Başını ellerinin arasına alarak derin düşüncelere daldı. Uzun zaman sonra ilk defa bu denli yoğun bir özlem sardı içini. Annesinin ölümünü kalbinin en derin köşelerinde hissetmeye başlamıştı. Her geçen gün bu acı daha da katlanarak büyüyordu. Babasının kaybı onu böylesine sarsmamıştı ama hayatındaki son dayanak, hep yanında olan o kadının artık orada olmayacak oluşu onu, tarifsiz bir boşluğa sürüklüyordu. Dostları da eskisi gibi görünmüyordu; sanki hepsi sadece bir çıkar uğruna yanındaydı. Zihninde tüm bu duyguları tarttıktan sonra, artık biraz durup soluklanmanın zamanı geldiğini düşündü. Masanın üzerindeki viski şişesine uzandı, bardağını tek yudumda bitirdi. Boğazı yanarken ayağa kalktı ve annesinin odasına doğru yürüdü. Uzun zamandır o kapıyı açmamıştı. İçeri girdiğinde annesinin kokusu hâlâ havada asılıydı. Derin bir nefes aldı. “Seni çok özledim anne, neden gittin ki?” diye sordu.
Dolapları karıştırmaya başladı, eski fotoğrafları çıkardı. Hepsini tek tek yatağın üzerine serdi ve yanlarına uzandı. Çocukken anne ve babasıyla yatmaya bayılırdı; o günlere geri dönmeye, o güvenli anılara sığınmaya ihtiyaç duyuyordu. Çünkü neye sahip olursan ol, sevgi ve özlemin boşluğunu başka hiçbir şey dolduramazdı. İçini kaplayan o geçici huzurun etkisiyle derin bir uykuya daldı.
Sabah uyandığında hâlâ içinde o çocukça his vardı. Sanki birazdan annesi, "Barkın, hadi kahvaltıya!" diye seslenecekti. Ama maalesef artık bu seslenişler geride kalmıştı. Fotoğrafları tek tek eline alıp albüme yerleştirirken daha önce hiç fark etmediği ya da gözünden kaçan bir fotoğrafla karşılaştı. Fotoğrafta babası, annesi ve yanında tanımadığı bir adam vardı. Hemen arkasını çevirdi ve yazılı olan notu görünce başından aşağıya kaynar sular döküldü:
"Sonsuza dek beraber olacağız."
Kimdi bu adam daha önce annesi böyle bir adamdan bahsetmemişti. Neden sonsuza kadar birlikte olacaklardı? Arkadaşları mıydı yoksa? Babası hiçbir şey anlatmamıştı. Çünkü zaten Barkın daha çocukken babası öldürülmüştü. Barkın olgunluk yaşına geldiğinde annesi ona her şeyi anlatmıştı. Bir arkadaşının babasının intikamını aldığını da söylemişti. Yoksa bu arkadaş o muydu? Babasının intikamını alan adam, Barkın’ın içinin soğumasını sağlayan adam bu muydu? Eğer öyleyse içten bir teşekkürü hak ediyordu. Ayrıca adam o çok sevdiği aksiyon filmlerindeki katilleri de andırmıyor değildi. Mizacı babasına nazaran çok sertti. Kaşları çatık alnındaki çizgiler daha netti.
Barkın’ın zihninde bir ışık yandı. Annesinin ve babasının anılarını o adamdan duymak ona iyi gelebilirdi. Yeni bir macera, yeni insanlar tanımak... Belki Barkın da bu süreçte kendini yeniden keşfeder, her şeye sıfırdan başlardı. O adamı bulmak, geçmişe dair tüm bilinmeyenleri açığa çıkarma arzusunu tamamlayabilirdi. Böyle bir maceraya hazırdı.
Hemen telefona uzandı, yardımcısını aradı. "Abi, işler sana emanet. Bir müddet olmayacağım. Ne yaptığımı ya da nereye gittiğimi sorma. Kendine iyi bak ve ailemin emanetine sahip çık" dedi ve telefonu kapattı.
Masasına geri oturduğunda bir soru zihnini meşgul etti: Peki, bu adamı nereden bulacaktı? Elinde hiçbir iz yokken nereye gidecekti? Amacı gerçekten adamı bulup hikâyeyi dinlemek miydi, yoksa hayattan ve her şeyden bunaldığı için gitmek için bir bahane mi arıyordu? "Ne kadar dert ettin kendine be oğlum, yetmedi mi? Sıkılmadın mı? Hem biraz dolaşmış oluruz, belki karşımıza farklı bir hayat çıkar," diye düşündü kendi kendine.