Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@kittyloveyou

 

"Koşarken uçuyor gibi oluyorum"

Kapatın şu radyoyu
Bu cümleyi o yaşımda çok duyardım. Elimdeki henüz sarılmış sigarayı yere atar ve uzattığım bacaklarımı Alel acele indirirdim. Meter kadim dostum, kısa boyunun da desteklediği kısa beyaz koşucu şortunun kalçasına yapışmasından sızlanırdı. Haklıydı da, bu kadar sıkı bir kumaşın üstüne bir de kısa olması, ne kadar yıllardır koşuyor olsak da alışılmak istenmeyen rahatsız bir kumaştı.
Yıl 1890. Biz; 17 yaşında, küçük, ortalamanın altında bir kasabada hayalleri için yaşayan çevik birer koşucuyduk.
"Kapatıyoruz!" diye seslenirdi Andrei. Benim aksime ot içerken yakalanmak pek de umrunda değildi. Radyodaki şarkıyı mırıldandıp ayakta hafifçe ritim tutar, bir yandan da kafasını uçuracak otlar tüttürürdü. Tişörtünü kafasına geçirir ve saçlarının üstüne tuttururdu. Bıyık altından gülerdim ben de genelde, o ortama ait hatırladığım en belirgin şeyler bunlardı.
Her zaman arkada çalan Tequila, yarım yamalak İngilizcemizle ezberlediğimiz şarkıya eşlik edişimiz, terden ıslanan saçlarımızı baterinin ve gitarın baskınlığıyla savurmamız, küçük soyunma odasında The Camps ya da Paul Anka konserine çevirirdi.
Konuşmadığımız zamanlar bunu yapardık. Pek zeki olduğum söylenemezdi ki ders çalışmak da bana göre değildi. O zamanlar kendimi gerçek hayattan soyutlamış gibiydim. Benim için sadece spor vardı, bu yüzden etrafta ne oluyordu ne bitiyordu pek hatırlayamıyordum.
Matematik dersimizi anımsıyorum, öğretmenimiz cahil ve gaddar bir adamdı. O zamanlar bunun farkında değildim, dışlanmışlığa alışmıştık. Kızların geri planda bırakıldığının farkında olmadan, onların sorumlulukları ve görevleri olduğunu iddia edilen bir toplumda; henüz farkında değildim.
Adı Florin'di. Tam yanımda otururdu. Çok zekiydi, çiçeklere bayıldığını biliyordum. Her gün kafasında, çantasında,kitap ve defter aralarında çiçeklerle gelirdi. Notlar tutardı. Doktor olmak istediğini söylediğini hatırlıyorum,lakin emin değilim
Annesi küçük erkek kardeşini doğururken hayatını kaybettiği için evi çevirmekten o sorumluydu,bir abisi,ortanca erkek kardeşi ve bir erkek bebeğe bakar,bazen teyzesi yardım ederdi. O gün, okula gelmemişti. Önemli bir ders işlemiştik, üniversite sınavında olacağını olacağını söylemişlerdi. Florin geri geldi, ders için bilgi almalıydı, derste elini kaldırıp söz hakkı almıştı.
"Çok zorlama sen," diyerek kıkırdamıştı öğretmen. "Senin okumana gerek yok."
O gün söylenen şeyler hakkında çok düşünmemiştim,neden bilmiyorum. Kızların liseden sonra okutulması bırakılıyordu burada. Şehirliler okurdu, okumak isteyenler şehirlere giderdi. Biraz da para gerekiyordu elbet. Okumak masraflıydı. Çoğunluk kız çocukları olmakla birlikte liseden sonra çoğu çocuk okumazdı aslında. Eşinden geçinme parası gelsin diye evlendirilen kızlar da oluyordu. Bunu yapmayan zenginler, ailenin her ferdine yetecek paraya sahip olduklarından herkesi okuturlardı. Kasabadaki kesimden farklı düşündükleri kesindi. Onlara açık görüşlü denirdi. Aslında normal olması gereken bir görüşün Kategorileşmesi, korkunç bir ırkçılığın esiri olduğumuzu gösterirdi.
Başım eğik gezmeme neden olucak gerçeği yıllar sonra öğrenmiştim, o dersten sonra okul devamsızlıkları kapısına dayanan Florin, mezun olduktan sonra evlendirilmişti.
Lisedeki son iki yılımı tam olarak anlattığım gibi birbirini kovalamaya devam etmişti. Ben arkadaşlarımla sigara içip, sonra yerine oturmuş kafamla kaşlarımı kullanamayacak dereceye gelene kadar 400 metre engeli koşusuna hazırlanıyordum.
Çapkın biri değildim, insanlarla kolay anlaşırdım ve popülerdim lakin çapkın değildim. Herkesin arkadaşı olan tiplerdendim ben, kimseye farklı gözle bakmak gibi bir çabam yoktu. Sorduklarında dikkatimin dağılmasını istemiyorum derdim. Aslında tüm gayem makineleşen evlilik sisteminin bir parçası olmamaktı. Bana bir zorunluluk gibi geliyordu, üstüne atılan gereksiz bir sorumluluk.
Günlerim ne zaman farklılaşacak diye beklerdim. Lakin ayrı çaba göstermezdim. Tek İsteğim küçük kasabamda üstün bir başarıya imza atıp, büyük şehirler de yarışmalara katılıp milli olmaktı. Başka bir şey düşündüğüm yoktu.
Arkadaşlarımla pek keyifli olurdu sohbet.
Hatta bir gün Andrei'ye neden o kadar ağır otlar içtiğini sormuştum. Gevzek herif, hiç bir şeyi ciddiye almazdı.
"Koşarken uçuyor gibi oluyorum"
Farklı bir deneyim olsa gerek diye düşünmüştüm, gülmüştüm yine. O hep gülerdi, keyifli gülüşümle daha gülmüştü. Bu sefer şımarıp, "Al biraz sen de." Diye üstüme çullanınca, terli terli bana yapışmasından; üstelik zıkkımlandığı şeyi bana da bulaştırmaya çalışmasından sinirlenip alayal ittirmiştim onu. "Siz zenginler kafayı yemişsiniz."
"Size müziği kapatın dedim değil mi!" O gün bu sözü ilk defa iki kere duymuştum. Hızla ayağa kalkmış, Andrei'nin elindekileri alıp yere atmış ve etmiştim. O bana küfürler saydırmaya başlasa da kısa süre sonra mentörün gelmesiyle susmuştu.
Birkaç dakika yüzüme bakmış, daha sonra aldığı kokuyla yüzünü buruşturmuştu. Biraz yaşlı ama yakışıklı bir adamdı Bay Mihai. Onu severdik, sporu sevdiği kadar olmasa da o da bizi severdi. Yıllardır onunlaydık, çoğu dayağımı ondan yemiştim.
"Leş gibi kokuyor yine burası!" Sinirle kapıyı tamamen açmış, bir ümit hava girsin istemişti. O an fark etmiştim çünkü kokuya alıştığımdan bir farklılık hissetmemiştim.
"Sporcusunuz ulan siz. Biraz sağlığıniza dikkat edin bir zahmet! Baban o kadar metreyi neden koşamıyor sanıyorsun? Sigara evlat, sigara!" Yemeye başladığımız fırçayla elimi enseme attım. Biraz esnedim.

Sizin hayatınız koşmaksa, önünüze kendi engellerinizi koymayı bırakın.

"Sizin hayatınız koşmaksa, önünüze kendi engellerinizi koymayı bırakın!"
Ezberlemiştim.
Uzun süre bizi fırçaladığını hatırlıyorum. Sonra bir şey oldu.
"Evlatlar." Dedi kendinden her zamanki gibi emin görünüyordu. Eğer Bay Mihai, bir şeye karar vermişse, bu kararından asla pişman olmaz ve doğru olanı yaptığından emin olurdu. O adamdan çok şey öğrendiğimi fark ediyorum şuan.
"Kulübe yeni bir koşucu geldi." Andrei dudaklarını büzüp gözlerini kısmıştı, gelecek koşucuya karşı dair ne planları vardı bilmiyordum ama ben geldiğimde şortumun içine buz attığını göz önünde bulundurduğumda yapacağı taşkınlıkları tahmin etmek kolay olurdu.
Koç biraz geri çekilmişti,birine gel derecesinde kafasını sallamıştı.
İçeri giren adımlar, birden başımı döndürmüştü. Bana ne olmuştu anlayamamıştım o an. Suratımdaki rahat ve gündelik ifade silinmişti, kalp atışlarım nefesimi de hızlandırmıştı. Kaşlarım hafifçe çatılmıştı ani paniğimle. Lakin panik olmama rağmen öyle görünmüyordum, tuhaftır ki donakalmıştım.
Andrei ve Meter anlamaya çalışan bakışlarla Bay Mihai'ye bakarken ben gözümü ilk defa birinden alamayacak kadar afallamıştım.
"Bu bir kız" diye mırıldanmıştı Meter. Bay Mihai sinirle gözlerini Meter'e çevirmiş, "sence ben gerizekalı mıyım? Bunu göremiyor muyum?" Diye azarlamıştı. O an gözlerimi kaçırıp gülmemeye çalıştığımı hatırlıyordum. Sonra da Bay Mihai'nin "Ne gülüyorsun Alexandru?" Demesiyle bir posta azar yiyeceğimi hissetmiştim. Somurttum.
Öylece kalakalmıştık. Bu kasabada sporla uğraşan bir kadın daha yoktu. Bildiğimiz en ekstrem örnekler şehirliler ya da Amerikalılardı. Bazen kanallarda kadınların tenis turnuvalarının yayını yapılır, Meter ile evimizde henüz televizyon olmadığı için Andrei'lere giderdik. Etrafıma baktığımda çoğu erkek, spordaki başarılarını görmek için değil de kadın oldukları için izlemeyi tercih ediyordu. Bir kere, Koreli bir amerikan vatandaşı kadının kadınlar ligi koşu turnuvalarda altın madalya kazandığı hakkında bir makalenin sınıfta konuşulduğunu duymuştum. Erkekler gülmüştü ,kavga başlamıştı.
Kadınların yaptığı sporlarla dalga geçmişlerdi, doğru o an ne yaptığımı tam olarak hatırlayamıyordum, sınıftan çıkmak üzereydim. Lakin ben de anlamıyordum. Erkeklerin kadınlardan daha başarılı olduğunu savunup yaptıkları spora gülmeleri, onları başarılı yapmamıştı. O zamanlar bende kızların erkekler kadar dayanıklı olmadığını düşünürdüm. Gördüğüm bütün kızlar dik oturur, tebessüm eder, kahkaha atmaz, ellerinden geldikleri kadar sıkı tutmaya çalıştıkları korseyle sıkı elbiseler giyerlerdi. Mazur görün, hepsini incelediğimden değil. Annemde öyle yapardı, kuzenlerim bununla övünürdü. Buradaki kimse, kadınların nazik ve dik duruşlarına bakarak 500 metre koşabileceğine inanmazdı.
Şimdi önümde, ellerini göğsünde birleştirmişti. Korse giymediği halde giydiği kısa koşucu şortunun lastiğine sarılı incecik görünen beli, ensesinde rastgele topladığı karışık saçlarıyla bize; altında ezileceğimiz türden sert bakışlar atıyordu.

"Natalya Matei ,bu sene yarışmalara bizimle hazırlanacak. Ortama alışmasına yardımcı olun."

Loading...
0%