@krpapatyassi
|
🎶Resul Dindar - En Sonum🎶 9. BÖLÜM: Güven ve İnanç İnsanı en çok güvendikleri yaralar. En çok sevdikleri kanatır ve en çok değer verdikleri canını yakar. Çünkü en büyük zaaf güvenden, sevgiden ve değerden geçer. İlahi Bakış Açısıyla Kalpler miydi insanları yanlış yönlendiren yoksa duyguları mıydı onları çıkmaza sürükleyen? Hangisiydi? Doğru yolu bulmak ne kadar zor olabilirdi ki? Gülşah kalbimin sesini dinlemek istiyordu. Onun kendisini doğru yola götüreceğine inanıyordu ancak zihnindeki fısıltılar o kadar çoktu ki kalbinin sesini bile duyamıyordu. Ormanda kaybolmuştu ama elinde ne bir pusula vardı ne de kendisini kurtarabilecek bir şey. Yapayalnız olduğunu hissediyordu. Elinden gelense sadece etrafta dolanmaktı. Bir çıkış kapısı bulmak umuduyla attığı her adım sonunda canı daha da yanıyordu. Öyle bir yola girmişti. Yanında Feride vardı. Özgür'ün neden olduğunu anlamadığım bir şekilde garip davranmaya başlamıştı. Anlayamamıştı. Hâlâ daha da anlayamıyordu. Sebepsiz yere bu şekilde davranmasına bir anlam verememişti. Oysaki cevabı çok basitti. Bazen insan en basit sorunun cevabını bile bulamyabilirdi. Aynı şimdi ki gibi. Cevabı oldukça basitti. Gözünün önünde olan bitenleri bir araya getirse hemen çözülecekti. Her yaşanan bir yapbozun parçasıydı ancak asıl önemli olan o yapboz parçalarını bir araya getirmekti. "Sevdim seni, kafa kızsın." Feride ne yaparsa Gülşah da ona ayak uydurmaya çalışıyordu. Feride katıla katıla gülerken Gülşah sadece kırık bir tebessümle bakıyordu ama yine de onun kafa dengi olduğunu mu söylüyordu? Saçmalıktı. "Bence asıl kafa dengi olan sensin ama yine de sen bilirsin." Yeniden burukça gülümsedi Gülşah ardından Feride başını içeriye doğru uzattı. Abisini görmesi ile bakışlarını yeniden Gülşah'a çevirmişti. "Ben birazdan gelirim." deyip ayaklanmıştı. "Kendini çok fazla yorma ve eğer üşürsen içeri gir." Gülşah ise gülümseyip başını aşağı yukarı sallamıştı. "Yeniden çok teşekkür ederim." "Ya bak yine. Benim bunu sana benim mesleğim olduğunu daha kaç kere söylemem lazım?" Kızıyordu ama öyle tatlıydı ki Gülşah yeniden gülümsemişti ve bunlar gerçek birer gülümsemeydi. Feride içeri girdiği gibi abisini ve Sinan'ı görmüştü. Bir şeyler konuşuyorlardı ancak seslerini o kadar uzaklıktan duyamıyordu. Biraz daha yaklaştı Feride ve duvarın arkasına geçip onları dinlemeye başlamıştı. "Planımız bu Bolat." Özgür'ün sözlerinden dolayı olsa gerek Sinan oldukça şaşkın bir ifadeyle Özgür'e bakıyordu. "Ne oldu lan? Fazla mı uçuk geldi?" Neydi ki uçuk olan şey? Özgür nasıl bir plan kurmuştu? "Yok ya ne uçuğu? Biz Santana'nın deposunu patlatan sonrada yapanları arayan adamlar değil miyiz?" Gerçekten böyle bir şey olmuş muydu? Feride'nin yüz ifadesi sürekli değişiyordu. "Bize göre uçuk olan şey ancak normal, sıradan bir gün olabilir." dedi Sinan yarı alaylı yarı ciddi. "Sahiden ya. Yapmıştık onu değil mi?" Özgür durdu ve bir süre sonra devam etti. "Ama ne eğlenmiştik ya." Bir anda o günlere gitmişti her ikisi de. "Yine senin başının altında çıkmıştı bu plan." Şaşırmamıştı. Hatta öyle ki tahmin ettiğini kendi kendine hatırlatıyordu Feride. "E ne yapalım kafamız çalışıyor." Bir de bununla övünüyor muydu? Feride'nin bakışları şaşkın değildi çünkü abisini tanıyordu. Deli dolu abisine bunu çok görmüyordu. "Çalışıyor, çalışıyor da ancak." Sustu ve devam etmedi. Onu susturan şey ise Özgür'ün bakışlarıydı. Feride ise olduğu yerden çıkacağı sırada abisinin sesini duymuştu. "Bana Dinçer ailesi hakkında bulabildiğin her şeyi getir. Onu bana bırak, bizzat kendim araştıracağım." 'Dinçerler mi? Onlar kim?' Diye geçirdi Feride içinden. Yeniden abisinin sesini duyduğunda pür dikkat dinlemeye başlamıştı. "O düğünü, babasını her şeyi araştırmamız lazım. Aklımdaki planın dışında bir durum olursa her şey mahvolur. Önlemimizi almamız şart." "Gülşah, fazla tehlikeli biri olabilir. Hatırlarsan araştırmalarımızda elimiz boş dönmüştük. Kız sanki korunuyor. Karlı, Gülşah'dan önce kendimizi korumalıyız." Sinan'ın sözleri ile aklındaki soru işaretleri katlanarak artmıştı sanki. Daha fazla dayanamadı Feride. Ardından yerinden çıkıp abisinin karşısına dikildi. Olanları yargılamadan önce abisinden dinlemek daha doğru gelmişti kulağına çünkü neyi neye göre yargılanacağını bilemiyordu. "Abi. Bir gelebilir misin? Seninle konuşmam gereken bazı konular var da." Özgür'ün bakışları değişti ardından başını olumlu anlamda salladığında Sinan'a dışarı çıkmasını söyleyen bir bakış atmıştı. Sinan çıktığında Feride odaya girip kapıyı kapatmıştı. "Ne konuşacaktın Feride?" Ne söyleyecekti ki? Ne söyleyebilirdi? Sizi dinledim ama aklımda bazı sorular var onları cevaplar mısın mı? Bu tam bir saçmalık olurdu. "Gülşah. Gülşah hakkında konuştuklarınızı duydum. Araştırma diyordun. Bir de Satana demiştiniz. Onun kim olduğunu sormama gerek bile yok bence. Bana hepsini açıklamak zorundasın." "Sen kapıyı mı dinledin?" Özgür derin bir nefes aldı sanki sakinleşmek istermiş gibiydi. "Ayrıca sana hiçbir şeyi anlatmayacağım hepsini unutacaksın. Şimdi Mavi'nin yanına git ve onunla ilgilen." Feride küçük olabilirdi ama asla aptal biri değildi. Sorularına cevap almadan asla gitmezdi. "Anlatmak zorundasın abi! Bana her şeyi anlatmak zorundasın. Senin İstanbul'daki hayatını biliyorum. Anneme yalanlar söylediğin çok belliydi. Şimdi bana gerçekleri anlat yoksa gider her şeyi anneme abartarak anlatırım." Annesi asla böyle şeyleri kaldıramazdı. Hele ki Feride'nin abartmalarıyla asla katlanamazdı. "Git söyle ulan gidip bütün olaylarını anlatmayan namerttir." "Ne olayı ya? Benim bir olayım yok ki. Kendi kendine çalıp oynama abi." Feride kendi vukuatlarını saklamak adına bu şekilde konuşuyordu yoksa onunda abisinden pek bir farkı yoktu. "Ne olayı mı? Bir düşün bakalım. Fatma teyzenin oğlunu okulda dövdüren kimdi? Ya da şöyle mi söylemem gerekiyor. Sen değ-" derken dışarıdan gelen seslerle her ikisi de donup kalmıştı. "O neydi lan?" "Bilmem ki abi o neydi?" "Bilsem niye sorayım?" "Senin bilmediğini ben nasıl bileyim abi?" Gülşah? Ona mı bir şey olmuştu? Neler oluyordu? Tüm her şey sustu o an. Özgür kardeşini bir kenara çekip kapıyı açmıştı. O an Gülşah'ı görmüştü. Oldukça korkmuşa benziyordu. "Ne oldu? İyi misin?" Gülşah cevap vermemişti. Mavi gözleri bir noktaya odaklanmış ve sadece oraya bakıyordu. "Hey sana diyorum." Yine cevap gelmemişti. Ne olmuştu ki? "Feride su getir." Abisinin sesiyle hemen olduğu yerden çıkıp Gülşah'ı görmüştü. O da en az Özgür kadar şaşırmıştı. Neler olmuştu ki? "Gülşah. İyi misin?" Tabii ki yine hiçbir cevap gelmemişti. "Feride su getir!" Özgür'ün tekrarı ilkini aratan cinstendi. Sesi oldukça derinden geliyordu ve bu duyanı korkutan cinstendi. Eli ayağına dolaşmıştı sanki Feride'nin hemen alelacele mutfağa gidip bardağa suyu doldurmuştu. Bu sırada ise Özgür Gülşah'ı kanepeye oturtup onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Feride elindeki suyu hızlıca abisine uzattığında Gülşah'a yavaşça içirmeye çalışıyordu. Donmuş gibiydi. Ne konuşuyordu ne de hareket ediyordu. "Karlı!" Dışarıdan yeniden ikinci bir ses geldiğinde bu sesin sahibini ayırt etmek çok da zor değildi. Bu Sinan'a aitti. "Feride sen Gülşah'ı konuşturmaya çalış, bende neler olduğunu öğrenip geleceğim." Feride başını aşağı yukarı sallamıştı yalnızca ardından dizlerinin üzerine çökmüş bir şekilde Gülşah'a bakmaya başlamıştı. Feride onunla konuşuyordu ama Gülşah hiçbir şey söylemiyordu. "Bolat. Ne oldu? Neler olmuş? Neredeydin?" Bir sürü soru sıralamıştı Özgür, sesinin tınısından bile duyguları belli oluyordu. "Karlı. Satana geldi. Buldu burayı." Bakışları değişti Özgür'ün. Sorgularmışcasına bakıyordu ama neyi sorguluyordu ki? Bu olacaktı eninde sonunda olacaktı. Bunu bilmesi gerekiyordu. "Ne? O? Onu gördü mü?" Kimi kastettiğini anlamak çok da zor değildi. Elbette ki Gülşah'ı kastetiyordu ve Sinan bunu anında anlamıştı. "Hayır görmedi. Beni gördü ama Gülşah onu gördü. Benimle konuştuğunu gördü. Seninde onun bir adamı olduğunu düşünüyor öyle söyledi ama çok donuk bir bakışı vardı." Durdu ve devam etti Sinan. "Karlı bakışlarında hayal kırıklığı vardı." Özgür'ün bakışları değişti. Hayal kırıklığını çok iyi bilirdi. Bunu Gülşah'a yaşatmak istemedi ama çaresiz olduğunu da hissetti. "Ona gerçekleri anlatmalıyız. Bilmeye hakkı var. Sence de yok mu?" Sinan haklıydı. Sonuna kadar haklıydı. Gülşah'ın bunları bilmeye kesinlikle hakkı vardı, bilmesi gerekiyordu. Özgür niye söylemiyordu ki? Planının bir parçası da bu muydu? "Hayır. Asla. Söyleyemem. Düşüncelerinin doğru olduğunu düşünür. Şimdi olmaz. Şimdi asla olmaz. Unut onu. Başka bir şey düşün." Niyeydi ki bu ısrarı? Ama bir yerde de haklıydı Gülşah onu dinlemeden direkt kendi düşüncelerinin doğru olduğuna inanacaktı ve Özgür'ün nedenlerinden biri de buydu. Topu yeniden Özgür'e attı Sinan. Madem onu dinlemiyordu o zaman kendi fikirlerini söylesin diye düşündü. "Sen seç o zaman Karlı. Ne yapmayı düşünüyorsun? Kızın bunları bilmeye hakkı yok mu sence de? Hem planlarından bahsediyorsun, hem de ondan bunları saklıyorsun. Eğer sana güvenmesini istiyorsan söyle. İleride başına dert olur." Sinan kesinlikle haklıydı ama Özgür yine bildiğini okuyacaktı. Şaşırtmıyordu. "Ben ne yapacağımı biliyorum." Başıyla evin içini işaret ettiğinde her ikisi de içeri girmişti. "Bana yalan söyledi." Gülşah'ın donuk bakışları sesine de vurmuştu. Ardından bakışları Özgür'e çevrilmişti. "Bana neden yalan söyledin?" Kalbinde bir yerlerde bir şeyler olduğunu hissetti Özgür. Bakışları değişti. Ardından Gülşah'ın ellerini avuçlarının arasına aldı. "Neyden bahsediyorsun anlayamıyorum ama sana asla yanlış bir şey yapmam. Yalan da söylemem. Bana doğru düzgün nelerin olduğunu anlatman gerekiyor." Bunları söylerken bile yalan söylüyordu. Bunun farkında mıydı? "O adamla, tanışıyorsunuz." Bakışlarıyla arakadaki Sinan'ı işaret etti Gülşah. "Arkadaşın onunla konuştu." Durdu ve devam etti. "Neden yalan söyledin? Amacın neydi senin?" Sanki şu an karşısında o tanıdığı cesur kadın yoktu. Küçük bir kız çocuğunun korkusunu gidermeye çalışıyormuş gibi hissetti. Daha da kalbi acıdı. Daha da sinirlendi kendisine. "Bak sana yalan söylemiyorum. Bana ikide bir yalan söylüyorsun demekten vazgeç. Ayrıca kimden bahsediyorsun? O adam derken kimi kastetiyorsun?" Yine yalan. "Beni buraya getiren. Beni kulübeye kapatan. Elinden kaçtığım. Beni arayan." Özgür öyle güzel yalan söylüyordu ki tabii ki bunun içinde mesleğide görev alıyordu. Ve Gülşah öyle saftı ki yalanlara inanıp doğrularını bile bilmiyordu. "Kim o?" Özgür durdu ve bu sırada düşünüyormuş gibi yaptı. "O koyu gözlü adamı mı diyorsun sen? Buralarda bir kadını görüp görmediğini sormuş Bolat'a." Yeniden durdu ve yeniden devam etti. "Dur bi dakika. O kız, sen miydin?" Başını öne eğdi Gülşah. İlk önce kaşlarını çatmıştı sonra ise sol avucunun içini kaşımaya başlamıştı. Bakışları yeniden donuklaşmıştı. Suskunluğu sadece dilinde değil gözlerinde de aynıydı. "Gülşah." Feride'nin telaş dolu sesi ise hiçbir şeye anlam veremediğinin bir belirtisiydi. Haklıydı da. Hiçbir şeyi anlayamıyordu. Bakışlarını abisine çevirmişti. "Neler oluyor abi? Hiçbir şeyi anlayamıyorum." Özgür için ise Feride'den ziyade şu an Gülşah odak noktası olmuştu. Daha doğrusu Gülşah'ın elleri. Sanki kaşımıyor daha çok kazıyor gibiydi. Mavi gözlerinden düşen her bir göz yaşında daha da hırslanıyordu sanki. Özgür biraz daha yaklaştı Gülşah'a ve biraz daha derken önünde diz çökmüştü. Çenesinden nazikçe tutup kendisine bakmasını sağlamıştı. Gülşah ise bakışlarını sürekli Özgür'den kaçırıp duruyordu. Kendisini mi suçlu hissediyordu yoksa ona mı inanmıyordu? Özgür, Gülşah'ın gözyaşlarını elleriyle silmişti ama Gülşah yine de gözlerini Özgür'den kaçırıyordu. Özgür ise bir Gülşah'ın gözlerine bir ellerine bakıp duruyordu. En sonunda ise daha fazla dayanamadı. Gülşah ellerini öyle kazırmışçasına kaşırken onun canı yanıyordu sanki. Gülşah'ın sağ elini tuttuğunda sol elinden uzaklaştırmıştı. "Kendine zarar vermeyi çözüm görebilecek kadar neyi kafana takıyorsun? Neyden korkuyorsun?" Belliydi aslında. Hepsinin nedeni belliydi ama söylenen yalanlar kar misali üzerlerini örtüyordu. Gülşah ise birkaç dakika yine hareket etmeden, konuşmadan öylece durmuş ve odaklandığı yere mavi harelerini dikmişti. Ardından ise ayağa kalkıp dışarı çıkmıştı. Yeniden. Akşamda böyle olmuştu. Dışarı çıktığı gibi dizlerinin üzerine çöküp kalmıştı ki ağlarken ki hıçkırıkları duyulmaya başlanmıştı. "Annem haklıydı. Annem hep haklıydı." Mırıltılı sesini duymak oldukça güçtü. "Ben asla onlar gibi olamam." Gözlerini yumdu Gülşah. Gözlerinin önüne çocukluk anıları geldi. Gözlerini açtı mavi gökyüzüyle karşılaştı. Bitmiyordu. Nereye bakarsa baksın, ne yaparsa yapsın zarar görüyordu. İçinden sadece ağlamak geliyordu. Elinden de başka bir şey gelmiyordu ki zaten. Yanında birisi olduğunu hissediyordu ancak başını çevirip bakamıyordu bile. Mecali mi yoktu? Onlara mı inanmıyordu? Kendini mi suçluyordu? Neydi nedeni? "Abi." Dedi Feride yanındaki abisinin kolunu hafifçe dürterek. Olanlara bir anlam yüklemeye çalışıyor gibiydi. "Neler oluyor? Hiçbir şey anlamıyorum. Gülşah neden böyle davranıyor?" Başını kardeşine çevirdi Özgür. Bu soruları sormakta haklıydı. Sorgulamakta haklıydı ancak bilmediği bir şey vardı ki o da Özgür'ün de zaten kendine bir açıklama yapamıyor olmasıydı. "Feride. Şu an hiçbir şeyi sorgulama ve onun yanında ol. Dışarı çıkmayın. Ve benden haber gelene kadar da yanından ayrılma." Özgür'ün aklında ne vardı? Planı neydi? Amacı neydi? "Abi bana da anlat şunu. Anlat ki destek olayım kıza. Kendini yiyip bitiriyor zaten. Sürekli kendisini suçluyor." Belki de onlara inanmıyordu. 🌊 Gülşah Mina Dinçer'den İhanet neydi? İhanete uğramak ne demekti? Kendimi oldukça arafta hissediyordum. Ne yapacağımı bile bilemezken kendime acilen bir yol haritası çizmeliydim. Şu an önümde yol yoktu ve o yolları benim çizmem gerektiği de aşikardı. Yeni banyodan çıkmıştım, saçlarımı havluyla kurulamaya çalışıyordu Feride. Evde yalnızdık ve o ise beni Feride'ye emanet etmişti. Benim yanında olmasını ve dışarı çıkmamamız gerektiğini söyleyip sıkı sıkı tembihlemişti, ardından gitmişti. Sinan ile beraber çıkıp gitmişlerdi. "Ağlama artık. Harap ettin kendini. Sil gözyaşlarını artık Gülşah. Anlat bana. Derdin ne? Niye ağlıyorsun?" Gözlerimi yumdum sıkı bir şekilde ardından ise arkamı döndüm. Feride'nin tıpkı abisinin ki gibi pırıl pırıl parlayan ela gözlerine baktım. "Kendimi bir çukurun içinde hissediyorum. Ellerim ayaklarım tutuyor, çıkmak için çok çabalıyorum ama her defasında düşüp canımı daha da yakıyorum. Bilmiyorum. Birinin bana yol göstermesi gerekiyor galiba. Şu an mantıklı düşünebildiğimi sanmıyorum. Boşu boşuna masum insanları suçladım." Cidden suçlamalarımın haksız olduğuna emin bile değildim. Belki de kendi içimde onu aklamaya çalışıyordum. Uzun cümlelerimi sabırla dinledi Feride. Anlatmak istediğimi düşündü ama anlatamayacağımı anladı. Tek anlam veremediği nedeni olmuştu. "Anlatmak istersen dinlerim." Sessiz kaldım. Ben susunca Feride de sustu ama bu çok da uzun sürmedi. Feride uzanıp ellerimi tutunca yeniden sözlerine devam etti. "Bak beni bir yabancı olarak görme. Beni bir abla, kardeş olarak görebilirsin. Elimden ne geliyorsa yaparım. Yardıma ihtiyacın mı var?" Aklına ilk geleni söyledi Feride. Aklına ilk gelenler ise bakışlarımı değiştirmeye yetmişti. "Kendim olmaya ihtiyacım var. Kendimi tanıyamıyorum artık. Sanki ben gittim. Gülşah gitti yerine bambaşka biri geldi. Uzun zamandır böyle hissetmemiştim. Ailemin yanında gülümsediğimi bile çok nadir hatırlarım ama burada..." Gerisi yoktu. Gerisi gelmemişti. Ama haklıydım. Belki güzel bir değişim olabilirdi, peki bu değiştiğim gerçeğini yanıltır mıydı? Belki güzel olmuştu, iyi olmuştu ama sonuçta ben bu değildim. "Ailenle aran kötü mü?" Diye sordu Feride. Haklı olarak aklına ilk gelen şey buydu ve bu gayet normaldi. Evet demek istemedim. Bana göre evetti ama kardeşlerime göre gayet iyiydi. "Değil ama öyle de." Karmaşık cevabım insanın aklında aydınlanmayan ampülleri patlatan cinstendi. Evet ama hayır der gibi. "Nasıl yani? İyi mi? Kötü mü?" "Yokum." Tek kelime. Tek kelime söylemiştim. Belki anlamsızdı ama o tek sözcük kocaman bir cümlenin vereceği etkiyi tek başına verebiliyordu. "Ne demek yokum?" Sustum. Ne söyleyebilirdim ki. Bunları söylemek bile canımı yeterince acıtırken susmak istedim ama susamadım. Artık içimdeki fırtınayı biraz dindirmek istedim. İçimde yılmadığı yer kalmamışken ben ne yapabilirdim ki? "Yokum işte. Onlar var ama ben yokum. Onlar var ama ben onlara göre hiç olmadım. Koca bir yokluk, koca bir hiçlik." Konuşamadım daha fazla ya da konuşmadım. Sahi bir insan nasıl sevilmediğini, yok görüldüğünü anlatabilir miydi böyle? Boğazı düğüm düğüm olmaz mıydı? Benim oluyordu. 🌊 İlahi Bakış Açısıyla "SATANA!" Sert, gür ve korkunç bir ses tonuyla girmişti Özgür içeriye. Onu delirten şeyin ne olduğunu bilen kişi olarak Sinan vardı sadece yanında. Normalde bu şekilde davranmazdı ama bu da planın bir parçasıydı işte. "Karlı?" Neye uğradığını bilmeyen bir sesi vardı Satana'nın. Planın bir parçasıydı ama o bunu bilmiyordu tabii ki. "Nedir bu kuyruk acın?" Sinirini görmüyor muydu Özgür'ün? Canına mı susamıştı? "Ben sana göstereceğim o kuyruk acısını. Bir daha eğer senin o kuklalarını sevdiklerimin uzağında ya da yakınında görürsem işte o zaman benden kork. Sen daha beni tanımıyorsun Satana." Özgür'ün siniri, öfkesi her türlü belli oluyordu. Onun yüzünden o kızın canı yanmıştı. Gözlerinden yaşlar düşmüştü. Kendisinden korkmasına neden olmuştu. Şimdi ne yapmalıydı? "Ne yaparsın Karlı? Yoksa bunlar boş yere olan senin için sıradan tehditlerinden biri mi? Alt tarafı kızı arıyorlardı neye takıldın sen bu kadar?" Satana boş yere sanıyordu ama bilmediği bir şey vardı ki Özgür'ün söyledikleri asla boşa gitmezdi. Altında yatan anlamı çıkaramayan oydu. Özgür ise Sinan'a yan bir bakış atarak korkunç bir şekilde gülümsedi. Sinan ise bu gülümsemesine karşılık vermişti. Satana yine ve yine hiçbir şey anlamamıştı ama onlar o anı yeniden yaşıyormuşçasına eğleniyorlardı. 4 Sene Önce "Hazır mı her şey Bolat?" Arabasının içinden biraz sonra cayır cayır yanacak olan binaya bakıyordu Özgür. Burada Satana'nın ciddi bir işi için görüşme olacaktı ancak ne üzere olduğunu bilmiyordu Özgür. Ne olur ne olmaz diye işini sağlama almak istemiştim"Hazır Karlı hazır da sendeki bu cesaret nereden geliyor?" Telefondan gelen ses oldukça farklı duygular içeriyordu. Hem korkmuş, hem endişeli hem de eğleneceğine emin. "Eğlenmek bizim de hakkımız değil mi Bolat? Bizde eğlenelim biraz. Ne olacak?" Eğlence anlayışı biraz garip olabilirdi ama eğlenceli olacaktı. Bundan asla şüphesi yoktu. "Eğlenmek dediğin başkasına zarar vermez. Sen binayı yakmaktan bahsediyorsun şu an da." Bilmiyordu ki yapacakları en büyük şey bu değildi ve olmayacaktı da. En hafiflerinden biri olsa gerekti. "Saati takip etmek lazım. Görecek bakalım el mi yamanmış yoksa bey mi?" Kafasına koyduğunu yapardı Özgür ve bundan asla vazgeçmezdi. Eğer aklına bir şey gelmişse yeterdi, o olacaktı zaten en sonunda da olurdu. "Tamamdır takip halindeyim zaten birazdan yanında olurum. Sende ben gelene kadar sin aşağıya bekle beni. Sakın bir delilik yapmaya kalkışma." Özgür'e söz geçirebileceğini mi sanıyordu? Özgür'ü hiç mi tanımamıştı? "Tamam hadi bekliyorum." Deyip kapatmıştı Özgür. Anlamıştı tabi Sinan Özgür'ün rahat durmayacağını ama iş işten geçmişti işte. Defalarca kez aramıştı ama açmıyordu. Aklına koymuştu Özgür onun kim olduğunu bulacaktı. Arabasından indiğinde aklındaki birçok soruya 'sus' demek durumunda kalmıştı. Çünkü aklını fazlasıyla dolduruyorlardı. İçeri girdiğinde gözleri bilgisayar odasında takılı kalmıştı adeta. Araştırmaya devam etmesi gerekiyordu. İşlerine engel olan birisi vardı, her ne kadar üzerinde durmamaya çalışsa da asla öyle olmuyordu. Muhakkak yaptığı bir başka şey yüzünden dikkatleri yeniden üzerine toplamayı başarıyordu. Bilgisayar odasına girmesi ile kapıyı kapatması bir olmuştu. İlk önce kamera kayıtlarına bakmaya karar vermişti ki içeriden sesler duymaya başlamıştı. "Abi ne yapacağız peki şimdi? Bugün yarın görüşme olacak. Biz ne diyeceğiz o adamlara?" Gelen sesleri ayırt etmek çokda zor değildi. Bu Satana'nın yalakası Galip'di. "Bilmiyorum Galip. Aslında yapacak olduğumuz şey belli ama eğer o beceriksizler çocukları ellerinde tutabilselerdi böyle olmazdı. İki çocuğa sahip çıkamayıp ölülerini bana getirmeyi nasıl başardılar aklım almıyor. Beceriksiz herifler." Özgür doğru mu duymuştu? Çocuk mu demişti? Çocukların ölümüne mi sebep olmuştu? İşte bu kırmızı çizgiyi geçmek demekti. İşte bu kırmızı çizgiyi beyaza boyamak demekti. Dayanamadı Özgür o an ve olduğu yerden çıkıvermişti. Hep böyle oluyordu zaten. Siniri, hırsı, öfkesi hep onu farklı yollara savuruyordu. Bunu aşması, yenmesi gerekiyordu. Bunu o da biliyordu ama yapamıyordu işte. Öyle laftaki gibi kolay olmuyordu hiçbir şey. "Çocuklar derken?" Dan diye girilmezdi ama Özgür girmişti. Salih onu daha yeni uyarmıştı ama yine sağ kulağından girip sol kulağından çıkmıştı. Dinlemiyordu. Özgür hiç mi söz dinlemeyecekti? "Karlı? Ne işin var senin burada?" Satana'nın koyu gözleri bambaşka şekilde bakıyordu. "Çocuklar derken?" Dedi ikinci kez. Sorusuna cevap almadan rahat etmeyecekti. "Sana bahsetmiştim ya hani. Yurt dışından gelen iki çocuk var diye. Onlardan bahsediyorduk." Gözleri seyirdi Özgür'ün bu onun için bir cevap değildi. Olamazdı da zaten. "Bir dakika. Sen bizi mi dinliyorsun? Hem senin bilgisayar odasında ne işin vardı?" Satana'nın koyu gözleri Galip'e dönmüştü. Koyu gözleri, köyü bakışlarında anlam verilemeyecek kadar derinlik vardı. "İster dinler, ister susar. Unutma Galip burada benden sonra o, ondan sonra sen." Başını salladı Galip ama bunu bir kenara yazmıştı. Satana ise yeniden Özgür'e döndü. Tam bir şey diyecek olduğu sırada Özgür başlamıştı konuşmaya. "Bu işe başlamadan önce de sana söylemiştim Satana. Çocuklara zarar verilmeyecek. Onlar korunacak, zarar gelmeyecek. Ben sana bunları demiştim." Başını salladı Satana sanki ne demek istediğini daha yeni anlamış gibi ama bunun yalan olduğunu anlamak çok da zor değildi. "Ah. Evet demiştin ama Karlı burası çocuk parkı değilki çocukları düşünelim. Biz buraya karanlık dünya diyoruz. Neden diyoruz biliyor musun? Çünkü çocuklara göre değil. Çünkü normal bir dünyadan çok daha siyah. Çünkü buraya giren bir daha çıkamıyor." Bir ara sustu Satana ve devam etti. "Kalbini değil aklını kullanacaksın burada yoksa." Eliyle başını kesiyormuş gibi yaptı. "Kellen alınır." Satana bilmiyordu ki bugün onun yandığının resmiyetini Özgür alevlerin arasında ona anlatacaktı. Zaten bu bina yanacaktı şimdi yanmasının yanında patlaması içinde bir sebep bulunmuştu. O çocuklar uğruna binayı patlatacaktı Özgür. Çılgınca gelebilirdi kulağa ama asla çılgınca değildi, tam tersi tam yerinde bir hareketti. O an fark etmişti Özgür Sinan'ın geldiğini. Sinan'ın bakışları ise yakınmadan ibaretti sadece. "Sinan, Karlı'yı al ve götür. Bir süre kafasını dinleyip kendine gelmeye ihtiyacı var gibi görünüyor." Bugün olacaklardan haberdar olsa acaba yine de bu şekilde konuşur muydu? Sinan ise başını sallayıp Özgür'ü oradan götürmüştü. Dışarı çıktıkları gibi Sinan ikisinide arabanın yanına götürmüştü. Sinirli, öfkeli bir hali var gibiydi. Aslında o da Özgür'ün onu dinlemeyeceğini az çok da olsa tahmin edebiliyordu ama yinede bir umut etmişti işte. "Ya ben sana güvenip kendini emanet edemeyecek miyim? Daha yeni demedim mi ben Karlı sana! He? Başına bir iş açma diye? Bak o Galip'in sana takık olduğunu bilmeyen, anlamayan yok. Ufacık bir hatanı bekliyor, sende ona davetiye çıkarıyorsun. Oturup beni beklemek bu kadar mı zor ya!" Tıpkı bir küçük çocuk misali azarlanmıştı Özgür. Ve yine umursamıyordu. "Bitti mi?" "Ney bitti mi?" "Rivrivin." Sustu ve devam etti Özgür. "Müsaadenle gidip saati kontrol edeceğim malum önemli işlerimiz var." İkisi de arabaya geçtiğinde Özgür telefonunu açıp saati kontrol etmişti. Saat daha ondu. Gece yarısı olmasına ise iki saat vardı. İki saat içinde her şey tamamlanmalıydı. Gece yarısı büyük bir sürpriz ile doluydu. "Fark eder mi bizim olduğumuzu?" Sinan'ın terddütlü sesine karşılık Özgür kaşlarını kaldırmış 'ciddi misin' bakışlarını takınmıştı bile. "Bakma bana öyle. Bizim olduğumuzu bir anlarsa neler yapmaz bize. Aklıma bile getirmek istemiyorum." Haklıydı. Salih haklıydı. Satana bu konularda acımasızlığı ile nam salmıştı adeta. "Fark etmez. Anlamaz. Korkma be oğlum. Hem o bulamadığımız adamı suçlar o. Ben tanıyorum onu. Aklına sadece tek bir isim gelir. Hem bizden şüphelense bile elinde bir delil, kanıt olmadan suçlamaz ve bizde o delili ortada bırakmayacağız." Özgür gayette kendinden emin konuşuyordu. Sahiden neden bir sorun çıkabileceğini düşünmüyordu? Dayanağı neydi? "Sendeki bu rahatlıktan bende istiyorum. Ben diken üstündeyim sense dünya dönsün bana ne halindesin. Kendine gel artık Karlı!" Haklı mıydı? Umursamadı yeniden Özgür Sinan'ı önüne döndü ve başını cama yasladı. Biraz uyumak gayet iyi gelecekti. Salih ise Özgür'ün onu umursamadığını anladığında susmuştu. Önüne dönmüş kara kara düşünüyordu. Bir süre sonra saat epey ilerlemişti. Gece yarısına yalnızca on beş dakika kalmıştı. Sinan uyumamıştı, gözünü bile kırpmamıştı bu geçen süre boyunca. Zaten bu kadar endişe içindeyken nasıl uyuyabilirdi ki. "Karlı." Koluna dokunduğunda uyanmamıştı. "Karlı." Sertçe dürtmüştü ama nafileydi. Uyumamıştı ölmüştü mübarek! "Yaşıyor musun lan?" Yine ses gelmedi. "Alo!" Sonunda yaşadığını anlamıştı Sinan. Özgür ise tek gözünü açmış bakıyordu. "Korkma ölmedim Bolat." "Lan gerizekalı o ne biçim uyumak? İnsan öldüğünü düşünür!" İkisi de sustu. Sinan o anki duygularını üzerinden atarken Özgür de kendine gelmekle meşguldü. "On beş dakikamız var diyecektim de artık sekiz dakikamız var." "İyi, çok güzel." Telefonunu eline aldı Özgür o sırada beklediği mesajı almıştı. "Heh şimdi eğleneceğiz." Eğlence anlayışı gerçekten normal insanlara göre fazlasıyla garipti ama ne yapabilirdi ki bu da onun huyuydu işte. "Eğlence dediğin ölüm bileti!" "Amma naz yaptın be oğlum! Alt tarafı birazcık komedi izleyeceğiz." Komedi mi? Daha önce hiç komedi izlediğine emin miydi? "Tabii ya komedi. Her neyse şimdi ne yapıyoruz?" Bu kadar hızlı duygu değişimini Sinan'dan başka kim yapabilirdi ki? Sanki saatler hatta dakikalar öncesine kadar yakınan o değilmiş gibiydi. Özgür'ün yanında dura dura onun bir klonu haline gelmişti adeta. Özgür'ün arabadan inmesi ile beraber peşinden Sinan da inmişti. Her ihtimale karşı silahlarını yanlarına almışlardı. Sonuçta buralarda kimseye güven olmazdı ama kumar oynamadan da hiçbir şey başarılmazdı. Özgür'ün peşinden Sinan ilerliyordu. İkisi de tıpkı bir ajan gibiydi. Gizli hareketleri, dikkatli adımları, etrafı sürekli kontrol etmeleri... Özgür'ün asıl niyeti elbetteki burayı yakmak değildi. Hem geçmişin hem de geleceğin intikamını almak istemişti. Bu ilk değildi ve asla son da olmayacaktı. Bir başlangıcı olmuştu ama asla bir sonu olmayacaktı. Yüzlerce çocuğun kaderinin çizildiği bir yere son vermek istemişti. O çocukların kimsesinin olmaması bu şekilde yaşamak zorunda olduğu anlamına gelmezdi. Satana'nın karşısındaki en büyük engel Özgür'dü ancak Satana Özgür'ü en büyük destekçisi diye biliyordu. Özgür kaleyi içten fethetmişti. Üstelik kaledeki kimsenin ruhu bile duymamıştı. Ne diyorlardı buraya? Karanlık Dünya. O Karanlık Dünya'ya bile bir gün güneş doğacaktı. Bunun için çok fazla kişi kendini feda etmişti. Çok geçmeden gelmişlerdi. Adamlarda onları bekliyordu zaten. Özgür kısa bir bakış attı adamlara ardından bakışlarını binaya çevirdi. Pek de gözü tutmamıştı ama onu az da olsa tanıyorsa bu işin sonunu zaten bilmesi gerekiyorlardı. "Her şey tamam mı?" "Tamamdır abi." Fark edilmesi çok da zor değildi. Zaten bunun eğitimini bile almıştı Özgür. Karşısındaki adam aklınca onu oyuna getirmeye çalışıyordu. Cebindeki telefon nedeniyle paltosunun bir tarafı aşağıya sarkıyordu. Telefonun ışığı da paltosunun cebinin rengini hafif de olsa değiştiriyordu. Belki bir başkası fark edemeyebilirdi ama Özgür bir başkası değildi, olamazdı da zaten. Oyununu iki kişilik hale çevirmişti. Bu sefer kumar değil sonu belli bir oyun oynuyordu ve bu onun en sevdiklerindendi. Elini cebine attı ardından bir kibrit kutusu çıkardı ve açıp içinden bir tane aldı. Eline aldığı kibriti yandaki yere sürtüp yanmasını sağladığında herkes o kibriti yere atmasını bekliyordu. Çünkü planları buydu. Daha öncesinden gelen adamlar orayı hazırlayacaktı Özgür ise gelip kibriti atıp yakacaktı. "Eğer oyun oynanacaksa karşı tarafa haber vermeden oynayın gençler benden size bir hayat dersi olsun." Elindeki kibriti hiç düşünmeden telefondan ses kaydı alan adamın üzerine atmıştı. "Fark edilmesi zor bir oyun seçin." Adamın cebinden aldığı telefonu ise binanın açık penceresinden içeriye atmıştı ardından Sinan'a başını çevirmişti. "Şimdi." İkisi de binadan uzaklaştığında Sinan elindeki kumandadan bir tuşa basıp eğlencenin sonunu getirmişti. "Ve puf." Bina havaya uçmuştu bile. Eğlence anlayışları buysa baya eğleniyor olmalılardı.
|
0% |