YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
"Her yenilik, içinde bir korku barındırsa da, aslında kendi içinde bir umut taşıyordu. Tek yapmam gereken cesaretimi toplamak ve o umudu kucaklamaktı." — Vera Vasiliev
Vera
Alarm sesi odada yankılanırken gözlerimi açtım. Saat yediyi çoktan geçmişti. Göğsümde derin bir huzursuzluk vardı; bugün alacağım cevaplar hayatımın bundan sonraki yönünü yeniden şekillendirebilirdi. Düşüncelerime kapılmamak için hızla yataktan kalktım ve hazırlandım. Natasha, her zamanki sessizliğiyle bana yemek odasına kadar eşlik ettiğinde kalbim hızlanmış, ellerim hafifçe titremeye başlamıştı.
Kapıyı geçtiğim anda, odada bulunan herkesin bakışları üzerimde toplandı. Bir an için zaman durdu gibi geldi. Oturdukları sandalyelerden kalkıp beni karşılamaları, hem şaşırtıcı hem de oldukları kadar misafirperver olduklarını gösteren bir davranıştı. Yulia teyzenin, kendine has nezaketini koruyarak yaptığı tanıtımları dikkatle dinledim. Her birinin varlığı, farklı bir izlenim bırakıyordu. Eşi Gavrel, sakin ve mesafeli bir duruş sergileyerek, sanki her şeyin tam yerli yerinde olmasını isteyen bir adam havası veriyordu. Kızı Olga, zarif gülümsemesiyle ortamı aydınlatıyor, sıcak bir samimiyet sunuyordu. Ancak Sergey Voronin, bir kenarda dimdik duruyor, buz gibi, delici bakışlarıyla gözlerime bakıyordu. Onun bakışları, adeta bir buz dağını andırıyordu; soğuk, keskin ve her an her şeyin ardında bir hesap, bir gizem barındırıyordu.
Yulia teyze gülümsedi. "Yeğenim bugün burada olamadı, ama onunla mutlaka tanışırsınız."
"Tabii, Yulia teyze," diye cevap verdim, ama sesim sakin kalmaya çalışırken içimdeki gerginlik yüzüme yansıyacak diye korktum.
Kahvaltı başladığında sohbetin çoğunu Yulia teyze ile Olga üstlendi. Gavrel birkaç kelimeyle konuşmalara katılırken Sergey’in sessizliği, odanın havasını neredeyse elle tutulur bir soğuklukla dolduruyordu. Bakışlarının sürekli üzerimde olduğunu hissediyor, bunu görmezden gelmeye çabalıyordum.
Olga, gözlerini bana dikerek konuşmaya başladı. "New York’taki hayatını merak ediyorum, Vera. Bale oldukça büyüleyici bir sanat. Anlatır mısın? Nasıl başladı bu tutku?"
Kısa bir an duraksadım. Bu soru her zaman bende karışık duygular uyandırırdı, ama yanıtlamayı seviyordum. Hafifçe gülümsedim. "Çocukken, bir panayırda Fındıkkıran balesini izlemiştim. Yetimhanedeydim ve o günü hiç unutmuyorum. Hayatımda gördüğüm en güzel şeydi. O an, bir gün balerin olmam gerektiğini hissettim."
Olga’nın yüzünde merakla karışık bir hayranlık belirdi. "Harika bir hikâye. Peki sonra?"
"Rahibe Mary, en sevdiğim öğretmenlerimden biriydi. O, hayalimi gerçekleştirebilmem için bana çok yardımcı oldu. Bir hayırsever, ismini asla öğrenemediğim biri, eğitimimi karşılamayı kabul etti. İşte böyle başladı her şey," dedim, geçmişin tatlı ve buruk hatırasını düşünerek.
Olga hafifçe başını salladı. "Gerçekten ilham verici. Bu kadar tutkuyla yapılan bir şeyin karşılığını alamamak imkânsız. New York’taki gösterilerin başarıyla dolu olmalı."
"Elimden gelenin en iyisini yapıyorum," dedim alçakgönüllü bir ifadeyle. "Ama başarı, sahne dışında da büyük çaba gerektiriyor."
Sergey, bu konuşmayı bir gölge gibi dinliyordu. Buz gibi bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmeden kahvesini yudumladı. Göz göze gelmemek için elimden geleni yapıyordum, ama varlığı bile gerginliğimi artırmaya yetiyordu.
Kahvaltı masası, samimi bir sohbete sahne olmuş gibi görünse de Sergey’in sessiz soğukluğu, bu sıcaklığı hep gölgede bırakıyordu. Sanki beni gördüğü ilk andan beri benden nefret ediyordu. Sergey Voronin’in delici bakışları üzerimde dolaşırken, ne konuşmayı ne de bu durumu çözmeyi istiyordum. Sessizliğe geri dönüp kahvaltıma odaklandım.
Yemekten sonra Yulia teyze, beni büyükannemin mezarına götürmeyi teklif etti. Kabul ettim, ama bu teklif içimde acı bir burukluk uyandırdı. Büyükannemi hiç tanımamıştım; onun kim olduğu hakkında Yulia teyzenin aktardığı birkaç hikâyeden ibaret anılar vardı elimde. Bu, onunla kurabileceğim tek bağdı.
Soğuk rüzgâr yüzümü okşarken, mezar taşına baktım. Gözlerim, taşın üzerine kazınmış ismi okurken bir an duraksadı. Çiçekleri nazikçe bıraktım ve içimden bir dua fısıldadım. Onun beni görmesini, gurur duymasını umarak…
Daha sonra büyükannemin evine doğru yola çıktık. Yulia teyzenin malikânesinin aksine, bu ev daha küçük ama sıcak bir görünüme sahipti. Çevresindeki geniş arazi, eski ama zarif bir güzellik taşıyordu. Yulia teyze, arabadan inerken hafifçe gülümsedi. "Evine hoş geldin, Vera."
Adımımı içeri attığım anda, dün hissettiğim tanıdık sıcaklık yine beni sardı. Kan bağının, yıllar ve mesafeler ötesinden bile varlığını hissettirebilmesi etkileyiciydi.
Kapıyı açan altmışlı yaşlarında bir çift, bizi nazik bir tebessümle karşıladı. "Vera, seni Ivan ve Ekaterina Petrov ile tanıştırayım. Büyükannenin yıllarca yanında çalışan sadık yardımcılarıdır."
"Tanıştığıma memnun oldum," dedim nazikçe.
Ekaterina, bana hayranlıkla baktı. "Tanrım, büyüleyicisin moya malen'kaya (küçük kızım)."
Yüzümde utangaç bir gülümsemeyle teşekkür ettim. Ivan sessizce bizi içeri davet etti. Salona geçtiğimizde, Ekaterina’nın getirdiği sıcak çay ve kurabiyelerin kokusu, mekânı daha da huzurlu hale getirmişti.
Çayın sıcaklığı ellerimi ısıtırken, Yulia teyze ciddi bir ifadeyle konuyu açtı. "Vera, burada kalmayı düşünür müsün?"
Bu soru, kalbime bir taş gibi oturdu. Kalmak mı? Rusya’da mı? Şaşkınlıkla başımı kaldırıp ona baktım. "Bilmiyorum, Yulia teyze. Bu konuda hiç düşünmedim."
O, sabırla gülümsedi. "Belki bir süre burada kalmalısın. Kararını vermeden önce geçmişinle bağ kurmanın sana iyi geleceğini düşünüyorum."
İçimde bir çelişki dalgası yükseldi. Bu ev, bu ülke… Burası benim evim değildi. Ama ya evim neresiydi? Bu soruya henüz bir cevabım yoktu.
"New York’ta bıraktığın hayatın, vazgeçilemeyecek bir hayat mıydı?" diye sordu Yulia teyze, bakışlarını üzerime sabitleyerek.
"Orada ailem gibi gördüğüm iki yakın arkadaşım var. Bir de kariyerim…" dedim, kararsızca.
"Kariyerin için burası daha büyük fırsatlar yaratabilir, Vera. Bolshoy’da yeni bir kariyere başlamak istemez miydin?"
Nefesim kesildi. Bolshoy… Her balerinin hayalini süsleyen o görkemli sahne. Yıllardır içimde taşıdığım bir rüyaydı bu. Ve şimdi, bu rüyanın eşiğinde miydim?
"Böyle bir şey mümkün mü?" Sesim hayretle karışık bir umudu yansıtırken, Yulia teyzenin yüzünde sabırlı bir gülümseme belirdi.
"Elbette mümkün. Büyükannen seni araştırırken, ne kadar yetenekli ve büyüleyici bir balerin olduğunu fark etmiştik. Katıldığın gösterilerde iz bıraktığını biliyoruz. Büyükannen seninle her zaman gurur duyardı, Vera."
Kalbim sıkıştı. Bu kelimeler beklenmedik bir duygusal yükle üzerime çöktü. "Sahiden mi?" diye fısıldadım, sesim titreyerek.
"Evet," dedi Yulia teyze, sıcak bakışlarıyla bana güven aşılayarak. "Şimdi, neden yeni bir başlangıç yapmayasın? Belki de geçmişinle yüzleşme zamanın gelmiştir. Ne dersin?"
Bir anlığına konuşamadım. Bolshoy’da dans etmek özel bir hayaldi. Ama bu hayal, burada kalmayı gerektiriyordu. Kalbim hızla atarken, geçmiş kadar geleceğin belirsizliğiyle de baş başaydım.
Kararsızdım. Yulia teyzenin söyledikleri mantıklı geliyordu belki, ama onu henüz tanımıyordum. Sözlerinde bir sıcaklık vardı, ama içimdeki şüpheyi silecek kadar güçlü değildi. Frannie ve Jack… Onlar benim gerçek ailem gibi olmuştu. Buraya gelirken tek düşündüğüm, geçmişime dair bilmediklerimi öğrenmek, kalbimdeki kimsesizlik duygusunu yok edebilmekti. Bunlar olmadan başka hiçbir şeyi konuşamaz, düşleyemezdim.
Derin bir nefes alıp, cesaretimi toplayarak doğrudan konuya girdim. "Bana söyleyecekleriniz olduğundan bahsetmiştiniz."
Yulia teyze bir an duraksadı. Bakışlarındaki ifade yumuşak ama mesafeliydi. "Evet, Vera. Her şeyi öğreneceksin. Ama zamanla. Zamanından önce edilen sözler hem anlamsız hem de anlaşılmaz olur."
Gözlerim kıpırdadı, sabırsızdım ama sessiz kaldım. O ise sakince devam etti: "Öncelikle büyükannenin vasiyetinden bahsedeyim."
Başımı salladım. Sözleri beni merakta bırakmıştı. Derin bir nefes aldı ve açıklamaya başladı. "Büyükannen, bu evi, çevresindeki araziyi ve yüklü bir serveti sana bıraktı. Vera, o seni tek mirasçısı olarak belirledi."
Nefesim kesildi. Beklentilerim sıfırdı. Hiçbir zaman böyle bir şey düşlememiştim. Ama bir anda, hayatımın tüm dengesi değişmiş gibi hissettim.
"Fakat ben bunları…" Sözlerim yarım kaldı.
Yulia teyze bakışlarını üzerime dikerek sabırla konuştu: "Kabul edeceksin, sevgili kızım. Bunu reddetmenin bir anlamı yok. Büyükannen seni çok sevdi. Onu tanıyamamış olabilirsin, ama o hep seni düşündü. Ayrıca başka bir akraban da yok. Bu nedenle bu miras sana ait."
Bu gerçeklik, kafamı karıştırmıştı. Kabul etmem gerektiğini biliyordum, ama bu kadar büyük bir yükümlülük… Bu, geçmişimle yüzleşmek için bir fırsat mıydı yoksa daha fazla karmaşanın başlangıcı mı?
Yulia teyzenin sesi tekrar duyuldu: "Ayrıca sen de bana emanetsin, Vera."
Sözleri, içimde bir acı dalgası uyandırdı. Büyükannemi tanıyamamak… Bu gerçek, imkânsız bir hayale dönüşmüştü. Keşke hayatta olsaydı. O zaman kendimi üçüncü kez yetim kalmış gibi hissetmezdim. Kalbimdeki boşluk derinleşirken, sessizlik odayı sardı. Hayat neden böyleydi? Hep yarım mı kalmalıydı?
Yulia teyzenin sesi bu karanlık düşünceleri delip geçti. "Tüm bunlardan sonra ne düşünüyorsun, Vera?"
İçimdeki boşluk, tarifsiz bir acıyla yanıyordu. Bu boşluğun bir adı vardı: Kimsesizlik.
Artık bir ailem yoktu. Bu, geri dönüşü olmayan bir gerçekti. Tıpkı annem ve babam gibi...
Onları özlüyordum. Hem de delicesine. Ama bu özlem, tanıyamadığım insanlara duyulan bir hasret gibiydi. Onlara ait anılarım yoktu, seslerini hatırlayamıyordum. Sanki geçmişim de, geleceğim gibi bir hiçliğin içine hapsolmuştu.
"Annemle babamı düşünüyorum," dedim. Sözlerim dudaklarımdan dökülen bir sır gibi, ağır ve çekingen. "Neden buradan gitmek zorunda kaldıklarını..." Derin bir nefes alıp sakinliğimi korudum. "Bana onlardan bahseder misiniz?"
Yulia teyze bir an için yüzümü inceledi, sonra bakışlarını kaçırdı. Sessizliği uzatırken odanın havası daha da ağırlaştı. Sonunda, gözlerini yere dikerek konuştu. "Bu konuyu sonra konuşalım, Vera. Nadia’nın acısı hâlâ taze. Ama şunu bil ki..." Bir an duraksadı, kelimeleri özenle seçmeye çalışıyor gibiydi. "Onların büyükanneni çok üzdüğünü söyleyebilirim."
Sözleri, göğsüme saplanan bir bıçak gibi acıttı. Geçmişimde üzücü ya da korkutucu bir şey vardı. Değil mi? Çözülemeyen bir sır gibi... Ve şimdi o sırrın gölgesi, kalbimde derin bir iz bırakıyordu. Daha fazlasını öğrenmek istesem de Yulia teyzenin tavrı beni durdurdu. Gözlerim yaşlarla dolmuştu, ama ağlamak istemiyordum.
"Biliyor musunuz, ben yetimhanede büyüdüm, kimsem yoktu," dedim. Sesim yavaş ama kararlıydı. "Sadece geçmişimi ve neler olduğunu öğrenmeye çabalıyorum. Bu yaşadıklarımın hepsi çok ağır geliyor. Bir de üstüne bu vasiyet… Kafam çok karışık, Yulia teyze."
Yulia teyze elimi nazikçe tuttu. "Bu hayatta hepimizin payına düşen acı fazladır, Vera. Ama her acı, yeni bir başlangıca kapı açar."
Gözlerimdeki yaşlarla ona baktım. Sesindeki sakinlik ve içtenlik kalbime dokunuyordu.
"Buraya bir şans vermelisin, Vera," dedi. "Belki de bizim sana aile olmamıza izin vermelisin."
Sözleri kulaklarımda yankılanıyordu. Yüreğim bu cümleyi göz ardı edemedi. İçimdeki ses, ona bir şans vermem gerektiğini fısıldadı. Ya da buraya…
"Tamam, Yulia teyze. Burada kalma konusunu da düşüneceğim," dedim sonunda.
Yulia teyzenin dudaklarında ince bir gülümseme belirdi. "Buna sevindim, Vera. Eğer burada kalırsan, köklerinle bütünleşme belki de kendini keşfetme şansın olacak."
Köklerimi… Bu kelime içimde karmaşık bir yankı uyandırdı.
"Büyükannen seni çok sevdi," diye ekledi. "Seni tanıyamamış olabilir, ama her zaman seni düşündü. Bundan şüphe etme." Bir an duraksadı, sonra daha ciddi bir ifadeyle ekledi: "Bir de Bolshoy için ciddi bir şekilde düşünmelisin. Sana her konuda destek olacağıma büyükannene söz verdim. Ve bu sözü tutacağım, Vera."
Kalbim yine çırpınıyordu. Bolshoy… O sahne, her balerinin ulaşmak istediği zirveydi. Bu sadece bir başarı ya da şöhret hevesi değildi benim için. Bale, kaçışım, nefes alışım, her şeyimdi. Sahnedeyken, yalnızlığımdan ve kimlik karmaşamdan sıyrılıp yalnızca Vera oluyordum.
Ama bu fırsat, sadece dans etmeyi değil, geçmişimle bağ kurmayı da içeriyordu. Cesaret istiyordu. Yine de Frannie ve Jack’i geride bırakma fikri, içimi yakıyordu.
İçimden yükselen bir ses, bu şansı denememi söylüyordu. Eğer bu cesareti göstermezsem, hiçbir zaman gerçekten özgür olamayacağımı biliyordum.
Belki de… bu sayede kimsesizliğim ve yalnızlığım, bir nebze olsun azalırdı. Bu nedenle bir süre… Burada kalmalıydım. Gerçeklerimle yüzleşmeli, kimliğimi bulmalıydım. Bu, bir yolculuktu; cesaretin, fedakârlığın ve korkularımın derinliklerine inmemi gerektiren bir yolculuk. Ve bu kez, asla geri adım atmamalıydım.
Yulia teyze, gözlerimdeki kararsızlığı fark etmişti. "Düşünmek için zamanın var, Vera," dedi. "Ama unutma, her şey senin elinde. Ve ben burada olacağım, sana yardım etmek için."
Başımı salladım, gözlerimde kararsızlığın derin izleri. "Tamam, Yulia teyze. Tüm söylediklerinizi düşüneceğim," dedim.
"Ne karar verirsen ver, seni hep destekleyeceğim," dedi.
"Teşekkür ederim," dedim, içimde bir minnet duygusu yükselirken. Salona göz attım, her şey bir sessizlik içindeydi. Gözlerim Yulia teyzenin gözlerine tekrar kaydı. "Burada kalabilir miyim?"
Yulia teyzenin yüzünde şefkatli bir ifade belirdi. "Elbette, sevgili kızım. Eşyalarınla birkaç gün sonra buraya taşınmana yardım ederim. O birkaç gün boyunca yanımda dinlenebilirsin, burası da hazır olur. Ayrıca bir süre sonra büyükannenin avukatıyla da vasiyete dair işlere bakmamız gerekecek."
"Peki, Yulia teyze." Bu, yeni bir hayatın başlangıcı mıydı, yoksa sadece kısa bir duraklama mı? Bunu henüz bilmiyordum. Ama içimde bir huzur vardı, bir yere ait olma hissi... Burası bana bir yenilenme hissi veriyordu.
Sonraki günler dinlenmekle geçti. Her sabah Frannie ve Jack ile konuşuyor, onların destekleyici sözleriyle içimde bir rahatlık buluyordum. Ancak New York’taki kariyerimi ve hayatımı geride bırakma fikri, hala içimi kemiriyordu. Henüz bir karar vermemiştim. Ama burada, Moskova’da, kendimi canlı ve özgür hissediyordum. Belki de her şey göründüğü kadar karışık değildi.
İçimdeki huzur, yolumu netleştirmemi sağlıyordu. İki yol önümdeydi; ya yeni hayatımı keşfedecek ya da geride bıraktığım, mutlu olduğuma emin olamadığım hayatıma dönecektim. Bir karar verene kadar hayata kısa bir ara vermek istiyordum. Büyükannemin evine taşındığımda tek bir şeyden şüphem yoktu: cevapları bulmalıydım. İzleri takip etmek, bana geçmişin sessiz cevaplarını verecekti.
Eve geçtiğimde, ilk günlerimi evin her köşesini tanımakla, eski resimlere bakmakla ve kitapları karıştırmakla geçirdim. Her şey bana geçmişimi, kaybolan yıllarımı hatırlatıyordu. Henüz tam anlamıyla geçmişin perdesini aralamamıştım ama her detay, bana bir adım daha atmamı söylüyordu.
Bir hafta boyunca Ivan ve Ekaterina’dan büyükannemin ve büyükbabama dair anıları dinledim. Her biri, kaybolmuş bir geçmişin kırık dökük parçalarıydı. Ivan, büyükannemin son yıllarını anlatırken, yüzünde bir hüzün vardı. Büyükannem, sağlık sorunları yüzünden yavaşça içine kapanmıştı. Bir sabah, Ekaterina, büyükannemin son zamanlarında nasıl yalnızlık hissettiğini anlatırken, sesi titredi: "Büyükannen son yıllarında, kızını ve torununu yani seni ne kadar çok özlediğini söylerdi. Bir gün, bana, ‘Onları ne zaman görebileceğim?’ demişti. O an, sadece bir boşluk vardı. Gözlerinde kaybolan bir şey…" dedi ve ekledi: "Ama o, yalnız olsa da hiçbir zaman teslim olmadı."
Bir başka akşam, Ekaterina, büyükbabamın ticaretle meşgul olduğunu ve nasıl onurlu bir adam olduğunu anlattı. "Büyükbaban, işine hep çok saygı duyardı," dedi. "Her zaman söylerdi, 'İş ahlakı, bir adamın onuru gibidir.' O, her zaman doğruluktan yana oldu, asla taviz vermedi. İyi bir iş adamıydı, ama ondan daha değerli olan, yaptığı işin insanlara fayda sağlamasıydı." Bu sözler, büyükbabamın karakterini gözümde canlandırmamı sağladı. Ne kadar onurlu bir adam olduğunu düşündükçe, içimde ona karşı bir hayranlık oluştu.
Bir diğer gün, Ekaterina bana büyükannem ile büyükbabama dair bir şeyler söyledi. "Büyükbaban vefat ettikten sonra, büyükannenin yalnızlığı bambaşka bir hale büründü. O kadar çok özlüyordu ki… Kızını, torununu, eşini… Son yıllarında hep evde yalnız kalmıştı. Ama o, her şeye rağmen son ana kadar direndi."
Bu anılar, beni hem hüzünlendirdi hem de büyükannemin ne kadar güçlü bir kadın olduğunu daha iyi anlamama yardımcı oldu. O, kaybolan yıllarının acılarına rağmen, hala dimdik ayakta durmayı başarmıştı.
Geldiğim ikinci hafta, Yulia teyze beni akşam yemeğine davet etti. Daha önce bahsettiği yeğeni gelmemişti, fakat ailenin geri kalan üyeleri oradaydı. Sergey, her zamanki soğuk tavrıyla varlığını belli etse de, artık beni ilk gördüğü zamanki gibi rahatsız etmiyordu. Gözleri zaman zaman üzerimde gezdi, ama bu kez bana bakışlarını dikmeye, saatlerce incelemeye çalışmadı. Yemek boyunca, orada bulunan herkesle sohbet etmeye çalışarak, içimdeki huzursuzluğu bir nebze de olsa dindirmeyi başardım.
Yulia teyze, masadaki sohbetin sıcak atmosferinde beni sık sık konuşturmaya çalıştı. "Vera, nasıl gidiyor?" diye sordu. "Yavaşça alışabiliyor musun buraya?" Sorusu, sanki içindeki tüm kaygıları örtmeye çalışan bir nazik ilgi taşıyordu.
Ben de başımı sallayarak, "Evet, Yulia teyze, her şey çok farklı, ama burada olmak güzel," diye cevapladım. Yulia teyze gülümsedi, ama arkasında derin bir hüzün olduğunu fark ettim. Bir anlığına bakışları uzaklaştı, belki de eski zamanların acı hatıraları bir kez daha onu derinlere çekmişti.
Yemek ilerledikçe, Yulia teyze bazen geçmişe dair küçük hatıralarını paylaşıyordu. "Büyükannen hep zarifti," dedi bir aralar, gözlerinde bir nevi özlem vardı. "Ama zor bir hayatı oldu. Yaşamı, kaybolan yılların bir yankısıydı. Hep bir eksiklik vardı içinde… Ama büyükbabanın kaybı, her şeyin son noktası oldu," derken, gözlerinde derin bir hüzün vardı.
Bu sözler, içimde tarifsiz bir acı bıraktı, sanki geçmişin gölgeleri bir kez daha üzerime düşmüştü. Bir an için, o hüzünle baş başa kaldım. Ama sonra, sohbetin daha gündelik bir hal almasıyla, içimdeki o karanlık düşünceler yavaşça silinmeye başladı. Tatlılar ve kahveler masaya konduğunda, Yulia teyze ve diğerleri sohbeti yeniden başlatmıştı. Gülümseyerek onları dinledim, her kelime bir parça huzur getiriyordu.
O gece, eve dönmek için kalktığımda Yulia teyze ve eşi bana kapıya kadar eşlik ettiler. Arabaya geçmeden önce, Yulia teyze yine bana gülümseyerek, "Yarın senin için özel bir hediyem olacak," dedi.
"Ne zahmet ettiniz, Yulia teyze," dedim, şaşkınlıkla.
"Görünce çok mutlu olacağını düşünüyorum," diye yanıtladı.
"Teşekkür ederim," dedim, içimde bir minnettarlık duygusu büyürken.
Yulia teyze ve eşine iyi geceler diledikten sonra, yavaşça arabaya yöneldim. Yuri karşımdaydı, beni havalimanından alıp ilk kez tanıştığımız günden sonra birkaç kez daha konuşma fırsatımız olmuştu. Bu gece de beni eve bırakmak üzere arabayı o kullanacaktı. Yolda, hafif bir sessizlik içinde ilerlerken, sohbet etmek için uygun bir an buldum. "Henüz şehri gezemedim," dedim, hafif bir gülümseme eşliğinde, "ama buna kesinlikle niyetliyim."
Yuri, gözlerindeki sıcaklıkla bana dönerek gülümsedi. "Kızıl Meydan’ı çok beğeneceksiniz," dedi. Sesinde, bu şehre olan sevgisini gizlemeyen bir gurur vardı. "Sonra başka yerler de var, keşfetmeniz gereken çok şey. Her biri ayrı bir hikaye taşır."
Onu dinlerken, Moskova’nın sokaklarının yalnızca taşlardan değil, anılar ve sırlarla örülü olduğunu hissediyordum. Yuri, şehirde görmem gereken yerleri anlatırken gözleri parlıyordu; sanki kendi geçmişini paylaşır gibi bir tutkuyla konuşuyordu.
Eve vardığımızda, ona teşekkür ederek kapıya yöneldim. İçeri adımımı attığımda derin bir nefes aldım. O gün yorucuydu, ama etrafımda insanların varlığı... İşte bu, uzun zamandır hissetmediğim bir duyguyu bana hatırlattı: Yalnız olmadığımı.
O gece, uzun zamandır hissetmediğim bir huzurla uykuya daldım. Sabah olduğunda, henüz uyanmıştım ki kapım hafifçe çalındı. Tatyana içeri girdi, elinde büyük bir kutu ve zarf taşıyordu. Gözlerim hemen kutuya takıldı. "Bayan Yulia’nın hediyesi," dedi, gülümseyerek.
Zarfı açtım ve içinden bir bilet çıktı. Bolşoy Tiyatrosu, Kuğu Gölü Balesi. Parmaklarım bileti tutarken, kalbimde hafif bir heyecan titreşimi hissettim. Hemen ardından dikkatimi çeken notu aldım ve okudum:
"Yıldızın hep parlasın, Vera. Umarım bu gösteriyi beğenirsin. Sevgiler, Yulia."
Sıcak bir tebessüm dudaklarıma yayıldı. Yulia teyze her zamanki gibi düşünceliydi.
Sonra kutuyu dikkatlice açtım. İçinden gece mavisi bir elbise çıktı. Kalın saten kumaşı parmaklarımın arasında ağır bir zarafetle kaydı. Elbise, tam anlamıyla bir sanat eseriydi. Sade ama etkileyici bir tasarımı vardı; elbisenin omuzları açıkta bırakan kesimi ve tamamen açık sırtıyla sofistike bir hava taşıyordu. Derin mavi tonu, geceyi anımsatıyordu, ışığın altında ise neredeyse büyülü bir şekilde parlıyordu.
Elbisenin altında bir çift ayakkabı dikkatimi çekti. Siyah, ince topuklu ve zarif detaylarıyla elbiseyi mükemmel bir şekilde tamamlıyordu. Bu kombin, hem incelik hem de güç yayıyordu.
Hediyenin zarafeti bir yana, taşıdığı anlam benim için çok daha büyüktü. Bu, Yulia teyzenin sadece beni düşündüğünü değil, aynı zamanda beni cesaretlendirmek istediğini de gösteriyordu. Yenilikler her zaman kolay değildi, ama bu hediyeler bana umut verdi. Belki de geçmişe dair korkularımla yüzleşme vakti gelmişti.
Büyük bir nefes aldım ve aynaya baktım. Bu elbiseyi giymek, yalnızca bir gösteriye katılmak değil, aynı zamanda bir adım atmaktı. Kendi yolumu bulmaya doğru bir adım.
Gösteri başlamak üzereydi. Ve ben hazırdım.
"Geçmişimle yüzleşerek, ruhumda açılacak yaraları tekrar hissetmekten korkuyordum, ama bir o kadar da biliyordum ki, yalnızca o yaralarla barışarak, kendimi bulabileceğim." — Vera Vasiliev
Okur Yorumları | Yorum Ekle |