
Ellerimi birbirine bağlayıp arkama yaslandım. Koltuğun tam başında oturduğum için, kol koyma yerine sırtımı yaslıyor çapraz duruyordum. Hem yanımda oturan babamı, hem karşımda Orhan amcayı rahatlıkla görebiliyordum. Sakince çayımı içerken onların hal ve hareketlerini izlemeye koyuldum. Orhan amca şöminenin ateşini harlamak için kalkıp yine demir çubuğa uzandı. Şöminenin içine doğru uzatıp, odunları oyanı buyanı çevirdi ve kenardan bir odun attı. Hiç bir zaman adamlarına bunu yaptırmıyordu, her seferinde kendisi yapıyordu. Adam ateşle uğraşmayı seviyor herhalde, diye düşünerek çayımdan bir yudum daha aldım. Yerine oturduğunda ciddiyetle babamın yüzüne baktı.
"Gözün aydın Hakan, sonunda kızına kavuştun."
"Çok şükür ki kavuştum, Orhan." Dedi babam tebessümle dizimi sıvazlarken.
"Duyduğuma göre herkesi bir güzel haşat edip çıkmışsın ordan." Dedi Orhan amca, gururla bana bakarken. " işte Hakan'ın kızı..."
"Yani başka çarem yoktu, yoksa o kadar yapmazdım. Ben pek şiddet yanlısı bir insan değilim."
Tabi ufak at civcivler yesin kızım, aynen...
"Biz de şiddet yanlısı insanlar değiliz, gerektiğinde, gerektiği kadar."
Tabi efendim aynen katil olmak ne şiddete dahil değil ondandır o...
"Ne güzel, bunu duyduğuma sevindim."
"Bizde seninle gerçekten gurur duyduk... Merak etme kızım, biz de peşlerindeyiz umarım polislerden önce biz bulacağız."
"Sonra ne olacak?"
"Ne gerekiyorsa o olacak." Dedi hiddetle babama bakarken.
"Ne gerekiyor?" Dedim bende öfkelenip bir babama bir Orhan amcaya bakarken. Babam kaş göz yapmaya çalışıyordu aklınca. Sanki ben çocuğum ve de görmüyorum.
"Bakın, ben artık çocuk değilim. Amacınızı ve planınızı anlıyorum ama doğru bulmuyorum. Bir insanı öldürmek sizin bizim haddimize değil. Adamın evet peşinde olun ama lütfen bir şey yapmayın."
"Madem bir şey yapmayacağız, peşinde olup ne yapalım?"
"Hastaneye yatırın."
"Hastane mi?"
"Bakın o beni kaçıran lavuk hasta. Bildiğin kafadan hasta, şizofrenik halleri hareketleri var. Onun işi polislikten önce hastane. Böyle tipleri istediğiniz kadar hapse atın, çıktığında yine daha beter olarak çıkacaklar."
"İşte o yüzden en mantıklısı kökten çözüm..."
"Hayır. En mantıklısı önce tedavi, sonra hapis."
Babamla bir süre göz göze baktılar. Orhan amca yerinden kıpırdanıp, ortada ki büyük alçak sehpadan prosunu alıp yaktı. Oh mis gibi kokuyordu. Nasıl canım çekti anlatamam.
"Kızım iyi diyorsun hoş diyorsun da, bu alemde bizim bir namımız var. Demezler mi kızları kaçırılmış, birde üstüne hastaneye yatırılmış."
"Desinler, ne güzel işte. Arkanızdan katil deseler daha mı çok hoşunuza gidiyor?"
İkiside duraksadı. Sanarsın daha önce böyle bir düşünceyi hiç düşünmemişler ve ben onlara olağan bir şey söylemişim gibi afallamışlardı.
Ayaklarımı bağdaş kurmak için kıpırdadığım sırada, sehpadan cips tabağına uzandım. Ayaklarımı kaldırıp bağdaş kurdum ve kucağıma bir yastık koyup, üstüne cips tabağını koyup yemeğe başladım.
Orhan amca rahat tavırlarımı görünce gülümsemesine engel olamadı. Neden bu adam beni böyle seviyordu anlamıyorum.
"Sizin kızınız var mı?" Dedim patavatsız bir hödük gibi. Ama nerden bilebilirdim ki?
"Vardı... Ama artık yok."
"Aa öldü mü?"
"Evet, vefat etti üç yıl önce." Başını yere eğmiş öyle söylüyordu. Koskoca adamın başı yere eğilmiş, mahçup bir şekilde duruyordu. Kendime çok öfkelendim. E be gerizekalı burdan çıkınca babana sorsana adamı ne üzüyorsun, salak kafam.
"Ay başınız sagolsun." Dedim elimde ki cips tabağını sehpaya geri koyarken, " özür dilerim ben hatırlatmak istemezdim."
"Yok kızım sorun değil, sen ona çok benziyorsun. Gerek görünüşün, gerek cesur tavırların... Aynı sen gibiydi. Sen karşımda olduğunda sanki onu seyrediyorum." Eline çayını alıp bir yudum çekti. “ O günden sonra evlatlarıma daha da düşkün oldum. Onlara yol gösterip, yanlarında olmak için çok gayret ediyorum. Her ne hata yaparlarsa yapsınlar ben hep yanlarındayım, hatta onlara tek bir zarar getirecek adamın kellesini alırım!”
Etrafa bakındım. Bunca hazırlığın sebebini şimdi anlamıştım. Kızına yapmak istediklerini bir nevi bana yapıyordu anlaşılan... Ama yinede son kelimelerinden ürkmüştüm. Bu hiç sağlıklı bir yaklaşım değildi. Hataları görmezden gelerek hiçbir çocuğa ışık olunmaz… Neyse bunu daha sonra söylerim. Şimdi ayıp üstüne ayıp yapmamın bir anlamı olmaz.
"Anladım, tekrar başınız sağolsun..." dedim mahçup bir tavırla...
"Lütfen daha sık gel, hatta baban gelmese bile gel. Benimde artık bir kızım var diyebiliyim..."
"Olur tabi ki uğrarım..."
Onu gerçekten çok sevmiştim. Hatta ilk gördüğüm zamandan beri. Adamda beni çeken bir şey vardı. Sanki tanıdık bakışlar, tanıdık yüz hatları. Lan, adam paralel evrende ki babam olmasın? Yav he Mine he, sus artık.
Beynimi susturmaya çalışıyordum. Bu sırada kapı tıkladı. Hepimiz kafamızı kapıya doğru çevirdik.
"Gel." Dedi Orhan amca, gür sesiyle. Kapı yavaşça aralandı ve bir adam belirdi kapıdan. Babamla Orhan amca birden ayaklanıp, "O Naim, buyur gel." Diyerek içeri buyur ettiler. Hemen hemen babamlarla aynı yaştaydı. İkisiyle selamlaştıktan sonra başıyla benide selamladı. Adamdan hiç iyi enerjiler almıyordum. Kötü birine benziyor. Hoş bizimkilerde pek iyi sayılmazdı ama sanki bu kötününde kötüsü gibiydi.
Üçü sohbet etmeye başladığında gerçekten sıkılmıştım. Nerden çıktı bu adam şimdi? Ne güzel muhabbet ediyorduk. Daha Orhan amcaya kitaplarıyla ilgili sorular sorup muhabbet edecektim. Cipsten bir tane daha ağzıma attığımda Orhan amca bana dönüp, "kızım eğer sen sıkılıyorsan yukarda çalışma odamda ki kitaplara bakabilirsin. Tabi dilersen burada da oturabilirsin, rahat ol lütfen." Dedi.
"Ay teklifi hiç geri çeviremeyeceğim süper olur." Dedim ayağa kalkarken. Orhan amca kapıda duran korumaya işaret etti. Adam bana yukarıya kadar eşlik etti. İçeri girdiğim an telefonum çaldı, arayan Mustafa'ydı. Of ne diyeceğim ben şimdi? Ona yalanda söylemek istemiyorum ama doğruyuda söyleyemem. Of Allah'ım of bıktım gerçekten.
"Alo?"
"Alo bebeğim, napıyorsun dönmedin mesajlarıma uyudun mu diye bir arayayım dedim..."
"He yok uyumadım ya babamla işimiz vardı da bir dışarı çıktık."
"Bu saatte?"
"He ne var ki saatte?" Saate bakıyormuş gibi bir süre sustum. Harbidende baktım bu arada, "aaa 2 olmuş, hakikatten bayağı geç olmuş."
"Mine dalga mı geçiyorsun, kaçta çıktınız ki evden?"
"Ay bilmiyorum çıkarken saate bakmadım ama bir saat falan olmuştur."
"İyi de gecenin bir yarısı zaten neden çıktınız? Nereye gittiniz?"
"Babamın bir arkadaşına geldik."
"Bu saatte?"
"Ya hayatım sen neden saatlere bu kadar takılıyorsun? Evet bu saatte adam anca müsait olmuş, babam şimdi fırsat buldu derken anca bu saat oldu işte... Çok durmayacağız zaten."
"Sen ne yapıyorsun orda?"
"Onlarla biraz sohbet ettim, şimdi kitaplık var burada ona bakınıyordum."
"Allah'ım gerçekten aklıma mukayyet ol. Gecenin bir yarısı başkasının evinde olduğun yetmiyor, bir de kitap bakınıyorsun. Sanarsın öğle vakti de her şey normal."
"Ya havle... Tamam biraz daha bakınıp kalkarız zaten."
"Gidince yaz bana."
"Tamammm..."
Telefonu kapattık. Ay gerçekten yoruldum iki saniye içinde. Bir şeyleri saklamak zorunda olmaktan nefret ediyorum.
Telefonu kilitleyip cebime koyduktan sonra odaya bir göz gezdirdim. Vay anasını sayın seyirciler bu nasıl büyük kitaplıktı böyle, hayret içinde etrafa bakıyordum. Yine klasiklerin olduğu rafa meyillendim. Bir tane seçip masada okumaya karar verdim. Tam o rafa yaklaşacağım sırada diğer raflarda tasavvuf kitapları gözüme çarptı. Vaaay demek tasavvuflada ilgileniyordu, belli oldu şimdi nasıl bu kadar kibar olduğu... Bu kitaplara daha sonra uzun bir vakitte bakacağım, öncelikle klasiklerden Stefan Zweig' ın 'Yakıcı sır' kitabını aldım elime, muhteşem bir kitaptı. Klasiklerden çoğusunu okuduğum için bilmediğimi şuan bulmak zordu. Bildiklerimden ilerleyip tekrar bir gözden geçirecektim. Kitabı alıp koltuğa yerleştim. Bir kaç sayfa okuduktan sonra kapı tıkladı.
"Buyrun?" İçeri Orhan amca girdi. Hemen toparlandım. Elimde ki kitaba şöyle bir göz gezdirdi. "Güzel seçim, sever misin Stefan kitaplarını?"
"Evet, duyguları çok güzel yansıttığını düşünüyorum. Net ve akıcı."
"Elinde tuttuğun kitapta öyle, okudun mu daha önce?"
"Okudum. Bir insanın büyürken yani ergenlik çağında aslında hayatın gerçekleriyle yüzleşmesi nasıl hissettiyor mükemmel yazmış. Zaten adam bu yüzden harika bir yazar, bir çocuğunda duygusunu güzel anlatıyor, bir kadınında. Şaşırıyorum, hadi mesela 'mecburiyet' kitabını yazdın. Yazarsın erkeksin, erkek hislerini anlatıyor. Ama kadının hislerini kadın olmadan bu kadar güzel anlatıyor olabilmesi, gerçekten bir insan olabildiğini gösteriyor..."
Orhan amca çok memnun kalmış bir şekilde beni dinliyordu.
"Gerçekten daha güzel anlatılamazdı, kızım."
"Anlamıyorum. Bu kadar kültür sahibi bir insanken, böyle işler yapıyor olmanızı anlayamıyorum."
"Neden kültürlü insanlar böyle işler yapmazlar mı?"
"Yapmazlar. Doğru yanlışı ayırt ettikten sonra idrakına varıp, doğrudan ilerler... Yani tasavvuf kitaplarınızıda gördüm, ordan da mı hiç etkilenmiyorsunuz?" Gülümsedi.
"Bunları belki daha sonra zamanı geldiğinde konuşuruz, olur mu güzel kızım?"
Çok fazla cüretkar davrandığımın farkındaydım. Şimdiden pişman olmuştum zaten dediğime... işte adam o kadar kibar ki, patavatsız bir aptal olmama rağmen beni bozmak yerine yine kibarca davrandı. Bu adamdan öğreneceğimiz çok şey var, çok.
"Bu arada Naim amcan gitti, babanda seni çağırıyor."
Başımla onaylayıp ayağa kalktım. Kitabı aldığım yere güzelce yerleştirdim ve Orhan amcayla birlikte odadan çıkıp büyük, şömineli salona girdik. Ben girdiğimde babam ayaklandı, "hadi kızım kalkalım bizde."
Hemen Orhan amcaya döndüm, "teşekkür ederiz her şey için, hepsi çok güzeldi." Dedim masada ki yiyecekleri işaret ederken.
"Ne demek, her zaman gel. Hatta bir dahakine seni oğlumla da tanıştırmak istiyorum. Sonuçta biz artık aile dostuyuz..." diye konuyu bağlayınca sanki ben salaklaşıp anlamıyorum... Şimdi anlaşıldı bu kadar ilgi alaka. Yok şimdi direktte yargılamayayım adam gerçekten iyi birisi ama olsun yine hain planları var hepsinin, burası kurtlar sofrası Mine dikkat et kızım.
"Öyle tabi, öyleyiz... İnşallah diyelim, ne diyelim..." dedim gülümseyip babama bakarken. Hiç gıkı çıkmıyordu. Siz yok musunuz sizzzz... Başka bir zaman olsa atlar, şimdi onunda işine geliyor ya nasılda sus pus oldu. Orhan amcayla vedalaşma serüvenimiz bittikten sonra babamla arabamıza bindik. Yine ben kullanıyordum.
"Yani baba hayret ediyorum doğrusu."
"Neye kızım?"
"Normalde her şeye karışırsın, adam utanmasa gözünün önünde beni oğluna alacak gıkın çıkmıyor. Biz ne ara bu kadar mezhebi geniş bir aile olduk?"
"Kızım adam kötü bir şey demedi ki, aile dostuyuz tanışın dedi."
"İyi karısıyla da annem tanışacak mı? Malum aile dostuysak ailece tanışılır."
"Eşiyle boşandılar. O yüzden tanışamazlar, üzgünüm." Derin bir nefes verdim ve arabayı kullanmaya devam ettim.
Eve vardığımızda saat neredeyse 03:30'a geliyordu. Yatağıma yattığımda Mustafa'ya mesaj attım.
"Evdeyim."
"Yani kaç saatir bekliyorum ne zaman geçeceksin eve diye, bu kadar erken kalkmasaydınız ya hu."
"A sen uyumadın mı?"
"Hayır seni bekledim."
Hemen Mustafa'yı aradım. İki şımarıklık yapıp durumu geçiştirdim. Onda pek geçmedi şuan görmezden geliyor ve bir gün bu konuları kurcalayacağına eminim ama neyse şimdilik şuanı atlattım ya o beni bir süre idare eder. Mustafa'yla güzelce vedalaştıktan sonra, gözlerim anında kapandı....
Sabah olduğunda Mustafa beni kapıda bekliyordu. Bahçe kapısından çıkarken eve doğru bakındım, babam camdan dışarıyı daha doğrusu bizi seyrediyordu. Ona baktığımda gülümsemiş gibi yapıp hafifçe bir el salladı. Babam her ne kadar Mustafa'ya beni emanet etmiş gibi olsada yine de içi içini kemiriyordu bunun çok farkındaydım. Çok geçmez yakında bu Mustafa'nın beni alıp, eve getirme işlerinden vaz geçeceğine emindim. Çünkü buna daha fazla katlanmayacaktı. İlk bir anlık korkuyla bu kararı verdi ama şimdi gözlerinde biraz pişmanlık seziyorum. Zaten böyle olmasa garipserdim, neyse gittiği yere kadar artık... Bende elimi kaldırıp babama ufak bir selam verdim ve babam perdeyi kapattı. O kadar eminim ki hala perdenin arkasında durduğuna... Arabaya bindimiğimde Mustafa'ya hemen, "dikkat et babam perdenin arkasından bize bakıyor, resmi dur ve hemen gidelim." Dedim. Bakışlarını tam cama doğru çevirecekti ki, " şşş sakın bakma babam seni uyardığımı anında anlar."
Hızlıca arabayı çalıştırdı ve evin etrafından uzaklaştık. Yolda giderken Mustafa pek benimle muhattap olmuyordu. Nedenini aslında tahmin etsemde hiç çaktırmadan her şey yolundaymış gibi davrandım.
"Bir sorun mu var? Neden böylesin?"
"Sence bir sorun yok mu? Dün beni bir çırpıda geçiştirdin ama hala bir açıklama yapmadın."
"Yani Mustafa babamla gittiğimiz her hangi bir misafirliğin açıklamasını nasıl yapmamı istiyorsun?"
"Bak Mine, normal bir zamanda olsa seni anlarım ama o saatte olan şey için bu dediklerin hiç bana mantıklı gelmiyor."
"E ne olabilir yani neyden şüpheleniyorsun?"
"Bir şeyden şüphelenmiyorum. Senin baban ne iş yapıyor?"
Duraksadım, derin bir nefes verdim. "Ticaretle uğraşıyor."
"Ne ticareti?"
" Ya sabah sabah ne bu sorgu sual? Kendinde misin?"
Yüzünde gerçekten derin bir öfke seziyordum.
"Kendimdeyim, ne ticareti diye sordum."
"Niye? Ne ticaret yaptığına göre bizim aramızda ki durumlar mı değişecek?"
"Sorumun cevabı bu değil."
"Kağıt, plastik ne biliyim bu gibi şeylerin ticareti işte. Üretim fabrikası var bu alanlarda çalışıyor. Fabrikaya daha önce gitmediğim için tam içeriğini anlatamıyorum kusura bakma."
Bu arada gerçekten babamın bu alanda fabrikası vardı, yalan söylemiyordum. Derin bir sessizlik kapladı arabayı. İçim sıkışıyordu. Okula falanda gitmek istemiyordum. Şuan hiç kimseyi görmek istemiyordum.
"Ben okula gelmeyeceğim, sen okulda indikten sonra ben arabayla devam ederim."
"Nereye gideceksin?"
"Anneanneme gideceğim."
"Ben götürürüm seni." Diyerek ışıkların ordan düz gitmek yerine sağa anneannemlere doğru döndü. Her ne kadar benim yüzümden derslerden olmaması gerektiğini anlatsamda umursamadı ve yola devam etti. Aramızda derin bir gerginlik vardı ve ben bundan hiç hoşlanmamıştım.
Anneannemlerin kapısına geldiğimizde, "evin zaten buralarda sende git istersen işim bitince ararım seni." Diye bir teklifte bulundum. Yüzüme hiç bakmadı, "burada bekliyorum seni."
Öfkeyle kapıyı bütün gücümle kapattım. Neden bu kadar sinirlendiğimi bilmiyorum. Hayatımı kurcalamasına mı yoksa beni gerçekten tanıyınca nefret edecek diye düşünecek olmama mı öfkeliydim bilmiyorum... Kapıyı çaldığımda anneannem yeni uyanmıştı, onu uyandırmanın verdiği mahcubiyetle sıkıca sarıldım. İçeri geçtiğimizde telaşlıydı, haklıydıda bu saatte genelde gelmezdim buraya...
"Kızım neyin var bir şey mi oldu?" Dedi ve elleri saçıma doğru gitti. Gözlerimden bir kaç damla yaş akmaya başladığı an başımı dizlerine koydum.
"Çok yorgunum anneanne, çok yorgunum."
"Neden kızım anlat bana hadi."
"Anneanne ben babamı şikayet edeceğim, ya da evden kaçacağım."
"O ne demek o?" Diye yüzüme doğru eğildi. Kucağından kalkıp, ona doğru dönüp bağdaş kurdum. "Bak tam içeriğini bilmesemde yanlış şeylerin olduğunun farkındayım. Babamın kötü biri olduğunu düşünmüyorum zaten değilse aklanır ve içerde olmaz. Ama kötü biriyse zaten içerde olması herkes için daha doğru."
Anneannem derin bir nefes aldı.
"Anneanne ben çok aşık oldum. Hüğğğ" diye ağlayarak tekrar kucağına kapaklanıp ağlamaya başladım.
"E ne güzel işte yavrucum, neden ağlıyorsun?"
"Anneanne ya ona doğruları söyleyeceğim benden ayrılcak, ya gizleyeceğim ve aramıza yalan girecek."
"Kızım senin yaptığın bir yanlış yok ki, neden senden ayrılsın?"
"Ya anneanne babam yapıyor sonuçta tamam tam ne yaptığını bilmiyorum ama gizemli gizemli adamlarla takılıyor, belli var bir bokluk. Yani neden öyle bir adamın kızını sevsin ki, Mustafa çok düzgün bir çocuk ama ben..." sözümü kesti, "sende çok düzgün bir kızsın anneannecim, babanın yaptıklarının sorumluluğunu üstlenme onlar sana ait değiller."
Bir kaç dakika daha ağladım kucağında, ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. İçimi biraz daha akıttıktan sonra ayaklandım.
"Ben gidiyim artık, Mustafa da kapıda bekliyor zaten... Sonra yine gelirim." Diyip dudaklarımı büzdüm.
"Mustafa? O aşık olduğun çocuk değil mi?"
"Hee sen olayı bilmiyorsun babam onu işe aldı, yani rica etmiş beni okula getirip götürsün diye..."
"Baban?" Diye tekrar sordu kaşları yukarı doğru kalkarken, "valla anneannr bende şaşkınım ama şuan başkasına güvenemezmiş. Herhalde orda Mustafa'nın beni kurtarmaya gelmesinden çok etkilendi ki bu kararı verdi."
"Oda doğru, şuan o herif yakalanana kadar bildiğimiz kişilerin etrafımızda olması daha doğru... Haber var mı?"
"Yok, hala yakalanmadı. Sanarsın yer yarıldı içine girdi."
"Anladım canım kızım, sıkma canını her şey olacağına varacaktır. Sen sadece dikkatli ol sana bir şey olmasın, tamam mı?"
Gözlerime öyle şefkatle bakıyordu ki, hiç bir şey yapamasak bile varlığı bana güç veriyordu. Yanağına bir öpücük kondurdum, sıkıca sarılıp çıktım evden. Anneannemde yolcu etmek için peşimden çıktı. Ki yolcu etmek bahaneydi, Mustafa'yı görecekti o deli kadın.
Arabaya kadar geldi peşimden, arabanın önünde durduğunda Mustafa hemen arabadan indi ve anneannemin elini öpmeye yeltendi. Çakal, kaleyi içten feth ediyor. Anneannem elini vermedi ve Mustafaya sarıldı. "Sagol oğlum, bize bu yaptığın iyiliği hiç bir zaman unutmayacağız. Sen bizim canımızı korumaya çalışıyorsun ya, Allah'ta seni korusun inşallah..." diyince Mustafa'nın hafif gözleri dolar gibi oldu. Mustafa da anneanneme rica ettikten sonra el salladım ve bindik arabaya...
"Ne kadar değişik birisi."
"Değişik ne demek be?"
"Çok iyi, çok anaç, çok şefkatli enterasan bir enerjisi var. O sarılınca kendimi çocuk gibi hissettim."
Bu sefer Mustafa'nın gözleri tam anlamıyla dolmuştu.
"Ben hiç çocuk gibi hissedemedim, yani öyle bir fırsatım olmadı..."
Bu söz beni kalbimden bıçaklamıştı. Öyle hissettiğimden mi yoksa hissettiğim şeylerin Mustafa'nında hissetmesinden mi bu kadar canım acıdı, bilmiyorum. Ama o öyle ağır bir şey ki, insanın hiç çocuk olmayı bilmemesi, kaç yıl geçerse geçsin yüreğinin en derin yerlerini hep acıtır insanın...
Avucumu Mustafa'nın yanağına koydum. Parmaklarımla yanağını severken, "zor bir çocukluğun mu oldu?" Diye sordum. Bu sırada gözünden bir kaç damla yaş süzüldü. "Zordu, çok zordu. Annemi korumam gerekiyordu hep..."
"Neyden?"
"Babamdan..."
Bu söz dahada acıtmıştı kalbimi... İnsanın en değerli iki şeyi değil midir anne baba? Birini bir diğerinden korumak kadar acıtan başka bir şey var mıydı?
"Baban, kötü biri miydi?" Diye sordum sessizce, çünkü korkuyordum hassas bir noktasına yanlış bir şey söylerimde kalbi kırılır diye çok korkuyordum.
"Fiziksel şiddet uygulamıştı bir kere anneme, o günden sonra hep en ufak kavgalarında aralarına girip annemi koruyordum aklımca. Annemse bağımlı, ne yaparsa yapsın bırakmadı babamı..."
Şaşırmıştım.
"Dövmesine rağmen mi?"
"Evet. Yani sürekli dövmezdi. Diyorum ya bir kere şiddet uyguladı o gün bizim çok korktuğumuzu görünce birdaha hep dikkat etmeye çalıştı. Ama hiddeti öfkesi hiç kesilmiyordu. O her yükseldiğinde ben annemi koruyordum. Geceleri hep kalkıp annemi kontrol ediyordum iyi mi diye... hep yalvardım anneme ayrıl ben sana bakarım diye ama sanki ona mecburmuş gibi hep babamın yanındaydı..."
Omzuna başımı koydum, "seni çok seviyorum, çok seviyorum." Dedim gözlerimden yaşlar süzülürken.
Mustafa elini yanağıma götürürken birden önümüze biri atladı ve "Mustafa dur!" Diye bir çığlık kopardım. Hızlıca frene bastı ve öne doğru sarsıldık. İlk bir kaç saniye kıpırdamadan durduk, durumun şokundaydık ikimizde. Kimseye bir şey olmamıştı ama aklım yerinden çıkıyordu az daha... Mustafa telaşla arabadan indi bende çantamı yere atıp peşinden indim.
"İyi misiniz?" Diyerek Mustafa önümüze atlayan çocuğun kolundan tuttu.
"İyiyim iyiyim..." dediğinde başımı kaldırıp yüzüne baktığımda anlamıştım kim olduğunu...
Mustafaydı bu...
oy vermeyii ve profilimi takip etmeyi hatırlayınız🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Sümeyye Sarı / Ben Mafyanın Kendisiyim [ Yarı Texting] / Zweig, 🚗 .](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/kralice7-ben-mafyanin-kendisiyim-yari-texting-759.jpg)
| 49.38k Okunma |
3.4k Oy |
0 Takip |
94 Bölümlü Kitap |