YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
Bu bölüm giriş kısmında şiddet içeren bir sahne bulunmaktadır. Ayrıntılı değildir. Kurgu gereği yazılmıştır.
"Ütopya ile hayalin arasındaki fark, gerçeklerin kırıkları ile hayal kırıklıklarıdır. Bazen hangisinin canımızı daha çok yaktığı ise belirsizdir." — Viktor Volkov
(Viktor)
Sabah gözlerimi açtığımda Vera’nın yüzünü görmek... Bu, dünyanın sunduğu en nadide mucizeye tanıklık etmek gibiydi. Hayat, Anna’dan sonra sadece bir gölgeye dönüşmüştü. Yalnızlık; sessiz, keskin ve her şeyden vazgeçişle yoğrulmuş bir boşluktu. Ama Vera... Vera, karanlık bir kışın ortasına doğan güneş gibiydi. Buz tutmuş kalbimi sıcağıyla eritti ve fark etmeden beni tamamen ele geçirdi.
Onu seyrettim. Teninin narin dokusu, sakin nefes alışları... Sanki nefes alışı bile ruhuma işleyen bir ezgiydi. Gözlerini yavaşça araladığında, o muhteşem ela gözleriyle bana baktığında, dayanamadım. Onu kendime çektim.
"Her an böyle yakıcı bir güzelliğe sahip olman... Seninle ne yapacağım, Vera? Ya da nefesimi kestiğinde..."
Gülümsedi. O an, kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladı. Bir kanıt ister gibi baktı bana, yanında olduğuma dair bir işaret. Ve ben, kalbimdeki sevgiyi onun dudaklarına sunarak karşılık verdim. Öptüm onu; nazik, ama tutkulu bir şekilde. Bir elim saçlarına gitti; dokusu, ipek gibi parmaklarımda kayıyordu. Vera’nın nefesi hızlandığında, kontrolümü kaybetmek üzereydim. Ama geri çekildim. Çünkü Vera benim en değerli varlığımdı. Eğer bir gün tamamen benim olacaksa, bu ancak onun seçimiyle olmalıydı.
"Günaydın, güneşim," dedim alçak bir sesle, ellerimle onun saçlarını okşarken.
"Günaydın, Viktor," dedi, dudaklarında zarif bir tebessümle. "Her sabah böyle uyanmak güzel olabilir."
Kalbimdeki her kas, her hücre sevinçle dolarken, "Kalbimi ve beni bu sözlerle zorluyorsun, malysh," diye fısıldadım. "Ama asıl mucize, senin varlığın. Büyüleyicisin."
"Kaç oldu saat?" diye sordu.
"Yediye geliyor. Kahvaltı için vaktimiz var. Acıktın mı?"
"Evet, Viktor."
Ayağa kalkarken her hareketini izledim. Minik adımları öylesine zarifti ki, sanki yere basmıyor, havada süzülüyordu. Adımları bale yaptığı anlar kadar hafif, ruhumu okşayan bir melodi kadar etkileyiciydi. Giysi odasına ilerlerken peşinden gittim.
Elbiselerini seçişini izledim. Temizlenmiş bale kıyafetlerini çantasına yerleştirirken yüzündeki o tatlı ifadeyi... Ve sonra bir şarkı mırıldandı; sesi, hayatımın suskun anlarını ilmek ilmek işleyen bir senfoni gibiydi.
O an zihnime düşen kelimeler beni tamamen sardı. İçimdeki boşluk alev alev yandı.
Yuva bir yer değildi. Yuva biriydi. Ve Vera benim yuvamdı.
Bakışlarım Vera’nın zarif bedeninde gezindi; gözlerim onu sarmalar gibi üzerindeydi. İçimde beliren bu yoğun arzuyu bastırarak önüme döndüm ve gardıroptan bir takım elbise seçmek için elimi uzattım. O sırada Vera, hiç beklemediğim bir şekilde arkama sarıldı.
"Her ne düşünüyorsan, umarım iyi bir şeydir. Lütfen artık üzülme, Lyubimyy (sevgilim)," dedi yumuşak bir sesle.
Bunu gerçek anlamıyla ve hiçbir kızgınlık taşımadan bana ilk kez söylüyordu. Kalbim bu sözcüklerle dolup taşarken, yüzümde istemsizce beliren gülümsemeyi engelleyemedim. Ona döndüm, ellerimi yüzüne götürdüm ve nazikçe alnından öptüm.
"Senin beni ne kadar büyülediğini düşünüyordum, sevgilim."
Son kelimemi duyar duymaz güldü. O gülüş… Duyduğum en eşsiz tınıydı. Harika bir müziğin en güzel ezgisine benziyordu.
"Sana artık sevgilim diyebilirim, değil mi? En son bunu konuştuğumuzda, ancak senin kabul ettiğin bir sıfatla sana hitap edebileceğimi söylemiştin."
"Unutmamışsın," dedi, dudaklarında zarif bir tebessümle.
"Seninle ilgili şeyleri unutmam mümkün değil, Vera. Sen ve sözlerin yalnızca zihnime değil, kalbime de kazındın."
Sözlerin ağırlığı havayı doldurdu. İkimiz de duraksadık, nefes almak neredeyse imkânsız hale gelmişti. Ama o yanımdayken, nefese neden ihtiyaç duyacaktım ki? Yavaşça Vera’nın boynuna eğildim. Mis gibi kokusunu içime çekerken onu öptüm. Ellerimin altında titreyen bedenini hissettiğimde, bu kadar nazik bir varlığa olan sevgimle neredeyse eziliyordum. Onu zorlamamak için geri çekildiğimde yüzünün kızardığını fark ettim.
Arkamı dönüp takım elbise seçmeye hazırlanıyordum ki Vera önüme geçti. Elimi tutup gardıroptan bir tane seçti. Onun bu içten hareketine, beni yönetmesine, hatta hayatımı ele geçirmesine bile seve seve izin verebilirdim.
"Teşekkür ederim, güneşim."
"Bir şey değil, Viktor."
Üzerimi değiştirmek için tişörtümü çıkardığımda, bakışlarının üzerimde olduğunu fark ettim. Dövmelerimi zaten biliyordu, ama gözleri şimdi kolumdaki dövmeye odaklanmıştı. Ailemin sembolü olan kurt dövmesi…
"Ailenin sembolü… Gerçekten güzel," dedi, sesi hafif bir hayranlıkla.
"Evet."
Birden ciddileşti. O zeki bakışlarıyla beni inceledi.
"Lakabın var mı?"
Bu soruyu bekliyordum ama vereceğim cevabın onu ürküteceğini de biliyordum. Dün ona bir söz vermiştim; asla ondan bir şey saklamayacağıma dair. Ve ben her zaman sözlerimi tutardım.
"Chyornyy Volk. Kara kurt anlamına gelir. Bir de…"
Gözleri beklentiyle bana kilitlendi. Ona gerçeği söylemeden devam edemezdim.
"Vulcan."
"Volkan..." Kelime neredeyse bir fısıltı gibi dudaklarından döküldü. Düşüncelerini öğrenmek için bekledim. Bakışlarını yere eğdi.
"Etkileyici ama ürkütücü."
Nazikçe çenesini tuttum ve yavaşça başını kaldırdım. Gözlerinin içine bakarken yumuşak bir sesle fısıldadım: "Senin için ürkütücü değilim, Vera. Ama düşmanlarım için... öyle olmak zorundayım."
Gözleri bulutlandı, ama konuşmamayı seçti. Hafifçe başını salladı ve derin bir nefes aldı.
"Düşüncelerim değişmeyecek, Viktor. Üzgünüm. Ama şu an bunları konuşmayalım, olur mu? Birbirimizi üzmeyelim... sadece çok sevelim."
"Sana olan sevgimin asla bir sınırı olamaz, Vera."
"Benim de, Viktor."
Sözleri kalbime kazınırken, parmaklarının ucunda yükseldi ve yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. Bu basit dokunuş bile dünyamı yerinden oynatmaya yetiyordu.
"Acıktım, sevgilim. Hadi hazırlanalım."
Onun seçtiği kıyafeti alıp odadan çıkmasını izledim. Odanın boşaldığı an, yalnızca birkaç saniyede hazırlandım. Vera’nın olduğu her anı, onun kokusunu, varlığını ve sıcaklığını hissetmek için acele ediyordum. Çünkü Vera, yalnızca sevgilim değil, benim bütün dünyamdı.
Vera banyodan çıkıp saçlarını havluyla kurularken, ben de son dokunuşları yaparak hazırlanıyordum. Parfümümü sıktıktan sonra dışarı adım attım ve o anda Vera’nın giydiği tulumu gördüm. Sırtındaki derin V dekolte hemen dikkatimi çekti ve içimde bir huzursuzluk dalgası yükseldi.
Arkasını dönmüşken ona yaklaştım, sesim alçak ama kesin bir tonla çıktı.
"Yeni bir kıyafet giyer misin?”
Bana döndüğünde gözlerinde şaşkınlık vardı. Haklıydı, çünkü bu kıyafeti ona ben almıştım.
"Beğenmedin mi?" diye sordu.
Sözcüklerimden ziyade, ellerimle ne demek istediğimi anlatmayı tercih ettim. Parmaklarımı sırtına, dekoltenin başladığı yere doğru yavaşça gezdirdim.
"Fazlasıyla dikkat çekici ve uygunsuz."
"Viktor…"
Sesi kısık ve tınısı baştan çıkarıcıydı. Gözleri yavaşça kapandı, sanki söylediklerim bedenini etkiliyordu. Ama cümlemi tamamladım, tonum bu kez daha yumuşaktı.
"Üstündekini değiştir, malysh. Sonra... yalnız benim için giyersin."
Onu bıraktığımda, bakışlarında küçük ama inatçı bir öfke kıvılcımı belirdi.
"Hayır."
Söyleyişindeki kesinlik beni şaşırtmadı ama bir tartışmanın fitilini ateşlediği kesindi. Hafifçe gülümsedim.
"Bu tartışmayı kazanamayacağının garantisini veriyorum."
Bu sefer gülümsemesi farklıydı; masumiyetin içine biraz meydan okuma karışmıştı. Parmak uçlarında yükseldi, kollarını boynuma doladı. Onun varlığı, sıcaklığı, beni darmadağın ediyordu. Bütün bu hareketleri bilinçli yapmıyorsa, durum kötüydü. Ama eğer bilinçli yapıyorsa… ben çoktan kaybetmiştim.
"Birlikte yaşamanın kuralları çoğunlukla basittir, sevgilim," dedi usulca.
Bu sırada kendime hâkim olmak için nefes alışımı yavaşlatıyordum. Çünkü dudakları dudaklarıma neredeyse değecek kadar yakındı. O kokusu... Tanrım, kendimi kaybetmiştim.
"Tavizler, Viktor," diye devam etti. "Taviz vermeyi öğrenmelisin. Şimdiye kadar bir ilişki yaşamamış olabilirim, ama arkadaşlıklar bile bunu gerektirir. Karşılıklı güven, sevgi ve tavizlere dayanır. Bazen kazanmak değil, birlikte kazançlı çıkmak önemlidir. Yani… mantıklı bir sebebin olmadığında, isteklerime uymayı göze almalısın."
Sözleri havada asılı kalırken, zihnimde bir kasırga kopuyordu. Bu kadın… hayatımı bir fırtına gibi altüst etmişti. Yavaşça fısıldadı:
"Aynı şeyi ben de senin için yapacağım. Söz veriyorum. Ama bu tulumu sevdim, o yüzden…"
Dudakları dudaklarıma değdi. Hafif, zarif bir öpücük. Bir an hareketsiz kaldım. Sanki zihnimi bile esir almıştı.
"Bugün bunu giyeceğim, sevgilim."
Geri çekildiğinde gülümsedi; o gülümseme masum olduğu kadar baştan çıkarıcıydı da. Ona doğru bir adım attım, elimle topladığı saçlarına uzandım. Tokasını yavaşça çekip aldığımda, uzun sarı saçlarının beline kadar dökülmesine izin verdim.
"Taviz, bebeğim, öyle mi?" dedim hafif alaycı bir tonla. "O halde saçlarını bu kıyafeti giyerken toplamayacaksın."
Onu nazikçe arkasına çevirdim. Dekoltesini tamamen örten saçlarına bakarken, kalbimde bir hayranlık dalgası yükseldi.
"Bir de…" dedim, sesim iyice alçalmıştı. Elimi ensesine koyup başını hafifçe yana yatırdım. Boynuna küçük öpücükler kondururken kulağına fısıldadım.
"Bu elbiseyi bundan sonra yalnızca benim için giyeceksin. Yoksa… ortadan kaybolabilir."
"Viktor!"
Ani bir itirazla elimden kurtuldu, ama gülümsememi gördüğünde o da gülümsedi.
"Çok kötüsün."
Omuz silktim, ardından elinden tuttum ve onu merdivenlere yönlendirdim. Aşağı indiğimizde Vadim kahvaltıyı çoktan hazırlamıştı. Masaya oturduğumuzda, bana kahve, Vera’ya da portakal suyu getirdi.
"Viktor, eşyalarımı bugün evden almam gerekiyor," dedi Vera, bakışlarını bana dikerek.
"Olur. Andrei de sizinle gelir."
"Gerek var mı?"
"Evet."
Sesim kesindi, sorgulanamazdı. Sessizce başını eğip kahvaltısına döndüğünde içimde bir rahatlama hissettim. Ardından onu prova için bıraktım ve bara geçtim. Dmitriy çoktan gelmişti. Boryenk, Ilya ve diğerleri de geldikten sonra toplantıya geçtik.
Boryenk karşıma oturduğunda gözlerindeki kararlılığı fark ettim. Güney sınırından geçecek sevkiyat için hazırladığı planı sunmak üzereydi. Odanın ağır sessizliği, konuşmaya başlarken sesiyle bir nebze dağıldı.
"Operasyon adı: Gece Gölgesi." Sesinde net bir güven vardı. "Amacımız, Mikhail Voronin’in güney sınırından geçecek yüksek değerli teknoloji sevkiyatını ele geçirmek."
Başımla devam etmesini işaret ettim.
"Konvoy düzeni şu şekilde olacak," dedi elindeki notlara bakmadan. "Önde ve arkada zırhlı araçlar, ortada ise teknoloji taşıyan bir kamyon. Toplamda 12 silahlı muhafız bulunacak. Bunlar sıradan adamlar değil, ileri seviye koruma eğitimi almış muhafızlar. Ayrıca GPS cihazları ile konvoy sürekli takip ediliyor."
İlgiyle dinledim. Sesindeki profesyonellik, planın detaylarına olan hakimiyetini açıkça belli ediyordu.
"Pusu için seçtiğimiz bölge, güney sınırdan 12 kilometre içerideki dar bir geçit. Bölge bu tür bir operasyon için mükemmel; kaçış rotalarını belirledik ve konuşlanacağımız alan ağaçlık, tamamen kamufle olabileceğimiz bir noktada."
"Devam et," dedim, gözlerimi ondan ayırmadan.
"Konvoy, belirlediğimiz noktada taşınabilir bariyerlerle durdurulacak. Ardından araçlar geçici olarak EMP (electromagnetic pulse; elektronik cihazların çalışmasını engelleyebilir veya onlara zarar verebilir) cihazıyla devre dışı bırakılacak. GPS sinyalleri kesilecek, böylece Voronin konvoyun yerini izleyemeyecek."
"Sonra ne olacak?" diye sordum, detayları netleştirmek için.
"Ön ve arka araçlardaki muhafızlar etkisiz hale getirilecek. Teknoloji malzemesi taşıyan kamyon ise güvenli bir bölgeye götürülecek."
Boryenk, elindeki notları masaya bıraktı ve ekip dağılımını anlatmaya başladı. "Ekipler üçe ayrıldı: Alfa, Beta ve Siber Destek. Alfa Ekibi, bariyerleri yerleştirip araçları etkisiz hale getirecek. Beta Ekibi, kamyonu ele geçirip güvenli bölgeye götürmekle sorumlu olacak. Siber Destek Ekibi ise EMP cihazını ve GPS bozucuları devreye alacak."
Plan netti, fakat zayıf noktalar olabileceğini biliyordum. "Ya aksilik olursa?" diye sordum.
Boryenk, bir an bile tereddüt etmeden cevap verdi. "Yedek konvoy gelme ihtimaline karşı drone gözetimi yapılacak. Eğer EMP cihazında bir sorun çıkarsa, alternatif olarak yol kapanları ve manuel durdurma yöntemlerimiz hazır. İletişim kesiciler operasyon boyunca sürekli devrede olacak."
Planın detaylı hazırlanmış olduğu açıktı. Gözlerimi Boryenk’e diktim. "Güzel," dedim. Sesimdeki memnuniyet onu biraz rahatlattı. "Bu plan, Voronin’e karşı gücümüzü göstermek için bir fırsat. Hata payımız yok. "
"Anlaşıldı, Pakhan."
Plan mükemmeldi. Voronin’in beklediği sevkiyatı ele geçirecektik. Ilya’nın ayrıntılı bir stratejisi vardı, Boryenk de timi hazırlamıştı. Voronin, daha ne olduğunu anlamadan her şey elimizde olacaktı.
"Harika," dedim. "Planı hemen uygulamaya başlayalım. Teslimat ne zaman?"
"Tam olarak 23:14’te sınırdan geçecek."
Başımı salladım. Bu gece uzun olacaktı. Toplantı biterken, Dmitriy ve Andrei’nin kalmasını işaret ettim.
"Plan iyi görünüyor," dedi Dmitriy.
"Bu gece biz de orada olalım," dedim, ses tonum emir gibiydi.
Andrei itiraz etti. "Gerek yok, Viktor. Biz hallederiz."
"Andrei," dedim kesin bir sesle. "Büyük bir sevkiyat, bir hata olmamalı. Orada olmak istiyorum."
Dmitriy araya girdi. "Haklı. Bu sıradan bir iş değil. Hepimizin orada olması gerek."
Andrei’nin omuzları düştü. Durumu kabullenmişti. Bir an gözü saatine ilişti. "Peki. Vera’nın işi bitmiştir, değil mi?"
"Evet. Lütfen onu eve götür."
Andrei çıkarken Dmitriy bana dönüp gülümsedi.
"Neler oluyor?"
Her şeyi anlattığımda gülümsemesi büyüdü. "Viktor, ikiniz adına sevindim."
"Teşekkürler, Dmitriy."
"O zaman, bu gece sen gelmeyeceksin."
"Dmitriy!"
"Üzgünüm, Pakhan. Vera’nın yanında kalmalısın. Seni haberdar ederim."
Arkama yaslandım. Dmitriy ve ailem, hayatımın en değerli hediyeleriydi. Yine de Dmitriy, bazen sinir bozucu olabiliyordu.
"İyi ki kuzenimsin."
Arkasını dönerken şaka yollu bir korkuyla gözlerini kocaman açtı. "Evet, yoksa ne yapardım?"
Onun arkasından, işlerimi olabildiğince hızlı bitirdim. Bardan eve döndüğümde saat altıyı geçmişti. Odama girdiğimde, Vera’yı gördüm. Artık hayatımdaydı, odamda. Odamız… Vera’nın artık burada, benimle birlikte yaşadığını hatırlamak, içimde beliren sahiplenici hisleri daha da derinleştiriyordu. Kapıyı açtığımda gözlerim ona takıldı.
Yatakta oturuyordu; bacakları uzanmış, bir elinde tablet vardı. Saçları hala duş sonrası havluyla sarılmıştı ve üzerinde vücuduna tam oturan, kısa bir elbise vardı. Tanrım, Vera. Bu kadar masum ve aynı anda bu kadar çekici olmayı nasıl başarıyordu?
Beni fark ettiğinde gözlerindeki ciddiyet yerini yumuşak bir gülümsemeye bıraktı. Hızla yataktan kalktı, birkaç adımda yanıma geldi ve kendini kollarıma bıraktı. Onu tutarken hissettiğim şeyleri tarif etmek zordu. Aşk, koruma içgüdüsü ve sonsuz bir sahiplenme…
"Güneşim, nasılsın?" diye sordum, ona sıkıca sarılırken.
"İyiyim. Sen?"
"Seni gördüğüm her an iyiyim," dedim ve gözlerine baktım. "Prova nasıldı?"
"İyiydi," dedi hafif bir iç çekişle. "Ama ekstra bale kıyafetlerine ihtiyacım olacak. Leotardım biraz yırtıldı."
Yüzünü buruşturdu. "En sevdiğimdi. Aynısından bulmaya çalışıyorum."
Başını çevirip elindeki tablete baktı. "Tabletini ödünç aldım. Andrei şifresini verdi."
"İyi yapmışsın. Bulabildin mi peki? Yoksa ben senin için getirtebilirim."
"Hayır, Viktor. İşlerimi kendim halletmeye alışkınım." Sesi sakin ama kararlıydı. Sonra bir an duraksadı. "Sadece bir konuda desteğe ihtiyacım var."
Kaşlarımı çattım. Bu hali endişelerimi artırıyordu. "Ne oldu, malysh?"
"Kredi kartım iptal edilmiş. Bugün bankayla görüştüm. Sorunu çözmeye çalışıyorlar ama süreç biraz uzayacak gibi görünüyor. Nakit param var ama leotardı her zaman aldığım yerden, yani New York’taki mağazadan almak istiyorum."
Sözlerini bitirmesine izin vermeden cüzdanımdan kartımı çıkardım ve ona uzattım. Almayınca kartı masanın üzerine bıraktım.
"Benim olan her şey senin, güneşim," dedim ve yanaklarını öperek onu kendime çektim. "Ne istiyorsan al. Sana—"
"Hayır," diye karşı çıktı. "Ödeyeceğim. Nakit olarak. Şimdiye dek kimseye borçlu kalmadım."
"Ben isteseydim, aynı şeyi yapar mıydın?" diye sordum.
Gözleri bir an bocaladı. Ardından sessizce omuzlarını silkti.
"İyi, o zaman bunu teklif etme. Hem benim aldığım bir hediyeyle orada dans etmeni isterim. Üzgünüm, seninle ilgili her konuda biraz fazla hassas ve sahipleniciyim sanırım."
Odanın içinde bizden başka hiçbir şeyin var olmadığı bir sessizlik oldu. Bakışlarında beliren uzaklık hoşuma gitmedi. Uzaklaşırken onu durdurdum ve yüzünü kendime çevirdim.
"Yanlış olan ne, Vera?"
Derin bir nefes aldı, sanki söylemek üzere olduğu şey onu yoruyormuş gibiydi. "Viktor, bak, daha önce hayatına giren kadınlarla nasıl bir ilişkin vardı bilmiyorum. Zaten konumuz bu değil. Ama ben bugüne kadar parasal konularda kimsenin yardımını almamış biriyim. Uzun süredir kendi kazandığım parayla yaşayan, kendine yeten biriyim."
Sözlerini bölmeden dinledim. Yüzündeki utangaçlık hoşuma gitse de söyledikleri bana yabancıydı.
"Elbiseler, bana aldıkların… hayatımı kolaylaştırmak için yaptığın her şey… bunları karşılayamam ve bu durum beni mahcup ediyor. Lütfen, bunu yapma."
Bir an düşündüm, sonra kendimi daha fazla tutamadım. "Vera, bir dakika. Bunları senin için yapmadım. Kozmetik ürünler, kendini burada evinde hissetmen içindi. Giysiler, aksesuarlar… bunlar benim zevkimdi. Seni onların içinde görmenin mutluluğunu yaşayacak olan benim. Elimden bu zevki almamalısın, malysh. Ayrıca…"
Elimi beline doladım, diğer elimle nazikçe yüzünü okşadım. "Seni mutlu etmeyi, gözlerindeki o pırıltıyı görmeyi seviyorum. Beni bundan mahrum etme. Tavizlerden bahsetmiştin, değil mi? İşte bu da bir taviz. Benim mutlu olmamı istemiyor musun?"
"Şu an yaptığın şey, beni köşeye sıkıştırmak," dedi.
"Hayır, sevgilim. Ama artık anla Vera. Sen benimsin, ben de senin. Bu her şeyi eşit kılar, bizim kılar. Bu yüzden benim olan her şey senin. Talep etmekten çekinme."
Bakışları yeniden bana döndüğünde sesim alçaldı. "Sana dünyanın tüm güzelliklerini sunmak benim için bir onur. Vera, benim olman her şeye bedel."
Sözlerimin etkisi yüzünde açıkça görülüyordu. Ama sonra ağzımdan dökülen cümle onu şaşkınlıkla dondurdu.
"Zaten evlenince her şeyim senin olmayacak mı?"
Şaşkın bir şekilde bana baktı. Dudakları aralandı, ama hiçbir şey söyleyemedi.
"Ne var, malysh? Yoksa aramızdakinin basit bir şey olduğunu mu düşündün?"
Kollarımda titrediğini hissettim. Onu daha sıkı tuttum, dudaklarına eğildim.
"Ömrüm senin. Peki, sen ömrünü bana adayacak kadar beni seviyor musun?"
Odada yankılanan hafif sesi ve kızaran yanakları, her şeyden daha fazla sahip olduğum en değerli şeydi. Vera, masumiyetinde bile beni alt üst etmeyi başarıyordu.
(Vera)
Evlilik… Bu kelime Viktor’un dudaklarından dökülürken kalbim aniden hızlandı, düşüncelerimse karmakarışık bir hal aldı. Ömrüm senin. O iki kelime içimde hem bir fırtına koparttı hem de kelebeklerin dans etmesine sebep oldu. Onunla her şeyi istiyordum, bunu inkar edemezdim. Ne kadar ona aitsem, o da bana aitti. Ama evlilik? Bunu gerçekten istediğini nereden bilebilirdim ki?
Frannie ve Jack dışında evlilikle ilgili somut bir örneğim yoktu. Onlar bile bu yıl şakalaşarak bahsetmişlerdi bu konudan. Fakat Viktor’un ciddi olduğunu biliyordum. Sesi, bakışları, dokunuşları… her şey ciddiydi.
Yutkundum. Heyecandan titreyen bedenimi daha sıkı sardı ve bana doğru eğildi.
"Ömrüm senin. Peki sen, ömrünü bana adayacak kadar beni seviyor musun?"
Sorusu havada asılı kaldı, dudaklarımı mühürledi. Onu sevdiğimi biliyordum, hem de her şeyden çok. Ama bu soruya hazır mıydım? Daha dün taşınmıştım yanına. Birlikte bir hayat kurmaya yeni başlamışken bu kadar büyük bir kararı konuşmak için doğru bir zaman mıydı?
"Viktor, ben…"
Sözlerim yarıda kaldı. Telefonunun tiz sesi odayı doldurdu ve ilk kez bir şey için minnettarlık hissettim. Viktor telefon ekranına bakarken yüzü anında ciddileşti. Telefonu açıp birkaç saniye konuştu, ardından kapattı.
"Hemen geliyorum," dedi kısa ve keskin bir tonla.
Adımları kapıya yönelmişti ki bir an durdu. Geri dönüp bana baktı, yüzündeki sertlik yerini yumuşak bir ifadeye bıraktı.
"İşle ilgili bir sorun var. Yemek için beni bekleme, Vera."
Bakışlarımın ona neler anlatmaya çalıştığını çok iyi biliyordu. Yüzümü okşadı, parmakları nazikçe tenimde gezindi.
"Hemen yanıtlamanı beklemiyorum, malysh. Ama artık geri adım atmayacağım. Sadece hislerim kadar düşüncelerimi de bilmeni istedim."
Tam önümde durdu, derin bir nefes aldı.
"Benim olmanı istiyorum, tamamen. Soyadımı alarak."
Bu sözler yüreğimde bir sıcaklık yarattı ama aynı zamanda bir ağırlık da getirdi. Alnımdan nazikçe öptü, kokusunu derin bir nefesle içime çektim.
"Sen benim mucizemsin, Vera. Soruma cevap verdiğin anda harekete geçeceğim. Olur mu?"
Sadece başımı sallayabildim. Onun kararlılığının yanında benim tereddüdüm o kadar belirgindi ki... Yanağına bir öpücük kondurdum.
"Lütfen kendine dikkat et, Viktor."
Bir an için gözlerinde bir gölge belirdi. Ne düşündüğünü biliyordum. Daha önce gittiğinde yaralanmış olarak dönmüştü. Endişelerimi dile getirmemiş olsam da Viktor her şeyi anlamıştı.
"Endişelenme, malysh. En kısa sürede döneceğim. Sağlam bir şekilde. Söz veriyorum."
Gözlerindeki kararlılık ve sözünün içtenliği bir nebze de olsa içimi rahatlattı. Ama sadece bir nebze…
Onun gülümsemesine karşılık vermeye çalışsam da içimdeki telaşı görebildi. Elimi nazikçe tuttu, dudaklarına götürdü ve öptü.
"Geleceğim, malysh. Hiçbir şeyden korkma."
Başımı salladım, onu izlerken gözlerim bir an bile ondan ayrılmadı. Kapıya doğru kararlı adımlarla yürüyüşünü izledim ve masaya bıraktığı kredi kartına baktım. Onu almadım. Yedek leotardım iş görürdü. Sorun çözüldüğünde yenisini alırdım.
Viktor gittikten sonra elimdeki tableti aldım ve Netflix’i açtım. Sevdiğim bir diziyi bulup oynattım. Zihnimi susturmaya çalışıyordum. Ama Viktor zihnimden çıkmıyordu. Her sahnede aklım onun nerede olduğu, ne yaptığı, güvenli olup olmadığına takılıyordu.
Akşam yemeğini yalnız yedim. Viktor’dan hala haber yoktu. Telefonumu alıp aramayı düşündüm ama yapmadım. İşleriyle ilgilenirken onu rahatsız etmek istemiyordum.
Mecburen yatağıma uzandım ve uyuyana kadar diziyi izlemeye devam ettim. Ama zihnim asla susmadı. Viktor’un sesi, bakışları, sözleri… Hepsi beynimde yankılanıyordu.
Ve kalbim, onun güvenli bir şekilde eve dönmesini bekliyordu.
(Viktor)
Andrei, sevkiyat saatinin değiştiğini söylediğinde bir terslik olduğunu hemen anladım. İçimde bir huzursuzluk yükseldi. Hareket etmeden önce Vera’ya birkaç tembihte bulunup Orrel ve Borya’yı uyardım. Her ne kadar onlara güvensem de, Vera’ya bir şey olursa… Tanrım, bu ihtimali düşünmek bile nefesimi kesiyordu. Eğer ona en ufak bir zarar gelirse, dünyayı yerinden oynatırdım.
Yola çıktığımda ekibimden birkaç adam da peşimdeydi. Pusuda beklediğimiz noktaya vardığımızda arabadan indim. Andrei ve Dmitriy’i, Boryenk ve üst düzey askerlerle bir arada buldum. Hemen yanlarına yöneldim.
"Neler oluyor?"
Beni görünce herkes bir adım geri çekildi. Boryenk yüzünde hafif bir gerginlikle bana döndü.
"Söylediğim gibi saati değiştirmişler, Viktor. Nasıl haber aldıklarını öğrenmeye çalışıyorum."
"Ilya nerede?"
"Kuzeydeki depoda tutuyorum."
"Buradaki planı uygulamaya devam edin. Ama bir köstebek var. Umarım onu bulacak kadar yeteneklisinizdir. Ya da bulamazsanız, benden uzak duracak kadar akıllı."
Dmitriy’e yanıma gelmesini işaret ettim.
"Depoya gidiyoruz. Burada herhangi bir sorun istemiyorum."
"Emredersiniz, Pakhan."
Andrei’ye gözlerimle gereken uyarıyı yaptıktan sonra Dmitriy’le birlikte yola koyulduk. Sessizliğin arasında onun sesini duydum.
"Kim olabilir, Viktor? Adamlarımıza güvenirim. Yani bu durumda… çoğuna."
Bir elini ensesine koyup sıktı. Sinirleri gergindi.
"Bu durumlar… Mikhail’in işlere bu kadar dahil olması. Nasıl bu kadar gözü kör olabildik?"
"Sakin ol," dedim sert bir tonla. "Çözeceğim."
"Anastasia’nın yanına ek bir ekip gönderdim. Evde de bizimkiler var. Bu gece bir sorun çıkmasını beklemiyordum ama…"
"Dmitriy, sakin ol. Düşüncelerimi dağıtıyorsun."
Beynimin içinde olasılıklar hızla şekilleniyordu. Her parçayı yerine oturtmaya çalışıyordum. Nihayet kararımı verdim.
"Babaevler için operasyon başlatacağız."
"Ne?" Sesindeki şaşkınlık ve öfke netti. "Delirdin mi? Onlar…"
"Petrovlarla ortak çalışıyorlar. Evet, farkındayım."
"Viktor, bu işin içinden sağ çıkamayız."
"Yanımda kimlerin olduğunu unutuyorsun. Bağlantılarımı da."
Vladimir Vikhrov’u düşündüm. Bu dünyanın gerçek kralı. Yıllar önce bana yardım eden, beni oğlu gibi gören tek kişi.
"Petrovlar güçlü olabilir," diye devam etti Dmitriy, sesi hala endişeliydi. "Ama bu işin içinde Kuznetsovlar ve Voroninler de var. Hepsiyle aynı anda baş edemeyiz."
"Bu işi çözeceğim. Geride hiçbir adamımızı bırakmadan."
Bir an durdu, gözlerinde bir parıltı belirdi. "Da, chyornyy volk."
Şimdi anlamıştı. Şu an Viktor değil, Pakhan’dım. Bu durumdayken her şeyi bitirmek için odaklandığımı, hiçbir şeyin beni durduramayacağını bilirdi. Kara Kurt lakabını boşa taşımıyordum.
Depoya vardığımızda Ony ve birkaç adam içerideydi. Ilya… Vera’yı koruması için tuttuğum ve bana ihanet eden adam, bir sandalyeye bağlı şekilde bizi bekliyordu.
Gözleri beni gördüğünde nefretle doldu. Ona doğru adımlarken ceketimi çıkardım, bir sandalyeye bıraktım ve tam karşısına oturdum.
"Ben de ne zaman geleceğini bekliyordum, Pakhan."
Yüzü gözü kan içindeydi. Ama gözlerindeki o bakış… Cesaretten çok öfke ve gurur taşıyordu.
"Anlat bakalım," dedim, sesim soğuk ve kontrollüydü. "Derdin ne?"
Çenesi gerginleşti, bakışlarını yere çevirdi.
"Sana hiçbir şey borçlu değilim."
Dmitriy yumruğunu sertçe Ilya’nın yüzüne indirdi. Ama bu hareket Ilya’nın bakışlarında bir değişikliğe yol açmadı. Gözlerindeki nefret, düşmanlıktan öte bir şeydi.
"Bana düşmanlığının sebebini açıkla, Ilya."
Elleri ve bacakları bağlıydı, ama mümkün olduğunca öne eğildi. Dudaklarından dökülen sözler bir fısıltı gibi çıksa da beni yerime mıhladı.
"Doğduğun değil, uğruna öldüğün aile."
Yere tükürdü.
"Beni öldür, Volkov. Çünkü ağzımdan tek bir cümle alamayacaksın."
Ayağa kalktığımda zaten istediğim cümleyi ağzından kaçırmıştı. Bu cümleyi daha önce duymuştum. Yıllar önce, Pjotr Petrov’dan…
"Evlat, mesele doğduğun aile değil, uğruna öleceğin ailedir. Bize doğru bir adım atarsan, Petrov Ailesi seni kucaklar. Atmazsan, bu şehirde nefes alacak yerin kalmaz."
Babam öldüğünde Petrov’un söyledikleri harfi harfine aklımdaydı. Ve o gün verdiğim kararı doğruluğunu bir kez daha anladım. Asla onların yanında yer almamıştım, almayacaktım.
"Pjotr Petrov neyin oluyor, Ilya?" Bu soru onu afallattı. Konuşamadı, gözlerindeki korkuyu görmekse her şeyden daha fazlaydı.
"Oğlu ya da yeğeni olamazsın. Belki de değer verdiği bir askerinin oğlu, yakından tanıdığı biri…"
"Sen o kaybolan çocuksun, değil mi? Petrov’un Soldat liderinin oğlu." Dmitriy’nin sesi kesindi, kararlılıkla söyledi.
Alaycı bir şekilde güldüm. Ilya’nın yüzündeki ifade sözlerin doğruluğunu kanıtlıyordu. Adımlarımı ağır ve kararlı bir şekilde ona doğru yönelttim.
"Herkesin zaafları var Ilya. Ama insanın düşmanını aptal yerine koyması, yapabileceği en büyük hatadır. Çünkü o an savaşı başlamadan kaybeder. Düşmanını küçümseyen herkes, sonunda kendi aptallığının bedelini öder."
Sözlerim odada yankılanırken Ilya’nın gözlerinde beliren korkuyu görmemek mümkün değildi. Ama bu sadece başlangıçtı. Çünkü ben chyornyy volk’tum. Ve karşımda hiçbir düşman ayakta kalamazdı.
Adamlarıma çıkmalarını emrettim. Ony ve Dmitriy yanımda kaldı, gözlerim ise Ilya’yı takip ediyordu.
"Bir önceki cümlene yanıt veremedim, Ilya," dedim, sesimdeki soğukluk her geçen saniye artıyordu. "Herkes konuşur, ama senin sözlerin boş. Sonuçları göreceksin."
Bir saat sonra, elimde on kişinin adı vardı. Tam on kişi. Hepsini gözden kaçırmıştık. Petrovlar oyununu o kadar ustaca oynamıştı ki, şimdi sıra bendeydi. Her adımı dikkatle hesaplamalıydım. Aksi takdirde, bu oyun beni yutabilirdi.
Dışarı çıkarken telefonum çaldı. Andrei’ydi.
"İş bitti, Pakhan."
"Tamam," dedim, sesi sakin ama kararlıydı. "Andrei, elimizde bir sürü iş var. Yarın, üst düzey yönetim kademesinin tamamını acil toplantıya çağır. Her şeyin başı bu olacak."
"Emredersiniz, Pakhan."
Dışarıda, soğuk havayı ciğerlerime çekerken, her şeyin hala kontrol altında olduğunu düşündüm. Ancak, göz ardı edemeyeceğim bir gerçek vardı, bir savaşın eşiğindeydik. Her an her şey değişebilirdi. Şu anda sorun halledilmiş gibiydi, ama bu kadar karmaşanın içinde, her ihtimale karşı tüm yöneticilerime ihtiyacım vardı. Dmitriy ve amcam, sağ kolumdu; onların dışında ise, Soldat'ın tüm yöneticileri, Sovet danışma grubunun liderleri ve güvenlik ekiplerim, acil bir kodla çağrılacaktı. Herkesin tek bir noktada toplanması gerekiyordu.
O noktaysa gizli bir evdi.
Moskova'nın köylerinden birinde, ormanın içlerinde gizli bir ev inşa etmiştik. Kimsenin tespit edemeyeceği, dış dünyadan tamamen izole olmuş bir sığınak. Dışarıdan basit ve sıradan gibi görünen o ev, aslında güvenlik için titizlikle inşa edilmiş, en ufak bir iz bırakmayacak şekilde planlanmıştı. İçerisi, bize her türlü tehlikeye karşı sığınak sağlayacak şekilde düzenlenmişti. Bir tehlike belirdiğinde, yer altı sığınağına inmek, kaçış noktalarına ulaşmak her şeyden daha kolay olacaktı.
Yarın, herkes o evde toplandıktan sonra sorunu kökünden çözmek üzere harekete geçecektim. Ama köstebek ihtimali aklımdan çıkmayacaktı. Söz konusu güvenlikti ve hiçbir şey şansa bırakılmayacaktı.
Arabaya geçmeden önce üzerime başıma baktım. Kıyafetlerim kirlenmişti. Bu şekilde eve gidemezdim. Dmitriy seslendi.
"Bize gel, temizlen ve yeni giysiler giy. Sonra eve gidersin."
Başımı salladım. Vera’yı korkutamazdım. Onu bu karanlık işlerden uzak tutmalıydım. Zaten kendi korkuları yeterince ağırken, kalbine daha fazla ağırlık yükleyemezdim.
Dmitriy’i eve kadar takip ederken, zihnimde yankılanan düşünceleri durdurmakta zorlandım: Ne olursa olsun, bir adım geri atmayacak, bu savaşın sonunda yalnızca zaferi görmek isteyecektim.
(Vera)
Bir el belimi sardığında uykudan sıçrayarak kalktım. Çığlık atacakken başka bir el ağzımı tuttu ve beni kendine çevirdi. Vücudum, kalbim bir anda hızla çarpmaya başladı, gözlerim korkuyla açıldı. Ancak tanıdık bir sıcaklık beni sakinleştirdi.
"Benim, korkma güzelim. Seni uyandıracağımı düşünmedim," dedi, sesi yumuşacık, neredeyse özür diler gibiydi.
Ağzımdan elini çekerken, komodindeki lambayı da açtı. Gözlerim ona kaydı, derin bir nefes aldım.
"Viktor…" Korkumun bir kısmı, onun bana yaklaşmasıyla silindi. Ama hala içimde bir şeyler titriyordu.
"Özür dilerim, güneşim. Sadece sana sarılıp uyumak istedim."
Yüzüne bakarken içim burkuldu. Gözlerim, her çizgiyi, her ifadeyi aradı.
"İyi misin?" diye sordum, hala kendimi rahat hissetmiyordum. O kadar korkmuştum ki, kalbim hala hızlı atıyordu.
"Uzun, zor ve yorucu bir akşamdı," dedi, ama gözleri bir şeyler saklıyordu.
Başımı salladım ama gözlerim, vücudunun her noktasında gezindi. Bir yara arıyordum.
"Yaralanmadım, malysh. İyiyim." Viktor’un sakin sesi, bir nebze içimi rahatlatsa da, gözlerim hala ondaydı.
Ama içimdeki bir ses daha güçlüydü. O an ellerini fark ettim. Parmak eklemlerinde çizikler vardı. Bir sürü derin yara. Korku, yeniden beni sarmıştı.
Gözlerim Viktor’un ellerinde, üzerindeki izlerde. "Bunlar nasıl oldu?" diye sordum, sesimdeki sarsıntıyı hissettirmemeye çalıştım, ama başarılı olamadım.
"Bir şey yok, Vera. Sadece… bir adamı sorgulamam gerekti."
Yüzümdeki hayal kırıklığını bilmemek imkansızdı. Viktor’un gözleri de aynı şekilde söylemişti, bir şeyler gizliyordu.
Viktor, başını hafifçe eğdi. "Senden hiçbir şey saklamadım, malysh. Lütfen bana bu şekilde bakma."
Korkularım ruhumu sararken, içinde bulunduğum karanlıkla yüzleşmek zorundaydım. O karanlık, beni sürekli takip ediyordu. O an bakışlarımda gördüğü ifadeden rahatsız oldu. Derin bir nefes aldı, gözlerimden okuduğu şeyleri anlamaya çalışarak, "Vera…" dedi. Sesindeki endişeyi fark ettim. "Benimle kalırsan… seni kendimden bile sakınırım. Söz veriyorum. Ama kalırsan, bir daha kaçmana, benden gitmene izin vermem."
Gideceğimden korkuyordu. O an, dünya durdu. Hislerim ve endişelerim bir noktada birleşti, ondan gidemezdim. Ama bunu kabullenmek o kadar zor geliyordu ki… Viktor’a sarıldım.
Başımı boynuna sakladım, o bana sarılana kadar titrediğimi bile fark etmedim. Karanlık, her şeyin içinde vardı. Ama Viktor, o karanlığın dışında kalmak için mücadele ediyordu.
"Karanlığımın sana zarar vermesine asla izin vermem, malysh."
Ama bir şeyler hala eksikti. Kendini koruyacak kadar güçlü müydü? "Peki sana?" dedim, gözlerimdeki soruyu her kelimemde daha çok belirginleştirerek. "Kendini de karanlığından koruyabilir misin, Viktor?"
Bana sımsıkı sarıldı, derin bir nefes aldı ve gözlerime bakarak, içindeki karanlığını hissettim. "Bana güven, güneşim," dedi, sesi yavaş ama kararlıydı. "Ne yazık ki, karanlık bir yanım var. Ama bu dünyada ayakta kalabilmemin tek yolu bu. Gücümü aldığım yer, karanlık. Ama bu karanlık, seni ve sevdiklerimi asla etkilemez, Vera. Hiçbir zaman."
Bir an sessizlik oldu. O an, bu karanlık dünyada bile, bir ışık arıyordum. Onun söylediği gibi, bu karanlık dünyada umut vardı.
Derin bir nefes aldı, gözlerimin içine bakarak devam etti: "Ve bil ki, eğer kendi karanlığım seni koruyacak kadar güçlü değilse, o zaman gerçekten kaybetmişim demektir. Ama ben, asla kaybetmem, malysh. Seni ise, asla…"
Bunu söylediğinde, içimdeki korku hafifçe uzaklaştı, karanlık hala çok yakındı. Ancak Viktor’un sözleri, her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlüydü. O, kaybetmeyecekti. Biz kaybetmeyecektik.
"Karanlık bir dünyada, gerçekler yalnızca mücadele ederken ortaya çıkar. Ama bir şeye güvenebilirsin; asla kaybetmem, malysh. Seni korumak için ne gerekiyorsa yaparım. Bu dünya beni ne kadar karartırsa, senin ışığını o kadar yakından tutacağım." — Viktor Volkov
Okur Yorumları | Yorum Ekle |