Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Kanlı Çiçek

@krpapatyassi

Benum Findukilerummm. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bu bölümü yayınlamayı o kadar çok bekledim ki. Ve şu o an o kadar çok sabırsızım ki size anlatamam.

Kitabı ilk yayınladığım zamanların modu var üzerimde. Sizden ricam paragraf arası yorumlarınız ve oylarınız. Bunlar beni gerçekten motive ediyor ve sürekli bölüm yazıp yayınlamak geliyor içimden.

O zaman ben sizi alkışlarla kitaba uğurluyorumm. Hadi o zaman PİUVVVVV

🎶İmera- Emri Olur🎶

__________

4. BÖLÜM: Kanlı Çiçek

Sen ki güllerden güzel kadın. Anlamıyorum ki sana nasıl kan yakıştırılır? Sana nasıl ölüm denir? Sensin bana yaşam veren, sensin bana nefes olan ve sensin bana umut getiren.

İnsan her zaman yardıma muhtaçtır derdi babam bana. Kulaklarımda o sesi çınlamıştı bir an için. Düşüyordum, kalkıyordum, kanıyordum ama yine de devam ediyordum. Ayaklarımın ağrısı bir yanaydı dizlerimin kanaması ayrı bir tarafaydı. Kendimi oldukça bitkin hissediyordum. Acıktığımı hissediyordum ancak ne yapabileceğimi bile bilmiyordum.

Durmak yoktu ki benim kitabımda yol varsa devam et eğer yoksa kendin çiz derdim hep kendime.

Belki ilk ve tek şansım buydu belki de bir daha hiç böyle bir şansım olmayacaktı. Zaten her düştüğümde beni ayağa kaldıran da bu değil miydi? İlk ve tek şans. Benim hayatımdı bu. Başından beri kendimi böyle avuturdum. İlk ve tek şansım olacağını düşünürdüm. Her zaman da mantıklı gelirdi bana.

Bir olaydan kurulduğumda ya başka şansım olmasaydı düşüncesi beni ayakta tutardı. Kendimi bu şekilde olduğum yerde tutuyordum. Yoksa çoktan çökmüş olurdum diye düşünüyorum.

Gecenin karanlığında, nerede olduğumu bile bilmeden gidiyordum. Tek bildiğim buydu zaten koşmak, kaçmak ve saklanmak. O üçlü benim hayatımı yönetiyordu ve ben öylece uyguluyordum. Biri bana hayatını anlat dese bu üç kelimeyi söylemem yetecek gibi hissediyordum.

"Yeter." Dedim kendi kendime. Yeniden düşmüştüm. Ayaklarıma batan onlarca cismin acısı bir yandan, koşarken iki de bir düşüşüm bir yandan, başımın dönmesi bir yandan bastırıyordu. Olduğum yere çömelip saklanmak geliyordu içimden ama hayır olmazdı. Burada kumar oynayacak şans, zaman yoktu. İlk ve tek şans kuralı bu oyunu bozuyordu.

Düştüğüm yerden yeniden kalktığımda yeniden aynı yolda koşmaya devam etmiştim. Bir anayol bulsam oradan yardım isteyebilirdim ama bir türlü bulamıyordum. Her şey benim ölmemi istiyormuş gibiydi. Her canlı, herkes... Yaşamak bir bana mı haramdı? Bir bana mı yasaktı nefes almak? Anlayamıyordum ki. Aklım almıyordu.

Bu lanet yerin ucu bucağı yoktu, çıkış yolu sanki sürekli yer değiştiriyordu!

Bugün asla unutamayacağım bir gün haline gelmişti. Belki onlarca insanın ölümüne sebep olan bu olayda, ben yaşarken öldürülmüştüm. Ölüm herkesi yakalamış benimse peşime düşmüştü. Eninde sonunda ölecektim ama ben yine de yaşamayı seçiyordum. Oynadığım oyun bana nefes kazandırmıştı. Söylediğim yalan bana zaman vermişti.

Mavi gözlerimden akan yaşlar o kadar hızlıydı ki biri düşmeden yeni bir gözyaşı geliyordu. Ağaçlık bir yere girmiştim. Yüksek ihtimalle burası orman gibi bir yerdi çünkü nereye gitsem bir ağaca çarpıyordum. Biraz daha ilerledikten sonra bir ağacın dibine oturmuş ve başımı yaslamıştım ki gözlerim bana ihanet ederek kapanmaya başlamıştı.

Ne kadar dirensem de kapanan gözlerimin engel olamıyordum, uyuyakalmak üzereydim ki adım sesleri işitmiştim. Hayır. Bulamazlardı, bulmamalılardı. Bu kadar çabuk olmamalıydı. Nefesim ve zamanım bu kadar kısa olamazdı. Buna izin veremezdim.

Güç bela ayağa kalktığımda yeniden hızlı hızlı koşmaya başlamıştım. En sonunda ormanlık alandan çıktığımda karşımda bir sürü evin olduğu bir yer vardı. Burası hem aydınlıktı da. En azından kendimi bir nebze de olsa güvende hissediyordum. İçimden defalarca kez Allah'a şükrederken güvende olduğumu düşünmeye çalışıyordum.

Evlerin olduğu yere koşarken yüzümdeki o umut belki de hiç sönmeyecek cinstendi. Kimi evlerden sarı sarı ışıklar yayılırken kimi evlerden ise o kulübeyi aratmayacak kadar karanlık kendini belli ediyordu.

Hızlı hızlı yürüyerek, takıla takıla, düşe kalka gidebilmiştim sonunda o evlerden birine. Karanlıktı, karanlık olması daha iyiydi çünkü buradaki insanlara gözüküp onlara bela olmak yerine kendi kendime kurtulmayı tercih ederdim. Yardıma ihtiyacım vardı ama bu başkalarının da başını belaya sokacağım anlamına gelmezdi.

Yerdeki taşların altına, saksıların altına bakındım. Yüksek ihtimalle evin anahtarı buralarda bir yerdeydi. Yüzümdeki o umut ışığının yavaş yavaş söndüğü aşikârdı. Neyse ki çok fazla geçmeden gördüğüm kararmış ve ucuna geçirilen renkli iplerin olduğu anahtar gözüme çarpmıştı.

Dudaklarımın iki köşesininde yukarıya doğru kıvrılmıştı, mavi gözlerimin kısılması da ne kadar sevindiğimin kanıtıydı. Böyle bir durumda zaten başka neye sevinebilirdim ki. Aslında eve girmek hem riskti hem de güven vericiydi ama başka bir çarem yoktu.

Karanlık parlayan bir ev bana umut olmuştu. Belki de görenin kendine hayrı yok diyebileceği bir evdi ama benim için öyle değildi. Benim için bu ev bir kurtuluş biletiydi, benim için bu ev tam bir cennet bahçesiydi. Özgürlük demek yaşam demekti ve ben kesinlikle yaşamak istiyordum.

Eğilirken başımın dönmesi ile duvardan destek almak zorunda kalmıştım. Saksının altındaki anahtarı aldığımda kapıyı açmıştım ki içerinin soğuğu yüzüme çarpmıştı. Dışarısı da soğuktu ancak buranın soğuğu bir başkaydı. Hoş zaten dondurucu soğuk bile olsa burada kalmaktan başka çarem yoktu ki.

Başkalarının evine gizlice girmek tabii ki hobilerim arasında değildi ama kendimi buna mecbur hissediyordum en azından sabaha kadar burada kalıp gündüz gözüyle buradan gitmek en mantıklısıydı. Çünkü buraları tam olarak bilmiyordum ve yakalanmam an itibari ile gerçekleşmek üzereydi. İçeriye girmemle kapıyı kapatmam ve birkaç adım attıktan sonra yere yığılmam yalnızca bir iki saniye sürmüştü. Her şey o kadar hızlı oluyordu ki yetişmek imkansız gibi duruyordu.

Mavi elbisemin tülleri bacaklarımı komple kapatmış ve koyu kahve saçlarım halının üzerine serilmiş bir şekilde orada öylece yatıyordum işte. Mavi gözlerim kapanmak üzereyken, başımdaki çiçekli tokamın da olduğu yere düştüğünü görmüştüm.

Gözlerim kapandığında bütün dünya karardı. Tek bir düğünün sebep olabilecekleri bunlar olmamalıydı.

Kaçış, yakalanmak, saklambaç...

🌊

İlahi Bakış Açısıyla

"Gökte yilduz ay misun da kemençeme yay misun? Gökte yilduz ay misun da kemençeme yay mis-" Elindeki süpürge ile bir yandan kapının önünü süpürürken bir yandan dinlediği şarkıyı kendi kendine mırıldanıyordu Feride.

"Ula yeter da! Bu da kafadur!" Abisi daha yeni İstanbul'dan gelmişti. Seranderin merdivenlerine oturmuş öylece kardeşini izliyordu. Onların ki normal bir abi kardeş ilişkisi gibiydi işte.

Feride omzunun üzerinden şöyle bir bakış attı Özgür abisine ardından ve yeniden aynı şeyleri yapmaya devam etmişti. Özgür'ün ise elinde tuttuğu çayın bittiğini anladığında merdivenlerin üzerine bırakıp içeriye girecekken peşinden gelen sesi duymuştu ancak arkasını dönüp cevap bile vermemişti.

"Ula uşak delurtecesun beni ha!" Feride'nin geriden gelen sert sesini umursamayan abisi içerideki ev ahalisine de bulaşmayı ihmal etmemişti tabii ki.

"Heh. Geldu bizum uşak." Annesinin ve yengesinin tartışmalarına şahit olmuştu ancak annesinin Özgür'ü fark etmesi çok da uzun sürmemişti. "Koçari gel bagaym ha buriya." Annesinin emri üzerine bir adım daha onlara doğru yanaştığında anneside ona doğru yaklaşıp omzumunu sıvazlayarak ve oğluna bakarak yılların hasretini bir kere daha göstermişti.

Neyse ki çok sürmeden yanından uzaklaşmanın bir yolunu bulabilmişti. Odasına doğru yol alırken telefonundan gelen seslerin ardı arkası bir türlü kesilmiyordu. Kendi içinden ne kadar o olmasın diye dua etse de odasına gelip açtığında o ummadığı ismi görmüştü.

"Al işte bir de bu piç var!" Sinirle elindeki telefonu kapatıp sıktığında yatağın üzerine fırlatıvermişti bir anda. Ela gözleri hırstan mıdır, sinirden midir yoksa öfkeden midir bilinmez ama kıpkırmızı olmuştu. Aynadaki yüz ifadesine baktığında aklına İstanbul gelmişti.

İstanbul... Kara tarihlerle dolu İstanbul...

4 Gün Önce (İstanbul)

Havanın güneşli olduğu bir gündü yine annesinin telefonu ile uyanmış onunla konuşmuş ve üzerini giyindikten sonra karanlık dünyada Satana denen adamın yanına gitmesi gerekiyordu. Zaten nereden bulaşmıştı ki bu adamlara?

"Evet anacığım... Yemeğimi yedim... Hı hı... Evet evet... Tamamdır... He he... Hallederim ben onu... Evet gittim... He he içtim..." Artık her gün aynı şeyleri söylemekten yorulmuşa benziyordu ama yine de annesine cevap vermekten başka çaresi yoktu.

Bir yandan arabayı çalıştırırken bir yandan da annesinin her bir sözüne özenle cevap vermeye çalışıyordu. Annesi onu bu yaşına rağmen hala tıpkı küçük bir çocukmuş gibi bakıyordu. Bir süre de o şekilde konuştuktan sonra annesi 'Artık yarın yine ararım.' demişti.

En sonunda kapatmıştı neyse ki telefonu derin bir nefes aldı ve birkaç tuşa bastıktan sonra yeniden birisiyle konuşmaya başlamıştı. "Alo Bolat." Sinan buradaki arkadaşlarından biriydi ve Özgür'ün buralarda öyle geniş bir arkadaş çevresi de yoktu.

"Söyle bakalım Karlı. Yine nasıl bir işin düştü de arıyorsun acaba?" Çünkü ikisi de biliyordu ki Özgür öylesine birisini arayan biri değildi. Ya bir nedeni olurdu ya da bir amacı.

"Bak nasıl da tanıyor beni. Bolat bak şimdi ben şu an Satana denen o itin yanına gidiyorum. Beni kendinden biri sanması an meselesi o yüzden asla bir yanlışlık yapmamamız gerekiyor. Bana şimdi Kemal Dinçer'i araştırman gerekiyor. Bana onun hakkındaki her şeyi araştırıp getir." Sözleri sert ve oldukça derin geliyordu. Bu sefer bir nedeni değil bir amacı vardı ama nasıl bir amacı vardı orası bilinmezdi.

"Kemal Dinçer." Dedi Sinan adamın adını bir kezde o tekrarlayarak. "Akşama getiririm de senin amacın ne? Niye bu adamı araştırmamı istiyorsun?" Ne diyebilirdi ki verecek bir cevabı yoktu.

"Sen akşam bana gel. Hadi akşam görüşürüz." Yeniden hiçbir cevap vermeden telefonu öylece kapatmıştı. Sinan buna şaşırtmamıştı ama yine de aklında bir sürü soru oluşmuştu.

"O kızı sizin elinize bırakmayacağım." Kendi kendine konuşurken bile oldukça hırslı, sınırlı ve öfkeliydi. Direksiyonu öyle bir sıkıyordu ki canlı olsa beni kurtarın diye bağıracağı kesindi.

Aklına gelen isimler, sesler, müzikler hepsi tek bir kapıya çıkıyordu, öylesine biri değildi işte o yüzden boş da veremiyordu. Aklının bir köşesinde kalacaktı belki bir sandığın içinde sıkışıp kalacak belki de günü geldiğinde açılacak ve aydınlığa kavuşacaktı.

Çok fazla geçmeden gördüğü siyah giyimli adamlar bile vardığının bir kanıtı gibiydi. Arabayı durdurup kendi kendine bir şeyler mırıldandı. "O kızı sizin elinize bırakmayacağım." Kararlıydı ve kararından dönmek ona yakışmazdı.

Arabadan indiğinde tüm heybeti ile o tarafa doğru bakmaya başladığında diğer herkes başını öne eğmişti bile. Kendini aralarına işlerini tersine döndürebilmek için aldırmışken orada belli bir yere kadar yükselebilmişti.

"Abi." Dedi başını eğenlerden biri. "Patron içeride seni bekliyor." Dedi onun ardından bir başka birisi. Satana onların patronuyken Özgür'de onların abisi haline gelmişti. Başını hafif bir şekilde tamam anlamında öne eğmişti ve hiç beklemeden içeriye girmişti.

İçeri girdiği gibi yüzüne çarpan soğukluğun nedenini anlamak çok da zor değildi. Sandalye, halatlar ve daha niceleri. Burası onların ini gibi bir yer halini almıştı. "Satana!" Dedi seslerin yankılanmasıyla sesi daha gür çıkıyordu.

"Karlı!" Dedi çok da uzaktan gelmeyen ama hiç de yakından gelmeyen sert ve kalın ses. Hiç de sıcak değildi sesi ama neden? Yoksa bir şeyler mi öğrenmişti?

"Evet ben. Evet Karlı. Hayırdır beni gördüğüne o kadar da sevinmedin galiba?" Kendi haberi bile olmadan karanlık dünya da adına bir şan, bir ünvan vermişti. Haberi bile olmadan kısa sürede bunca şey olmuşken hiç de beklemiyordu.

"Sevinmez olur muyum hiç? Kadim dostum ayağıma kadar gelmiş hiç geri çevirir miyim? Bana yakışmaz." Dedikten sonra karşısındaki sandalyelerden birini işaret etmişti. Özgür ise geçip oturduğunda bakışları hala Satana'nın üzerindeydi.

Aslında kimse ona böyle bir lakap takmamıştı. Anlamı şeytan olmasıyla beraber bunu kendi kendine söylettirmişti. Gözleri öyle koyuydu ki tıpkı bir çift siyah göz gibiydi. Dev cüssesi ile gören başını yere eğiyordu. Tabii ki bu durumdan etkilenmeyenlerden biri de Özgür Yağız Karlı'ydı.

"Yakın bir zamanda memlekete döneceğim. Trabzon'a. Hatta biletimi de aldım. Yarın değil sonraki gün, akşam gideceğim." Koyu gözlerde sinsi bir ifade oluşmuştu o an. Özgür anlıyordu. Satana bir işler peşindeydi.

"Çok iyi o zaman sana bir görev vereceğim Karlı." Başını buyur dermişcesine oynatmıştı Özgür de. "Kemal Dinçer. Yakın bir zamanda Trabzon'a gelecek tahminimizce cumartesi günü." Bugün günlerden çarşambaydı. "Kızı Gülşah Dinçer'i araştır ve bana getir. Ardından sana görevini söyleyeceğim." Sabah Sinan'a Kemal'i araştırmasını söylemişti şimdi ise kızı Gülşah çıkıvermişti başına.

Özgür'ün zaten Trabzon'a gitme amacı buydu. Oraları çok fazla sevmesine rağmen kaçmaya çalışıyordu ancak küçük bir kızın hayatı için Karadeniz toprakları Özgür'ü yeniden davet ediyordu.

Her kaçış bir başlangıç değil miydi?

"Gülşah Dinçer." Dedi kendi kendine adını tekrar ederken. Bir yerlerden tanıdık geliyordu ama nereden. İsmi mi? Soyismi mi? "Kızdan ne istiyoruz?" Dedi belki de oradaki en mantıklı soruyu sorarak.

"Babasının kurbanı oldu kız." Söylediği yalnızca dört kelime vardı ama o dört kelime bir genç kızın kaderiydi. Kaderinin ona karşı kurduğu bu pusuya düşmesi an meselesiyken kurtulma şansı yok hükmündeydi.

"Kemal Dinçer." Dedi babasının adını tekrarlayarak. Bugün Sinan bilgileri raporlayıp getirecekti ve her şey akşam bir aydınlığa kavuşacaktı. Karanlık bir fanusun içindeki o siyah lekeler belli olacaktı.

"Evet Kemal Dinçer. Çok saygın bir iş adamı ancak bizim için karanlık dünyaya bulaşmış durumda. Kurduğu ekip ile işlerimize mani olmanın bedelini ödemesi gerekiyor." Gerçekten babasının suçunun bedelini kızı mı ödeyecekti? Neredeydi adalet? Neredeydi insanlık? Neredeydi vicdan?

İnsanlardan vicdan beklemek kelebeğin ömrünün bir gün olduğunu bilmesine rağmen yaşamak gibidir aslında. Kimileri gerçekten vicdanlı iken kimileri sanki elinde, avucunda tuttuğu bir şeyi bırakacakmış gibi bir tepki veriyordu.

"Peki niye babası bedelini ödemiyor?" Özgür'ün kesinlikle sorduğu en mantıklı sorulardan biride buydu. Niye? Niye kızı? Niye babası değil? Üstten üstten bakmaya başladı Satana ardından dudaklarını araladı ve bir şey demeden yeniden kapattığında onun yerine Özgür söze dalmıştı. "Bana öyle bakma. Sonuçta o bir kadın ve haksız yere suçun bedelini ödeyecek bu ne kadar doğru?"

"Seni anlayamıyorum Karlı. Hem bana yakınsın hem de benden çok uzak. Bu dünyada haklı ile haksızın arasında hiçbir fark yok anlıyor musun? Burası karanlık dünya ve burada hukuk, adalet, hak yok." Özgür elbette onun söylediklerini yapmayacaktı ancak yinede başını aşağı yukarı sallamıştı.

"Tamam, peki öyleyse eve gitmeden bir yere uğramam gerekiyor ardından eve geçip araştırmaya başlarım." Satana'ya kaydı o sırada gözleri başını kararlı bir şekilde sallayıp ona dışarı çıkabileceğini gözleriyle söylemişti.

Sandalyeden kalktığı gibi dışarı çıkmıştı. Gözlerinden ne kadar öfkeli olduğu belli oluyordu. Aslında bildiği şeyleri dinlemişti sadece bunları zaten biliyordu sadece bir durumda nereden bildiğini sorgulamaması için onun anlatmasını sağlamıştı.

Arabasına geçtiğinde eve doğru yol almıştı bile. Ardından hemen Sinan'ı aramıştı akşamı bekleyemezdi. Bu olaydan onunda haberi olmalıydı ve Trabzon'a gelmeliydi. "Bolat. Kardeşim akşamı bekleyemiyoruz. Ne bulduysan al gel hemen. Benim eve gelebilirsin, gelince anlatacağım. Birkaç acil işim var. Onları halledip hemen geleceğim bende." Evin bir anahtarı da Sinan da bulunuyordu.

"Tamam tamam da sakin ol biraz. Ne oluyor? Konu ne? Zaten hiçbir şey anlatmıyorsun." Yine anlatmayacaktı.

"Zaman yok hadi." Der demez kapatmıştı Özgür telefonu. Hemen çarçabuk işlerini bitirdikten sonra eve gelmişti ki Sinan hâlâ araştırmalarına devam ediyordu.

"Sonunda gelebildin. Hemen anlat bana neler oluyor?" Sinan sanki geldiğinden beri bu anı bekliyormuş gibiydi. Öyle hızlı ve hevesli konuşuyordu ki gören cevap vermek isterdi ama Özgür de tık yoktu.

"Ne buldun?" Dedi sanki bunca sözü duymamış gibi. Sinan ise ona ben ne diyorum sen ne diyorsun dermişcesine bakıyordu. Haklıydı da zaten.

"Adam saygın bir iş insanı. Üç çocuğu var ikisi hakkında baya bir bilgi var ama..." Gerisi gelmemişti. Ama? Ama neydi ki? Ama neden demişti?

"Ama?" Dedi Özgür cümleyi toparlaması için. Anlam veremiyordu.

"Büyük kızı ve küçük oğlu hakkında pek çok bilgi vardı hatta eşi ve kendisi ile ilgili de pek çok bilgi elimize geçti ancak Gülşah Dinçer." Önce sustu sonra yeniden konuştu. "Anlam veremediğim bir şekilde yok. Sanki öyle biri hiç yokmuş gibi ama var. Daha çocukken öldüğünü düşünmeye başladım artık."

"Nasıl yani? Kadın hakkında öyle biri var mı yok mu diye bile bilmiyor muyuz?" Başını ağır ağır salladı Sinan. "Peki böyle bir ismi nereden buldun?"

"Bazı fotoğraflar geçti elime bende oradakileri araştırmak istedim. Ailedeki pek çok fotoğrafın içinde var bu kız ancak bebek bir halde. En büyümüş hali 3-4 yaşlarına tekabül ediyor." Derin bir nefes alıp yeniden sözlerine devam etmişti Sinan. "Kızı doğduktan sonra isminin geçtiği pek çok yazı, söz ve daha niceleri var. İsmine de buradan ulaştık ama dediğim gibi yaşayıp yaşamadığı hakkında bir bilgimiz yok."

"Yaşıyor." Dedi sadece Özgür. Satana'nın dedikleri gelmişti o an aklına. Gülşah Dinçer bu o kızdı. Yaşıyordu ama neden kendisini böylesine gizliyordu ya da babası onu niye saklıyordu? Bunların hepsi bu kadar karanlık olmak zorunda mıydı?

Şimdi ki Zaman

Sırtını yatağın kenarına yaslamış bir dizini kendine doğru kırmışken diğer bacağını öne doğru uzatmıştı. Ne yapması gerektiğine karar vermesi gerekiyordu. Genç bir kızın hayatıydı söz konusu olan. Üstelik elinin tersiyle itebileceği birisi de değildi.

Derin derin nefesler alıp kendi kendisini sakinleştirmeye çalışıyordu tabii ki bunları yaparken de havanın karardığından bi haberdi. Telefonuna gelen bir diğer mesaj ve arama sesiyle kendine gelmese bile ayağa kalkmıştı. Arayan Sinan'dı, hemen açıp kulağına götürdüğünde alo bile diyemeden soluklu sesini duymuştu.

"Karlı. O kız burada. Karşıdaki eve girdi." Özgür anlamıştı kimden bahsettiğini başını aşağı yukarı salladığında dudaklarından çıkan tek bir kelime vardı sadece. "Geliyorum." Telefonu hemen kapattığında ayağa kalkmış ve üzerine bir şeyler giymişti. Siyah boğazlı kazağı ve siyah pantolonu ile ela gözleri kendisini daha da belli etmişti. Telefonunu da üzerine geçirdiği kabanının cebine yerleştirmişti.

Arabasının anahtarını da aldığında merdivenlerden aşağıya inmeye başlamıştı. Salondan geçerken yengesi onu fark etmişti. "Hayurdur daha dün geldun bugün neriye kideysun Koçari?"

"Sevdamin yanina." İki kelime ile tüm ev halkına nefesini tutturmuştu. Annesi ona gözlerini kocaman açarak bakmıştı ki Özgür yeniden konuştu. "Ya bizim çocuklar aradı." Dedi herkese ikinci bir yalan söyleyerek abisi, yengesi ve kardeşi buna pek fazla inanmamıştı ama annesi inanmışa benziyordu.

"Hayde uğurlar olsun uşağum." Annesinin sözleriyle salondan çıkıp ayakkabılarını ayağına geçirmişti. O sırada peşinden gelen yengesinden kaçmaya çalışması bile nafileydi. "Gel bagaym haburiya." Acil gitmesi gerekiyordu ama biliyordu yengesini kolay kolay alt edemezdi.

"Yenge acil işim var gitmem gerekiyor. Geleyim sonra konuşalım olur mu?" Yengesinin cevabını beklemeden arabaya doğru gitmeye çalışmıştı ancak Hüma Karlı buna izin verecek birisi değildi. Beklediği cevabı almadan gitmesine asla izin vermezdi.

"De bagaym baa neriye kideysun?" Sustu Özgür. Yeniden az önceki yalanını söyleyecekken yengesi onu susturmuştu. "Baa yalan dema. Kimin yanina kiyedsan baa onun adini veresun. Doğruyu de Koçari sevdanin yanina kideysun demi?" Yengesinden kaçmak istedi Özgür. Ne yapacağını da biliyordu.

"He yenge he. Sevdamın yanına gidiyorum. Şimdi izninle çok da bekletmeyeyim. Gelecekteki karımı." Hüma Karlı'nın bakışları 'ben biliyordum' derken Özgür sonunda yengesinin yanından ayrılmıştı. Arkadan gelen sesi de duymazdan gelip arabasına binmeyi başarmıştı. "Hayde uğurlar olsun saa Koçari. Gelurken kizu da getirirsun."

Yengesinin sözlerini boş geçerek arabasını yayla evine doğru sürmeye başlamıştı bile. Ne kadar erken giderse herkes için daha iyi olacaktı. Özgür sadece o kızı değil kendisini de kurtarmak için o kıza yardım ediyordu. İnsanın en büyük ilacı sevdiği değil miydi?

Sinan'a oraları kontrol etmesini söylemişti çünkü oranın adresini de Satana'ya Özgür vermişti. Eski kullanılmayan bir yerin adresini istemişti ondan Satana ve Özgür de ona yayla evlerine en yakın olan yerin adresini vermişti.

Babasının kızını saklamasının ya da kızın saklanmasının bir nedeni olmalıydı. Aklına onlarca şey geliyordu Özgür'ün ama hiçbiri onu tatmin edemiyordu, etmiyordu. Kendi kendine düşünmekten artık kafayı yeme raddesine kadar gelmişti. Telefonunu arabaya bağlandıktan sonra Sinan'ı aramıştı ancak açan olmamıştı. Yeniden aradığında yeniden cevapsız kalmıştı. Açmasını umuyordu ama hiçbir cevap alamıyordu.

Artık kaçıncıyı aradığını unutmuşa benziyordu. Başına bir iş mi gelmişti? Yoksa Satana ile ilgili miydi? Eğer öyleyse gerçekten onu karşısına alırdı. Bir süre sonra arabadan inmişti ancak kimsecikler yoktu burada. Sinan'ın kaldığı o eve bakındı ama yoktu. Neredeydi? Ardından yerdeki kan izleri dikkatini çekmişti. Kimin kanıydı?

Telefonunun ışığını tutarak o kan izlerini takip etmişti. En sonunda bir eve giriyordu. Bu ev yabancı birisinin değildi o yüzden sıkıntı da yaşanmazdı. İçeriye girdiğinde kan izlerinin devam ettiğini görmüştü. En sonunda ise bir yerde sona eriyordu.

İleride ki bir şey dikkatini çekmişti. Onu her ne kadar rahatlatsa da içini korku satmasına neden olan şeylerden birisi de buydu zaten. Yerdeki kopmuş kolye. Ucunda küçük bir mavi gül motifi vardı. Eline aldı kolyeyi ardından cebine koydu. Telefonunu yeniden eline aldığında yeniden Sinan'ı aramıştı ancak yine açan olmamıştı. Derin bir nefes aldı ardından evin kapısına sertçe bir yumruk geçirdi. Neredeydi? Sinan neredeydi? Gülşah neredeydi?

Dışarı çıktığında yeniden Sinan'ın kaldığı eve girmişti. Belki burada bir iz, işaret bulma umuduyla bakınırken bir battaniyenin yerde olduğunu görmüştü. Özgür arkadaşını tanıyordu. Fazlasıyla düzenli birisiydi ve buna çok dikkat ederdi. Onun kaldığı bir yerde battaniyenin yerde olması hiç iyi şeylere işaret değildi.

"Allah'ım sen onları koru." Yeniden dışarı çıktı. Ne yapacaktı ki? Nereye gidecekti? Nereye gidebilirdi? Aklına bir şey gelmiyordu. Belki zorla belki isteyerek neden evden çıkmışlardı ki? Yeniden telefonu alıp Sinan'ı aradığında sabır dilemekten başka çare bulamıyordu kendisine. Bir telefonu açmak bu kadar zor olmamalıydı. Başına bir şey mi gelmişti? Yoksa farklı bir durum mu vardı?

Telefonuna bir arama sesi gelmişti o an fark etmişti ki Sinan arıyordu hemen açıp kulağına götürdüğünde soluklu sesini duymuştu. "Kız yok." Duyduğu sözler ile beyninden vurulmuşa dönmüştü Özgür.

"Nasıl, ne demek? Hem sen neredesin? İyi misin? Neler oluyor? Neredesin?" Ard arda bir sürü soru sıralanmıştı Özgür ama cevap gelmemişti. Ormanlık alandan çıktığını görmüştü Salih'in. Telefonu kapatıp hemen yanına koşmuştu. "Bolat."

"Kız yok. Ben gördüm onu ama korkutmamak için yanına gitmedim. Evi gözledim. Yorgunluktan uyuyakalmışım. Uyandığımda eve gittim kontrol için kız yoktu. Aklıma bir tek orman geldi bende oraya baktım ama yoktu. Her yere baktım ama yok." Uyumak. Görevde uyumak.

Gözlerini kapattı Özgür ve derin derin nefes alarak kendisini dizginlemeye çalışıyordu. "Sana verdiğim görev bir kızın hayatı, geleceği, hayalleriydi. Sen ise uyuyarak belkide yapabileceğin en büyük kötülüğü yaptın Bolat. Ben sana gözünü ayırma demiştim." Sert sesi oldukça tok geliyordu.

"Sana karşı gelmeyeceğim Karlı. Haklısın. Özür dileyememde zaten. Uyumamam gerekirdi bunun farkındayım." En azından yaptığının farkındaydı bu da bir şeydi sonuçta.

"Eğer o kızın başına bir şey gelirse kendini asla affetme Sinan. Zaten ben seni o zaman uykuya gönderirim. Bir daha geri gelmemek üzere gidersin. Şimdi o kızı bulmak zorundayız. Hava karanlık ve soğuk. Satana'dan önce davranmak zorundayız." İkinci bir arama sesini duymuştu Özgür.

Açtığında ise Satana olduğunu anlamıştı. "Geldim." Dedi sadece. Ardından onun sesini işitti. "Gelmene sevindim. Kızı bulamıyoruz şimdi sende onlara katıl ve bana o kızı bul." Emir veriyordu ve Özgür emirden asla hoşlanmazdı. "Gidiyorum şimdi." Sözlerinde bile bir dayanamama vardı ardından yüzüne kapatılan o telefon ile karşısındaki adama daha da sinirlenmişti. Tek tesellisi kızı Satana'nın da bulamamasıydı.

Yüzünü ormana çevirdiğinde oraya doğru tek bir şey söylemişti. "Seni onların eline bırakmayacağım." Özgür kararlıydı ve o kararlıysa geri de kalan hiç kimsenin ne inadı ne de umudu bir işe yaramazdı. Elini cebine attığında o evde bulduğu kolye eline gelmişti. O an fark etmişti ki kolyenin bazı yerlerinde kırmızı kırmızı lekeler vardı.

Bunların kan olduğunu anlamak hiç de güç değildi.
__________

Evettt. Nasıl gidiyorrr? Ayy ben baya heyecanlıyım şu an. Umarım seve seve, beğene beğene okuyorsunuzdur.

Bu bölümde Özgür Yağız Karlı ile tanıştık ama bir sonraki bölümlerde daha iyi tanıyacağız. Veee o çok merak ettiğim soruyu soruyorummm. Özgür'ü sevdiniz miiii?

Bu kitabı yazmak bana çok iyi geliyor. Stres atıyorum adeta. Neyse sizden ricam bir tanecik oycuk ve düşücelerinizi yazmanız. Sizi çok seviyorum öpüldünüzzzz🤍

 

Loading...
0%