Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. BÖLÜM -FARKINDALIK-

@kivircik.zlatan

Barkın şaşkınlığını gizlemeye çalıştı, ama belli ki kafasında birçok soru belirmişti.

“Peki ama nasıl yapacağım abi?” dedi Barkın, çaresizce Celal'e bakarak.

Celal hafif bir gülümsemeyle, “Biraz incele, belki bir yol bulursun,” dedi.

Bu sözlerin ardından Barkın, yalnız olduğunu fark etti. Bu işi kendi başına halletmesi gerekecekti. Celal ise ona bir ipucu vermek için eğildi: “Unutmadan, buralara yakın bir yerde karısıyla birkaç gün tatil yapacakmış. Gizli saklı olacağı için yanında koruma falan yokmuş. Bir dostun kulağına böyle şeyler çalınmış. Adam yarın geliyor, gideceği villanın adresi de burada. Dipnot olsun,” diyerek göz kırptı.

 

Barkın biraz rahatlamıştı, en azından bir ipucu almıştı. Hafifçe gülümseyerek, “Teşekkür ederim abi. Bir değerlendiririm,” dedi. Sonra kahvaltıya odaklandılar. Barkın son zamanların aksine daha sakin bir şekilde yemeye başlamıştı. Artık normal yaşama yavaş yavaş uyum sağlıyordu.

Kahvaltıdan sonra kahve gelmeden önce Barkın, “Abi ben biraz çıkıp dolaşayım, müsaaden olursa?” dedi.

Celal şaşırmıştı, “Hayrola! Nereye gidiyorsun?” diye sordu.

Barkın, “Bir şey yok abi. Sadece biraz gezineyim. Burada bir tepe varmış, manzarası güzelmiş. Orada biraz vakit geçirip yarına odaklanmak istiyorum,” diye yanıtladı.

Celal güldü, “Tamam bakalım, gezgin bey. Müsaade senin. Fazla gecikme, akşam yemeğine yetiş.”

Barkın masadan kalktı ve arabaya doğru yürüdü. Yolda bir kahve aldı ve şehrin en yüksek tepesine doğru yola çıktı. Fazla uzak değildi ancak sürekli yokuş yukarı gitmek bile arabayla olsa dahi yormuştu. Arabayı park ettikten sonra tepenin en ucuna kadar yürüdü ve orada oturdu. Manzara muhteşemdi. Şehrin her şeyi apaçık görünüyordu, gizli saklı bir şey yoktu. Bu netlik, Barkın’ın hoşuna gitmişti. Binalar, bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar, vızır vızır geçen arabalar ve hepsinin üstünü kaplayan bulutlar... Herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyordu, fakat unuttukları bir şey vardı: Kendilerine geç kalıyorlardı.

Barkın da böyleydi. Eskiden kendine fazla vakit ayırmazdı, hep çevresi ve işi vardı. Bu ihmalkârlık ona çok şey kaybettirmişti, en önemlisi de kendisine ayırmadığı zamandı. Belki o zaman düşünseydi, şu an düşündüklerini o dönemlerde her şey farklı olurdu. Kendini sevmeyi becerseydi, sonrası çok daha güzel olabilirdi. Ancak o zamanlar yaşanmamış olsaydı, bu farkındalık da olmayacaktı. Ne olursa olsun, öğrenmek güzeldi. Acısıyla tatlısıyla tecrübeler biriktirmiş ve hayatına bu değişimi katmaya başlamıştı.

Artık güvenebileceği birkaç insan vardı ve bu ona yetiyordu. Fazlasına gerek yoktu. Bazen az insan, çok huzur mottosuyla yaşamak gerekiyordu. Minimalist bir yaşam hem maddi hem de manevi açıdan huzur veriyordu.

Manzaraya dalmış, kahvesini yudumlarken kafasında yarına dair bin bir türlü düşünce vardı. Ancak fazla düşünmemek en iyisiydi; bazen olaylara bodoslama dalmak gerekirdi. Barkın, şehre bakarak sessizce, “Hazırsan, ben başlıyorum,” dedi. Ardından ekledi: “Bence hazır olsan iyi edersin, çünkü ben buradakilere benzemem.” Arabanın yanına dönerken, oturduğu yere tekrar baktı ve sanki orada kapüşonlu biri oturuyormuş gibi geldi.

Kendi kendine, “Demek ki herkes gündüz manzarası sevmiyor,” diyerek arabasına bindi ve motele döndü.

Arabayı park ettikten sonra terastaki Celal’in yanına gitti. Celal kahvesini içiyor ve elindeki kitabı okuyordu.

Barkın, “Umarım çok bekletmedim abi,” dedi.

Celal kitabı masaya bırakarak, “Yok yok, hoş geldin kardeşim. Geç otur bakalım. Ne yaptın bugün, rahatladın mı?” diye sordu.

Barkın’ın yüzünden huzurlu olduğu belliydi: “İyiydi abi, biraz kendimi dinledim. Şehre baktım. İnsanların acelelerini anlamaya çalıştım. Baktım ki anlayamıyorum, akşam oluyor diye çıktım geldim.”

Celal gülümsedi: “Oğlum, bir de felsefeci mi olacaksın başımıza?”

Barkın da gülümsedi: “Yok abi, vallahi vazgeçtim. İnsanlar üzerine bir dakikadan fazla düşünülmez, yoksa adam kafayı yer.”

Celal öğüt moduna girmişti: “Bak evlat, her yere yetişmeye çalışan her şeye geç kalır. En mühim olanı da kendine geç kalır. O yüzden bin iş yapmaya çalışacağına, yapabildiğin kadarını yap.”

Barkın can kulağıyla dinliyordu: “Haklısın abi. Ben de senin gibi düşünüyorum. Bir tane yap, tam yap. Her şeyden biraz yapmaktansa, mutlu olabileceğin şeyi yap. Zaten iki günlük dünya, bugün varız yarın yokuz.”

Konuşmaları devam ederken yemek masaya geldi. Akşam yemeğini yiyip kahvelerini beklemeye başladılar. Celal, Barkın hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyordu ve bir soru sordu:

“Genç adamsın, yakışıklısın da. Yok mu kız arkadaşın?”

Barkın bu tür sorularda hep duraksardı. Bu duraksaması, gözlerinin derinlere dalmasından anlaşılıyordu. Bu konu, dokunulmaması gereken bir noktaydı, ancak Celal’in sorusu bir mermi gibi saplanmıştı Barkın’ın zihnine. Kafasında bin bir anı dönmeye başladı.

“Abi, bu konuyu şimdi konuşmasak olur mu? Şu an hiç havamda değilim. Şunu bil; biri vardı. Uzun süre birlikte olduk. Ama bazı şeyler yaşandı, ayrıldık. Geri dönmek istedim, dönemedim. Kendimde gücü bulduğumda ise ona ulaşamadım.”

Celal, Barkın’ın halini görünce anlayışla karşıladı: “Tamam kardeşim, ne zaman istersen o zaman konuşuruz. Sorun yok.”

Loading...
0%