7. Bölüm

6

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

"Bazı acılar, sadece bir çift gözde yankı bulur. O gözlere baktığında tüm dünyayı unutursun." — Viktor Volkov

Viktor

Ara verildiğinde, nefes almak için locadan dışarı çıktım. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Ayağa kalkarken, sesimde kontrolsüz bir titreşimle, "Ben birazdan geleceğim," dedim.

"Tamam," dedi Vera. Sesi yumuşak, gözleri masum bir parıltıyla üzerimdeydi. O an bir şeylerin değişmekte olduğunu hissettim.

Adımlarımı hızlandırarak terasa çıktım. Soğuk hava yüzüme çarptığında bir nebze olsun kendime geldim ama yetmeyeceğini biliyordum. Bu kız... Bu kadar saf bir varlık... Beni mahvedecekti. Ve bunu yapmaya çoktan başlamıştı.

"İyi misin, Viktor?" Andrei’nin sesi kısık ve temkinliydi, yanımda belirdiğinde.

Değildim. Derin bir nefes aldım ve soğuk havanın içimi serinletmesine izin verdim. "Vera Vasiliev hakkında her şeyi bulmanı istiyorum," dedim, sesim kararlıydı.

"Vasiliev mi?" Andrei’nin şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu.

Başımı salladım. "Evet."

Saygıyla bir adım geri çekilirken, "En kısa sürede elinde olacak," diye fısıldadı.

"Tamam."

Locaya vardığımda Vera’yı ayakkabılarını çıkarırken gördüm. Küçük, zarif ayakları ortaya çıktığında istemsizce yutkundum. Yanına yaklaştığımda beni fark etti, telaşla ayakkabılarını giymeye çalıştı. Ama hareketleri ağırdı; acı çektiği her halinden belliydi.

"Giyme," dedim, sesim istemeden fazla sert çıkmıştı. Gözlerinde bir anlık bir tereddüt gördüm, ardından yumuşak bir sesle ekledim: "Ayakkabılar mı acıttı?"

"Biraz. Aslında bale yaptığım için alışkınım ama..." Sesi narin ve çekingen bir tonla çıktı. O kadar kırılgan görünüyordu ki, içimde bir şeyler harekete geçti. Onu korumak, sarmak ve bu dünyadaki her türlü acıdan uzak tutmak istiyordum. Her ne pahasına olursa olsun.

Dayanamadım. Bir anda dizlerimin üzerine çöktüm.

"Viktor..." dedi, sesi şaşkınlık doluydu.

Tam o sırada kapı açıldı ve Maksim içeri girdi.

"Buz getir, Maksim," dedim, gözlerimi Vera’dan ayırmadan.

"Derhal, efendim." Maksim hızla dışarı çıktı.

Vera'nın ayağını avuçlarıma aldım. "Şşşt... sessiz ol, moya malyshka (miniğim)," diye fısıldadım. Minik ayakları ince ve narindi. Acısını dindirmek için içgüdüsel bir şekilde hareket ediyordum, ama dokunuşum... Sanki buz değil, bir alev taşıyordum.

Maksim geri döndüğünde işaretle çıkmasını söyledim. Elime bir buz parçası alarak Vera’nın kızarmış derisine dikkatle dokundum. Her temas beni zorluyor, bu anın yoğunluğu ruhumu hapsediyordu. Ama farkındaydım; bu, her açıdan ikimiz için de uygunsuz bir durumdu. Ayrıca Vera’nın gerginliği beden diline yansıyordu.

"Şimdilik ayakkabıyı giymesen daha iyi olur," dedim, sesimde sakince bir otoriteyle. Yanına geçip oturduğumda Vera’nın yanaklarının pembeleştiğini fark ettim. Başını eğdi, bana bakmaktan kaçındı.

Bu kız… Onun canını yakan her şey benim düşmanımdı artık. Ve bu dünyada, onu inciten ne varsa karşıma alacaktım.

Andrei’ye mesaj attım. "37 numara, rahat bir spor ayakkabı bulup getirin."

Cevabı beklediğimden çabuk geldi: "Ama Pakhan, her yer kapalıdır."

Telefonu avucumda sıktım.

"O zaman açtırmanın bir yolunu bulun, Andrei."

Mesajı gönderdikten sonra telefonu cebime koydum ve bir süre sahneyi inceledim. Vera bana kendini daha da kapatmış gibiydi. Onu ürkütmüş olmalıydım. O narin duruşu, içine çekilmiş hali, ruhumu incitiyordu. Bu sessizlik beni boğacak gibiydi. Onu rahatlatmak ya da en azından bir köprü kurmak için konuşmam gerekiyordu.

"Burada kalıp kalmayacağından emin değildin," dedim, sesim yumuşak ama sorumda bir keskinlik vardı. Onu anlamak, katmanlarının altını görmek istiyordum. Birkaç saniye bekledim, sonra devam ettim: "Peki, Rusya’da yaşamak istemez miydin?"

Sözlerim yankılandı. Belki bu soruyla onun dünyasına bir kapı aralamaya çalışıyordum. Belki de daha fazlasını bilmeye ihtiyacım vardı.

Vera’nın yüzü bir anda değişti. Gözlerindeki ışıltı, yerini derin bir hüzne bıraktı. Kalbimde bir yer acıyla burkuldu; ona istemeden de olsa bu kadar yoğun bir şey hissettirdiğime üzüldüm.

"Burada kimsem yok ki," dedi.

Sözleri, bir acı gülüşle tamamlandı. Ama o gülüş... İçimde yankılanan o kırık notalar, düşüncelerimi esir aldı. Gülüşünün hüznü öyle keskin, öyle gerçekti ki, ruhumda yankılanan tek şey onun bu yalnızlığıydı.

"Aslında New York’ta da yalnızca Frannie ile Jack var," diye ekledi.

İsimler dudaklarından dökülürken bir anda zihnimde bir boşluk oluştu. Kimdi bu insanlar? Hayatındaki rolleri neydi? Neden bu kadar yalnızlık dolu bir şekilde bahsediyordu? Bunu bilmeliydim.

"Onlar kim?" dedim, sesim biraz daha sertleşmişti.

"Arkadaşlarım."

Bir arkadaş, belki sadece bir dost... ama ya başka biri? Arkasında bıraktığı biri var mıydı? Bir sevgili, bir nişanlı? Bu düşünceler keskin bir bıçak gibiydi. İçimde yükselen sahiplenme duygusu şimdiden dizginlenemez haldeydi.

Soru dudaklarımdan istemsizce döküldü: "Başka biri yok mu?"

Sözlerimdeki tedirginliği gizleyememiştim. Yanıtını bilmek istiyordum ama ne duyacağım konusunda gergindim.

"Yok."

Cevabı, sessiz bir yankı gibi içime işledi. Hüzün, sesine öyle yerleşmişti ki sanki kelimeler bile daha fazla taşımak istemiyordu bu ağırlığı. Başını hafifçe çevirdi, konuşmayı bitirmek ister gibiydi. Onu daha fazla zorlamadım. Bir nefes aldım ve aramızdaki sessizliği korudum.

Gösterinin ikinci perdesi için zil çaldığında herkes yerlerine dönmeye başladı. Vera başını çevirip sessizce bakışlarını perdeye sabitledi. Ama ben gözlerimi ondan ayıramıyordum. Bir ipliğin ucunda gibi hissediyordum; her haliyle beni biraz daha kendine çekiyordu.

Birkaç dakika sonra, perdeler açıldı ve son perde başladı. Dikkatim oyunda değildi. Sessizce onu düşünüyordum. Vera'nın ruhunun çatlaklarında bir hikâye vardı; bir gölge, bir geçmiş, ve her ne ise, bunu öğrenmeden duramayacağımı biliyordum.

Bu sadece bir başlangıçtı. Vera’yı çözmek, korumak, belki de... Henüz hikâyemiz başlamamıştı. Ama şimdiden her şeyimle onun hikâyesine bağlanmıştım.

Gösterinin ikinci yarısını da en az ilki kadar büyük bir heyecanla izliyordu. Dansa ve müziğe olan hayranlığını her hareketinden, her bakışından görebiliyordum. Vera'nın yüzüne yayılan o saf coşku, beni kendine çekiyordu. Ve bakışlarımı ondan alamıyordum.

Bir ara gözlerini kapadı. Müziğin büyüsüne tamamen teslim olmuştu. O an, dünyada yalnızca o ve müzik vardı. Başını hafifçe hareket ettirirken yüzünde beliren mutluluk ifadesi, içimde yankılanan karanlıkları aydınlattı. Onu böyle görmek fazlaydı... fazlasıyla güzeldi.

Bu kadar basit bir an, nasıl bu kadar yoğun olabilirdi? Şaşkındım. Anna’dan sonra bir kadının beni böylesine etkileyebileceğini hiç düşünmemiştim. Ama Vera… O, başka bir şeydi. Ruhumu tutup kendi eksenine çekiyordu. Kaçış yoktu. Çoktan büyüsüne kapılmıştım.

Hayranlıkla ona bakarken aniden bana döndü. O olağanüstü gözlerinde bir parıltı gördüm; içimdeki her şeyi susturan, beni hapseden bir duygu. Fazlaydı. Vera, hayatımdaki her şeyden daha gerçek, daha yoğun, daha büyüleyiciydi. Ve bu farkındalık beni mahvediyordu.

Bir süre, ne ben gözlerimi ondan çekebildim ne de o benden. Sessiz bir bağ oluştu aramızda; kelimelerin yok olduğu ama ruhların konuştuğu o anlardan biriydi. Telefonuma gelen bir mesaj sesiyle o büyü bozuldu. Sesin, mesaj bildiriminden geldiğini fark ettim.

"Affedersin," dedim, alçak bir sesle.

"Sorun değil," dedi Vera, nazikçe gülümseyerek.

Telefonuma gelen mesajı açtım: "Ayakkabıyı getirdim."

Cevap yazdım: "Gösteri bitince getirirsin."

"Emredersiniz, Pakhan."

Telefonun sesini kapattım ve tekrar Vera’ya döndüm. Gösterinin bitimine az kalmıştı. Bir süre, sahnedeki performansa odaklanmaya çalıştım. Ama zihnim, onun birkaç dakika önce bana bakışında kaybolup gitmişti.

Final sahnesi geldiğinde, Vera heyecanla kolumu tuttu. Dokunuşu bir şimşek gibi tüm bedenimden geçti. Tüm duyularım onun dokunuşunda kilitlendi. Ama hemen ardından elini çekti ve yüzü utançla kızardı.

"Chert!" (Kahretsin!) diye içimden geçirdim. Bu kız, beni sahiden mahvedecekti.

Gösteri sona erdiğinde, ayağa kalkıp alkışladık. Sahne perdeleri inene kadar alkışladık, ardından Vera ayakkabılarını giymeye çalıştı. Ama onu durdurdum: "Bekle, Vera."

Şaşkınlıkla yüzüme baktı, anlam veremediği açıktı. Yine de ayakkabılarını giymeyi bıraktı. Tam o sırada Andrei’ye mesaj attım ve içeri girdi. Uzattığı kutuyu aldıktan sonra çıkmasını işaret ettim.

Kutuyu açtım ve Vera’ya döndüm. "Bunları giy."

Gözleri kutuya, sonra bana kaydı. Şaşkındı, ama aynı zamanda biraz gergin görünüyordu.

"Bu ne?" diye sordu.

"Ayakkabılar daha fazla canını yakmasın diye bir çift spor ayakkabı aldırdım."

Yüzü bir anlık şaşkınlıkla parladı, sonra hızla ciddileşti.

"Viktor, teşekkür ederim ama olmaz," dedi, sesi nazikti ama kararlı.

Söylediklerini duymasam da hareketleri, kırılgan bir zarafet taşıyordu. Yavaş ve dikkatli bir şekilde ayakkabılarını giydi. Gözleri yerdeydi, dudaklarından neredeyse bir fısıltıyla ekledi: "Daha kötülerine de katlandım."

Bakışları kutuya yöneldi. Konuştuğunda sesindeki rahatsızlık hissi ruhuma işledi.

"Lütfen bir daha böyle bir şey yapma. Kendimi kötü hissetmeme neden olma."

"Vera, ben sadece—"

Sözümü kesti, başını hafifçe kaldırarak bana baktı. O güzel maviler, ne diyeceğimi unutturuyordu.

"Niyetini anladım. Çok kibarsın, Viktor... ama olmaz. Yine de teşekkür ederim."

Ayakkabılarıyla yavaş ve zor yürüyordu. Ama tavrındaki onur ve kararlılık, ona olan hayranlığımı daha da artırıyordu.

"En azından koluma girip bana dayansan?"

Vera’nın gözleri hafifçe büyüdü. Duraksadı, sanki ne yapması gerektiğinden emin olamıyordu. Ama sonunda içini çekip, başını hafifçe eğdi ve koluma girdi. Hareketi öyle nazikti ki, onun bu kadar yakınında olmak garip bir şekilde beni huzura kavuşturdu. Vücudu hafifti, varlığı ise tarifsiz bir şekilde yoğun.

Dışarı çıktığımızda gece soğuğu yüzümüze vurdu, ama Vera'nın yanımda olması o soğuğu hissetmeme engel oldu.

"Nereye gideceksin?" diye sordum, bakışlarımı yüzüne dikerek.

"Büyükannemin evine," dedi, sesi belli belirsiz, tıpkı ay ışığı gibi yumuşak ve silik.

"Araban var mı?" diye sormadan edemedim, cevabı zaten tahmin ettiğim halde.

"Hayır ama taksiyle giderim," dedi. Bu sözlerindeki bağımsızlık isteği açıkça hissediliyordu. Bana yük olmaktan çekindiği her halinden belliydi.

"Seni ben götürürüm," dedim net bir şekilde, konuşmamızın bu noktada tartışmaya açık olmadığını belirtmek istercesine.

"Gerek yok, Viktor. Gerçekten," dedi, bu kez sesi biraz daha belirgin bir itiraz taşıyordu. Ama yine de, bu kelimelerin ardındaki mahcubiyeti fark etmemek imkânsızdı.

Bakışlarımı onun mahcup yüzüne diktim ve kesin bir tonda tekrarladım: "Bana yük olmuyorsun, Vera. Seni eve bırakmak benim için mutluluk verici olacak."

Sözlerim onu şaşırtmış olmalı ki, bir an gözlerime baktı, sonra başını eğdi. Hafif bir tebessümle, bu kez daha yumuşak bir sesle konuştu: "Peki."

Arabaya doğru ilerlerken Andrei’ye kısa bir bakış attım. O ve Sacha, benim talimatlarımı çoktan anlamışlardı. Sacha direksiyonun başına geçti, Andrei ön koltuğa oturdu. Ben ise Vera’ya kapıyı açtım. İçeri binerken elimi hafifçe tuttu ve bir an göz göze geldik. O an, bu küçük dokunuşun etkisinin büyüklüğüne şaşırdım.

Araca yerleştikten sonra, Sacha’ya döndüm ve direktifimi verdim: "Nadia Vasiliev’in evine gidiyoruz."

Sacha’nın bu bilgi karşısında şaşkınlıkla bir an bakışlarını diktiğini fark ettim, ama itiraz etmedi. Onun görevi sorgulamak değil, uygulamaktı.

Yolculuk boyunca, Vera sessiz kaldı. Pencereden dışarı bakarken yüzünde bir hayranlık vardı. Şehrin ışıklarına, meydanın parıltısına dalmıştı. Onun bu şekilde çevresine bakması, sanki dünyanın güzelliklerini yeniden keşfetmemi sağlıyordu.

Sonunda vardığımızda, Vera bana döndü. Gözlerindeki minnettarlığı gördüm; o kadar saf, o kadar içtendi ki, içimde bir şeyler kıpırdadı.

"Çok naziksin, Viktor. Yardımın için minnettarım," dedi.

Uzattığı eline bakakaldım. Sonra yavaşça parmak uçlarını tuttum ve hafifçe dudaklarıma götürdüm. Elim onun narin tenine değdiğinde, bedeninin bir anlık irkilmesini hissettim. Ama bu irkilmenin ardından yüzünde beliren yumuşak bir hayranlık ifadesi, beni bir an için yeniden hayata bağladı.

"Rica ederim, Vera. Bu benim için bir zevkti," dedim alçak bir sesle.

Arabadan inip ona kapıya kadar eşlik ettim. Kapının önünde bana döndüğünde yüzünde o çekingen ama içten gülümsemesini gördüm.

"Tanıştığımıza memnun oldum," dedi. Sesi, titreyen bir mum ışığı gibi hafifti.

"Ben de, Vera," dedim. Adını söylerken içimde hissettiğim derinliği saklamayı başaramadım.

Kapıyı açmaya yeltendiğinde, bir an kendimi durduramadan, konuşuverdim: "Yarın seni akşam yemeğine çıkarabilir miyim?"

Bir anlık şaşkınlıkla duraksadı. Gözlerinde, ürkek ama bir yandan da beni geri çevirmek istemeyen bir parıltı vardı. Sonunda, hafif bir gülümsemeyle yanıt verdi: "Olur, Viktor."

O an içimde bir kıvılcım çaktı.

"Seni yedide alırım," dedim. Sözlerim bir soru değil, bir teminattı.

Gülümsedi. Kapıyı kapatmadan önce bir an göz göze geldik. Bakışlarındaki derinlik, kapının ardında kaybolduğunda bir boşluk hissettim.

Arabaya döndüğümde, geçmişim aklımda yankılandı. Anna ve bebeğimle ışığımı kaybettiğimi sanmıştım. Yıllardır karanlık bir kuyuda yaşamıştım. Ama Vera… onun ışığı bir umut olabilir miydi?

Henüz emin değildim. Ama içimde doğan kıvılcımı, onun varlığı sayesinde hissetmeye başlamıştım. Onun saf masumiyeti, karanlığımın içindeki tek ışık gibiydi. Ve o ışık, beni her saniye daha fazla yakıyordu.

Vera

Eve girdikten sonra odama doğru yürürken içimde bir hafiflik ve karmaşa vardı. Ayakkabılarımı çıkardım ve kapının yanına bıraktım. Ayağımdaki acı hafiflemişti ama hâlâ Viktor’un sıcak dokunuşunu hissediyor gibiydim. Bu hisse bir anlam veremiyordum.

Derin bir nefes aldım. Duvara yaslanıp gözlerimi kapattım. Onun bakışları zihnime doldu. O kadar yoğundu ki, sanki beni tamamen sarıp sarmalıyordu. Aynaya ilerledim. Parmaklarımı yanaklarıma götürdüm. Aynada gördüğüm kızarıklığı artık hissetmeye başlamıştım. "Bu gece bana ne oldu?" diye fısıldadım kendi kendime.

Elbisemin fermuarını dikkatlice indirdim. Sanki her hareketim onun bakışlarının ağırlığını üzerimde hissettiriyordu. Kendimi bir şekilde açığa çıkmış gibi hissediyordum. Ama bu, rahatsız edici bir his değildi. Daha çok... güven vericiydi. Elbisemi askıya astıktan sonra, yumuşak pijamalarımı giydim. Ama rahatlamamıştım. Ellerim hala titriyordu.

Yastıklara yaslanıp bacaklarımı uzattığımda, gözlerimi kapadım. Ama onun görüntüsü zihnimden silinmiyordu. Ses tonu, bakışları, dokunuşu... her şey fazla yoğundu. "İtiraz istemiyorum Vera." dediği o kararlı ama nazik ton. Onun yanında kendimi hem korunmuş hem de görülmüş hissetmiştim. Bu, şimdiye kadar hissettiğim bir şey değildi.

Bir süre tavanı izledim. Sonra Viktor’la vedalaşırken parmak uçlarımı hafifçe öpüşü geldi aklıma. O an kalbimde bir şeylerin değiştiğini hissetmiştim. Yavaşça elimle göğsüme dokundum. Kalbim hâlâ hızlı atıyordu.

"Neden bu kadar farklı hissettiriyor?" diye düşündüm. Bugüne kadar kimseye böyle bir yakınlık hissetmemiştim. Onun sözleri, bakışları, varlığı... hepsi çok fazlaydı. Ve beni hem korkutuyor hem de büyülüyordu.

"Yarın seni akşam yemeğine çıkarabilir miyim?" O anki gözlerindeki kararlılık zihnimde canlanınca, istemsizce gülümsedim. Neden evet dediğimi bilmiyordum. Düşünmeden kabul etmiştim. Ona karşı koymayı hiç düşünmemiştim bile.

Yatağa uzandım ve derin bir nefes daha aldım. "Nefesimizin yetmediği anlar, daha önce nefesimizi kesen anlardan kaynaklanır," diye bir söz okumuştum. Viktor nefesimi kesmişti, şimdi nefesim yetmiyordu. Viktor’u düşündüm. Bu geceyi düşündüm. Kalbimde beliren bu yeni, garip duyguyu anlamlandırmaya çalıştım. Ve anladım ki, ilk kez birine bu kadar farklı hisler besliyordum. Bu masum, ama bir o kadar derin bir histi.

Gözlerimi kapattım. Viktor’la geçirdiğim her anı tekrar tekrar hatırladım. Gözlerimin önünden gitmiyordu. Ve bu, beni huzursuz ettiği kadar garip bir şekilde mutlu ediyordu.

Bu gece uyuyamayacağımı biliyordum. Ama bu sefer, bu uykusuzluk beni rahatsız etmeyecekti.

"Bu gece, kalbimde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Daha önce hiç kimse beni böylesine güvende ve aynı anda böylesine karmaşık hissettirmemişti. Viktor Volkov, bana dokunmadan bile içimde bir kıvılcım yaktı." — Vera Vasiliev

Bölüm : 22.12.2024 09:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...