81. Bölüm

🏠

Sümeyye Sarı
kralice7

Gözümü açmaya çalıştığımda çok yüksek bir ses beni rahatsız ediyordu. Açmaya öyle zorlanıyordum ki, sanki göz kapaklarımda demir taşıyordum. Gözümü açamasamda yavaş yavaş bilinç idrakım yerine geliyordu. Bu yüksek ses bir helikopter sesi gibiydi. Kendimi zorlamaya çalıştım ve azıcıkta olsa gözlerimi açabilmiştim. Etrafıma bakındığımda duyduğum sesin doğruluğunu gördüm. Evet bir helikopterdeydim ve başımın Savaş'ın omzunda olduğu yetmiyormuş gibi bir de sıkıca elimi tutmuştu. Bedenim biraz daha kendine geldiğinde sakince kafamı kaldırdım ve elimi çekmeye çalıştım. Ben elimi çekmeye gayret ettikçe, Savaş ısrarla sıkıca tutuyordu. Başımı koltuğa yasladım hala sarhoş gibiydim.

"Mustafa nerde?" Diye sordum kalan gücümle.

"Ben burdayım güzelim korkulacak bir şey yok." Diye yanıtladı Savaş.

"Mustafa nerde!?" Diye yineledim sorumu, biraz daha kendime gelmiş bir şekilde.

"Seni çok güzel bir yere götürüyorum. Heyecanlı mısın?"

Cevap vermedim. Anlaşılan ben ne kadar sorarsam sorayım o ısrarla benim istediğim cevabı vermeyecekti.

Gözlerim artık göz kapaklarımın ağırlığına dayanamadı ve tekrar yerini derin bir karanlığa bıraktı...

💫

Bu sefer gözümü hafif bir sarsılmayla açtım. Bedenimde hal kalmasa da artık göz kapaklarımı yönetebiliyordum. Sırtımdan ve bacaklarımdan sıkıca kavramış, başımıda kendi göğüsüne yaslamış bir şekilde sım sıkı kucağında tutuyordu beni Savaş.

Başımı Savaş'ın göğüsünden kaldırıp etrafa bakınmaya çalıştım. Bir yere doğru yürüyordu, "yasla başını güzelim yorulma, geldik sayılır."

Dediğini yapmadım. Her ne kadar boynum gerçekten başımı taşıyamasada zorla da olsa havada tutmaya çalıştım. Etrafa bakınırken kocaman bir bahçe de olduğumuzu gördüm. Büyük bir eve doğru gidiyorduk. Sanırım Savaş'ın bahsettiği diğer bağ eviydi burası. Başımı Savaş'a doğru çevirdiğimde ufak bir gülümseme sergiledi. Ruh hastası. Savaş'ın omzundan arkaya doğru bakındım. Arkadan dört tane koruma geliyordu. Onlarında gerisinde bir iki tane araba ve arabanın iki yanında da iki tane koruma vardı.

Kapıya doğru yaklaştığımızda Savaş sakince iki basamak merdiveni çıktı ve evin dış kapısından girdik. Başımın tekrar Savaş'ın göğüsüne düştüğünü fark ettiğim an hızla kaldırdım.

Sanırım bütün şişe eteri koklattılar bana, berbat hissediyordum kendimi, kolumu oynatamıyordum.

İçeri girdiğimizde Savaş beni üçlü koltuğa usulca yatırdı. Karşısındakilere ufak bir el işaretiyle işaret çaktı ve hemen başıma bir koruma gelip battaniye getirdi. Hızlı bir hareketle Savaş onun elinden battaniyeyi çekti ve "arkanı dön!" Diye bağırdı. Battaniyeyi üstüme omuzlarıma kadar örttü, bulanık ve gözüm yarı açık bir şekilde olanları izlemeye gayret ediyordum. Savaş çok kibar hareketlerle battaniyeyi örttükten sonra korumalara bir göz attı. "Mine herhangi bir uzanır, yatar vaziyetteyken kimse göz ucuyla bile ona bakmayacak! Bakanı görür veya hissedersem gözlerini yuvalarından çıkartırım! Anlaşıldı mı?"

Hepsi hepbirağızdan, "anlaşıldı efendim." Diye yanıtladı.

"Şimdi çıkın hepiniz kapıya, Mine'yle başbaşa olacağız."

Sırayla ayak sesleri duyuyordum ve en son kapı kapanma sesi, sessizlik...

Yattığım koltuğun çaprazında bir üçlü koltuk daha vardı. Muhtemelen başımın üstünde ki çapraz da da tekliler olmalıydı. Çünkü evin şekli diğer evi andırıyordu.

Ortada alçak ama büyük bir sehpa ve karşımda şömine vardı. Ateşin çıtır çıtır yanma sesiyle tekrar derin bir karanlığa bıraktım kendimi...

💫

Tekrar gözlerimi açtığımda şöminenin üstünde duran saate baktım. Saat sabaha karşı altıya geliyordu. Gözlerimi hafif çaprazıma doğru indirdiğimdeyse Savaş'ı gördüm.

Siyah bir gömlek, ön düğmeleri üç boy açık ve gümüş grisi zincir bir kolye, kot gibi ama kumaş görünümlü siyah bir pantolon giymiş elinde kahveyle karşımda oturmuş, bir kolunu koltuğun baş kısmına koymuş elini yüzünde dayamış beni seyrediyordu.

İçerisi karanlıktı ve sadece ateş içeriyi aydınlatıyordu.

" Ateş yüzüne öyle yakışıyor ki, çok güzel görünüyorsun." Dedi aşkla gözlerime bakarken. Cevap vermedim. İyice kendime gelmek için sakince duruyordum. Savaş oturduğu yerden kalkıp, tam belimin hizasına yanıma oturdu. Hafif bana doğru eğildi ve saçlarımı düzeltti. Bir süre ellerini yüzümde gezdirdikten sonra iyice eğilmeye başladı. Dudağı dudağıma yaklaştığı anda bütün gücümü baş bölgemde toplayıp, burnuna kafa attım. "Ah." Diyerek geri çekildi. Aramızdaki mesafe az olduğu için çok şiddetli vuramamıştım. Ama onu uzaklaştırmaya yetmişti. Savaş birden kahkaha atmaya başladı. "Hastayım kızım sana. Serseri ya..." diyerek keyifle kalktı ve kahvesinden bir yudum aldı.

"Neresi burası?" Diye sordum keyfini bozmak istercesine.

"Güzelim anlattım ya, bağ evindeyiz."

"Mustafa nerde?" Diye sordum.

"Mustafa yok ki." Diye yanıtladı.

"Nasıl yok? Beni aldığınızda oda yanımdaydı. Ne yaptınız ona?"

"Güzelim ilaçlar herhalde senin kafanı bulandırmış, Mustafa falan yoktu orda sen tektin." Dedi.

Gözlerimle etrafa bakındım. Hayal mi gördüm ben? Yoksa rüya mıydı tüm olanlar? Yoo hayır ikiside değildi. Eminim ben Mustafa yanımdaydı benim, rüya değildi bütün bu olanlar.

"Yalan söylüyorsun. Mustafa benimleydi ve sen ona bir şey yaptın."

"Hahaha."

"Boşuna uğraşma beni delirtemeyeceksin. Ben gördüğüm şeyi gayet net hatırlıyorum. Mustafa benimleydi. Yanımdaydı."

"Ama şimdi yok." Dedi kaşlarını gururla kaldırıp kendinden emin bir şekilde bakarken.

" Sana acıyorum. Sana gerçekten acıyorum. Şu gururlu duruşuna o kadar acıyorum ki, bir sürü adamı zorla üstümüze salıp beni zorla burda tutarak kendini güçlü zannediyorsun ya sana gerçekten acıyorum."

" Sen bence bana değil, Mustafa'ya acımalısın. Bak o güçsüz ve sensiz. Ama ben güçlüyüm ve seninleyim. Burada acınacak biri varsa o da Mustafa'dır."

"Hiçte değil, Mustafa'nın bir sözüyle Mustafa'nın yanındayken, senin on adamınla beni yanında bile tutamadın. Sence hanginiz daha acınacak haldesiniz?" Diye sordum keyifle.

"O " dedi umarsızca. Yattığım koltuğun arkasına doğru yürüyerek yanımdan uzaklaştı.

Mutfağın ordayken, "kahvaltıda özel olarak bir isteğin var mı hayatım?" Diye sordu.

Bok, diye cevap verecektim ama nimete denmez şimdi ayıptır diye çenemi tuttum.

"Canının sağlıksızlığı..." dedim sakince.

"Hahahah" diye bir kahlaha daha patlattı. Çocukta gram utanma arlanma yok yemin ediyorum. Biraz yüzüm kızarsın, biraz adam olayım... yok yok zerresi yok...

Kollarımdan destek alarak yerimden doğruldum. Aynı diğer evdeki gibi bahçeyi gören kısım ful camdı. Dışarıya doğru odaklandığımda Mustafa'yı kollarından tutulmuşlar ve sürüklenirken gördüm. Birden, "Mustafa!" Diye bağırarak ayağa kalktım ve kapıya doğru koştum.

"Şş şş, sakin ol bakalım." Dedi Savaş arkamdan sım sıkı sarılıp beni tutarken. Bir eliyle ağzımıda sıkı sıkı kapatmıştı. "Bağırmak yok güzelim, bağırmak yok." Dedi ve elini ağzımdan çekti.

"Nereye götürüyorlar onu?"

" Uzağa değil, yanda ki müştemilata götürüyorlar."

"İyi mi yaşıyor mu?"

"İyi yaşıyor, turp gibi maşallahı var." Dedi keyifle. Mustafa'nın iyi olmasına neden bu kadar keyifliydi anlam veremedim. Beni bırakıp tekrar mutfağa doğru yürümeye başladı. Arkası dönük olduğu için, elimi usulca kapı kulbuna doğru yaklaştırdım. Hala arkası dönük bir şekilde, "boşuna deneme her yer kilitli." Dedi. Ben yine de şansımı denemek için kulbu bastırdım. Evet kilitliydi ve açılmıyordu.

"Ha ayrıca," dedi birden yüzünü bana dönerek, " Bu camların hepsi de kırılmaz cam, diğer yerde ki gibi bir şey fırlatmaya falan çalışma olan sana olur." Dedi.

Gerçekten sinirleniyordum artık.

"Mustafa'nın iyi olması seni neden bu kadar keyiflendirdi?" Diye sordum mutfağa doğru yaklaşırken.

"Çünkü onunla daha işimiz var, ölmesi inan artık işime gelmez."

"O ne demek?"

"Normalde onu öldürürdüm ama dün seni benden kaçırdığı için ölmesine bile müsade etmeyeceğim. O acı çekecek."

"Ne yapacaksın? İşkence mi yapacaksın ona?"

"Eh bir nevi de öyle denilebilir."

Ada gibi olan tezgahın arkasında durmuş Savaş'ı seyrediyordum. Kahvaltı hazırlamaya çalışıyordu. Dolapların hepsini parmak iziyle açıyordu. Resmen çekmeceden bıçak almayayım diye bile elinden gelen her imkanı kullanmış şaka gibi...

Kahvaltıyı hazırlaması bittikten sonra çayları da doldurup olduğum yere, mutfak adasına getirdi. Burada uzun sandalyelerde vardı. Arkamız hemen demin uzandığım salondu. Burasıda diğer ev gibiydi. Ama daha büyüğü ve daha teknolojik versiyonu...

"Otur." Dedi kaşıyla sandalyeyi işaret ederek.

"Aç değilim ben." Dedim, deli gibi aç hissederken.

"Sana aç mısın demedim, otur dedim..." dediğini yapmadığım için öfkelenmişti. "Eğer Mustafa'nın sağ kalmasını istiyorsan şuraya oturup benimle kahvaltı yaparsın. Şuan yan taraftalar ve tek bir telefonuma bakar kafasına sıkılması için. Hiç bir yerede çıkıp onu kurtaramazsın, bunu bil." Dedi masaya otururken. Dediğinde haklıydı, buradan şu durumda imkansız çıkamazdım ve evet tek bir hamlesiyle Mustafa'yı öldürebilirdi.

Elimle sandalyeyi kavradım ve geriye doğru çekip oturdum.

" Aferim benim güzelime." Diyip böldüğü ekmeği bana doğru uzattı.

Bölüm : 20.02.2025 04:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...