesi, her şeyi unutturabilecek kadar yakıcıydı.
Elimdeki çantayı aldı. "Hadi," dedi yumuşak ama otoriter bir tonda. "İlk provana geç kalmayalım."
Başımı salladım ve birlikte binaya girdik. Merdivenleri çıkarken onun yanımda olmasının verdiği güveni her hücremde hissediyordum. Bu duygu hem korkutucu hem de bağımlılık yaratacak kadar güzeldi.
Kapıda Maksim bizi bekliyordu. Enerjisi her zamanki gibi yerindeydi, yüzünde geniş bir gülümsemeyle hemen yanımıza geldi.
"Hoş geldin, moya zvezda (yıldızım)," dedi, sesi içten ve neşeli bir tını taşıyordu.
Viktor’un ifadesi bir anda gerildi. Maksim’in bu hitabını sevmediğini anladım. Elimi tutan eli kasıldı, ama yine de herhangi bir şey söylemedi. Sessiz öfkesini kontrol etmeyi her zamanki gibi başardı.
"Hoş bulduk, Maksim," dedim hızlıca. Gerilimi azaltmak istiyordum.
"Nasılsın?" diye sordu Maksim, meraklı gözlerle bana bakarak.
"Heyecanlı," dedim dürüstçe.
"Her şey harika olacak. Arkada bir oda var. Hemen hazırlan ve yanımıza gel. Seni ekipten en değerli üyeleriyle tanıştıracağım."
Başımı salladım, ama Viktor’un beni bırakmak istemediğini hissediyordum. Odaya doğru yürümeye başladığımızda onu nazikçe durdurdum.
"Sen içeri geç," dedim. "Ben hazırlanıp gelirim."
Onu kovuyormuş gibi görünmek istemiyordum. Parmaklarımın ucunda yükseldim ve dudağına hafif bir öpücük konduracakken, Viktor beni anında kendine çekti. Bu bir anlık bir temas değildi; öpücüğümüz bir anda tutku dolu bir girdaba dönüştü. Dudakları, beni kendine hapsetmek istercesine üzerimdeydi.
Nefesim kesilmişti.
Geri çekilmeye çalıştım ama mümkün değildi. Sonunda, nefes nefese kalınca beni serbest bıraktı. Gözlerindeki sıcak bakışlarla üzerimdeki etkisini bildiğini belli eden bir gülümseme ile konuştu.
"Şans öpücüğüydü," dedi hafifçe, sesinde zar zor gizlenmiş bir eğlence vardı.
"Teşekkürler," dedim, sesi titreyen bir gülümsemeyle.
"Şansa ihtiyacın olacağını düşünmüyorum, ama yine de... seni öpmek istedim."
Ona karşılık olarak gülümsedim, çantamı elinden aldım ve hazırlanmak için odama doğru ilerledim. Ama Viktor’un etkisi, daha şimdiden tenimde kalıcı bir iz bırakmıştı.
Odaya girdiğimde hemen hazırlıklara başladım. Bale kıyafetlerimi giyerken, hızlı hareket etsem de her zamanki ritüellerimi tekrarladım. Pudra rengi leotardı ve beyaz bale eteğimi giydikten sonra, saçlarımı sıkı bir topuz yaptım. Çorap ve bale ayakkabılarımı da giydikten sonra çantadan bilekliği aldım. Aynanın karşısında annemden kalan tek yadigâr olan üzerinde minik bir kalp olan bilekliği dikkatlice parmaklarımın arasında çevirdim. Onun varlığı bir şekilde bana cesaret veriyordu. Bilekliği öptüm ve derin bir nefes aldım.
Dışarı çıktığımda Viktor’u koridorda buldum. Bileklik avucumun içinde, ona doğru yürüdüm. "Şimdilik sende kalabilir mi?" dedim, bilekliği ona uzatırken.
Bakışları bilekliğe kaydı. Parmaklarıyla nazikçe aldı ve avucunda tuttu. "Annemindi," diye ekledim, sesim hafif bir titremeyle çatladı.
Başını ağır bir şekilde salladı. Yüzündeki ifadede, geçmişin gölgesi ve bana olan sevgisinin ağırlığı birleşmişti. Bilekliği dikkatlice ceketinin iç cebine koyarken, gözlerindeki kararlılık beni sakinleştirdi. Birlikte provanın yapılacağı salona ilerledik.
Maksim beni görünce gülümsedi. "Gel Vera," dedi Maksim, enerjik bir şekilde. "Seni rejisörümüz Irina, koro şefimiz Yegor ve kareografımız Olga ile tanıştırayım. Bugün baş baletlerimiz Andrey ve Nikolay ile de tanışmanı istedim ama mümkün olmadı. Nasılsa ilerleyen günlerde onlarla da tanışacaksın."
Başımı salladım ve diğerleriyle selamlaştım. Üçü de beni sıcak bir gülümsemeyle karşıladı. Ayaküstü tanışmamızda Irina programın düzeninden bahsederken, Yegor sahne müziğiyle ilgili birkaç teknik detay anlattı. Olga ise yüzüme dikkatlice baktıktan sonra vücudumu incelemeye başladı. Bedenime uygun birkaç basit hareket denetmek istedi.
"Birkaç adım yapmanı rica edeceğim," dedi. "Plié ve relevé ile başlayalım."
Kaslarım hemen harekete geçti. Tüm vücudum uyandı; bu hareketlerin kolaylığı ve zarafeti beni rahatlatırken, Olga başıyla onayladı. "Çok iyi," dedi. "Bir de grand jeté görmek istiyorum."
Salonda havalanırken, onun her detayımı gözlemlediğini hissettim. "Harika bir esneklik," diye mırıldandı. "Giselle’in zarafetini taşıyabileceğini görmek sevindirici."
Maksim söz aldı. "Sponsorlar ve yapımcı için bir şey göstermemiz gerekiyor. Giselle balesinin birinci perdesini prova edeceğiz. Özellikle son sahnenin sunumu etkili olacaktır. Vera, hazır mısın?"
Hazırdım. Provaya başladık.
Sahne, Giselle’in masumiyetini, sevgiyle dolu ruhunu ve onu bekleyen trajik kaderi anlatan dokunaklı bir andı. Yegor piyanonun başındaydı, bana işaret verip yavaşça müziğe başladı. Notalar havada yankılanırken, vücudumu ritmin içine bırakmaktan başka bir şey düşünmedim.
Önce yumuşak ve zarif bir şekilde, adagio temposunda hareket ettim. Ellerim ve kollarım, havayı kucaklayan dalgalar gibi yavaşça yukarı kalktı. Développé à la seconde yaparak sol bacağımı kontrollü bir şekilde havaya kaldırdım; bu, Giselle’in narinliğiyle uyum içinde bir dengeydi.
Sonra, hareketlerim hızlandı. Assemblé ile hafifçe sıçradım, ardından pas de bourrée couru adımlarıyla sahnenin ortasında zarif bir şekilde döndüm. Pirouette en dedans ile kendi eksenimde bir dönüş yaparken, eteklerim havada dans eder gibiydi. Olga kenarda başını sallayarak memnuniyetini belli etti.
Müziğin temposu değiştiğinde, hareketlerimdeki neşe yerini bir kırılmaya bıraktı. Giselle’in aşkı için mücadele ettiği o son anlar geldiğinde, enerjim tükendi. Gövdem öne doğru büküldü ve cambré ile geriye doğru eğilirken, kollarım çaresizce yere doğru uzandı. Gözlerim hayali bir sevgiliye dikilirken, bu hareket Giselle’in ruhunun derin kederini ifade ediyordu.
Son an geldiğinde, sahnenin merkezinde bir arabesque penchée pozisyonunda durdum. Ayaklarım yerde sabit, vücudumun üst kısmı neredeyse yere paraleldi. Bu hareket, Giselle’in hem fiziksel hem de duygusal olarak parçalanışını temsil ediyordu.
Müzik bir anda kesildi. Gövdem serbestçe yere düştü ve failli ile zarif bir çöküşe geçtim. Yerde dizlerimin üstüne çökerken, ellerim çaresizlikle göğsüme kapandı. Son bir kez yukarı baktığımda, Giselle’in trajedisinin son damlasını sahneye bırakıyordum.
Sessizlik.
Olga’nın yüzü, bir sanatçının eserini ilk kez görmüş gibi şaşkın bir hayranlıkla dondu. Maksim, kollarını kavuşturmuş, gözlerindeki memnuniyeti gizlemeye çalışmıyordu. Irina alkışlamak ister gibi ellerini kaldırdı.
"Bravo," dedi Yegor, derin bir nefes alarak. "Giselle’in ruhunu sahneye taşımakla kalmadın adeta onu yaşadın. Bu harika bir başlangıç."
Ama gözlerim kenarda sessizce beni izleyen Viktor’a kaydı. O, hiçbir şey söylemeden, sadece bakışlarıyla beni alkışlıyordu. Ve o bakışlar, sessizce her şeyi anlatıyordu.
Sonra tempoyu artırdık, öğleden sonra ikiye kadar ara vermeden çalıştık.
Olga, keskin bir bakışla her hareketimi takip ediyor, bedenimin sınırlarını zorlarken aynı zamanda Giselle’in ruhunu yansıttığımdan emin olmak istiyordu.
"Bugünlük son kez müzik eşliğinde prova alalım," dedi Olga, kendinden emin bir sesle. "Sonra yarına kadar dinlenmeni istiyorum."
Başımı sallayarak onayladım. Orta sahnenin merkezine doğru ilerlerken nefesimi düzenlemeye çalıştım. Müzik başlamadan hemen önce gözlerim, alışkanlıkla Viktor’u aradı. Gözleri üzerimdeydi; bakışları öyle yoğun, öyle derindi ki, omurgam boyunca sıcak bir titreme hissettim. Mavi-gri gözleri beni tamamen esir almıştı.
Yegor’un işaretiyle piyano, notaları salona yaymaya başladı. Müzik havayı doldurduğunda, dünya bir anda benden uzaklaştı. Tüm varlığım Giselle’e ait bir hayalete dönüşüyordu. Müzik, yalnızca kulaklarıma değil, ruhuma dokunuyordu. Viktor’un varlığı her hareketimi güçlendirirken, Giselle’in aşkını ve kırılganlığını bedenimde hissettim.
Adagio temposunda, hareketlerim yumuşak ve zarifti. Önce bir plié ile başladım; dizlerim yavaşça bükülürken ayak parmaklarımda denge buldum. Vücudumun her parçası esniyor, eteğim havada hafif bir dalga gibi süzülüyordu. Ellerim, duygularımı kelimeler olmadan anlatan birer yelpaze gibi havaya yükseldi.
Bir adım ileriye doğru hafifçe eğilip arabesque pozisyonuna geçtim. Sağ bacağım geriye doğru uzanırken, kollarımı bir kuşun kanatları gibi açtım. Giselle’in naif aşkını ve kırılganlığını bu anın içine sıkıştırmaya çalıştım. Ayak parmaklarım üzerinde yükselerek relevé yaptım; hareketin zarafeti ve dengesi, Giselle’in ruhunun dalgalanmasını temsil ediyordu.
Müziğin temposu yükseldikçe, hareketlerim de aynı oranda hızlandı. Glissade adımıyla sahnede hafifçe süzüldüm, ardından assemblé ile yere güvenle iniş yaptım. Birkaç hızlı pas de bourrée adımıyla sahnenin diğer tarafına geçerken, bedenim notalarla bir bütün olmuş gibiydi. Her adım, her dönüş, Giselle’in tutkusunu ve acısını yansıtıyordu.
Sahnede dans etmiyordum, yaşıyordum. Viktor’un bakışları üzerimdeydi; bu, beni daha da derinlere sürüklüyordu. Kalbim hızlanmıştı, her hareketimle birlikte daha fazla özgürleşiyor ve aynı zamanda daha fazla acı çekiyordum.
Pirouette ile kendi eksenimde dönerken etrafımdaki dünya bulanıklaşmıştı, ama bu bulanıklığın içinde Giselle’in ruhunu derinden hissettim. Dizlerimin üzerine çökerken yine bir failli hareketiyle bedenim çaresizliği ifade etti. Ellerimi yavaşça havaya kaldırdım ve cambré ile gövdemi geriye doğru eğdim; bu, Giselle’in kaderini kabullenişinin sessiz bir çığlığıydı.
Sonunda müzik durdu. Nefes nefeseydim. Gözlerimi açtığımda dünyaya geri döndüm. Salondaki her şey durmuştu; tek hissettiğim, kalbimin hızla atışıydı.
Gözlerim bir kez daha Viktor’la karşılaştı. Bakışlarındaki aşk, tutku ve hayranlık bir fırtına kadar yoğundu. Mavi-gri gözleri koyulaşmıştı; alt dudağını düşünceli bir şekilde ısırdığını fark ettim. O an, salondaki herkesi ve her şeyi unuttum.
Viktor’un gözlerinde gördüğüm şey, sevginin ve arzunun saf haliydi. Bu, kalbimi daha da sıkıştırdı; çünkü Giselle’in hissettiklerini anlıyordum. Onun gibi, ben de birini sevmek için sınırlarımı zorlamış, ruhumun derinliklerini ona açmıştım.
Olga bana doğru yürüdü. "Bu... en etkileyici olanıydı," dedi, sesi titriyordu.
Oysa ben sadece Viktor’un varlığıyla dans etmiştim. Çünkü sahnede olsam da ruhum onun bakışlarının içinde dans ediyordu.
"Moya zvezda…" Maksim'in sesi salonun sessizliğinde yankılandı. Bakışları hayranlıkla doluydu. "Tanrım, bizi büyüledin."
Dikkatimi toplayarak diğerlerine döndüğümde, aynı şaşkınlık ve hayranlıkla bana baktıklarını fark ettim. Maksim birkaç adım yaklaşıp elimi zarifçe tuttu ve dudaklarına götürdü. "Sen Giselle olmak için doğmuşsun."
Gururla gülümsedim, ama yanaklarımdaki sıcaklığı bastıramadım. "Teşekkür ederim."
Tüm övgüler beni fazlasıyla utandırdı. Olga, önce diğerlerine sonra bana baktı. "Bugünlük bu kadar yeter. Çok iyi iş çıkardın, Vera. Eve gidip kaslarını dinlendirmelisin. Ilık bir banyo iyi gelecektir."
"Tamam," dedim yorgun ama huzurlu bir şekilde.
Maksim, "Yarın sabah dokuzda burada ol," diye ekledi. Başımı sallayarak onayladım. Sonra Viktor’a doğru yürüdüm.
Ben yaklaşırken Viktor ayağa kalktı. Gözlerindeki koyu mavi-gri fırtına beni bir kez daha içine çekti. Elini uzatarak çenemi hafifçe kavradı ve dudaklarımı yakıcı bir öpücükle mühürledi. Bu öpücük, yalnızca sevgiyle değil, hayranlık ve tutkunun en saf haliyle doluydu.
Dudaklarından ayrıldığında, sesi yumuşak ama derindi. "Sen benim mucizemsin, Vera. Beni de büyüledin."
Bu kelimeler, onun o güçlü duruşunun ardında sakladığı duyguların bir yansımasıydı. Kalbim göğsümde çırpınıyordu. "Teşekkür ederim," diye fısıldadım.
Bakışları, dans provası için hâlâ üzerimde olan kıyafetlere kaydı. "Üşütmeden giyin," dedi, sesi talimat verir gibi ama endişeli bir tonla. "Sonra bir şeyler yemek için vaktin var mı?"
Hafifçe başımı salladım. "Kaslarım ağrıyor. Eve gitsem daha iyi olur."
Hayal kırıklığı, gözlerindeki o güçlü fırtınayı bir an için dağıttı. Ama sadece bir anlığına. Elimi nazikçe tutup beni salondan çıkararak soyunma odasına götürdü. Kapının önünde durdu, içeri girmedi. "Seni bekliyor olacağım," dedi alçak bir sesle.
Hızla üzerimi değiştirip elbisemi giydim. Saçlarımı toparladıktan sonra boynuma ince bir havlu sardım. Soyunma odasından çıktığımda Viktor’un dalgın bir şekilde yere bakarken buldum. Verdiğim bileklik parmaklarının arasında, düşünceli bir şekilde oynuyordu. Önüne kadar gelip durduğumda bile beni fark etmedi.
"Gidebiliriz," dedim nazikçe.
Başını kaldırdı, ama tam çıkmaya hazırlanırken bileğimden hafifçe tuttu. Bakışları benimkine kenetlendi; içinde bir yardım çığlığı saklıydı. "Bana gelsen olmaz mı?" dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar alçaktı. "Seni çok özledim."
Kalbim sıkıştı. Cümlesindeki her kelime, yüreğimin en hassas yerlerine dokunuyordu. "Dinlenmem gerekiyor," dedim hafif bir çekinceyle.
"Dinlenmeni sağlarım," dedi anında. "Bir gece, Vera. Sadece bir gece. Kokunla uyumaya ihtiyacım var."
Onun bu kadar savunmasız konuşmasına alışık değildim. Kalbim mantığımla savaşırken, içimde bir yerde Viktor’un yanında olmanın doğru olduğuna dair bir his yükseldi. Sessizliğim ona bir cevap gibi gelmiş olacak ki bakışları biraz daha umutsuz hale geldi.
"Peki," dedim sonunda.
Gözleri parladı. Sanki karanlık bir odada küçük bir ışık yanmış gibiydi. Ona umut verdiğimi biliyordum. Ama hangimiz umut olmadan yaşayabiliyorduk ki? Ayrıca ben de onu özlemiştim. Viktor elimi tuttu ve beni arabaya doğru yönlendirdi. Bakışları, kalbimde yankılanan bir sözü fısıldıyor gibiydi: Biz, birbirimize aitiz.
Arabaya bindiğimizde, Ivan’ı aradım. Telefonu açar açmaz sesim, sanki onu ikna etmeye çalışıyormuşum gibi fazla net ve kararlı çıktı.
"Bu gece Viktor’da kalacağım."
Ivan bir an sessiz kaldı. Bu kısa sessizlikte bile onun Ekaterina’yla birlikte bu kararımdan hoşlanmayacağını hissettim. Ama umurumda değildi. Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Viktor, herkesin üzerinde bir öncelikti. Hayatımın merkezinde, kalbimin tam ortasında duruyordu.
Yalnız yanımda otururken bile durgundu. Gözleri yola odaklanmış, bir şeyleri ölçüp tartar gibiydi. Bilekliği sessizce bana uzattı.
"Annenden sana hatıra kalan bir şey olduğunu düşünmemiştim," dedi alçak bir sesle.
Bir süre bilekliğe baktım, ardından dikkatlice çantamın içindeki küçük keseye koydum. "Bir tek bu var," dedim sessizce.
Bilekliğe dikkatle baktı. "Güzelmiş," dedi, ama sesi bir parça uzaktı.
Bir süre boyunca konuşmadık. Sadece yanımda oturup uzaklara dalmış gibi görünen Viktor’un sessizliğinde, onun içindeki bir savaşı izler gibiydim. Yolda, Andrei ile Rusça birkaç kelime konuştu. Anlamasam da tonlamaları bir şeylerin yolunda olmadığını ima ediyordu.
Malikaneye yaklaştığımızda gözlerim gördüklerimle büyüdü. Kocaman bir arazi, her yerde dolaşan iri yarı korumalar ve koruma köpekleri... Buradaki atmosfer, Viktor’un dünyasını anlamamı sağlıyordu. Güç ve ihtişam, ama aynı zamanda soğuk bir yalnızlık.
Arabadan Andrei’nin yardımıyla inerken Viktor çantamı eline aldı ve hızla yanıma geldi. Hiçbir şey söylememe fırsat bırakmadan beni girişe yönlendirdi. Kapı açılmadan önce son gördüğüm giriş kapısının her iki yanında duran kurt heykelleri oldu.
Kapıda bizi kahyası karşıladı. Viktor kısa bir tanıştırma yaptı.
"Vera, bu Vadim. Vadim, Vera’yı zaten tanıyorsun."
Vadim başını hafifçe eğdi. "Hoş geldiniz, Bayan Vera."
"Hoş bulduk," dedim nazikçe.
Vadim, işinin ehli bir adamdı. "Banyo hazır," diye bilgi verdi.
"Çantadaki giysiler yıkanacak, yarına hazır olması gerekiyor," dedi Viktor kısaca. Vadim görev bilinciyle yanımızdan ayrıldı. Viktor elimi tuttu ve beni üst kata götürdü.
Odaya girdiğimizde, odanın ihtişamı da malikane gibi nefesimi kesti. Yüksek tavanlı, gösterişli bir alan... Büyük bir şömine, zarif bir balkon ve yatak başlıklarına oyulmuş kurt motifleri... Bu odaya dair her şey, Viktor’un karmaşıklığını, zarafetini ve gücünü aynı anda yansıtıyordu.
Paltoyu çıkardı ve benimkini almak için uzandı. "Ilık bir banyonun iyi geleceğini söylemişlerdi. Önce dinlen, sonra akşam yemeğinde görüşürüz."
Başımı salladım, ama odadaki bir detay dikkatimi çekmişti. Komodinin üzerinde bir kadın fotoğrafı duruyordu. Beyaz bir ten, mavi gözler ve siyah saçlar… O kadar narin ve güzel bir yüzü vardı ki bir adım yaklaşıp istemsizce çerçeveye dokundum.
"Anna mı?" diye sordum.
Viktor arkamda durmuştu. "Evet," dedi alçak bir sesle. "Bu fotoğrafı hâlâ kaldıramadım."
Fotoğrafı yerine nazikçe bıraktım. "Çok güzelmiş."
Ona döndüm. Gözlerinin derinliklerinde sakladığı acıyı fark etmemek imkânsızdı. "Gerçekten üzgünüm, Viktor. Keşke onu kaybetmeseydin. Keşke sevdiklerimizi hiç kaybetmesek." Sesim titredi. "Biliyorum, imkânsız bir dilek… Ama bu, acıyı daha az yapmıyor. Yıllar geçse de o yara hep bizimle kalıyor."
Sözlerim Viktor’un dikkatini çekti. Bakışları derinleşti ve bir an için bir şey söyleyecek gibi göründü, ama vazgeçti.
"Ben seni yalnız bırakayım," dedim, sessizliği bozmak istemeyerek.
Tam çıkmaya yönelmişken Viktor elimi yakaladı. Yumuşak bir şekilde beni yan odaya, büyük bir elbise odasına götürdü. Odanın bir yanı Viktor’ diğer yanı da bir kadına ait giysiler ve aksesuarlarla doluydu. Şaşkınlıkla oradaki her şeye bakarken, Viktor sakin bir sesle konuştu.
"Hepsi senin."
"Ne?" dedim, şaşkınlıkla ona dönerken.
"Benimle yaşayacağını düşündüğüm için ihtiyacın olan her şeyi aldırmıştım." Makyaj aynasını işaret etti. "Orada da kullandığın tüm kozmetik ürünler var."
Kelimesiz kaldım. "Viktor… ben…" Nefesim düğümlendi.
Omuzlarını silkerek, umursamaz bir tavır takındı. Ama o anda ne kadar kırılgan olduğunu görmüştüm. "İşlerle ilgileneceğim," dedi kısa bir sessizlikten sonra. "Sonra yanına gelirim."
Giysi odasından birlikte çıkarken, onun sessizliğinin ardındaki fırtınayı çözmeye çalışıyordum. Viktor her zamanki gibi değildi. Gölgelerin arasında kaybolmuş gibiydi. Ve bu, kalbimi daha çok sıkıştırıyordu.
Sonra hızlı ve kararlı adımlarla komodine yürüdü ve fotoğrafı eline aldı. Odadan çıkarken onu durdurmak ya da sormak istedim, ama cesaret edemedim. Belki de görmemden rahatsız olmuştu. Ancak en önemli soru zihnimi kurcalıyordu: Neden bu kadar dalgın ve gergindi?
Düşüncelerimi bir kenara bırakıp üzerimdeki kıyafetleri çıkardım ve giysi odasındaki kirli sepetine attım. Çantam hâlâ aşağıdaydı, bu yüzden başka seçeneğim yoktu. O sırada, benim için hazırlanmış büyük küvete gözüm takıldı. İçine lavanta yağı eklenmişti — en sevdiğim. Küvetin içine girerken derin bir nefes aldım. Ilık su, kaslarımı rahatlatırken zihnimi de sakinleştiriyordu. Ama Viktor’un dalgın yüzü, gözlerimi kapattığımda bile gitmiyordu.
Yaklaşık yarım saat boyunca suda kaldım. Vücudum gevşemişti, ama kalbim aynı huzuru bulamıyordu. İşim bittiğinde küvetten çıkıp bir havluya sarındım ve banyodan çıktım. Viktor’un odada olduğunu görünce bir an durakladım.
Bakışları beni baştan aşağı süzerken yüzündeki kasılmayı fark ettim. Bu, tanıdığım Viktor değildi. Hiçbir şey söylemeden giysi odasına yöneldim. Ancak arkamdan geldiğini hissetmek için dönmeme gerek yoktu. Huzursuzca kıyafetleri incelerken, varlığını her hücremde hissediyordum. Bakışları üzerimdeydi; beni izliyor, adeta hareketlerimi tartıyordu.
Sonunda sessizliği bozarak yanıma geldi. Aniden belimden tuttu ve beni kendine çevirdi.
"Viktor, lütfen…" dedim, sesimde hem şaşkınlık hem de rahatsızlık vardı.
Yanında sadece bir havluyla durmak garipti, daha önce bu kadar yakınlaşmamıştık. Ama o beni susturdu. Bakışları karanlık ve tutkuluydu. Yüzündeki gölgeler, onun içindeki fırtınayı açığa çıkarıyordu.
Dudakları, dudaklarıma değdiğinde tüm düşüncelerim havaya karıştı. Öpüşü sertti, başımdaki havluyu nazik ama kararlı bir şekilde çıkardı ve saçlarımı eline doladı. Parmaklarının dokunuşu tenimde yankılanırken bir an için kontrolünü kaybetmiş gibiydi.
Ama kontrolü kaybeden sadece o değildi.
Elleri kalçama ilerlediğinde onu durdurmak için bir adım geri çekildim. "Neler oluyor, Viktor?" dedim, sesim titrek ve endişeliydi.
Bakışlarıma karşılık verdi, ama yüzündeki karanlık gölgeler hâlâ oradaydı. "Senden uzak duramıyorum," dedi, sesi derin ve kırılgan bir yankı taşıyordu.
Fakat bu, yeterli bir cevap değildi. Gözlerinin derinliklerinde bir şeyler gizliydi, çok daha ağır bir şey.
"Başka bir sorun var," diye ısrar ettim. "Ne olduğunu bana söylemeyecek misin?"
O da bir adım uzaklaştı. Bakışları karardı, dudakları sıkıca kapandı. Bir kere daha, içindeki fırtınanın duvarına çarpmıştım. Daha önce de böyle olmuştu; geçmişini benden sakladığında. Ama bu kez onu böylesine mahveden şeyin ne olduğunu öğrenmeden durmayacaktım.
Ona sırtımı döndüm ve nazik bir sesle, "Çıkar mısın, Viktor? Giyinip yanına geleceğim," dedim.
Kısa bir süre durakladı. Bakışları hâlâ üzerimdeydi, ama sonunda bir şey demeden odadan çıktı. Havlumu sıkıca tuttum, derin bir nefes alıp giyinmeye başladım.
Saçımı kurutup odaya döndüğümde, Viktor’u balkonun önündeki tekli koltuklardan birinde buldum. Omuzları çökmüş, bakışları boşluğa dalmıştı. Sessizlik, odayı ağırlaştırıyordu. Kalbindeki yük, gözle görülür hale gelmişti.
Sessizce yanına gittim. Elini tutup onu ayağa kaldırdım. Direnmeden beni takip etti. Onu yatağa götürdüm ve yanına uzandım. Başını göğsüme koymasını sağladım.
"Viktor, neyin var?" diye sordum, sesim fısıltı kadar yumuşaktı.
Cevap vermedi. Ama sessizliği her zamankinden daha gürültülüydü.
"Seni bu kadar üzen, yıpratan şeyi öğrenmem gerekiyor," dedim, biraz daha cesur bir tonla. "Lütfen?"
Aramızdaki sessizlik, daha da derinleşti. Bir kez daha böyle bir duvara çarptığımı hissediyordum. Ama bu kez vazgeçmeyecektim.
"Söyle, Viktor," dedim, sesimde yavaşça yükselen bir kararlılıkla. "Yoksa yanından giderim."
Sözlerim odayı doldurduğunda, onun nefesi kesildi. Kalbinin atışlarını göğsümde hissedebiliyordum, ama artık sessizliğine izin vermeyecektim. Gerçeği öğrenmeden bu odadan çıkmayacaktım.
Başını kaldırdığı an, mavi gri gözlerinde fırtınalar patladı. O fırtınalar ki beni sarmalayacak, ruhumu altüst edecekti. Sert bir hareketle üzerime çıktığında, içimde korkuyla heyecanın birleştiği bir düğüm oluştu. Nefesim, kontrolüm dışında kesilmişti.
"Viktor..."
Adını fısıldadım, o kadar kısık, o kadar zayıftı ki yankısı bile kaybolmuştu.
"Bir daha beni gidişinle tehdit etme, Vera. Yeter."
Sesi keskin bir bıçak gibi, duygularıma saplandı. Önce dudaklarımı buldu, sonra boynuma doğru ilerledi. Öpüşleri, tutkulu bir fırtına gibiydi, her seferinde beni biraz daha ele geçiriyordu. Eli, nazik ama kararlı bir şekilde bacağıma dokundu.
"Sen benimsin."
Bu hali… bu sertliği bana yabancıydı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Onun gücü, kaçış yollarımı kapatmıştı. Dudakları tekrar benimkini bulduğunda nefesi düzensizdi; bir volkan gibi patlamaya hazır.
"Bugün beni çıldırttın," diye fısıldadı, sesi bir okşayış kadar yumuşak, ama sözleri bir ateş kadar yakıcıydı. "Çok güzelsin, Vera. Sende gördüğüm şeyi başkalarının fark edeceğinden korkuyorum."
Elbisemin fermuarına dokunduğunda içimde bir panik yükseldi. Ona aşıktım, bundan emindim. Ama yaşanabilecek her şeye hazır olduğumdan emin değildim. Ya da onun bu kadar kontrolünü kaybetmesine sebep olan şeye... Kafamda sorular dolaşıyor, içimdeki gerginlik daha da artıyordu.
"Viktor, beni korkutuyorsun."
Bir an için duraksadı. Bakışları gözlerime odaklandığında, sanki beni ilk kez görüyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.
"Vera?"
Hemen geri çekildi. O kadar ani bir hareketti ki pişmanlığını neredeyse bedeninde bile hissediyordum.
"Ben... Özür dilerim, Vera."
Yatağın kenarına oturdu, ama gitmesine izin vermedim. Sessizce sırtına sarıldım, onu bırakmaya hiç niyetim yoktu.
"Viktor, neyin var? Bugün iyi değilsin. Lütfen artık benden saklama."
Derin bir nefes aldı, ardından kısık bir iç geçirme. Kelimeler, karanlık bir ağırlıkla döküldü dudaklarından:
"Bugün Anna ile bebeğimin ölüm yıl dönümü."
Tanrım... İşte bu yüzden gözleri o kadar boş ve dalgındı, bu yüzden içindeki fırtına dinmiyordu. Bir anda her şey anlam kazandı. Fotoğrafa neden o şekilde baktığını, neden bu kadar gergin olduğunu, bana davranışının sebebini anladım.
Ona döndüm. Gözlerime bakmaktan kaçınıyordu. Bu müziğin sustuğu anlardan biriydi. Onun melodisi durmuştu. Sessizlikte yankılanan tek şey, acının keskin notalarıydı. Kalbimizin müziği bazen susardı, böyle anlarda hayatın notaları konuşurdu. O notalar tek bir şey fısıldıyordu. "Acının olduğu her yerdeyim."
"Özür dilerim, Vera."
Dudaklarını susturdum. Bu acıyla özür dilemesi gerekmiyordu. Kalbinden taşan acıya karşı tek istediğim, onun iyiliğiydi. Gözünden süzülen bir damla yaş, kalbimi kesti. İçimde yankılanan bu acıyı susturamadım; ona sarıldım ve sessizce ağladım.
Onun acısı bir bumerang gibiydi. Hem onu hem de beni yaralıyordu. Geri çekildiğimde, gözleri kadar ifadesi de karanlıktı. Nefesi düzensizleşti ve kelimeler bir yakarış gibi döküldü dudaklarından:
"Pomogi mne dyshat. Nefes almama yardım et, Vera."
Ne yapacağımı bilmiyordum, ama tereddüt etmedim. Onu kendime çektim ve düşünmeden dudaklarına dokundum. Şefkatle, onu iyileştirmek istercesine. Bu öpücük, aramızdaki sessizliğe bir merhem oldu.
Bu kez beni yavaşça yatırdı, ama hareketleri eskisinden farklıydı. Daha sakindi. Nefesi, dudaklarımda hissedilirken ikimiz de huzur buluyorduk. Başını göğsüme yasladığında, tüm dünya sessizleşti. Parmaklarım saçlarını nazikçe okşadı ve o anda bir tek şey diledim: Huzur, mutluluk ve iyileşme.
O, kalbime doğru yaslanıp uykuya dalarken, her ikimizin ruhu o an dinlenmek için bir liman bulmuştu.
Viktor
Uyandığımda başım Vera’nın boyun kıvrımına yaslanmıştı. Teninden yayılan sıcaklık içimde kayıp bir huzuru çağırıyordu. O da derin bir uykudaydı, yüzünde masum bir sakinlik vardı. Saatin yediyi gösterdiğini fark ettiğimde gözlerimi yorgunluğumdan kurtarmak istercesine ovuşturdum. Gece boyunca uykusuz kalmıştım.
Geçmişin hayaletleri, zihnimde yankılanan o karanlık geceyle tekrar üzerime çökmüştü. Anna’nın ve bebeğimin kaybı... Bu yıl dönümü beni paramparça ediyordu. Günlerdir Vera’dan uzak kalmam yetmezmiş gibi dün gece sınırlarımı zorlamış, neredeyse her şeyi mahvedecek hale gelmiştim.
Yanımda kıpırdanışı beni bu düşüncelerden çekip aldı. Henüz uyanmamıştı, ama her hareketi, her hali, sanki ışığı yeryüzüne dökülen bir yıldız gibiydi. Onun masum güzelliğini izlerken içimde bir pişmanlık büyüdü. Yanında kontrolümü kaybetmiştim. İçimdeki fırtına, neredeyse Vera’ya zarar verecekti.
Kendi karanlığımın onun huzurunu bozmasına nasıl izin verebilmiştim? Derin bir nefes aldım, ama bu nefes içimdeki pişmanlığı hafifletmedi. Belki Vera haklıydı. Belki de benden uzak durmalıydı. Belki onun saf ışığı benim gölgelerimden korunmalıydı.
Alt dudağımı sertçe ısırdım. Düşüncelerim, ruhum ve kalbim bir arada çığlık atıyordu. Gerçek apaçık ortadaydı: Vera’sız yapamazdım. Onsuz dünya gri, karanlık ve donuk bir boşluktan ibaretti. Kalbimin soğuk duvarları, onun sıcaklığı olmadan yeniden buz keserdi. Vera benim güneşimdi; mucizemdi.
Yüzüne düşen bir tutam saçı nazikçe kenara çektim. Dudakları aralıktı ve sanki sessiz bir yakarışla benim adımı söylüyordu. Başparmağımı o dudakların kıvrımına dokundurdum, nefesim düzensizleşti.
"Bez tebya ne mogu," diye fısıldadım. Sensiz yapamam, Vera.
Sözlerim rüzgar kadar hafifti, ama ona ulaştı. Gözlerini yavaşça araladı, hala uyku mahmurluğu yüzündeydi. İlk anda neler olduğunu kavrayamadı, ama bakışlarımız buluştuğunda aniden doğruldu. Ellerini yüzüme koydu. Parmaklarının sıcaklığı, acıyan ruhumu yatıştırıyordu.
"İyi misin?"
Sesi endişeyle doluydu. Bu hali beni hep altüst ederdi. Onun bakışlarında endişe görmek istemiyordum; orada yalnızca aşk ve mutluluğun yansımasını arzuluyordum.
Bir an gözlerimi kapattım ve gerçeği düşündüm. İyi değildim. Geçmişin yükü beni hâlâ ezip geçiyordu. Ama Vera yanımdayken... onun varlığı, iyi olabileceğim bir dünyayı hayal etmeme olanak sağlıyordu.
"Sen yanımdayken nefes almayı başarabiliyorum," dedim. Sesim alçak ama kesin bir tondaydı. "Sen benim güneşim, ışığım, mutluluğumsun."
Sözlerimle bakışları değişti. Alt dudağını ısırdı; düşünceli bir ifadeyle ellerini yüzümden çekti. Gözlerini benden kaçırdı ve parmakları, yatağın örtüsüyle oynamaya başladı.
Onun bu sessiz dalgınlığına bakarken, içimde bir kor alev aldı. Her geçen an, onun varlığını daha derinden hissediyor, daha çok ona bağlanıyordum. Vera, benim kurtuluşumdu. Ama ben onun yükü olmayı istemiyordum.
Ellerimi onun narin ellerine uzattım, örtüyle oynayan parmaklarını tuttum ve başımı eğerek ona fısıldadım: "Sen, Vera… beni hayata bağlayan tek şeysin."
O an, bakışlarımız bir kez daha buluştu ve her şey, bir süreliğine, olması gerektiği gibi görünüyordu.
"Viktor, beni hep sevecek misin?"
Sesi alçak ve titrek bir fısıltı gibiydi, ama kelimeleri kalbimin derinliklerinde yankılandı. O anda içimde bir karmaşa başladı; bu soruyu sorması beni sarsmıştı.
"Elbette, Vera," dedim, biraz şaşkın ama kararlı bir şekilde. "Bu nasıl bir soru..."
Sözümü tamamlamadan tekrar sordu: "Bana her zaman güvenecek misin?"
Gözlerine baktım, ama bu kez tereddütle. Bu soruların nedeni neydi? Bu kadar masum ama bir o kadar da derin bir korkuyu içinde taşımasına ne sebep olabilirdi?
"Neden bunları soruyorsun?" diye sordum.
"Viktor," dedi, sesi biraz daha titreyerek, "Lütfen cevap ver."
Bir an sustum. Cevapları yalnızca sözlerle değil, hislerle vermek gerekiyordu. "Evet, Vera," dedim, ona olan sevgimi tüm samimiyetimle hissettirmeye çalışarak.
Ama o durmadı. "Peki," dedi, sesi şimdi daha güçlü, ama gözlerinde hala bir çekingenlik vardı, "bundan sonra gerçekleri, kendi gerçeklerini benimle paylaşacak mısın?"
Başımı yavaşça salladım. Sözcüklerim yeterli değildi, ama hareketlerim ona gereken güveni verebilirdi.
Vera dizlerinin üzerine doğruldu. Hareketindeki zarafet ve kararlılık beni büyülerken, yüzünde gördüğüm çekingenlik, kalbimi sızlattı. Gözlerindeki masumiyetle bana baktı ve sessizliği bir bıçak gibi kesti:
"Daha önce bir erkekle öpüşmedim bile, Viktor," dedi. Sesi bir itiraf kadar çıplak ve savunmasızdı. "Jack ve Frannie dışında hiç ev arkadaşım olmadı. Yetimhanede büyürken bile yalnız bir çocuktum. Birlikte nasıl yaşanır, sevgililer nasıl davranır… bilmiyorum. Seninle ne yapacağımı bile bilmiyorum."
Alt dudağını gergin bir şekilde kemirdi. Gözlerini benden kaçırdı. Onun bu hali, tanımakta zorlandığım bir duyguyu, savunmasızlık ve samimiyeti, bambaşka bir boyutta hissetmeme sebep oluyordu.
"Ama," diye devam etti, sesi şimdi daha kararlıydı, "beni zorlamazsan, zaman tanırsan ve bana karşı her zaman açık olursan..."
Sözleri havada asılı kaldı. Derin bir nefes aldı. Kafamda sorular dönse de bekledim. Ona istediği zamanı ve alanı vermekten başka bir şey yapamazdım.
Sonunda gözlerini kaldırdı, bakışları doğrudan bana kilitlendi. "Seninle yaşamayı deneyeceğim," dedi. "Bugünden itibaren."
Sözcükler kulaklarımda yankılanırken bir an afalladım. Doğru duyduğumdan emin olmak istiyordum. Bakışlarım onun gözlerinde kayboldu. Masum, dürüst ve içtendi. Güzelliği, o an tüm duygularımı kaplayan tek şeydi.
"Bu duyduğum..." dedim, ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Nefesim yetmedi. Fakat bu kez, nefessiz kaldığım an mutlulukla doluydu. Tarifsiz bir mutluluk...
"Seninle yaşayacağım, Viktor," diye tekrarladı, sesi bu kez daha nazik ama kararlıydı. "Ve senin olacağım."
Bu sözlerle birlikte, sanki hayatımın eksik kalan notası tamamlanmıştı. Ama o cümlenin devamı vardı. Bir şey daha söylemek istiyordu.
"Yine de..." dedi, dudaklarının titrediğini fark ettim. "Seninle bazı konuları konuşmamız gerek. Ve..."
Onu nazikçe yatağın üzerinde kaydırdım ve bir kez daha üzerine eğildiğimde sözlerine devam edemedi. Çünkü onu, nefes almasına dahi izin vermeyecek kadar derin ve tutkulu bir şekilde öpüyordum. Dudaklarımız bir araya geldiğinde dünyadaki tüm zaman durmuş gibiydi. Ve sonra, dudaklarıma doğru adımı fısıldadı:
"Viktor..."
Adımı dudaklarından bir dua gibi işittiğimde, içimdeki tüm duygular alev aldı. Kalbim tutuştu, ruhum onun sıcaklığıyla doldu. O anda, bir insanın başka bir insana tamamen ait olabileceğini anladım.
"Bugün bana dünyaları verdin," dedim. Sesim bir itiraf kadar güçlü, ama bir fısıltı kadar nazikti. "Seninle yaşamak, Vera... hayatımın en güzel armağanı olacak."
Sözlerimin ardından bir kere daha dudaklarımız buluştu. Bu öpücük, yalnızca bir temas değil, bir yemin, bir bağlayıcı sözdü. Kalbim hızla atıyor ve her vuruşunda yalnızca onun adını söylüyordu: Vera.
Fısıldadım, kelimeler yüreğimden akıyordu: "Vso şto mne nuzhna tvoya lyubov'. Tı mne nuzhen." Gözleri gözlerimde buluştu. Bu kez, her şeyden daha kararlıydım. "Tek ihtiyacım olan senin sevgin. Sana ihtiyacım var, güneşim."
Onun gözlerinde bir ışık yandı. Dudakları bir gülümsemeye döndü, ama bu gülümseme, kalbimin en derin yerine dokunan türdendi. Ve sonra, içimde yankılanan o üç kelimeyi söyledi:
"Seni seviyorum, Viktor. Her zaman seveceğim."
Dünyanın tüm ağırlığı o anda üzerimden kalktı. Sadece biz vardık. Sadece o ve ben. Gözlerine bakarak usulca söyledim: "Ben de seni çok seviyorum, güneşim. Sonsuza kadar seni seveceğim."
O gece, yaşamlarımızın yeni başlangıcıydı. Yemek masasında sessiz ama anlamlı bakışlarla konuşarak birlikte bir şeyler yedik. Bugün, hem fiziksel hem de duygusal olarak yorulmuştuk. Ama o yorgunluk bile, birlikte olmanın verdiği huzurun önüne geçememişti.
Yemekten sonra, el ele odamıza çıktık. Odamıza. Artık o, yalnızca benim dünyam değil, benim yuvamdı. Vera hazırlanıp yanıma geldiğinde, yanımda bir meleğin varlığını hissediyordum. O gece, hayatımda ilk kez böylesine bir huzurla uyudum.
Vera artık benimdi. Ama bundan daha önemlisi, ben onun olmuştum.
O benim her şeyimdi. Kalbim, ışığım, güneşim.
Ve o gece, Vera'nın sıcaklığına sarılıp uyumadan önce kulağına yalnızca bir şey fısıldadım:
"Ty — moye nebo i moya zemlya, "dedim, nefesim onun ritmiyle uyumlanırken. "Sen benim gökyüzüm ve yeryüzümsün."
O, benim için dünyadaki en özel kişiydi.
Ve her zaman öyle kalacaktı.
"Stan' moyim dyhaniyem, Vera. Nefesim ol, Vera."— Viktor Volkov
Okur Yorumları | Yorum Ekle |