YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Bazen yabancısı olduğun bir yerde kendini bulman gerekir. Ve o an geldiğinde, geri dönemezsin."
Vera
(Bir saat önce)
Havalimanındayken telefonum çaldı. Arayan yine Bayan Kuznetsova’ydı. Bu kez sesi daha net ve ciddiydi. "Havalimanında yardımcım seni karşılayacak," dedi, aksanı kelimelere yumuşak bir melodi katıyordu. "Elinde isminin yazılı olduğu bir tabela olacak. Hiç endişelenme, her şey ayarlandı."
Teşekkür ettim ama sesimdeki tedirginliği saklayamadım. Onunla konuşurken, bir yabancıya güvenmenin rahatsız edici hissiyle birlikte, içimde beliren garip bir huzur da vardı. Beni tanımayan bir şehirde, bir yabancıdan gelen bu yardım teklifi bile, bir bağ hissi yaratıyordu. Büyükannemi tanıyan tek kişi oydu ve bu durum onu benim için gizemli bir bağ haline getiriyordu.
Telefonu kapattığımda ellerim ter içindeydi. Nefes almak için pencereye doğru yürüdüm. Moskova’nın karla kaplı görüntüsü, içinde olduğum bir filmin sahnesi gibi zihnimde canlanıyordu. Yavaşça derin bir nefes alıp valizimi kapattım ve yola çıktım.
(Şu an)
Uçakta geçen zaman bir sis perdesi gibiydi. İlk başta camdan dışarı bakarak bulutların masalsı dansını izledim. Uçak hafifçe sallandığında, yerimde doğruldum ve önümüzdeki birkaç saati düşünmek istemeyerek gözlerimi kapattım. Rüyaya benzer bir uykunun içine çekilmişim.
Bir anons sesiyle gözlerimi açtığımda, uçak inişe geçmişti. Çevremdeki herkes canlı ve zindeyken, ben hâlâ rüya ile gerçek arasında bir yerdeydim. Nefesimi toplamak için birkaç saniye bekledim. Uçak yere indiğinde, kalbim hızla atmaya başladı.
Rusya’nın soğuk havası uçağın kapısından çıkar çıkmaz yüzüme çarptı. Nefesim kesildi. Birkaç saniye duraksadım; buz gibi havanın getirdiği keskinliği hissetmek tuhaftı. Ama buna rağmen, içimdeki ses burayı bana bir ev gibi hissettiriyordu. Yıllarca hiçbir yere ait olamamış birinin, bu kadar yabancı bir şehirde böyle bir hisse kapılması... Bu, oldukça ürpertici ve kafa karıştırıcıydı.
Bavulumu almak için beklerken, içimdeki bu his giderek güçlendi. Kalbimden yükselen bir ses, buraya ait olduğumu söylüyordu, ama neden? Bir açıklama bulamıyordum. Kafamı toparlamak için derin bir nefes aldım ve bavulumu aldığım gibi çıkışa yöneldim.
Çıkışta bir kalabalık vardı. İnsanların ellerindeki tabelalara, yüzlerindeki ifadeye bakıyordum. Birkaç saniye sonra ismimin yazılı olduğu bir tabela gözüme çarptı. Koyu renk bir paltoyla duran uzun boylu, sert hatlı bir adam dikkatimi çekti. Belli ki Bayan Kuznetsova’nın bahsettiği yardımcısı buydu.
Adamın yanına yaklaştım. "Merhaba, ben..." dedim, ama sözümü bitirmeme fırsat kalmadan tabelayı indirip beni baştan aşağı süzdü.
"Dobro pozhalovat, Miss Vera," dedi, kalın ve tok bir sesle.
Rusça bilmiyordum, ama bu yolculuk için bir uygulama indirip temel birkaç kelime öğrenmeye çalışmıştım. Yine de bu cümlenin anlamını çözmeye çalışırken yüzümdeki boş ifadeyi fark etmiş olmalı ki, hafif mahcup bir gülümsemeyle konuşmasını düzeltti. "Hoş geldiniz, Bayan Vera."
"Hoş bulduk," dedim, hafif bir gerginlikle.
"Benim adım Yuri. Bayan Yulia’nın yardımcılarından biriyim. Sizi ona götüreceğim."
"Teşekkür ederim."
"Bavulunuzu alayım," dedi ve beklememe fırsat tanımadan bavulumu aldı. Havalimanının çıkışına doğru ilerlerken, beni takip eden soğuğun keskinliği içime işliyordu. Hava o kadar sertti ki, nefesim buza kesiyordu. Dışarıda bizi bekleyen şık, siyah bir araç dikkatimi çekti. Yuri, bavulu bagaja koymadan önce kapıyı açtı. Sessiz bir teşekkürle içeri girdim. Şoför koltuğunda, Yuri’yle aynı yaşlarda görünen, sarışın ve donuk bakışlı bir adam oturuyordu. Gözlerini bana çevirmedi, hatta varlığımı bile fark etmiyor gibiydi.
Yuri ön koltuğa geçip şoförle kısa bir Rusça konuşma yaptı. Ardından araç harekete geçti. Şehrin merkezine doğru ilerlerken, camdan dışarı baktım ve gördüklerim karşısında büyülendim.
Moskova’nın gecesi, bir ressamın elinden çıkmış gibi görkemliydi. Geniş bulvarlar, sıralanmış tarihi binalar ve sokak lambalarının altın yansımaları... Her şey bir film sahnesinden fırlamış gibiydi. Kremlin’in heybetli silueti karanlıkta parlıyor, Kızıl Meydan’ın ışıklarıysa göz kamaştırıyordu. Bu büyülü manzara, bir an için soğuğu unutturdu.
"Buraya ilk kez mi geliyorsunuz, Bayan Vera?" diye sordu Yuri, sesindeki hafif merakla.
"Evet," diye cevap verdim, gözlerimi hâlâ dışarıdan alamadan.
"Bazıları için soğuk ve kasvetli görünebilir ama ben şehrimi seviyorum," dedi.
Etrafa bir kez daha baktım, gördüklerim istemsizce yüzümde bir gülümseme oluşturdu. "Ben beğendim," dedim dürüstçe.
Yuri memnun bir ifadeyle başını salladı. "Gezme şansınız olursa, eminim daha çok seveceksiniz."
"Umarım vaktim olur," diye mırıldandım.
Araba sessizce ilerlemeye devam etti. Şehrin merkezinden uzaklaştıkça manzara değişmeye başladı. Tarihi binalar ve ışıklı sokaklar yerini karla kaplı geniş arazilere, çıplak ağaçlarla çevrili sessiz yollara bıraktı. Şehirden uzaklaştıkça, içimde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Sanki her kilometre beni kendi geçmişime biraz daha yaklaştırıyordu.
Sonunda büyük bir araziye girdik. Yolu kaplayan demir kapılar ağır ağır açıldığında, kendimi bir masalın içinde bulmuş gibi hissettim. Bizi karşılayan görkemli malikânenin beyaz duvarları, karın altında parlıyor gibiydi. Bahçedeki çıplak ağaçlar, dallarını bir heykel gibi uzatmış, rüzgârın sessizliğini dinliyordu.
Kapıda bir uşak ve iki hizmetçi bizi bekliyordu. Araç durur durmaz Yuri, nazik bir şekilde kapımı açtı. Aracın içindeki sıcaklıkla dışarıdaki dondurucu soğuk arasında bir an tereddüt ettim, ama sonunda kendimi dışarı atarak eve doğru yürüdüm.
Burası, Yulia Kuznetsova’nın dünyasıydı. Zenginlik, güç ve mesafeli bir görkemle dolu bir dünya. Ve ben, bu dünyanın kapısından adım atarken, içimde belirsiz bir tedirginlikle karışan merak hissiyle doluydum.
Eve adım attığımda, soğuk hava hâlâ tenimdeydi. İçerisi sıcaktı ve zengin bir nostalji kokusu alıyordum. Giriş holünde bizi bekleyen bir hizmetçi nazikçe eğilip paltomu aldı. Bir uşak ise eliyle geniş, altın varaklı kapıları işaret etti. Yuri’nin peşinden salona geçerken, içerideki ihtişam beni hayrete düşürdü.
Salon, adeta bir sanat galerisini andırıyordu. Tavan, detaylı işlemelerle süslenmiş, devasa bir kristal avizeyle tamamlanmıştı. Mermer zemin, altın rengi halılarla yumuşatılmıştı. Şöminenin üzerindeki tablo, bir aile portresi gibi görünüyordu, ama bu kadar uzaktan detayları seçemiyordum. Her şey özenle seçilmiş ve yerleştirilmişti; odada bir mükemmeliyet havası vardı.
"Bayan Kuznetsova birazdan yanınızda olacak," dedi Yuri. Sesindeki hafif resmiyet, bulunduğumuz yerin ağırlığını yansıtır gibiydi. "Bir şey içmek ister misiniz?"
"Su lütfen," diye cevap verdim, hâlâ çevremi inceleyerek.
Yuri, uşağa dönüp hızlıca Rusça bir şeyler söyledi. Ardından bana dönüp gülümsedi. "Tanıştığımıza memnun oldum, Bayan Vera. Umarım burada kendinizi rahat hissedersiniz. Yine görüşmek üzere."
"Ben de memnun oldum, Yuri. Teşekkür ederim."
Başıyla selam verip odadan çıkarken, uşak su dolu zarif bir bardakla geri döndü. Tam bir yudum almıştım ki, kapının açıldığını duydum. İçeri giren kadın, ilk bakışta tüm dikkatimi üzerine çekti.
Altmışlı yaşlarında olduğu belli olan Bayan Kuznetsova, zarafet dolu bir şekilde yürüyordu. Gümüş rengi saçları özenle yapılmış topuzuyla yüzündeki ince çizgileri vurguluyordu. Gözleri sert, ama derin bir hüzün taşıyordu. Bana doğru yaklaşırken dikkatle yüzümü inceledi, ardından ellerimi nazikçe tuttu.
"Sevgili kızım, ne kadar da güzelsin," dedi, sesi titrek ama sıcak bir ton taşıyordu. "Hoş geldin."
"Hoş bulduk," diye cevap verdim, hafifçe utangaç bir tavırla.
Bakışları bir an yumuşadı, ama ardından yüzüne bir gölge düştü. "Keşke Nadia seni görebilseydi…" dedi. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü. Elindeki mendille hemen yaşını silerken ben, boğazımda bir düğüm hissediyordum.
"Seni de üzdüm kızım," diye ekledi, belli belirsiz bir suçlulukla. "Sorun değil," diye mırıldandım. "Ben de onu tanımak isterdim."
Elimi tutarken bakışları üzerimde gezindi. "Seninle tanışmak için sabırsızlanıyordu, biliyor musun? Sadece senin varlığın bile ona umut veriyordu. Nadia, ailesinden geriye kalan tek kişisin. Bu yüzden buraya gelmen, yalnızca onun değil, benim için de büyük bir anlam taşıyor."
İçimde beliren çaresizlikle gözlerimi kaçırdım. Bu kadar derin bir bağın varlığını öğrenmek, ama o bağı kuracak zamanı asla bulamamak... Bu, tarifsiz bir acıydı. Bayan Kuznetsova bunu fark etmiş gibiydi, çünkü elimi daha sıkı tuttu.
"Yolculuk seni yormuştur," dedi, sesi yumuşayarak. "Bugün sadece dinlenmeni istiyorum. Yemek ye, uyu ve dinlen. Yarın kahvaltıda seni ailemle tanıştıracağım. Ardından her şeyi konuşuruz."
"Olur," dedim, nazikçe kabul ederek.
"Natasha!" diye seslendi. İçeri, benim yaşlarımda, zarif görünümlü bir hizmetçi girdi. Uzun, siyah saçlarını sıkı bir topuz yapmıştı ve gözlerindeki zekâ hemen fark ediliyordu.
"Bayan Vera’ya odasını göster ve küveti hazırla," dedi Bayan Kuznetsova. "Yemeğini odasına götür. Sabah kahvaltıda salonda olacağız."
Natasha, hafifçe eğilerek yanıtladı. "Elbette efendim. Hiç merak etmeyin."
Bana döndü. "Size eşlik edeyim, Bayan Vera." Bayan Kuznetsova’ya dönüp minnettarlıkla başımı salladım. "Her şey için teşekkür ederim, özellikle bu misafirperverliğiniz için."
"Olur mu öyle şey?" dedi, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle. "Sen artık ailenin bir parçasısın. Hadi git ve dinlen. Bu arada bana artık Yulia teyze demeni istiyorum. Söylediğim gibi sen de artık ailemizden birisin."
Mahcup bir şekilde gülümseyerek başımı salladım. Tam çıkmak üzereydim ki tekrar seslendi. "Vera?"
"Evet?"
"Nadia seni görmeden bile sevmişti. Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez, ama doğru zamanda doğru insanlar hayatımıza girer. Belki burası, bazı cevaplar bulabileceğin yer olacak."
Söylediklerinin ağırlığını hissederek başımı salladım. "Zamanla her şeyi öğrenmek isterim."
"Ve öğreneceksin," dedi. "Şimdiden iyi geceler, sevgili kızım."
"İyi geceler, Yulia teyze."
Yüzündeki gülümsemeyle bana karşılık verirken salondan çıktım. Natasha’nın eşliğinde odaya giderken, hissettiğim yorgunluk fizikselden çok daha fazlaydı. Geçmişin hayaletleriyle yüzleşmek zorundaydım ve burada, bu evde, belki de tüm cevaplar beni bekliyordu.
Natasha ile birlikte merdivenlerden yukarı çıkarken, gözlerim hâlâ etrafı dikkatle inceliyordu. Bu ev, adeta bir müze gibiydi; her köşesinde bir hikâye gizliydi. Duvarlardaki altın yaldızlı aynalar ve geçmişten fısıldayan aile portreleri, evin tarihini haykırır gibiydi. Basamaklardan her çıkışımızda, mermer döşemelerin yankılanan sesi, sessizliği daha da belirginleştiriyordu.
Koridor boyunca ilerledik ve sonunda Natasha büyük, oymalı bir kapıyı açarak bana odama buyur etti. İçeri girdiğimde, odanın ihtişamı beni bir kez daha büyüledi. Maun bir yatak, uyumlu giysi dolabı ve kadife perdelerle tamamlanmıştı. Yatak çarşafları ince işlenmiş dantellerle süslenmişti ve zeminde büyük, desenli bir İran halısı seriliydi. Tavanı süsleyen kristal avize, odaya sofistike bir hava katıyordu.
Natasha, nazik bir sesle konuştu. "Eşyalarınız çoktan yerleştirildi, efendim. Belki duş almak ve dinlenmek istersiniz diye sizi rahatsız etmeyeceğim. Kahvaltınızı birazdan odanıza bırakacağım ve akşam yemeğinizi saat yedide getireceğim. Bu sizin için uygun mu?"
"Teşekkürler Natasha, evet uygun," dedim gülümseyerek.
"Ben şimdi küveti hazırlayayım. Siz biraz dinlenin, hazır olunca sizi çağırırım."
Onun bu kadar titiz ve düşünceli olması beni şaşırtıyordu. Şimdiye kadar kimse benim için böyle bir özen göstermemişti ve bu duruma alışkın değildim. Küvet hazırlanırken pencereye yöneldim. Geniş camlardan dışarıyı izlerken, arka bahçenin ihtişamı beni hayrete düşürdü. Özenle düzenlenmiş bir bahçe; laleler, güller ve bakımlı ağaçlarla çevriliydi. Sanki her detay, bu evin bir parçası olarak mükemmel bir şekilde yerleştirilmişti.
"Efendim, küvet hazır," dedi Natasha kapının ardından. Arkamı dönerek ona gülümsedim. "Teşekkürler Natasha."
"Benden başka bir isteğiniz var mı?" diye sordu, başını hafifçe eğerek. "Hayır, teşekkür ederim."
"Birazdan odanıza su ve bardak bırakacağım. İstediğiniz başka bir içecek var mı?" Düşündüm. Akşamları genelde bitki çayı içerdim, bu rahatlamama yardımcı oluyordu. "Yemekten sonra papatya çayı getirirsen çok sevinirim."
"Elbette efendim. Keyfiniz için ne gerekiyorsa yaparım."
Natasha odadan çıkınca, kendimi banyoya attım. Küvetin sıcak suyla dolu olduğunu ve içine gül yaprakları serpildiğini görünce bir an duraksadım. Bu kadar ihtimam görmek hâlâ garipti, ama itiraf etmeliyim ki hoşuma gitmişti. Yavaşça suya girdim ve sıcaklığın tüm vücudumu sardığını hissettim. Kaslarım gevşerken, yorgunluğumun bir kısmı suyla birlikte akıp gidiyor gibiydi.
Banyodan çıkıp havluyla kendimi kuruladım, ardından odaya döndüm. Kahvaltım getirilmiş, yatağın başucuna bir bardak su ve sürahi bırakılmış ve pijamalarım ise özenle yatağa serilmişti. Natasha gerçekten işini büyük bir özenle yapıyordu. Pijamalarımı giydikten sonra önce bir şeyler atıştırdım. Sonra yatağa oturup telefonumu elime aldım. Frannie ve Jack'i aramak istiyordum.
Telefon çaldı ve sonunda Frannie açtı. "Vera! Nihayet arıyorsun! Her şey yolunda mı?"
"Merhaba Frannie, evet, her şey yolunda. Yolculuk uzun ve biraz yorucuydu ama şimdi iyiyim. Geldiğim yer çok… etkileyici," dedim, kelimelerimi dikkatle seçerek.
"Etkileyici mi? Daha fazla detay istiyoruz!" diye Jack'in sesi duyuldu. Frannie'nin yanında olduğu belliydi.
"Daha ne söyleyebilirim ki? Burası bir malikâne. Her şey çok görkemli ve biraz da göz korkutucu," diye itiraf ettim.
"Peki insanlar nasıl? Seni iyi karşıladılar mı?" diye sordu Frannie.
"Evet, oldukça nazikler. Yulia teyze yani Yulia Kuznetsova beni çok sıcak karşıladı. Ama her şey fazla hızlı gelişiyor. Henüz buraya gerçekten alıştığımı söyleyemem."
"Zamanla alışırsın," dedi Jack sakin bir tonla. "Sonuçta bu senin geçmişinle ilgili bir yolculuk. Her şeyin bir sebebi vardır, değil mi?"
"Evet, sanırım öyle," dedim hafif bir gülümsemeyle. "Yarın daha çok şey öğreneceğimi düşünüyorum."
"Biz hep buradayız, unutma," dedi Frannie. "Her şey yolunda mı diye sürekli seni kontrol edeceğiz!"
"Bunu biliyorum, teşekkür ederim. Yarın tekrar konuşuruz, tamam mı?"
"Tamam. Kendine dikkat et, Vera," dedi Jack.
"Görüşürüz," dedim ve telefonu kapattım.
Yatağa uzandım ve gözlerimi tavana diktim. Şu an bulunduğum bu yer, sadece bir başlangıçtı. Geçmişin gölgeleri bu evin duvarlarında yankılanıyordu. Gözlerimi kapatırken, yarın karşılaşacağım sorular ve cevaplarla dolu bir dünyayı düşündüm. Uyuyakalmışım.
Birinin beni nazikçe dürtmesiyle gözlerimi araladığımda, odanın loş ışıklarıyla kararan gökyüzü buluşmuştu. Uyku hâlâ üzerimdeydi ama kalkmam gerektiğini fark ettim. Karşımda Natasha’yı buldum; içtenlikle gülümsüyordu. "Efendim, yemeğinizi getirdim," dedi.
Bir an nerede olduğumu anlamaya çalışarak etrafıma bakındım, sonra kendime geldim. Natasha’nın uzattığı sabahlığı alıp omuzlarıma geçirirken, masaya hazırlanan yemek dikkatimi çekti. Buharları tüten sıcak yemekler, odaya mis gibi bir koku yayıyordu. Natasha masayı özenle hazırlamıştı; kristal bir sürahide su, gümüş çatal bıçaklar ve porselen tabaklar bir şölen masası gibi duruyordu.
Yavaşça masaya oturdum. İştahım olmadığını düşünmeme rağmen her lokmada yorgunluğumun dağıldığını hissettim. Yemek sonunda Natasha, yine sessizce yanıma yaklaştı. Bu kez ellerinde dumanı tüten bir fincan papatya çayı vardı. Onun bu özeni ve titizliği, hem şaşırtıcı hem de huzur vericiydi.
"Artık dinlenebilirsin, Natasha," dedim teşekkür edercesine. Ardından aklıma sabahki kahvaltı geldi. "Bu arada, kahvaltı saat kaçta?"
"Sekizde herkes masada olur," diye yanıtladı.
Merakla sordum, "Yulia teyze dışında kimler olacak?"
Natasha sıralamaya başladı. "Bayan Yulia Kuznetsova ve eşi, kızları Olga ve eşi Sergey Voronin ile torunları Anna Voronin kahvaltıda size eşlik edecekler."
Kafamı salladım. "Tamam, sabah görüşürüz."
Natasha hafifçe eğilerek geri çekildi. "İyi geceler efendim."
"Sana da Natasha," diyerek onu uğurladım.
Yemeğin ardından elimde çay fincanımla pencerenin önüne geçtim. Şehrin dışındaki bu geniş arazide gecenin sessizliği her zamanki şehir gürültüsünden oldukça farklıydı. Bahçeye bakarken, laleler ve güllerin gölgeleri ay ışığında dans ediyor gibiydi. Çayımı yudumladıkça sakinlik içime işliyordu. Ama bu sakinliğin altında bir gerginlik vardı.
Yeni başlangıçlar her zaman heyecan verici olurdu, ama bir o kadar da yorucuydu. İnsan, alıştığı düzeni bıraktığında kendisini bir boşluğun içinde buluyordu. Bu boşluk, beni de içine çekiyordu. Pencereden bahçeye bakarken kendi kendime mırıldandım: "Geçmişin gölgeleri, ne kadar kaçarsan kaç, bir gün seni bulur. O zaman, yüzleşmekten başka bir seçeneğin kalmaz."
Bu sözler, zihnimin derinliklerinde yankılandı. Geçmiş… Ne zaman karşıma çıkacağını hiç bilemezdim. Ama şimdi, burada, geçmişimin tam ortasında durduğumdan emindim. Yarın bu geçmişle yüzleşecektim.
Çayımı bitirip yatağa döndüğümde, uyku gözlerime ağır ağır çökmeye başlamıştı. Odanın sessizliği içinde, duvarlarda yankılanan kendi düşüncelerimden başka hiçbir şey yoktu. Gözlerim kapandığında zihnimdeki son düşünce şuydu:
Yarın, tüm sorularımın cevaplarını alacak mıyım?
"Her yolculuk, bir kaybın ve kazancın iç içe olduğu bir hikâyedir. Ve bazen kaybettiğimiz şeyler, kazanacağımızın izleridir."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |