Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. BÖLÜM -MAHŞERİN DÖRT ATLISI-

@kivircik.zlatan

Celal, Barkın’ın arkasından sessizce, “Çok yolumuz var Barkın. Senden bir şeyler gizlemek zorunda olmaktan nefret ediyorum. Ama her şeyi bilmeden sana anlatamam. Sen sadece işine odaklan kardeşim. Ben hep senin yanında olacağım, merak etme” dedi.

Barkın, yukarı çıkıp duşa girdi. Su vücudundan akarken içini derin bir rahatlama kapladı. Eve dönmenin hissi gerçekten bambaşkaydı. Bunu bir kez daha anladı. Duştan çıkıp kurulandı ve pencereye doğru yürüdü. Manzarayı da özlemişti. Perdeyi çektiğinde şehrin ışıklı tarafının büyüleyici görünümü karşısında duraksadı. Köşedeki berjeri pencereye çekti. Allahtan cam yere kadar iniyordu, böylece oturduğu yerden manzarayı rahatça izleyebilirdi.

“Ooo! Celal abi, bak sen! Ben yokken burayı bile değiştirmiş, kitaplık eklemiş,” dedi gülümseyerek. Hemen bir kitap seçmek için gözlerini yumdu ve rastgele bir tanesini aldı. Manzaraya karşı okumak istiyordu. Gözlerini açmadan kitabı açtı ve herhangi bir sayfasını okudu. Ama okuduğu cümleler onu şaşırttı; belki de kitabın en vurucu yeriydi: “Değişim ve dönüşümler zordur ama hayatın gerçeğidir. Değişime ayak uydurmayıp onunla savaşmamalıdır insan. Unutmamalıyız ki kelebek olmak için kozanın içinde hapsolmak gerekir.”

Barkın, şehre doğru baktı ve kitabın ne kadar haklı olduğunu düşündü. Sanki tesadüf eseri bu kitabı seçmesi, bütün akşam konuştuklarını ve içindeki fırtınaları yanıtlıyormuş gibiydi. Belki de bu yüzden en iyi dostun kitaplar olduğu söyleniyordu. Barkın okumaya devam ederken huzur ve değişime teslim olma duygusuyla gözleri kapandı ve koltukta uyuyakaldı.

Barkın gözlerini açtığında sabahın ilk saatleriydi. Alışkanlıktan uyanmıştı ama daha fazla uyumak istiyordu. Yine de erken kalkmanın her zaman iyi olduğunu düşündü. Manzaraya doğru gerindi ardından duşa girdi. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu; zihninin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Artık yapacağı işler, eski oyunlar gibi değildi. Daha dikkatli ve tedbirli olmalıydı. Duştan çıkıp giyindi ve bir fotoğraf alıp berjerin üzerine oturdu. “Keşke şu an yanımda olsaydınız ve sizinle daha çok vakit geçirebilseydim. Ailesiyle vakit geçiren insanlara o kadar imreniyorum ki. Ah be baba, keşke seni daha çok hatırlayabilseydim. Seni annemden daha az özlediğim için özür dilerim. Ama ikinizi de çok seviyorum. Sizin hikayenizi dinlemek için her şeyi yaparım, biliyorsunuz.”

Barkın’ın gözleri doldu, ama ağlamamak için kendine izin vermedi. Artık eskisi gibi biri değildi; daha güçlü olmalıydı. Yalnız da olsa, kendine bile zayıf görünmemeliydi. Ağlamak gerçekten zayıflık mıydı yoksa ruhumuzun bir boşaltım mekanizması mıydı? Bu düşünceleri bir kenara bırakmak istedi. Tek odaklanmak istediği, kendi işiydi. Odayı terk edip aşağıya indi. Celal, terasta kahve içiyordu. Ona doğru yürüyüp seslendi: “Celal Bey, kahve faslına bile geçmişsin. Geldiğimi unuttun herhalde?” Celal kahvesini masaya bırakarak doğruldu. “Unutmadım. Sadece yorgunsundur, uyumak istersin diye ses etmedim.”

Celal’in yüzünde bir şeyler düşündüğü belliydi. İçinden çıkamadığı bir durum vardı. “Hayırdır abi, bir sorun mu var? Yüzün mahkeme duvarı gibi.”

Celal elini başına götürüp saçlarını geriye itti. “Bir sorun yok kardeşim. Gel otur, kahvaltı hazırlatayım. Bugün biraz gezintiye çıkarız belki.”

“Hadi çıkalım abi. Ben şuradan bir sandviç alırım. Çok aç değilim. Bir de kahve aldım mı tamamdır. Nereye gideceğiz?”

“Seni birileriyle tanıştıracağım. Bizim çevreden birileriyle. Sonra da annenlere gideceğiz.”

Barkın aşırı mutlu oldu. Celal, içindeki karanlık sokaklara ışık oluyormuş gibi hissediyordu. “Çok sevindim abi. Hadi çıkalım. Başlamak için sabırsızlanıyorum.”

Arabaya bindiler. Barkın iki ısırıkta sandviçini bitirdi. Celal gülerek, “Yavaş oğlum, boğulacaksın,” dedi.

Barkın ağzı dolu bir şekilde sadece gülümseyip kahvesinden bir yudum aldı. “Patronla ne zaman tanışacağız abi?” diye sordu.

Celal umutsuz bir gülüşle, “Onun için daha zaman var. Şu an seninle görüşmez, ilgilenmez bile. Ama merak etme, seni en iyisi yapacağım,” dedi.

“Tamam abi, nasıl diyorsan. Kimle tanışacağız peki?”

“Biz üçümüz, ben, hoca ve kulaksız, kilit noktayız. Ben mali ve lojistik işlere bakarım, hoca sokaklara ve insan gücüne, kulaksız ise istihbaratla ilgilenir.”

Barkın gülerek, “Abi, adama neden hoca diyorsunuz? İmam mı, öğretmen mi?” diye sordu.

Celal ciddi bir bakış attı. “Hoca, sokakların içinden gelmiştir ve herkes ona akıl danışır. O yüzden hoca deriz. İyi dostumdur.”

Barkın ciddileşti, hocadan etkilenmişti. Kulaksızı da merak etti. “Peki abi, neden kulaksız diyorsunuz? Kulağı olmayan birinden istihbaratçı mı olur?”

Celal güldü. “Her şeyden haberi olan birine ironi yaparak kulaksız deriz. Babası dostumuzdu, ölmeden önce bildiklerini oğluna öğretti, biz de ona sahip çıktık.”

Barkın bu üçlüden etkilenmişti. Kendi eklenince mahşerin dört atlısı olabileceklerini düşündü. “Gerçekten aradığım güveni buldum abi. Sağ ol.”

Celal’in göğsü gerildi. “Ne mutlu bana. Umarım her şey bizim için daha güzel olur.”

Celal arabayı büyük bir silah dükkanının önünde durdurdu. “Hadi bakalım, geldik.”

Dükkân büyük, kalabalık ve etkileyiciydi. Raflarda dizili tüfeklerin üstünde doldurulmuş bir şahin vardı, Barkın’ın ilgisini en çok o çekti. Bir an dalıp gitmişti.

 

Loading...
0%