Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Gizemli Anlaşma

@krpapatyassi

12. BÖLÜM: Gizemli Anlaşma

Gün gelecek herkes seni ne kadar çok sevdiğimi anlatacak. Kimisi efsane sanacak ama biz gerçek olacağız.

Geçmişin her bir zerresi insanın üzerine bir bela misali yapışıp kaldığı sürece o insan asla hür olamazdı. Ne kararları ne kendisi ne de hayatı... Hep bir yere bağlı kalırdı ve bu onu hem yorar hem yıpratır hem de yavaş yavaş ölüme sürüklerdi.

Geçmişin bize vurduğu zincirleri kırmak gerekirdi ancak kimi insan bunu çok zormuş gibi görürdü.

Gülşah'ın kaldığı odanın kapısı yavaşça aralanmıştı. Mavi gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu. Odanın içindeki tek ses yanı başından gelen cihazın yani kalbinin sesiydi. Ela gözleri hemen genç kızın kapalı gözlerinde uzun saçlarına takılmıştı. Özgür içeri girdiği gibi dışarıdaki duyguları yerini daha güzel duygulara bırakmıştı. Kimi kalpler vardı; acı, kan, gözyaşı... Kimi kalpler vardı; deniz, kum, güneş...

Ellerinin üzerindeki yaraların aynısı yüzünde de vardı. Belki de kendisini ilk kez böyle hissetmişti Özgür. Bu his öyle bir şeydi ki iyi ama kötü; güzel ama çirkin; sıcak ama soğuk... Aynı olan hiç bir şey yoktu, hem iyilik vardı hem kötülük. Çok farklı hissetti kendisini. Yavaş yavaş adımlarını atarak yanaştı genç kızın yanına. Kalbinin her defasında daha da hızlandığını anlayabiliyor muydu?

Bilmiyordu, nereden bilebilirdi ki böyle olacağını? Müneccim miydi yoksa kahin mi? Tahmin etmesi güç değildi ama sonuçta kimse birinin kaçıp başına bunların geleceğini düşünmezdi ancak Özgür yine de kendini haksız hissediyordu.

Yanı başındaki koltuğa oturdu Özgür hemen. Gözlerini bir an bile kırpmadan genç kızın uyanacağı anı bekliyordu. Üşüdüğünü hissetti ardından hemen ellerini Gülşah'ın ellerine dokundurdu. O da üşüyor muydu? Annesinin sözü geldi kulağına; uyan insanın üzerine karlar yağar oğlum.

Gülşah şu an uyuyordu yani üşümesi gayet normal olurdu. Kendi kendine "Karları eritelim o zaman." diye söylendi Özgür. Odanın içinde gözlerini gezdirirken dikkatini çeken şey kapalı bir dolap olmuştu. O tarafa doğru ilerleyip kapağını açtığında ise mavi renkte bir pike görmüştü. Hemen ellerine alıp dolabın kapağını kapattığında Gülşah'ın üzerine sermiş ve yeniden koltuğuna oturmuştu. Üşümesi geçmişti sanki, şimdi o kadar da çok üşümüyordu.

"Nasıl yapacağız? Ne yapacağız? Hiçbir şeyden haberin yokken bile başıma bela olabiliyorsun Mavi Gül. Nesin sen benim klonlanmış halim falan mı?" Bir yandan haklıydı çünkü iki yabancı insanın birbirine bu kadar benzemesi ardından birbirinden habersizce geleceklerini yazmaları nasıl bir şeydi? İşte tam olarak buydu. Başka nasıl anlatılabilirdi ki zaten?

Özgür'ün aklındaki sorulardan biri de Gülşah'ın olacak olan denge problemleriydi. Zaten normalde bir yerlere takılıp düşerken şimdi bir de takılmadan mı düşecekti? Düşmemesi için onun yanında olması gerekirdi. Özgür bunu istiyordu.

Gülşah zaten normal insanlara göre fazlasıyla sakarken düşmek onun canını yakmazdı ancak Özgür böyle düşünmüyordu. Acı bir alışkanlık değildi, olamazdı daha doğrusu olmamalıydı. Her seferinde düşmek insanı biraz daha güçlendirirdi, bu doğruydu. Ancak her seferinde düşünce yeniden kanardı ve bu alışılmaması gerekilen bir şeydi.

Görülmemiş bir şeydi değildi Özgür için. Onun gördükleri daha kötü şeyler vardı. Bunlar neydi ki? Onun canı yanmazdı yansa bile kimseye belli ettirmezdi çünkü ona annesi böyle öğretmişti. Anneler çocuklarına duyguyu öğretirdi; babalar ise güç, kuvvet verirdi. İşte Özgür'ün en büyük eksiği buydu.

Genç kızın göz kapakları yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı. Özgür ise onu gördüğü an ne yapacağını bilememiş az önceki pozisyonunu alarak koltukta rahat bir şekilde oturmaya devam etmişti. Gülşah gözlerini açtığında ise sanki daha yeni uyandığını görmüş gibi bir tepki vererek gülümsemişti. "Günaydın."

Gülşah ise minik bir tebessüm ile aynı şeyi söylemişti ve ardından o klasik cümle gelmişti. "Neredeyim ben?" Hastanede olduğunu anlamak her seferinde neden bu kadar güç gelirdi ki insanlara? Beyaz tavan, serum, iğne, yatak ve bir oda. Al işte sana hastane.

"Hastanedeyiz." İlk önce anlayamamıştı Gülşah ancak bir kaç dakika sonra idrak edebilmişti. Gözlerini şok olmuş gibi açarken kaşlarını çatmıştı. Aklından olabilecek her ihtimali geçirdiğini anlamak çok da zor olmasa gerekti. Hemen olduğu yerden doğrulmaya çalışırken Özgür yerinden hızla kalkmış ve onu geri yatmaya ikna etmeye çalışmıştı. "Dinlenmen gerekiyor." Kolundaki serumun bandını çıkarmıştı Gülşah ve Özgür bunu gördüğünde ne yaptığına anlam verememiş gözlerle bakmaya başlamıştı. "Senin amacın ne?"

Ne diyecekti ki? Sizi korumak mı? Bunu zaten anlaması gerekmiyor muydu? Gerçi Özgür Yağız Karlı'dan bahsediyorduk. Anlasa bile belli etmez karşı tarafın itiraf etmesini beklerdi. "Ne?" Karşıları daha da katıldı Gülşah'ın. Başı dönmeye başlamıştı ama yine de diretmeye devam ediyordu. "Beni buraya getiren sensin ve ben sana hastane olmaz dedim. Yoksa bende buraya gelmeyi biliyordum." Sert sesi yüzünden kendini daha da çok hırpalıyordu ancak gerçekleri söylemezdi, söyleyemezdi.

"Neden?" Bir anlığına durdu Gülşah. Diretmeye birkaç dakikalığına bıraktı. Damarlarına akması gereken serumu kapattı uzanıp ve Özgür'e bakmaya başladı. O zaman kendinde bile göremediği o cesareti sonunda hissetmişti. Özgür'e her şeyi anlatmak istiyordu. Bir kez olsun sonunu düşünmeden, kendisi için bir adım atmak istiyordu. Bu onun hakkıydı ama yine de kendisini iyi hissetmiyordu.

İlk önce anlamazlıktan geldi. "Ne neden?" Özgür ise amacının ne olduğunu anlamıştı. Hiçbir müdahale etmedi ve oyunu kurallarına göre değilde Gülşah'a göre oynayarak devam etti.

"Neden istemiyorsun?" Durdu ve devam etti. "Sonuçta bir nedenin olmalı değil mi? Durduk yere bunları söylüyor olamazsın. Eğer sana gerçekten yardım etmemi istiyorsan bana gerçekleri anlatmalısın." Haklıydı ama o son söyledikleri Gülşah'ı yeniden vazgeçirmişti. Gülşah yardım istemiyordu ki, onun başını belaya sokmak istemiyordu. Ama bilmediği bir şey vardı ikisininde baş belaları birbiri olmuştu.

"Nedeni ne biliyor musun? O ölüm gecesinden beri ailem de dahil hiç kimseyi göremiyor olmam. Onların ne durumda olduğunu bilmeden yaşamak canımı çok yakıyor. Bir kez olsun o düğün yerine gidip bakamadım bile. En azından göz bile gezdiremedim. Elimden hiçbir şey gelmiyor. Şu an kalkmak istiyorum mesela onu bile yapamıyorum. Kendimi öyle köşeye sıkışmış hissediyorum ki biraz daha devam ederse arada sıkışıp öleceğim." Sözlerinin arasına serpiştirdiğu yalanlar doğruları örtemiyordu. Özgür bunun asıl nedenini biliyordu ancak bunun da etkisi olduğunu anlamıştı.

İlk önce bir sessizlik hakim olmuştu odaya. Ardından Gülşah'ın ağlama sesi duyulmaya başlamıştı. Özgür ise ona sarılmak isteyip sarılamamış onu sözleri ile teselli etmeye çalışmıştı. "Senin için ailenin nerede olduğunu bulabilirim ancak bir şartım var." Gülşah'ın gözlerine yeniden umut hücum etmişti sanki. Mavi harelerinin bu kadar parlak olması normal miydi?

"Ne istersen yaparım. Onları bulmak benim için en ağır cezanın ödülü olur. Ne istersen hepsini yaparım." Gülşah'ın onları bu kadar düşünmesine rağmen ailesinin onu hiç umursamaması insanı mahveden cinstendi.

Özgür ise Gülşah'ın maviliklerine bakakalmış ve bu umudunu söndüreceği için kendine içinden küfürler yağdırmaya başlamıştı. "O kadar da zor bir şey istemeyeceğim, şimdi söylemeyeceğim daha zamanı var ama sen yine de hazır ol." Ne demekti ki bu? Özgür ne planlıyordu?

"Sen bana bu sözleri söyledin ya, bana bir umut verdin ya şimdi ne istersen yapacağım. Yeter ki bana onları ver. Bu benim için çok değerli." Bilirdi Özgür. Ailenin ne olduğunu bilirdi. Ailenin eksikliğini de bilirdi. Hepsini bilirdi ama belli etmezdi işte.

"Şimdi yat dinlen. Doktoru çağıracağım ve serumu yeniden taktıracağız. Sen uyanınca eğer iyi hissedersin ve gitmek istersen gideriz." Tam başını sallarken aklını Feride gelmişti. İyi olduğunu umut ediyordu ve belki de bu yüzden soramıyordü Özgür'e. İyi olmadığını düşünmek bile ona fazla gelirken eğer iyi değil derse ne yapardı? Ama eğer durumu kötü olsaydı Özgür kardeşinin yanında olmaz mıydı? "Sor hadi sor. Yedin bitirdin kendini."

Gülşah'ın al al olmuş yanakları ile gözlerinin arasındaki renk uyumuna bile hayran kalabilirdi insan. "Şey ben." Devamı gelmemişti, gelemiyordu. Dili varmıyordu. Özgür ne soracağını anlamış olacak ki hemen cevap vermişti.

"İyi. Yani korkma, bir şey olmadı ona." Yüzündeki tebessümü görmek için bile sürekli aynı cümleleri söylemeye razı gelmişti Özgür. Her insanın içindeki duyguları kıpırdatacak birileri olurdu ve bu Özgür için kesinlikle Gülşah'tı. Kardeşinin bile yanında bu şekilde olmuyorken Gülşah'ı onlardan ayıran şey neydi? "Şimdi yat ve mümkünse kalkma." Başını yavaş yavaş yastığa koyduğunda Özgür de odadan çıkıp doktora haber vermiş ve durumu anlatmıştı.

"Aslında eşinizi-" derken sözünü kesti Özgür düzeltmek istermişçesine. Bunu daha önce fark etmemişti ancak şimdi fark etmiş ve düzeltmek istemişti.

"Eşim değil."

"Kusura bakmayın ben sizi eşi sandım. Kapısının önünde beklemeniz bir de tepkilerinin falan o yüzden yani."

"Tamam sorun yok." Bir anlığına acaba diye düşündü Özgür. 'Acaba' kelimesi aklında sürekli dolaşmaya başlamıştı. Kim bilir belki de gerçekleşecek olan bir şeydi bu belki de yakın ya da uzak bir zamanda gerçekleşecekti. "Onun bir şeyi yok değil mi?" Endişe içinde az önce böldüğü cümleyi tamamlamasına izin vermişti.

"Aslında hayır. Yani size anlattıklarımın dışında bir şey gözükmüyor ancak bu demek değil ki bundan sonrası da böyle olacak. Elinizden geldiğince stresten uzak tutmaya çalışın. Soğuktan korunması lazım ve denge problemlerini ciddiye almak lazım. Sonuçta merdiven başı olabilir ya da dışarı da bir yerde olabilir düştüğünde ciddi bir zarar görebilir. Bunlara dikkat ederseniz iyileşmesi hız kazanacaktır." Duyduklarını bir bir aklına kazıyordu Özgür. Bunların hepsi önemliydi çünkü hepsi Gülşah ile ilgiliydi daha doğrusu Mavi Gül ile ilgiliydi.

Doktor odaya girdiğinde Özgür'ün telefonu çalmıştı ve bu yüzden de içeri geçmeyip biraz öteye ilerlemiş ve telefonu açarak konuşmaya başlamıştı. "Efendim Bolat? Bir sorun yok değil mi?"

İkisini birlikte kantine göndermek ne kadar mantıklıydı ki? Hastaneyi birbirine katmasalardı bari. "Karlı senin bu kardeşin deli edecek beni. Kantin hariç her yere gittik gerçekten. Sen bununla nasıl bunca sene yaşadın be!" Sesi daha çok isyan eder gibiydi.

"Ulan ne yaptınız siz?" Özgür başına gelecekleri sanki daha önceden biliyormuşçasına derin bir nefes aldı ardından telefona yeniden döndü. İçinden her ikisini de boğmak geçiyordu ama kendine hakim olmalıydı, bunu da biliyordu. "Şimdi bana acilen nerede olduğunuzu söyleyin. Bir yemek yemeye gönderdim sizi ne işler açtınız başıma. Tepem atayi he!"

Uzun bir süre ses gelmemişti karşı taraftan ve Özgür her geçen zamanda daha kötü bir şey yaptıklarını düşünüyorlardı. Nihayet bir ses geldiğinde onu dinlemeye başlamıştı. "Karakolda." diyen ses Feride'ye aitti. Özgür'ün ise aklı almıyordu kantine gönderip nasıl karakoldan alabiliyordu bunları? Ardından ise başka bir ses yükselmişti. "Yani karakolun bahçesinde." Bu ses ise Sinan'a aitti.

🌊

Geldiklerinde beri uyuyordu Feride. Uyandığında ise Gülşah ile ilgili haberleri öğrenmiş içini rahatlatmıştı. Bir süre sonra abisine bakarak "Abi. Acıktım ben." diyen sesi sanki yirmi dört yaşındaki bir kadına değilde sekiz yaşındaki bir çocuğa ait gibiydi.

"Feride ben buradan ayrılamam ama seni de tek gönderemem. Hastaneyi birbirine katar çıkarsın." Bakışları Sinan'a döndüğünde ise Sinan onu anlamış ve daha Özgür bir şey demeden hemen o başlamıştı cümlesine.

"Tamamdır kardeşim. Ben götürürüm küçük hanımı. Sen yenge hanı-" derken Özgür'ün sert bakışları ile cümlesini devam ettirememiş değiştirmek zorunda kalmıştı. "Yani Gülşah ile kal." Özgür içinden ya sabır çekerken Sinan oradan tüymenin yollarını arıyor gibiydi.

Ayağa kalktığında Feride de onun peşinden ilerlemeye başlamıştı bile. Özgür'ün ise içi hiç rahat değildi ve bunu gözlerinden anlamak hiç de zor değildi. "Başınızı belaya sokmayın! Erken gelin!" Peşlerinden onca uyarı da bulunmuştu ama duyup duymadıkları bilinmezdi.

Kantine doğru ilerleyen iki kişi göze oldukça fazla çarpıyordu. Arkadan hızlı adımlarla hatta koşarak gelmesine rağmen öndeki adamı geçemeyen Feride en sonunda isyan edecek gibiydi. "Ya bir dur! Dur da yetişeyim sana! Hayır yani anlamıyorum sen Hulk'ın kardeşi falan mısın? Yavaş ol biraz ya!" Fazla konuşuyordu, hem de çok fazla!

"Ya sende ne konuşkan çıktın be! Abini aratmıyorsun bu konu da." Laf mı çarpmıştı yoksa Feride mi yanlış anlamıştı? Şimdi o ayvayı yememiş miydi? Duygusuz bir şekilde bakışlarını Salih'in üzerine dikti Feride. Aklına bir şeyler geliyordu ama bu işin sonunda yanan sadece Salih değil kendisi de olurdu. Peki bu onu durdurabilir miydi? Bir Karlı'yı mı? Asla.

"Şimdi sen abime mi laf ettin yoksa bana mı?" Mantıklı bir soru olup olmadığı tartışılırdı ama Sinan'ı yutkunduran bir soru olmuştu. "Hayır yani ya abime laf ettiğin için ya da bana laf ettiğin için tartışacağız ama hangisinden daha az zararlı çıkarsın bilemiyorum." Feride baştan uyarmıyordu, haber veriyordu.

"Yürü, abin seni bana emanet etti şimdi beraber kantine iniyoruz ve yemeğini yedikten sonra geri dönüyoruz. Anlaşıldı mı?" Feride'nin sorusu cevapsız kalmıştı ve o da tıpkı abisi gibi bundan asla hoşlanmazdı. Aklına gelenler ise hiç de iç açıcı değildi.

Bakışları çok da uzak olmayan çıkış kapısına döndüğünde ufak bir kaçamak yapmak istemişti bir anlığına da olsa. Aklına gelebilecek en uygun planı yapmaya çalışıyordu. "Dışarı çıkalım." Sanki yanında koruması varmış gibi davranması Sinan'ı fazlasıyla sinir etmişti.

"Pardon. Seninle buraya keyfimden gelmedim küçük hanım. Şimdi düş önüme. Abin seni bana emanet etti, sözümden çıkmak yok." Feride de tam söz dinlerdi ya. Daha abisinin sözünü dinlemezken neden Sinan'ı dinlesindi ki? Fazla saçmaydı.

Eliyle gel gel işareti yapan Feride ise Sinan'ın ona daha fazla yaklaşması ile sesini kısarak konuşmaya başlamıştı. "Biliyor musun abim de benim bu huyunu hiç sevmez." 'Ne diyorsun' dermişçesine bakmaya başladı Salih ve o sırada ani bir şey oldu. Feride son hızla dışarı doğru çıkarken Sinan ne olduğunu anlayamamıştı bile.

"Lan! Bücür! Gel buraya!" Arkadan gelen ses ile Feride hızını daha da arttırmış Sinan'dan daha da uzaklaşmıştı. Ancak bir yandan da nereye gideceğini ve ne yapacağını düşünüyordu. Sahiden bu kadar şeyi niye yapıyordu ki? Bir gıcıklık olsun diye yapılır mıydı? Fazla gereksizdi.

"Bücür mü? Bücür sensin! Sen önce boyuna bir bak." Gözleri Sinan'ın boyuna isabet ettiğinde aslında nasılda haksız olduğunu anlamıştı. "Bücürmüş, yer elması seni. Hakiki yer elmasısın sen." Bunu gerçekten de ondan yirmi beş hadi bilemedin yirmi santim uzun birine mi söylüyordu? Feride iyi miydi?

"Cüce bile senden daha uzun be!" Evet Sinan bir zayıf yön bulmuştu ve oradan devam ediyordu. Ancak Feride de yoluna devam ediyordu ve ikisi de bu yolun sonunu tahmin bile edemiyordu.

Feride koşarak yola atladığında bir kaç tane arabanın üzerine geldiğini görmesine rağmen karşıya geçmeye çalışıyordu ki Sinan yetişip onu dirseğinin altından tutabilmişti. Bu kız gerçekten de tam bir baş belasıydı.

"Sen ne yapıyorsun bücür! Bak abin seni bana emanet etti diye bir şey yapamıyorum ama Karlı halleder senin işini. Yürü hastaneye geri gireceğiz. Yok sana yemek falan!" Dudaklarını öne doğru bükerek baktı ona Feride. Gözlerini de hafif doldurunca Sinan bakışlarını kaçırmak zorunda kalmıştı.

Bu kadın gerçekten de işini çok iyi biliyordu.

"Ne var abisi ayrı kendi ayrı manyak kadın ne?!" Sesi oldukça gür çıkıyordu ve Feride sinirlendiğini anlamasına rağmen oyununa devam etmişti. Bir insan ancak bu kadar söz dinlemez olabilirdi. Türünün ilk ve son örneği gibiydi. Sinir bozucu tavrı ve inatçı kişiliği kendini farklılaştırıyordu.

"Seni abime söyleyeceğim!" Tıpkı küçücük bir çocuk gibi dudaklarını düküp kollarını önünde bağlarken gözleri hala dolu doluydu. Ağlamak huyu değildi ama istediği zaman kendini ağlatabilme gibi bir özelliği vardı.

Bu kadın gerçektende manyağın tekiydi.

"Çatlak kadın! Hiç bakma bana öyle, senin yüzünden abinin dırdırını çekemem." Kaşlarını çatarak baktı ona Feride ardından ise kendini Sinan'ın kollarından kurtarmaya çalıştı. Beceremiyordu çünkü Sinan sıkı sıkıya tutuyordu onu. Feride ise o an onun için en mantıklı gelen yolu uygulayıp onu tuttuğu elini ısırmıştı.

Sinan'ın gür çığlığı ile kolundaki baskı azaldığında yeniden koşmaya başlamıştı. "Kuduz!" Sinan'ın arkadan gelen sesi Feride'yi durdurmaya yetmiyordu. Uzun kahvemsi saçları dağınık olduğundan arkaya doğru dalgalı dalgalı salınıyordu.

"Kuduz mi? Sensun o, dağ ayisi seni!" Dağ ayısı mı demişti? Daha az önce küçük olduğunu söylemiyor muydu? Bir dediği diğerini gerçek anlamda tutmuyordu.

"Dağ ayısı mı? Az önce küçüktüm hani?" Sinan'ın isyanı çok haklıydı. Feride ise ilk önce haklı olduğunu düşünmüştü daha sonra ise yine ve yine kendisini haklı çıkarmanın bir yolunu bulmayı başarmıştı.

"Yavri dağ ayisi!" Sinan duyduğu övgü yağmuru ile kendisini ister istemez garip hissetmişti. Tamam Özgür de çok fazla övüyordu ama daha önce küçük kız kardeşi hariç kimseden bu tarz övgüler duymamıştı. Bir an durdu Sinan, Feride ise hala yoluna devam ediyordu. Ara sokaklardan girerek önüne çıkmayı amaçladığında Feride bunu anlamış olacak ki geriye dönüp Sinan'ın peşinden koşmaya başlamıştı. Aralarındaki mesafeden dolayı ikisi de birbirini göremiyordu.

Trabzon sokaklarında birbirinden kaçan ama aynı zamanda birbirini kovalayan iki genç vardı ve ikisininde bilmediği bir şey vardı ki o da peşlerindeki polisti. Ne yaptıklarını bile bilmiyorlardı, peşlerindeki polisten haberleri bile yokken onlardan kaçıyorlardı.

İnsanın hiçbir şeyden haberi olmamasına rağmen başını belaya sokması nasıl bir şeydi? İşte ikisi de tam şu an onu yaşıyorlardı.

🌊

"Madem hırsız siz değildiniz ne için kaçıyordunuz bizden?" Polisin sorduğu soru ile ikisi de anlamsız gözlerle baktı birbirine. Olay yerinde kimse onları dinlememişti, hiçbir şey haberleri olmamasına rağmen onları karakola getirmişler ve sorguya çekiyorlardı.

"Komiserim bakın daha kaç kere söylememiz gerektiğini bilmiyorum ama bizim hırsız ile bir ilgi alakamız yok." Sinan'ın sözleri kendisini tam olarak savunacak sözler değildi. Kendisini daha güzel bir şekilde izah etmesi gerekiyordu.

"Mahallelinin evine girip bir şeyler çalıyormuşsunuz. Aldığımız ihbar bu yönde." İkisi de hiçbir şey anlamıyordu ancak akıllarında az da olsa bir olay örgüsü oluşmaya başlamıştı. Yüksek ihtimalle polis ihbar üzerine geldiğinde onları başka bir evin bahçesinde gördüğü ve evin sahibi şikayetçi olduğu için böyle bir şey yaşanıyordu. Şimdi anlamışlardı. Oysaki olay öyle değildi.

"Bakın. Bizim hiçbir suçumuz, günahımız yok. Hastaneden çıktığımızda aramızda olan tartışmadan dolayı böyle bir şey oldu ve mahalleye girdiğimizde üzerimize gelen köpek yüzünden korkup gördüğümüz ilk yere sığınmak istedik. Kimseye bir zararımız dokunmadığı halde bizi burada tuttuğunuz için asıl ben sizden şikayetçi olacağım." Feride'nin uzun savunması ile kendisini yeterince izah ettiğini düşünüyordu. Karşısındaki saçları hafif beyazlamış, orta boylu adam ise ona inanacakmış gibiydi. "Elinizde herhangi bir delil yok ama bizim var. Buna rağmen bizi burada tutmanız ne kadar doğru?"

Kaşlarını hafif çatarak baktı ona karşısındaki adam. "Öyle mi neymiş deliliniz küçük hanım?" Neydi ki delili? Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Taa ki Sinan'ın aklına gelen şeye kadar. "Hastane." Tek bir kelime söylemişti ancak karşısındaki polis olan adam hiçbir şey anlamamış gibi ona bakıyordu. "Arkadaşımız orada. Gülşah, ismi Gülşah. Orada ve geçtiğimiz bazı yerlerde kamera kaydı var. Ayrıca o evlerin çoğunda güvenlik kamerası var. Onlara bakabilirsiniz." Der demez polis sözünü keserek kendi konuştu.

"Lüzumu yok. Görgü tanığı var, hırsızı gören. Şimdi gelir." Madem böyle bir şey vardı ne diye sabahtan beri ikisini de yormak yerine söylememişti ki? Adamda gıcıklık vardı.

"Tamam o zaman." Komiserin odasındaki koltuğu gördüğünde oraya geçip kollarını başlık kısmına uzarak bir ayağının bileğini diğer bacağının dizine koymuştu. "Gel sende." Dediğinde Feride'ye sesleniyordu ama komiser her ikisine de tuhaf tuhaf bakıyordu.

Feride ise kaşlarını çatarak Sinan'a bakmasına rağmen Sinan kendisini toparlamak yerine daha da yayılıyordu. Küçük çocuk gibiydi. Gerçekten başka da bir tabiri olamazdı. Sinan Bolat asla büyüyemeyecek gibiydi. "Ne? Halka hizmet işte." Feride bu sözlere karşılık hafif bir şekilde kıkırdamaya başladığında Sinan yanındaki boş yere vurarak oraya gelmesini söylüyordu.

Feride ise ona zıt bir şekilde masanın önündeki koltuklarda oturmaya devam ediyordu. Başını yeniden komisere çevirdiğinde Sinan'a karşı olan bakışları sırf bu tavırlarından dolayı onu içeriye atmak istiyormuş gibiydi. Kapı nihayet çalındığında odanın içerisine giren kızın saçları kızıl ve kıvırcıktı aynı zamanda vücudunun görünen yerlerinde çillerin olması ile beraber üzerinde mavi uzun bir pileli etek ve beyaz, ince kollu büstiyer vardı.

Komiser, "Gel kızım." dediğinde kız geçip Feride'nin karşısına oturmuştu. Kız her ikisine de yabancı bakışlarla bakmasına rağmen komiser yine de o soruyu sormak istemişti. "Bu ikisini bir yerlerde görmüş olabilir misin kızım?" Kız kaşlarını çattığında başını hayır anlamında sallamıştı.

"Bu ikisi de olamaz. Kadının boyu oldukça uzundu saçları da kıvırcıktı. Bunu anlayabilmiştim." Sinan o an hafif bir şekilde kıkırdamaya başladığında Feride oldukça bozulmuş gibiydi. "Adamın da saçları daha uzundu ve sarıydı." Tabii ki bunlar değiştirilebilecek şeylerdi ama hepsini yapmak bu kadar kısa süremezdi. "Size her ikisininde resmini içeride çizdim ve bunların onlarla hiçbir alakası yok."

Feride de Sinan da bundan emindi zaten. Bildikleri bir şeyi duymak onları rahatlatmamıştı. "Duyduğunuz gibi komiserim bizim alakamız yok." Ardından devam etti Feride. "Ha, bu arada. Sizden ricam psikolojik baskıyı daha iyi bir şekilde kullanmanız. Ve hayır bizi burada boşu boşuna tuttuğunuz için dava açmayacağım." Aslında açılıp açılmadığını bile bilmiyordu Feride ama sırf kendisini susturamadığı için konuşmaya devam ediyordu.

🌊

"Kızım sen benim başıma bela mısın ya?" Feride bakışlarını Sinan'a çevirdiğinde karakolun bahçesinde oturuyorlardı. "Senin yüzünden az daha hırsız olacaktık iyi mi? Abin güzel dayanmış sana bunca sene. Karlı haklıymış. Çekilmez bir çilesin sen." Her ikisi de birbiri ile uğraşmayı seviyordu ve bu tarz sözler birbirlerine karşı kırılmalarına değil yeniden tartışmalarına sebep oluyordu.

"Allah Allah ben mi dedim sana peşimden koş diye yavri dağ ayisi!" Gür olmayan ama gürmüş gibi numara yapan sesi karakolun bahçesindeki birkaç gözün onlara dönmesine neden olmuştu. Ya buradan gitmeleri gerekiyordu ya da gitmeleri gerekiyordu. Başkası yoktu, ihtimal bile verilmiyordu. O dereceydi yani.

"Kızım sussana. Hiç sesinin ayarı yok mu senin? Ayarsız bücür!" Kısık sesle bağıran Sinan ise gitme yanlısı değildi. Kendisini fazlasıyla yorulmuş hissettiğini söylüyordu ancak bunun onunla bir alakası bile yoktu. Feride'nin yorulduğunu tahmin edebiliyordu çünkü o komiserin yanında ne kadar rahatsa Feride kendisini bir o kadar geriyordu. Belli etmemesi anlaşılamayacak anlamına gelmezdi. Sinan anlamıştı.

"Bücürmüş, dağ ayisi!" Ardından ise Sinan ile irtibatı kesmeye çalışarak gözlerini farklı tarafa çevirmişti. Feride etrafı incelerken Sinan da Özgür'ü aramak için telefonunu çıkartmıştı. Olanları bilmesi gerekiyordu ancak hiç de söylemek istemiyordu. Sonuçta herkes yemek yemeye diye çıkıp karakola gitmiyordu.

Sinan Özgür'ü arayıp telefonu kulağına yasladığında karşıdan gelen ses ile şimdiden aradığında pişman olmuştu. Aramıştı ama ne diyecekti ki? "Efendim Bolat? Bir sorun yok değil mi?" Özgür'ün sesi neyse ki çokta sınırlı gelmiyordu ve bu oldukça iyi bir haberdi. Eğer sınırlı olsaydı hiç çekilmezdi.

Sinan ise çareyi Özgür'e Feride'yi şikayet etmekte bulmuştu. O sözlerine başlarken ise Feride'nin bakışları ona dönmüştü bile. "Karlı senin bu kardeşin deli edecek beni. Kantin hariç her yere gittik gerçekten. Sen bununla nasıl bunca sene yaşadın be!" Kaşlarını çatarak bakan kadın ise 'sen görürsün' der gibiydi.

"Ulan ne yaptınız siz?" Özgür hiçbir şeye anlam verememiş gibiydi. Onun için her ikisi de aşağıda yemek yiyordu. Yemek yerken nasıl bir tartışma yaşamış olabilirlerdi ki? "Şimdi bana acilen nerede olduğunuzu söyleyin. Bir yemek yemeye gönderdim sizi ne işler açtınız başıma. Tepem atayi he!" Haklıydı. Bu sefer haklıydı. Bu sefer tepesi atsındı.

"Karakolda." Arkadan yüksek sesle gelen ses Feride'ye aitti. Sinan'a attığı 'sen görürsün' bakışının bedeliydi bu. Gerçekten de şimdi görecekti. Sinan ise bir umut belki çok kızmaz diye daha yumuşak bir şekilde söylemeyi denemişti. "Yani karakolun bahçesinde."

Artık Özgür için yeni bir kural çıkmıştı.

Hastanedeyken bu ikisinin yemek yemeye inmesine izin verme!

 

Loading...
0%