
Ertesi gün okulun yanında ki duvara arabayı park ettiğimde, Mustafa yine elinde çiçeklerle beni bekliyordu. Kapımı açtığı gibi çiçekleri bana doğru uzattığında sırıtmama engel olamamıştım.
"Ya bunlar çok güzeller..." dedim kalbim sevgiyle dolmuş bir şekilde Mustafa'ya bakarken...
"Asıl sen çok güzelsin, sende ki bu güzelliği ne yapacağız Mine hanım?" Diye şefkatle gülümserken elini bana doğru uzattı. Çiçekleri son bir kez kokladıktan sonra sağ koltuğa koyarak indim arabadan. Birlikte okula doğru yürürken Mustafa uzaktan Mert'i gördü.
"Çocuk heyecandan ölecek. Sana söylediğimi söyledim ona, dünden beri uyku uyuyamadı..."
Gülmeye başladım. "Umarım benim içinde kolay olur, Aslı'dan biraz tırsıyorum açıkcası..."
"Yok be, o kadarda sert tepkiler vermez bence..."
"Umarım..." dedim Aslı'ları görüp el sallarken... "Ben kızların yanına geçiyorum görüşürüz yine, bay." Diyerek bu sefer Mustafa'ya tatlı bir el sallayış yaptıktan sonra kızların yanına koştum.
Aslı'ların yanına vardığımda Aslı gözlerini üstümde gezindirdi. Aslı'yla çocukluğumuzdan gelen bağdan mı kaynaklanıyor bilmiyorum ama göz göze baktığımız an birbirimizde ki çoğu şeyi hissediyorduk. Aslı bana baktığında gözlerimi sağa sola doğru çevirdim. Aslı hala gözlerime kilitlenmiş, hafifte gözlerini kısmış bana bakıyordu.
"Dökülün bakalım Mine Hanım ne oluyor?"
"Hiç... Ne olacak..." dedim gözlerim Mustafa'lara doğru giderken. Mert gözlerini dikmiş Aslı'ya bakıyordu. Aslı nereye baktığımı görmesin diye kafamı hızla çevirip Aslı'ya doğru döndüğümde çok geç kalmıştım. Çünkü oda benimle aynı yere bakıyordu.
"Mine, bu lavuk bana neden bakıyor?"
"Ne biliyim ben..." dediğimde Burcu söze atladı. "Ay hangi lavuk noluyor noluyor?"
Aslı Burcu'ya bir bakış atıp, " şu oluyor arkadaşım, muhtemelen Mine ve Mustafa kişisi bana şu Mustafa'nın yanında ki lavuk Mert'i ayarlamak istiyor." Deyince gözlerimi kocaman açıp, " yuh be kızım, aştın sen artık ne yaptın beynime çip mi taktın?" Demekten alıkoyamadım kendimi. Hoş ona öyle diyordum ama o da aklından ne geçirse bende sezebiliyordum...
"Yuh Mine doğru mu bu?" Diye heyecanla yükseldi Burcu.
"Doğru." Dedim Aslı'ya bakmamaya çalışırken.
"Mine aklından bile geçirme, ben bakmam o çocuğa ıy."
"Niye ya, neyi varmış çocuğun gül gibi çocuk işte."
"Gül gibiyse al evine götür Mine'cim." Dediğinde kendimi tutamayıp kahkaha attım.
Zil çaldığında sınıfa doğru giderken Aslı bu konun kapandığını düşünüyordu fakat yanılıyordu, daha başına ekşiyecektim.
Derste ara ara Aslı'yı sıranın altından cimcikletip, "ama yakışıklı çocuk." Diyerek sağdan vesvese veriyordum. Aslı'nın o ciddiyetle bakan yüzünü gördükçe sıranın altına doğru eğilip gülmeye başlıyordum. Tenefüs zili çaldığında ilk defa sınıftan hiç çıkasımız gelmemişti. Sıranın üstüne oturup çaktırmadan Aslı'ya doğru yanaşıp, "itiraf et, sende etkilendin..." diyip onu gıcık etmeye devam ediyordum.
Burcu ön sıradan birden beni dürtüp, "ay Mine bu arada sana efsane bir haberim var." Diyerek hem korkulu hem de kendinden emin bir şekilde bana bakıyordu.
"Neymiş o haber safkanım söyle bakayım." Diyip yanağından bir makas aldım.
"O gün siz resim sınıfındayken sizi hocaya söyleyen kimmiş biliyor musun?" Dediğinde omuzlarım dikeldi ve kaşlarımı çatıp Burcu'ya odaklandım.
"Kimmiş?"
"Oğulcan."
"Ne!" Diyerek birden yükseldim. "Ne alaka olum... Neden?"
"Ya ne biliyim neden. Ama bence sizin olmanızı bunlar istemiyordu ya o yüzden yaptılar. Tabi salaklar sonunu düşünemediler." Diyince sinirlerim gerçekten tepeme çıkmıştı. Keşke dün daha çok dövseydim onu. Bıkmadılar hayatıma karışmaktan.
Sınıfta bir anda sessizlik olunca Hakan'ların içeri girdiğini anlamıştım. Kafamı hiç çevirmeden Aslı'yla sohbet ediyormuş gibi yapmaya devam ettim. Hakan gelip birden Aslı'nın yanına çöktü, Oğulcan'la Noyan da ayakta duruyordu. Burcu da ön sıramızda oturuyorken bize doğru dönmüştü.
"Gençler ne yapıyonuz bakim?" Diyerek Hakan sıranın üstünde ki duran çikolatayı aldı ve açmaya yeltendi. Gerçekten bu erkekler kadar öküz başka varlıklar dünya üzerinde yoktu. Bir sor dimi güzel kardeşim, bir müsade al. Yok olur mu? O zaman öküz kim olacaktı?
"Aynı Hakan bey, siz ne yapıyorsunuz? Çikolatamı da yiyebilirsin dedik mi ayrıca?"
"Kanki senin benim mi var aramızda? Sen iste ben sana çikolata fabrikası alayım."
"Al lan." Dedim kaşımla kapıyı doğru işaret ederken, "Allah aşkına bir al hele nasıl alıyorsun bir görelim."
"Mine'cim konumuz bu değil şuanda." Derken bir yandanda öküz gibi çikolatayı yiyordu. "Konumuz Oğulcan ile sensin. Yani sizin barışmanız." Dediğinde Oğulcan'a doğru döndüm. Duvara doğru yaslanmış elleri cebinde sakız çiğniyordu.
"Yalnız, arkadaş hiç pişman olmuşa benzemiyor..." dediğimde Oğulcan bana alaycı bir gülüş attı ve "pişman olacak olan sensin." Dediğinde anladım ki bu daha akıllanmamıştı. Gün kavgasız tasasız planımı harekete geçirme günüydü.
Hazır önümüzde ki ders sınıf karma olacaktı, tam zamanıydı.
"Çocuklar durun, gün zaten birlik olma günü, benim bir planım var." Dedim hepsinin üstünde göz gezdirirken. Hepsi şaşırmış bir şekilde bana bakıyordu. Bir tek Aslı arkasına doğru yaslanmış dudağının ucuyla kıs kıs gülüyordu.
"Oğulcan, şimdi ki derste sınıflar karma olacak ve sizle biz aynı sınıfta olacağız."
"Ee biliyoruz." Dedi hala gevşek gevşek sakız çiğnerken. Sinirlenmeyerek sanki gerçekten önemli bir planımız varmış gibi ciddiyetimi koruyordum.
"Ders kimin dersi? Çetin hocanın. Bu çetin hoca geçenlerde hepimizin üstüne yürümemiş miydi? Hatta Oğulcan sana vurmamış mıydı?"
"Evet olmuştu öyle bir şey..." Dedi Noyan anlamaya çalışır gözlerle bana bakarken.
"Biz peki neden ondan bir intikam almıyoruz." Dedim başımı yukarı aşağı sallarken. Sanki çok önemli bir olay varmış gibi davranıyordum. Boşuna dememişler beden dili her şeydir diye... Hepsi bir anda aşağı yukarı kafa sallamaya başladı.
"Ne yapacağız?" Diye sordu Oğulcan, Oltaya gelmişti.
Çetin hoca ingilizce hocasıydı ve tam bir psikopat herifin tekiydi. Müdürden bin beterdi. Müdür hadi en azından vuruyor ve geçiyordu. Çetin hoca öğrenciye adeta işkence etmeyi seviyordu. Yeni psikopatlığı ise şöyleydi, diyelim birisi onun istemediği bir şeyi yaptı. Yerde ki fayanslar kare olduğu için öğrenciyi karenin tam ortasına koyardı ve panodan birer iğne alırdı. Yavaş yavaş sağ ve soldan iki eliyle kollara iğneyi batırmaya başlardı.
Diyelim ki öğrenci korktu ve çekildi kare alanın dışına veya çizgiye bastı, o zaman da her eline iki tane iğne alırdı öyle batırırdı. Sonra yine mi çıktın, o zaman da üç iğne. Yani oradan çıkmayıp susup, sana o iğneyi batırana kadar işkence dozajı devam ederdi.
"Oğulcan adamın her dersinden önce senin illa ki bir vukuatın oluyor ve seni illa ki tahtaya kaldırıyor ya o yüzden iş burada sana düşüyor."
"Ne yani ne yapacağım."
"Tek yapmayacaksın arkadaşım, birlikte yapacağız." Diyip önce gazı vermeye başladım ve devam ettim.
"O seni illa ki o kare alana sokacak sende birden bağır, yeter ben buna mecbur değilim de ve bizde sen öyle dediğin anda tüm sınıf ayağa kalkalım ve hepbirlikte dersi terk edelim. Oda artık bir bedel ödesin. Eğer biz toplu halde tepki gösterirsek müdüre kendimizi kanıtlarız. Amaa..." dedim yüzümü biraz düşürüp, Oğulcan'a acıyan gözlerle bakarken, "sen bunu yapabilecek misin ki?" Diye sorunca Oğulcan birden çoştu.
"Tabi ki yaparım. Hemde en alasını yaparım." Diye bağırdı.
"İyi tamam, sınıf bende o zaman burayı ben hallediyorum orasıda sende..." dedim eyvallah der gibi başımı eğerken.
"Tamam siz buraları halledin, ben tuvalete gidip geleceğim hemen." Dedi ve hızlı adımlarla sınıftan çıktı. Hemen bizimkilere döndüm.
"Bana bakın, kimse yerinden kıpırdamayacak, anladınız mı?"
Hakan gözlerini bana dikmiş dudağının içini kemiriyordu.
"Kızım sen ne tehlikeli bir varlıksın." Dedi kınar gözlerle bana bakarken.
"Bana bak." Dedim Hakan'a doğru eğilip, "sen daha tehlike görmemişsin abisi. Dediğim yapılıyor mu yapılmıyor mu?"
"Başka şansımız var mı?" Diye sordu Hakan alaycı bir tavırla.
"Yok canım başka şansınız. Kalk yürü git sırana, şu çöpü de al." Dedim çikolata paketini ona doğru uzatırken. Elimden çekip aldı ve yan sıranın üstüne koydu.
"Oraya değil, çöpe çöpee!"
Arkasına bakmadan orta sıraların oraya geçti ve oturdu. Sabır çekerek önüme döndüm. Bu sırada içeri Oğulcan girdi ve hızlı adımlarla yanıma geldi.
"Hallettin mi?" Dedi sınıfa doğru bakarak.
"Hallettim ama sus dallandırma daha fazla geç yerine otur." Dedim Hakanların yanına doğru işaret ederken. Başıyla beni onaylayıp sırasına geçip oturdu. Peşine de Çetin hoca derse giriş yaptı. Hepimiz ayağa kalkınca Oğulcan bir kolunu arkaya atmış, hala yayılarak oturuyordu. Gerizekalı anında olaya giriş yaptı. Çetin hoca sıraların içine doğru yürümeye başladı. Her zaman böyle bir huyu vardı. Herkesin kalktığına illa emin olacaktı. Tam sıraların içinde gezinirken Oğulcan'ı gözüne kestirdi ve ona doğru yaklaştı.
Bu arada Çetin hoca okulun en karizmatik hocasıydı. Heybetli omuzları, dik sporcu bir yürüyüşü dizlerine kadar gelen uzun, siyah bir kabanı vardı. O okula girdiğinde gerçekten herkes iki kere dönüp bakardı. Hem herkes korkar hem herkes üstüne titrerdi. Enteresan şekilde eğer şiddet gösterdiği zamanlarda değilsek, dersleri eğlenceli de geçerdi. Tuhaf bir yapısı vardı adamın o yüzden seveni de çoktu.
Üstünde yine o karizmatik kabanıyla ellerini arkadan bağladı ve Oğulcan'ın tam tepesinde durdu.
" Oğlum sen kafayı mı yedin?" Diye sordu kendinden emin bir şekilde. Çünkü aklı almıyordu Oğulcan'ın bu hareketine...
"Yoo hocam neden?" Dedi Oğulcan pişkin pişkin.
"Kalk lan ayağa!" Diyerek Oğulcan'ın enseninden kocaman eliyle kavradı ve havaya kaldırdı. Oğulcan da zaten kalkmış bulundu. Hiç birimiz tepki vermedik, "şimdi oturun!" Dedi yine yüksek sesiyle. Hoca masasına doğru ilerlerken Oğulcan bana doğru döndü. Ona ufak bir göz kıparak başımı aşağı yukarı yaptım. Bu benim, 'rahat ol her şey yolunda' hareketimdi. Oda gözlerini kırpıştırarak beni onayladıktan sonra önüne döndü. Gerizekalı...
Defter kalemlerimizi çıkarmamızı istediğinde, Aslı'nın defterinden bir yaprak kopardım. Çünkü defter kitap taşımıyordum. Her seferinde de, 'evde deftere geçireceğim, hem üstünden geçmiş olurum.' Yalanını sıkıyordum.
Bu Çetin hoca da, her hoca da olduğu gibi bana hiç güvenmiyordu. Ama enteresan bir şekilde çaktırmadan beni seviyordu. Herhalde bende psikopatım diye kan çekiyordu ama ben onun kadar cani değildim.
Bana güvenmediği için her yazı yazılacağı zaman özellikle benim sıramın önünde ki sıraya oturur, yazılacak şeyleri öyle söylerdi. Bir gözü hep yazıyor muyum diye beni kontrol ederdi. Yine her zaman ki gibi ön sırama, Burcu'nun yanına yerleşti. Sınıfa doğru döndü ve bir kolunu benim sırama koydu. Şeytan diyor elimde ki kalemi batır birden eline... Ama hayır ben iyi bir kızım şeytana uymayacağım...
Sırayla ezberleyeceğimiz ingilizce kelimeleri söylemeye başladı. Bu sıra Oğulcan avel avel tavana bakıyordu ki, Çetin hoca artık dayanamayıp ayaklandı. İşte başlıyoruz...
Ellerini her zaman ki gibi arkasından, belinden birbirine tutuşturdu. Bu duruş hesap soracak duruşuydu.
"Sen niye yazmıyorsun Oğulcan bey?" Diyerek Oğulcan'a dikti gözlerini.
Oğulcan başını sakince yukarı, hocaya doğru kaldırıp, "yazmıyorum, çünkü canım istemiyor." Dediğinde bütün sınıf hayretle Oğulcan'a bakıyordu. Burcu çoktan alt dudağını yemeğe başlamıştı bile...
Çetin hoca sakin adımlarla tahtaya doğru yürüdü ve yürüken, " vay vay vay... Demek öyle... Gel bakalım şöyle tahtaya, benimde canım bir takım şeyler istedi." Dedi Oğulcan'a birden dönüp bakarak.
Oğulcan gayet kendinden emin bir şekilde ayağa kalktı. Dudağının kenarıyla da salak salak sırıtıp bize bakarak yürüyordu. O kadar emindi ki ona yardım edeceğime... Üzgünüm ama bende emindim bizi riske atmayacağına...
Tahtanın önüne geçtiğinde Çetin hoca onu her zaman ki gibi kare alanın içine aldı ve eline de panodan birer tane iğne aldı.
Bende yaslandığım sıraya yani arkama doğru dirseğimi sıranın arkasına dayamış, bacak bacak üstüne atmış elimde kalemle oynuyor, tahtayı seyrediyordum.
Çetin hoca iğneleri yavaş yavaş Oğulcan'a yaklaştırdı. Oğulcan'ında bir gözü bendeydi. Tam batıracağı sırada Oğulcan birden yükseldi.
"Eh yeter be! Biz buna katlanmak zorunda değiliz!" Diyerek elini havaya doğru kaldırdı.
Verdiğim repliğin fazlasını yapmıştı ve bu kadarı hiç hoş olmamıştı. Belli ki aşırı gaza gelmişti. Çetin hoca kaşlarını yukarı doğru kaldırmış, hayretle Oğulcan'a bakıyordu. Adamın şuan olanlara aklı almıyordu. Oğulcan yana doğru bir adım atıp bize baktı.
"Hadi çocuklar gidelim!"
Kimse yerinden kıpırdamıyordu. Çünkü çoğusu ne dediğinide anlamıyordu. Bende tavana doğru bakıyor anlamamış gibi yapıyordum. Bu hepimizi öyle görünce artık ne yaptığımı anlamıştı ve korku dolu gözlerle bir hocaya bir bize baktı. Şimdi gerçekten bittiğinin resmiydi.
Oğulcan bize bakarak, "yazıklar olsun size be!" Diyip birden sınıf kapısına doğru koşup, çıkıp gitti. Çetin hoca ağzı açık kapıya doğru bakıyordu. Belli ki ilk defa birisi ona böyle bir terbiyesizlik yapmıştı. Hayretle bize doğru dönüp, "gidip getirin lan şunu bana!" Diye bağırınca Noyan yerinden fırlayıp, Oğulcan'ın peşinden gitti.
Bu bölümde ki olan her şey de gerçekte yaşanmıştı.
Oğulcan başka şeylerde yapmıştı o yüzden bende bunu yapmıştım yoksa ben kötü biri değilim valla bakın ajsjsjsjs onun bir bedel ödemesi gerekiyordu artık ajsbdjd
Sizcee hak etti mi??
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Sümeyye Sarı / Ben Mafyanın Kendisiyim [ Yarı Texting] / Nanay yavrum nanay🤫](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/kralice7-ben-mafyanin-kendisiyim-yari-texting-759.jpg)
| 49.38k Okunma |
3.4k Oy |
0 Takip |
94 Bölümlü Kitap |