6. Bölüm

5

kitsudaphne
kitsudaphne

 

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

 

Viktor köken ve isim anlamı: Rusça Виктор olarak yazılır. İngilizce Victor ile aynıdır. İkisi de zafer kazanan kişi, fatih anlamına gelir. Rusya'da Viktor ismi yaygın kullanıldığı için karakter adı Viktor olarak seçilmiştir.

 

"Bazen en karanlık ruhlar bile ışığın varlığında huzursuzca titrerler." — Viktor Volkov

Viktor

Akşamın sessizliğinde, işlerin ağırlığını geride bırakıp amcamın restoranında hızlı bir yemek yedim. Görev bilinci, beni kısa bir an bile rahat bırakmıyordu. Ona baleye başladığı gün, her zaman onu destekleyeceğime dair söz vermiştim ve bu sözümü tutuyordum. Restorandan ayrıldıktan sonra adamlarımla birlikte Bolşoy Tiyatrosu’na doğru yola çıktık. Tiyatroya vardığımızda, valeye arabayı teslim ettim ve adamlarımın bir kısmıyla girişe doğru ilerledik. Soğuğun acımasızlığı ceketimin içine sızmaya çalışsa da, tiyatronun ihtişamlı atmosferine adım attığım an, dışarının soğuğu yerini sıcak bir ışığa bıraktı.

Bolşoy’un altın varaklı, yüksek tavanlı salonu, geçmişin yankılarını taşıyan bir anı deposu gibiydi. Duvarlarındaki tablolar ve avizeler, zamana meydan okuyan bir görkemle parlıyordu. İçerideki her detay, hafızamın kuytu köşelerine saklanmış çocukluk anılarını çağırıyordu. Babamın ciddiyeti, annemin sıcak gülümsemesi... Bu salon, onlarlayken tanıdık bir mutlulukla dolardı. Sonra Anna ile de gelirdik. Onun bakışlarındaki hayranlık, her zaman beni etkilerdi. Ama geçmiş, adını sıkça anmamı istemeyen bir hayalet gibi şimdi sessizce uzaklarda salınıyordu.

Ama geçmiş, bugüne ait değildi. Zihnime tutunan hatıralar, yüreğimin derinliklerine dokunmayı bırakmalıydı.

Adamlarım arkamda sessizce beni takip ederken koridorlarda ilerledim. Ayak seslerimiz, altın işlemeli halının yumuşaklığıyla neredeyse duyulmaz hale geliyordu. İnsanların bana yönelen bakışlarını görmezden gelmeyi öğrendiğim bir hayat yaşıyordum. Çoğu kişi Volkovları tanırdı. Bakışları ya da fısıltıları görmezden geldim. Sessiz ve kararlı adımlarla sahne arkasına ulaştığımda, aradığım kişiyi bulmak zor olmadı. Alina... Zarif, narin ama gözlerinde büyümeye hevesli bir duyguyla bekliyordu. Beni gördüğünde yüzüne yayılan heyecanı bastırmaya çalışsa da başaramadı.

"Viktor..." diye mırıldandı. Sesindeki tereddüt ve şaşkınlık, ruhunun karmaşasını ele veriyordu. "Gelmezsin sanmıştım."

Sadece hafif bir gülümsemeyle cevap verdim. "Sana söz verdim, Alina. Sözlerimi her zaman tutarım."

Alina’nın sahne kostümünün zarafeti dikkat çekiciydi. İnce detaylar ve üzerindeki taş işlemeler, spot ışıkları altında parlayacak şekilde tasarlanmıştı. Herkes için büyüleyici olabilirdi belki, ama beni etkileyen bir güzellik değildi. Ona olan hislerim dostluk sınırlarının ötesine asla geçmedi. Ve geçmeyecekti.

"Bugün sahnede kendini göstereceğine eminim," dedim, sesime nazik bir ton katarak.

Yanaklarına yayılan hafif pembe gölge, minnettarlığını ele veriyordu. "Teşekkür ederim, Viktor," diye fısıldadı. Sesi alçaktı ama duygularla doluydu, hafifçe titriyordu.

Onun hislerini göz ardı etmek zorundaydım. Bu, yalnızca kendim için değil, onun iyiliği için de gerekliydi. Beni nasıl gördüğünü biliyordum. Gözlerindeki o beklenti, belki de kalbinin derinliklerinde taşıdığı bir umut... Ama o hislere karşılık verecek bir adam değildim. Daha doğrusu, öyle bir adam olmaya niyetim yoktu.

"Başarılar dilerim," dedim, bakışlarımı onun yüzünde tutarak. "Harika bir performans sergileyeceksin. Seni locadan izleyeceğim."

Bana bir an için baktı; gözlerindeki bakış, söylediklerimin ardında gizli bir anlam arıyordu. Ancak karşılık vermedi. Yalnızca başını eğip gülümsedi, çaresiz bir kırılganlıkla.

Onun için burada olmam gerektiğini biliyordum. Bu, sorumluluğumun bir gereğiydi. Ama daha fazlası? Hayır, bu sınırları geçmek yalnızca felaketi getirebilirdi.

Yanından ayrılırken tek kelime daha etmedim, arkama dönüp bakmadım. Sessizce locaya doğru ilerledim. Yerime oturduğumda, tiyatro salonunu dolduran kalabalığın enerjisini hissettim. Kadife perdeler henüz açılmamıştı; sahne, sırlarını açıklamaya hazır bir şekilde karanlıkta bekliyordu.

Gösteri başlamadan önce her şey sıradandı. Kalabalığın arasındaki hafif uğultu, eski bir melodinin tekrar eden notaları gibi kulağımda yankılanıyordu. İnsanlar sıralarına geçip oturuyor, birbirleriyle kısa sohbetler ediyordu. Gözlerim bu sıradanlık içinde gezinirken, ruhumun bu geceye dair herhangi bir heyecanı reddettiğini düşünüyordum.

Ama sonra...

Locanın kapısı yavaşça açıldı.

İçeri giren kadını gördüğüm an, zaman bir nefeslik durdu.

Gece mavisi saten elbisesi, salondaki her ışığı kendi üzerine çekiyordu. Kumaş, bedenine zarifçe sarılırken adeta her adımda dalgalanıyordu. Elbisenin omuzlarını açıkta bırakan kesimi, zarafetle sınırları çizilmiş bir tabloyu andırıyordu. Boynunda yalnızca küçük bir kolye vardı, ama o sadelik bile bir başkasının üzerinde sıradan görünebilirdi. Onunla sıradan hiçbir şey mümkün değildi.

Adımları, ayak sesinden yoksundu. O an her şey sustu. Kalabalığın tüm hareketliliği, konuşmaları arka planda sönükleşmişti. Tek bir şey duyuyordum: kendi kalp atışlarım. Hızlanıyordu, irademin kontrol edemeyeceği bir güçle…

Beni fark ettiğinde bir an durakladı. Elindeki kağıda kısa bir bakış attı. Yüzündeki tereddüt gölgesi, zarif hatlarına bir kırılganlık kattı; güzelliğini bir mücevher kadar ulaşılmaz kılan o masumiyeti bir an parıldadı. Kağıttan tekrar bana baktığında, göz göze geldik.

Bakışları beni bir girdap gibi içine çekti. Sanki o kısa anda geçmiş, gelecek ve şimdi; her şey bu ânın içinde eriyip gitmişti. Bakışlarının sıcaklığı, farkında bile olmadan içimdeki karanlığa dokunuyordu.

Sonunda o büyülü sesi duyduğumda, gerçekliğe dönebildim.

"Affedersiniz," dedi, sesi beklediğimden bile yumuşaktı, sanki kelimeler şarkı söylüyordu. "Kuznetsovlar’ın locası değil mi?"

Sesindeki melodi, içimde yankılandı. Ruhuma dokunup derinlerde bir yerlere kök saldı. Konuşmakta zorlanıyordum, boğazım kurumuş gibiydi. Ama bir şekilde soğukkanlılığımı korudum.

"Hayır," dedim, sesimin sakinliğiyle ona güven vermeyi umarak. Ama içimdeki fırtına başka bir şey haykırıyordu: Mahvoldum.

Minik bir gülümseme yüzünde belirdi. Ardından, başını hafifçe eğerek bana selam verdi ve sakin adımlarla kapıya doğru ilerlemeye başladı. O kadar naif ve güzeldi ki gitmesine izin veremezdim. Onun yanımdan uzaklaşacağı düşüncesi bile, içimde bir eksiklik yaratmıştı.

Ayağa kalktım. Sözlerim, düşüncelerimin önüne geçmişti.

"Gösteriyi benimle izleyebilirsiniz."

Sesimde bir davet değil, bir ihtiyaç vardı. Ona bir seçenek sunmuyor; adeta onun varlığına ihtiyaç duyuyordum.

Durdu. Dönüp bana baktı. Tereddüt gözlerine yeniden yerleşmişti; bir o kadar masum, bir o kadar savunmasız. Sanki bu teklifi kabul etmekle büyük bir sınırı geçecekmiş gibi...

"Sizi rahatsız etmek istemem," dedi. Kelimeleri, güzel bir ezgi gibi dudaklarından dökülüyordu.

O utangaçlık, o kırılganlık... Her bir kelimesi ruhumun en derinlerinde bir yerlere dokunuyordu. İçimdeki fısıltı her zamankinden daha güçlüydü: Bu masumiyeti korumalısın.

"Etmezsiniz, lütfen." Sesimdeki alçak gönüllülük, nadiren ortaya çıkardığım bir tondaydı. "Buyurun."

Bir an duraksadı, sonra zarif adımlarla bana doğru geldi. Yanıma yaklaştığında, elimi uzattım.

"Viktor Volkov."

Elimi sıktığında, dokunuşu da varlığı gibi bir tüy kadar hafifti. Parmakları sıcaktı, ama teninin yumuşaklığını sanki ellerimde değil, ruhumda hissediyordum. Bakışlarını benden kaçırırken utandı, yanaklarına belli belirsiz bir pembelik yayıldı.

"Vera Vasilieva."

Adı, zihnimde bir kehanet gibi yankılandı. O an, bu gecenin sıradan bir gece olmayacağını anladım. Bu tanışma yalnızca bir karşılaşma değildi. Bu, kaderin yıllardır işlediği bir dönüm noktasıydı.

Vasiliev.

Bu bir tesadüf olamazdı. Kader ya da tesadüflere inanan biri değildim. Ama bu şaşırtıcıydı. Vera’nın bir şekilde karşıma çıkması… Bu ne anlama geliyordu? Sorular, zihnimde bir girdap gibi dönüp dururken, dikkatimi ona odakladım. Yanımdaki koltuğu işaret ettim.

"Lütfen, oturun."

Zarif bir şekilde oturduğunda, omuzlarına zar zor tutunan şalını usulca çıkardı. Altında, narin boynu ve omuzları bir tablo kadar kusursuz görünüyordu. O anda, kendimi düşüncelerimin akışına kapılmamak için zorladım. Ama kolay değildi. Anna’dan sonra hiçbir kadının içimde böyle bir fırtına koparacağını düşünmemiştim.

Kendimi toparlamak için bakışlarımı sahne tarafına çevirdim. Duygularımı kontrol altına almak zorundaydım.

"Kuznetsovlar ile bağlantınız nedir?" diye sordum, sıradan bir konuşma açma çabasıyla. Ama içimdeki karmaşadan ötürü, bu konuşmanın sıradan kalması imkânsızdı.

O ise şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı. Gözlerindeki zekâ ve merak, sanki kelimelerimden daha fazlasını arıyordu.

"Tanıyor musunuz?" dedi, sesi taze kar gibi saf, ama derin bir anlamla doluydu.

Masumiyeti ve zekâsı arasında ince bir denge vardı; her kelimesi beni biraz daha içine çekiyordu.

"Evet," diye cevapladım. Kısa bir sessizlik oldu, ama bu sessizlik bizim aramızdaki bağın şekillenmeye başladığını hissettirdi. Gözleri... Tanrım, o gözler.

Maviydi, ama sıradan bir mavi değil. Sakin ve durgun bir göl gibiydi; huzur verici ve büyüleyici. O derinlikte kaybolmamak için mücadele ediyordum. Ama savaşı çoktan kaybettiğimi hissediyordum.

"Kuznetsovlar, büyükannemin arkadaşlarıymış," dediğinde, sesi hafifçe titredi. "Büyükannem Nadia vefat etti."

Hüzün, kelimelerini örten bir sis gibi odada asılı kaldı. Gözlerindeki gölge kalbime saplanan ince bir bıçak gibiydi.

"Üzüldüm," dedim, ama sesim bu derin acıya layık bir samimiyet taşımıyordu. Onun hissettiği kaybı anlayabilmek için mücadele ederken, içimde bir öfke büyüyordu. Bu kadar saf ve narin bir ruh, nasıl olur da benden daha büyük acılar yaşamış olabilirdi?

O devam etti. "O zaman Yulia Kuznetsova ve ailesiyle tanıştım."

Cümlesini bitirdiğinde yüzüne yayılan hüzün, o kadar derindi ki kelimelerle tarif edilemezdi. Vera gibi birine ait olmamalıydı bu hüzün. Onun bu kadar incinmiş olması, içimde garip bir koruma içgüdüsü uyandırdı.

"Büyükannemi tanımıyordum," dedi ve derin bir nefes aldı. "Ailemden birinin yaşadığını bile bilmiyordum."

Bakışları boşluğa kayarken, yüzüne yayılan kırılganlık beni paramparça etti. Sonra, sanki bir şey fark etmiş gibi başını kaldırdı ve mahcup bir gülümsemeyle bakışlarını bana çevirdi.

"Üzgünüm," dedi yavaşça. "Genelde pek konuşkan biri değilimdir."

O gülüş, o bakışlar... Ruhumun en derinlerine işliyordu. Onun her hali, her kelimesi... içimdeki karanlıkta çatlaklar oluşturuyordu.

Ona bakarken dudaklarım kendiliğinden kımıldadı. "Ben de," dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönmüştü.

Ama içimdeki gerçek fısıltı başka bir şey söylüyordu: Vera ile karşılaşmak… Onu bulmam tesadüf değildi. Ve onu kaybetmek bir seçenek bile değildi.

Kalbime yoğun bir sıcaklık sızarken locanın kapısı bir kez daha açıldı. İçeri giren garson, nazik bir selamla bana döndü. "Bay Volkov, hoş geldiniz efendim. Ne içerdiniz?"

Maksim’in sesi zihnimdeki karmaşayı bir anlığına dağıttı, ama bakışlarım Vera’dan ayrılmadı. "Bir şey içmek ister misin?" diye sordum, sesimin yumuşaklığını koruyarak.

"Bilmem," dedi, hafif bir tedirginlikle. Bu, onun bana karşı biraz mesafeli hissettiğini gösteriyordu. Haklıydı. Benim gibi biriyle aynı locada olmak bile başlı başına huzursuz edici olabilirdi.

Onu daha fazla rahatsız etmek istemedim. "Her zamankinden Maksim, iki tane," dedim.

İçeceklerimiz geldiğinde gösterinin başlamasına hâlâ biraz zaman vardı. Bu boşluğu, onunla konuşarak doldurmak istedim. Ne kadar farklı bir ışığa sahip olduğunu daha yakından görmek, onu anlamak istiyordum.

Vera konuşmaya başladığında, kelimelerini dikkatle dinledim. Zekâsı, içtenliği ve sadeliği beni her geçen an daha fazla etkiliyordu. Vera’da bir ışık vardı. Yalnızca güzelliği değil, ruhunun ta kendisinden yayılan bir ışık.

Ama aynı zamanda bu ışık, kalbimde bir kıvılcımı tetikledi. Uzun zamandır içimde sönmüş olan bir şeydi bu. Umut. Bu genç kadın, benim gibi karanlığın içine hapsolmuş bir adam için umut gibiydi.

Ve içimde başka bir ses, bu ışığın farklı bir şey olduğunu, çok daha özel olduğunu fısıldıyordu.

Bir an için sessizlik çöktüğünde, onunla konuşmaya devam etme isteğimi bastıramadım. "Burada mı kalacaksın?" dedim. Soruyu sıradanmış gibi sormaya çalıştım, ama sesimdeki gerginlik ne kadar ustalıkla gizlenmiş olursa olsun, içimdeki karmaşayı susturamıyordum.

Vera omuzlarını hafifçe kaldırdı. "Bir süre daha kalabilirim," dedi, tedirgin bir gülümsemeyle. "Ama New York’taki gösteri için geri dönmek istiyorum."

New York’taki gösteri. Tek bir kelime, içimde bir yankı oluşturdu. Gösteri? Ne tür bir gösteri?

"Gösteri?" dedim, merakımı saklamaya çalışarak.

"Ben balerinim," dedi, o yumuşak ve melodi gibi sesiyle.

O an zihnim, onu sahnede hayal etti. Gözlerimin önünde canlanan görüntü neredeyse gerçek gibiydi. Bir yıldız gibi parlayan Vera, ışıklar altında süzülen zarif bir figür…

Kısa bir an için kıskançlık hissi tüm varlığımı ele geçirdi. Onu izleyen yüzler, onun büyüsüne kapılan kalabalık... Vera’nın yalnızca benim bildiğim bir sır olmasını diledim. Onu paylaşma fikri bile içimde şimdiden bir huzursuzluk yaratıyordu. Bu hisler, hem mantıksız hem de kaçınılmazdı.

Ama elimde değildi, bu duygu yalnızca kıskançlık değildi. Onda tarif edemediğim bir şey vardı. Beni içine çeken, derinliklerinde kaybolmaktan korktuğum ama aynı zamanda oradan çıkmak istemediğim bir şey. Vera sadece güzel değildi. O, eşsizdi. Adeta bir paradoks: Hem ulaşılmaz bir yıldız hem de yanı başımda duran bir gerçek.

Gösteri başlamak üzereyken içime işleyen bir farkındalıkla baktım ona. Ben, onun ışığına kapılmıştım. Ve bu hislerden vazgeçmek... İmkânsızdı.

Gösterinin başlayacağı anonsu yapıldı. Işıklar loşlaşırken salona derin bir sessizlik hâkim oldu. İzleyiciler, büyük bir beklentiyle sahneye odaklandı. Alina, bu akşamın yıldızıydı. Coppèlia Balesi’ndeki baş dansçı olarak sahneye çıkmak onun için bir zirve anıydı, hayat boyu çalışmanın ödülü. Ama benim için burada olmak… bir görevden ibaretti.

Perde açıldığında orkestra, Coppèlia’nın tanıdık melodilerini çalmaya başladı. İlk notalar salonu doldururken, Alina sahneye adım attı. Salondan yükselen hayranlık dolu mırıltılar, onun ne kadar olağanüstü bir dansçı olduğunu doğruluyordu. Disiplini ve dans tekniğinin mükemmeliyeti… Hepsi, onun sahnede parlamasını sağlıyordu. Onu izleyen herkes, Alina'nın bir yıldız olduğunu görebiliyordu.

Ama ben? Gözlerim sahneye değil, Vera’ya kayıyordu.

Onun duruşu… Zarafet, sanki doğal bir şekilde Vera’nın her hareketine işlenmişti. Sessiz bir büyüyle oturuyordu; herhangi bir kelimeye ihtiyaç duymadan tüm salonu kendine çekebilecek bir ışığa sahipti. Ama asıl dikkat çekici olan, bakışlarıydı. Gözlerini sahneden ayırmadan Alina'yı izliyordu. Dansın her detayına odaklanmıştı; her adımı, her dönüşü adeta ezberliyordu.

Vera’nın bu yoğun dikkati beni etkiledi. Peki ben? Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, aynı şekilde sahneye odaklanamıyordum.

Sahnedeki hareketlerin güzelliğiyle Vera'nın doğal güzelliği arasında bir karşılaştırma yapmaktan kendimi alamıyordum. Alina’nın pirouette hareketiyle salonda yankılanan hayranlık dolu uğultu, Vera’nın hafifçe gülümseyip alt dudağını ısırdığı o an… herkesten, her şeyden daha etkileyiciydi.

O an kalbimde bir huzursuzluk belirdi. Kendi kendime bir uyarıda bulundum: Bu zayıflığa izin veremezdim. Ama hissettiğim şey, basit bir hayranlık değildi. İçimde büyüyen bu yoğun çekim, mantığımı gölgede bırakıyordu.

Gösterinin ikinci kısmı için ara verildiğinde, perde kapanırken salondaki alkışlar salonda yankılandı. Alina'nın bu performansı, onun için bir zaferdi. Ama benim için? Zafer ya da alkış yoktu. İçimde bitmek bilmeyen bir savaş vardı.

Vera’ya odaklanmak… bu, kim olduğumu unutturan bir şeydi. Volkov adının beraberinde getirdiği ağırlığı, sorumluluklarımı ve bana öğretilen tüm kuralları bir kenara iten bir gerçekti. Ama içimde büyüyen başka bir gerçek daha vardı: Vera, beni alt üst etmişti ve ben ilk kez onunla gelecek kaosa razıydım.

Vera

Gösteri başlamadan önce, locada onunla ilk karşılaştığım andan beri kalbimi susturamıyordum. Gözlerimi tekrar sahneye çevirmeye çalıştım, ama zihnimde hâlâ o anın yankıları vardı.

Viktor Volkov.

Adı zihnimde yankılandığında bile kalbim hızlanıyordu. Hayatım boyunca hiç kimse bana böyle bir etki yapmamıştı. Ama onun varlığı... Bir gücün derin bir şekilde her anıma dokunması gibiydi.

İlk gördüğümde hissettiğim o yoğun duyguyu tarif etmek zordu. Özellikle gözleri… Soğuk gibi görünüyordu, ama içinde bir ateş yanıyordu, sessiz ve karanlık. İnsanı kendine çeken, güven veren ama aynı zamanda ne kadar tehlikeli olduğunu hissettiren bir güç vardı bakışlarında. Kendimi korumak için uzak durmam gerektiğini biliyordum. Ama o an, onunla aynı yerde olmak, bu kadar yakınında olmak bile kalbimde bir şeyleri değiştiriyordu.

Hiç kimseye böyle bir yakınlık hissetmemiş, kimseyle ilk anda duygularımı paylaşmamıştım. Ama Viktor her ne sorarsa sorsun, ona içtenlikle yanıt vereceğimi ve onun, bu yanıtları derinden anlayacağından emindim. Bu his, bana tanıdık geliyordu, ama yine de şaşırtıcıydı.

Hayatım boyunca hep sahne ışıklarının arkasında yaşamıştım. İnsanlar beni izlerdi; hayranlıkla, merakla. Ama hiçbiri, ruhuma bu şekilde dokunmamıştı.

Oysa Viktor’la konuşurken kelimelerim titriyor, sesim kısılıyordu. Gözlerim, onun keskin hatlarına odaklanmamaya çalışıyordu, ama her bakışımda ona çekiliyordum. O bakışları sanki beni içine çekiyor, ruhumun derinliklerine doğru. Ama bir yandan da bu çekimden korkuyordum, kendimi kaybetmek istemiyordum.

Sahnedeki dansçılara odaklanmaya çalıştım. Ama ne kadar çabalasam da... onun varlığı her yerdeydi. Yanımda otururken bile, sanki beni gözleriyle izliyordu. Ve bu düşünce… bu düşünce beni hem utandırıyor hem de içimde bir heyecan yaratıyordu, derin bir karışıklık.

Bu duyguların ya da karmaşanın adı neydi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey vardı: Viktor Volkov’un yanındayken dünya daha küçük, daha sessiz ve daha anlamlı bir yer oluyordu. Her şeyin anlamı değişiyordu, her şeyin.

Bir an bakışlarımı ona çevirdim. O bakışlar… Derin, yoğun ve içimi çeken. O bakışlara doğru çekilmek kolay ve doğal bir şeydi. Bir an, zaman sanki durdu. İçim titrerken başımı hızla çevirdim, kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, duymasını istemiyordum. Belki de onu bu kadar hissetmek istemiyordum. Ama bu engel, imkansız bir duvar gibi görünüyordu.

O anda içimden geçen tek bir şey vardı: Viktor, beni alt üst etmişti.

"Bazı insanlar yalnızca yanınızdan geçip gider. Bazılarıysa sizi olduğunuz kişiden alır, başka birine dönüştürür. Vera, bir anda her şeyimi alt üst etti. Ama belki de ilk kez, bu kaosa razıydım." — Viktor Volkov

Bölüm : 22.12.2024 09:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...