Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bir Kavanoz Kahve

@krispa72

Kimsenin olmadığı ıssız sokakta, yalnızca sokak lambasının aydınlattığı sarı loş ışık altında ilerliyordum. Kulağımda en sevdiğim şarkılardan biri. Gece her yanı sarmış, normal insanlar ise uykudaydı. Bu saatte uyumayanlar ya it kopuk tayfası ve onların peşindeki iyiler ya da gündüzlerin acı verdiği geceyi seven insanlardı. Ben ise herzamanki bir iş çıkış saatindeydim. Sokak lambasını ardımda bıraktığımda daha koyu bir karanlık hakimdi etrafıma.

Ha, benim neden bu saatte dışarıda olduğuma gelirsek ben o birinci seçenekteki insanlar arasındaydım. İt kopuk tayfasının peşinde koşanlardan.

Sokak lambasının ışığının hakimiyet sağlayamadığı tarafta ilerlerken karşımdaki silüet dikkatimi çekti.

Siyah kıyafetleri ile zaten farkedilmesi zorken yüzüne bir maske takmış kafasına da giydiği siyah ceketin kapşonunu takmıştı. Farkettirmemeye çalışarak onu izliyordum. Omuzları dikti fakat kafasını yerden kaldırmıyordu. Adımlarını yere öylesine sağlam basıyordu ki normal insanlar korkardı. Hatta şu ortamda gördüğünde adımlarını hızlandırıp kaçardı. Ama ben çekinmiyordum. Bu benim işimdi sonuçta. Gün içinde çoğu zaman azılı suçlularla karşı karşıya geliyordum.

Ayrıca artık alışmıştım. Bu adam -her kimse- her seferinde gördüğüm adamdı. Evet kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama her iş dönüşü onunla karşılaşıyordum. Her seferinde de tam aynı yerde karşılaşıyorduk. Işığın azaldığı karanlığın koyulaştığı kısımda. Bunu nasıl yaptığını da aklım almıyordu.

Bu kişinin kim olduğunu ve bu saatte ne yaptığını deli gibi merak ediyordum ama her seferinde peşinden gitmemek için kendime hâkim oluyordum. Aynen şimdi olduğu gibi.

Hayır, beni yargılamamalısınız. Ne yapabilirim? Bu bir meslek hastalığı. Şüpheli bulduğum kişilerin peşine düşerim. Ah mesleğimi söylemeyi unuttum. Ben Dedektif Kim Yeo Reom. Başkalarının söylediğine göre ise bu mecranın en iyi kadın dedektifi.

Çok küçükken başlamıştı gizemlere olan merakım. Etrafımda olan herkes diğer her kadın gibi şirket çalışanı ya da onun gibi işlerde çalışmamı söylediler. Güzel vücudum ve yüzümü kullanarak yükseleceğimi düşünenler de çoktu. Küçük Kim Yeo Reum ise tek bir şeyin peşindeydi. Hayatının gerçekleri...

Ben daha doğar doğmaz gizemler etrafımda dolanmaya başlamıştı. Ne annemi ne de babamı tanıyordum. Benim gibi olan çocuklar arasında büyüyüp oraya buraya savrulmuştum. Bir gün söz verdim kendime; geçmişimde her ne olduysa onu çözecektim. Şimdi ise ünlü bir dedektif olmuştum. Terzi kendi söküğünü dikemez sözü sanırım gerçekten doğruydu. Şu güne kadar yüzlerce dosya kapamıştım ama kendi dosyamı açmaya dahi cesaret edemiyordum. Her seferinde "Yeterince iyi değilim." düşüncesine kapılıp kendi kendimin topuğuna sıkıyordum ama biliyorum ki bir gün en büyük rakibimi, kendimi, bile susturabilecek kadar iyi bir dedektif olacağım.

Kendimi düşüncelerimden hızla çekip çıkardım ve yanımdan geçip gitmiş olan kişiye baktım. Daha sonra yine merakımı içime gömerek sitenin kapısından içeri adımladım.

Binadan içeri girince kattaki asansöre bindim ve evimin bulunduğu katın düğmesine bastım. Asansör kata gelince indim ve evin anahtarlarını çıkarmaya koyuldum. Evim şehrin orta gelirli vatandaşlarının yaşadığı bir mahalledeydi. Daha fazlasına gücüm yetmez miydi, güvenlikli bir sitede yaşasam iyi olmaz mıydı? Belki. Ama bu düşmanlarımın eline adresimin yazılı olduğu bir kâğıt vermekten farksız olurdu. Kariyerinde yükselmeye başlamış herhangi birinden zenginliğinin keyfini sürmesi beklenirdi. Bu yüzden beni ilk arayacakları yer bu tarz yerler olurdu. Hem ben burada yaşarken her yerde olabileceğimden daha güvende hissediyordum kendimi. Neden mi?

Karşı dairenin kapısı açılıp içeriden çıkan kişiyi görünce yüzüme istemsizce kocaman bir gülümseme yayıldı.

Bir iki adım yaklaşırken gamzelerini görmek istediğim adam bana endişeyle bakıyordu. Kaşlarını çatarak "Saat kaç oldu? Neredesin sen, merak ettim!" dedi. Ben hâlâ gülümserken "Ofiste işim uzadı. Ondan biraz geciktim." dedim. Yüz ifadesi biraz gevşerken "Neden haber vermedin? Birinin peşindesindir diye telefonla da aramak istemedim." dedi. Birkaç adım daha atıp iyice yaklaştım ve "Boşversene buradayım ve iyiyim. Sadece biraz duygusal desteğe ihtiyacım var." diyerek kollarımı açtım. Yüzü iyice rahatladıktan sonra sonunda bana o çok sevdiğim gamzelerini bahşetti. Ve kollarını açıp sıkıca sarıldı. Kolları arasında kendimi güvende hissediyordum. İşte bu yüzden.

Bu adam hayattaki tek değer verdiğim insan. Ailemden birisi değil. Ya da sevgilim değil. Hayır çocukluktan da tanışmıyoruz. Beni kız kardeşi gibi gören o inanılmaz adam yalnızca. Onun sayesinde nerede olursam olayım dünyanın en güvenli yerinde olacaktım.

Kollarından ayrılırken "Hem beni neden böyle merak ettin. Ben kendimi koruyabiliyorum. O kadar mı güvenmiyorsun dövüşme yeteneğime?" dedim. Yüzüne çarpık gülüşünü yerleştirerek "Ben zaten senin için değil sana sataşmaya kalkacak olan serserilerin hayatı için endişe etmiştim." dedi. Gamzelerinde boğulmamaya çalışırken şakayla omzuna hafif bir yumruk attım. Sonra da "Eğer önümüzdeki bir ay boyunca gecelerini serserilerin canları hakkında endişe ederek geçirmek istemiyorsan bana yardım etmen gerek." dedim. Cümlemdeki espri onu güldürmemişti. Bunun yerine asıl anlatmak istediğime dikkat ettiği için yüzü ciddi bir ifadeye büründü. Ses çıkarmayınca konuşmama davam ettim.

"En son uğraştığım dosya beni oldukça yordu. Bazı bilgilere ihtiyacım var ve bunları ancak siz temin edebilirsiniz komiserim." dedim göz kırparak. Fazla önemli bir sorun olmadığını anlayınca yüzü tekrar gevşedi. "Merak etme güzelim, o kolay iş." dedi. Aramızda bir süre sessizlik olunca dairemin kapısını göstererek "Bir kahve içer miyiz?" dedim. Sağ elinin işaret parmağı ile havada yüzümü içine alabilecek bir daire çizdi ve "Yüzün uyumak istediğini haykırırken mi?" dedi ve kıkırdadı. Bunun üzerine ben de onunla beraber kıkırdadım ve "O zaman sonra görüşürüz Joon." dedim ve dairemin kapısını açtım. "Görüşürüz Reummie." dedi arkamdan. Joon bana mesleğini kullanarak yardım eder. İllegal bir şekilde haber sızdırıp delil bulmamda yardımcı olduğu çoktur.

Komiser Kim Nam Joon hayatımda değer alabilen tek insan. Sırdaşım, kardeşim, arkadaşım. Bazen de annem ya da babam. Çoğu zaman korumacı bir ağabey. Bazen de afacan bir erkek kardeş gibi... Yani anlayacağınız o benim herşeyim. Ve her geçen gün ona daha çok hayran olmaktan kendimi alıkoyamıyorum.

***

Sabah olduğunu biyolojik saatim bana hatırlatmıştı ki her zamanki gibi alarmdan önce uyandım. Yatağımdan miskince doğruldum ve esnedim. Daha sonra da hazırlanmak için yataktan çıktım. Günlük iş kıyafetlerimi giymiş ve yüzümdeki yorgun ifadeyi kapatmaya yetecek kadar hafif bir makyaj yaptım. Bu gün daha erkenden işlere başlamam gerekiyordu. Ancak bu şekilde bu yoğunluk dağılabilirdi. Üzerinde çalıştığım fakat delil bulamadığım vakanın dosyalarından bir kopyayı aldım ve dairemden hızla çıktım. Kapıyı kilitleyip karşı dairenin kapısını çaldım. Erken saatte geldiğim için umarım uykusundan uyandırmamışımdır.

Bir süre bekledim ve kapı açıldı. Hiç de uykuluymuş gibi durmayan yüzü beni görünce gülümsedi. Aynı hızda ben de gülümsedim ve "Günaydın, umarım ben uyandırmadım?" dedim. Kafasını olumsuz anlamda sallarken "Ben de yeni uyanmıştım zaten." dedi. Sonra da "Günaydın." diye ekledi gülümsemesi genişleyerek. Ben de gamzelerinden gözlerimi çekmeye çalışarak "O zaman ben çantamı almaya gidiyorum. Beni bırakırsın, değil mi?" dedim ve cevap beklemeden tekrar kendi daireme girdim. Giderken elimdeki dosyaları da eline tutuşturdum ki ben gelene kadar baksın. Tabi ki cevap beklememe gerek yoktu çünkü Joon bana yardım etmek için hep orada olacaktı.

Arabanın kapısını açarken "Görüşürüz." dedim gülümseyerek. Ben inmeden önce "Akşam gelebilirim." dedi. Gözlerimi devirerek "Bugün nöbetin olduğunu da bilmiyorum zaten(!) Gerek yok ben gelirim." dedim ve indim. Arabanın açık camından bana bahşettiği gamzelerini görebiliyordum. Yolun kenarında durdum ve araba giderken el salladım.

Ah şimdi ofise gitmeliydim daha çok işim vardı. Ofisin kapısından içeri girdiğimde güler yüzlü sekreterim katşılamıştı beni.

"Hoş geldiniz Bayan Kim."

Ona güzel bir gülümseme ve baş sallamayla selam verip ofise yöneldim. Onu işe alalı henüz dört ay falan olmuştu. Öncesinde ise bırakın ona para vermeyi yardımcımı bile işten çıkarmayı düşünüyordum. Gerçekten dibe vurduğum dönem o zamandı. Hiç gerçek bir vaka çözmemiştim. Birkaç basit aldatan eş vakası çözmüştüm. Bu da asla yeterli değildi. Ofisin giderlerini karşılamak şöyle dursun artık kendi ihtiyaçlarımı karşılayamıyordum. Hatta yardımcıma ona artık ödeme yapamayacağımı söyledim. Onu mağdur etmek istemediğim için ona yeni bir iş aramaya bile başlamıştım. O ise bunu reddeti.

Onunla aramızdaki ilişki abla-kardeş ilişkisine dönmüştü. O zaman benden tek bir kuruş almadan yanımda çalışmaya devam etmişti. Hatta bana kendi birikiminden borç bile vermişti. Sonra adımın duyulmasını sağlayan o dosya gelmişti. Polislerin çözemediği bir hırsızlık vakası. Onu çözünce hem adımız duyulmuştu hem de yüklü bir ücret almıştık. Aslında olayda zor hiçbir şey yoktu. Sadece sakin olup dikkatli incelemekle alakalıydı. Şans bizden yana olmuştu. Bu dosyadan sonra gelen her dosyayı kapatmayı başarmıştık. Bu da ünümüze ün katıyordu. Şimdi ise o benim yardımcımdan daha fazlası. O benim ortağım. Ona olan borcumu para olarak değil hisselerin bir kısmı olarak ödedim. Bu şu hayatta aldığım en iyi kararlardan biri.

Çantamı ve kabanımı askılığa asarken koktuğuma oturdum. Taehyung henüz gelmemişti ama akşam çıkmadan önce masama bir kaç dosya bırakmıştı. Dosyalara bakmak için sabırsızlanıyordum ama önce bir kahveye ihtiyacım vardı. Dışarıdaki sekreterime seslendim. İçeri gelip elindeki kahveyi gülümseyerek masama bıraktı.

"Çok hızlısın Hea Yong."

Yüzündeki gülümsemeyi silmeden "Rutinlerinize ayak uydurmaya çalışıyorum Bayan Kim." dedi ve çıktı. İşte şimdi rahatça çalışabilirdim.

En üstteki dosyayı elime alıp incelemeye başladım. Bu bir cinayet dosyasıydı. Şehrin çok tekin olmayan, ıssız mahallelerinden birinde işlenmişti cinayet. Maktul yirmi beş yaşında erkekti. Ceset otopsi içi alınmıştı. Dosyada bir rapor yoktu. Yani gidip raporu almamız gerekiyordu. Daha sonra da olay yerini incelemeye gitmeliydik. Olay yeri inceleme, ilk incelemede maktulün ne ile ya da nasıl öldürüldüğünü saptayamamış ve otopsi istemişti.

Genç adam ölü bulunduğu yere göre biraz yabancı kalıyordu. Zengin bir aileden gelen bir çocuktu ve o mahallede bulunması işin içine daha fazla şüphe sokuyordu. Polisler uyuşturucu alışverişi için orada bulunduğundan şüpheleniyordu. Otopsi raporu gelmeden fikir yürütmek sağlıklı olmayacaktı. Dosyayı kenara koyup Taehyung gelince bununla ilgili bildiklerini sormayı ve raporu alması için adli tıbba gitmesini söylemeyi aklıma yazdım.

Diğer dosya hırsızlık, bir diğeri ise aldatmaydı. Şu an aklımı en çok meşgul eden ise ilk dosyaydı. Taehyung gelene kadar diğer iki dosya için internetten bulabildiğim kadar bilgi edindim.

***

Yine bir iş çıkış saatimdeyim. Ofisten ayrıldım ve her zamanki gibi metroya bindim. O sırada telefonum çaldı. Tabi ki arayan Joon' du. Zaten iş saatlerim dışında genelde başkası aramazdı beni. Hızlıca açınca "Neredesin? Seni almaya geliyorum." dedi hevesli bir sesle. Suçlu bir sesle "Aaa şey... ben metrodayım. Eve gidiyorum." dedim. Hayalkırıklığına uğramış sesi "Bir türlü tutturamıyorum." dedi. Gönlünü almak istediğim için "O zaman ben gelene kadar yemeği hazırlamaya ne dersin? Ve bu kez sen de yiyeceksin." dedim. Neşeli sesi ile "İlki olur ama ikincisini pek zannetmiyorum." dedi. Kıkırdayarak "Yoldayım." dedim. Cevabını beklemeden kapattım telefonu. Yüzümde isteğim dışında bir sırıtma olduğunda silmek için uğraşmadım.

Nam Joon böyleydi işte. O benim en yakınımdı ama onunla şimdiye dek ne yemek yemiş ne de bir kahve içebilmiştim. Onun garip diyetleri vardı. Detaylarından pek bahsetmezdi ama formda kalmak için yaptığını söylüyordu. Ne kadar buna ihtiyacı olmadığunı söylesem de dinlemiyordu. Onun katı kuralları ve çizgileri vardı. Her zaman insanların bunlara saygı göstermesini isterdi.

İnmem gereken durağa yaklaşınca kapıya doğru ilerledim. Metrodan iner inmez hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettim. Bir an önce eve ulaşmak istiyordum. Çünkü ben ve Namjoon böyle boş zamanları pek bulamıyorduk ve bulduğumuzda ise bunun özel olmasını istiyordum.

Acaba bu kez en azından bir kahve içmek için onu ikna edebilir miydim? Benimle hiç kahve içmemiş olması kabul edilemez bir şeydi. Benim için değerli olan iki şey vardı zaten. Namjoon ve kahve. Diğer şeyler olmasa da olurdu. Mesela mesleğim... Şimdi sıkılsam ve bıraksam dedektifliği Joon destek vermek için her zaman yanımda olurdu. Kahvem de yeni işimde sabahlayacağım geceler asla yalnız bırakmazdı beni. Kahvenin her türlüsünü severdim ama en çok asıl kahve tadını buram buram alabildiğim sade kahveleri severdim. Hem beni uyandırmak konusunda hem de kafeine olan açlığımı gidermek için ondan daha iyisi düşünülemezdi.

Düşüncelerimden uzaklaşmamı sağlayan şey telefonum oldu. Joon olduğunu düşünmüştüm ama ekrana bakınca o olmadığını farkettim. Bu Teahyung'du. Telefonu açıp hızla kulağıma götürdüm ve "Efendim?" dedim. Karşıdaki mahçup ses "Ahh Reum rahatsız ettiğim için üzgünüm ama acaba benim dosyalarım seninkilere karışmış olabilir mi?" dedi. Telefonu kulağımla omzumun arasına koydum ve çantamdaki dosyalara bakmaya çalıştım. En sonunda hepsini çıkardım ve inceleyerek yürümeye devam ettim. Aynen dediği gibi dosyaları buradaydı. Onu korkutmamak için rahat bir tonda "Evet bende. Ama neyse çok dert etme içimden bir ses yarına çok güzel delillerle geleceğimi söylüyor." dedim. Kıkırdarken "Anladım." dedi. "O zaman sana iyi akşamlar." diye ekledi ve sonunda telefonu kapattık. Bu geçen gün elime gelen aldatma dosyasının bir kopyasıydı. Şu hırsızlık dosyası ve cinayet dosyası ile birlikte gelen. Aslında buna delil bulmak kolay olandı. Önemli olan cinayet dosyasıydı.

O gün Taehyung adli tıptan raporu getirmişti. Ölüm nedeni aşırı doz değildi ama kanında uyuşturucu bulunmuştu. Bu ise o mahallede uyuşturucu alışverişi için bulunduğu tezini destekliyordu. Vücudunda kurşun izi de yoktu. Sadece boynunda bir ısırık izi vardı. Yırtıcı bir hayvan saldırısı olabileceğini düşünmüştüm. Şehrin ortasında bu ilginç olurdu ama elimizde sadece bu vardı şimdilik. Yoğun kan kaybı da bu fikri destekliyordu. Vücudunda başka bir yara da yoktu. Aynı zamanda vücudunda garip bir maddeye rastlanmıştı. Bu toksik bir maddeydi. Uzman zehir olduğunu düşünüyordu ama uyuşturucu gibi sentetik değildi. Bütün bunlar düşünülünce ilginç bir vaka oluyordu. Bu da aklımı çok meşgul ediyordu.

Bütün bunları düşünürken elimdeki dosyaları çantama yerleştirmeye çalışıyordum. O sırada fark etmeden eve gelmiştim bile. Binanın giriş merdivenlerini çıkarken 'Her zamanki o kişi yanımdan geçti mi acaba?' diye düşünüyordum ve hâlâ dosyaları çantama yerleştirmemiştim. Kafamı çantama eğdiğim sırada birisine çarptım. Kafamı kaldırıp bakınca bunun o silüet olduğunu anladım. Şaşkınca bakarken elimdeki evraklar yere saçılmıştı.

Şaşkınlığımı atlattıktan sonra hemen kâğıtları toplamak için eğildim. Hemen ardımdan o da eğildi ve toplamama yardım etti. Toplandığı kâğıtları verirken yüzüne bakmak için daha fazla zamanım oldu. Yıne maske takmıştı ama buna rağmen iyi görünen yüzünü saklayamıyordu. Ağzını ve burnunu göremiyordum ama orantılı gözleri ve kaşları onun yakışıklı olduğunu kanıtlamaya yeterdi. Kaşları üzerine düşen orta uzunlukta siyah saçları şapkasından fırlamıştı. Çatık kaşlarının altındaki huysuz bakışlarının net hedefi bendim. Onu ilk kez bu kadar yakından görüyordum ve garipti. Ben hâlâ bakarken gözlerini gözlerimden çekip yere dikti ve "Özür dilerim." dedi soğuk bir sesle. Kendimi toparlayarak "Asıl ben özür dilerim. Önüme bakmıyordum." dedim. Sesindeki tını zerre bozulmadan "O zaman daha dikkatli ol." dedi. Olanlara bir anlam vermeye çalışırken hâlâ onu inceliyordum. Benden uzundu, bir yetmiş beşten uzun olmalıydı. Ben onu hâlâ incelerken arkasını döndü ve hızla uzaklaştı. Biraz dengesiz miydi?

Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkmışken dönüp gittiği yere baktım. Yine bir yere gidiyordu ve bu kez kendime hakim olup iç güdülerime yetki verecektim galiba. Sanki düşünecek yeterince şey yokmuş gibi bir de bunu merak edip duruyordum. En azından sessizce peşinden gidip hiçbir şey olmadığını ve sadece geç saatte işe giden normal bir vatandaş olduğunu görürsem bunu düşünmeyi bırakırdım.

Yeterli mesafeyi sağladıktan sonra sessiz ama hızlı bir şekilde peşinden ilerlemeye başladım. Onun gibi bende siyahlar içindeydim ve üzerimde çok kalın olmayan ve hareketimi kısıtlamayan kıyafetler vardı. Sonuçta bir dedektifin nerede ne yapacağı belli olmazdı.

Takip ettiğim kişi köşeyi döndü. Benim geldiğim yöne, metroya gidiyor gibiydi ama emin değildim. Onu kaybedemezdim. Bu yüzden hızlandım. Köşeyi döndüğüm anda ağzımın ve gözlerimin üzerinde hissettiğim baskı iyi şeyler olmayacağını söylemek istiyordu sanki. Sanırım sadece geç saatte işe giden normal bir vatandaş değilmiş.

Göz kapaklarım açıktı ama eli ile gözlerimi kapattıpı için bir şey göremiyorum. Bu durumdan kurtulmak genelde çok zamanımı almazdı. Sadece bir kaç hamle... Elimi kaldırıp vücuduma pozisyon verdim, bir atakta bulunacakken elimi tuttu. Eğitimsiz birinin bu hamlesinden kurtulmak kolaydı ama bu kez başaramadım. Çok güçlüydü. Kesinlikle düşündüğümden daha fazla. Elimi duvara yapıştırıp beni hareketsiz bıraktı. Hiç beklemeden serbest dizimle hayalarını hedef aldım, benden daha hızlı hareket edip bundan da kaçındı. Buna inanamıyordum. Ya hızlı hareket ediyor kaçıyordu, ya da darbelerim ona etki etmiyordu. En sonunda öyle bir pozisyona gelmiştim ki kıpırdayamıyordum. Arkamdaki duvar ve bedeni ile beni iyice sıkıştırmış ve hareket etmemi engelliyordu.

Hiçbir şey göremiyordum. Tek duyduğum ses ise benim hızlı soluklarımdı. Sarf ettiğim efor ve ağzımın kapalı olması bunda büyük bir etkendi. En sonunda nefesimi düzene soktum ve sakinleşmeye çalıştım. Hâlâ bir eli ağzımda diğer eli ise gözlerimin üzerindeydi. Yalnız bir koku duyuyordum ki çok keskin. Bu kokuyu nerede olsa tanırdım. Bu kahve kokusuydu. Aldığım kahveli şeker ya da parfüm değildi. Bu direk kavrulmuş kahvenin kendisi kadar kahve kokusuydu. Ama aynı zamanda yakınlarımda gerçekten bir kavanoz kahve olmadığına da emindim. Bu koku ondan geliyordu. Beni duvar ile vücudu arasında tabiri caizse esir eden kişiden.

Peki kimdi bu? Ne istiyorduk birbirimizden? Elinden kurtulabilir miydim? Peki ya Namjoon?

2522 Kelime...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%