Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm

@ksz_smeyye


!BU KURGUDA GEÇEN BÜTÜN OLAYLAR, YERLER VE İSİMLER HEPSİ BİR HAYAL ÜRÜNÜDÜR!

!BU BÖLÜM SİZLERİ BİRAZ RAHATSIZ EDEBİLİR ÇÜNKÜ KANLI SAHNELERİ FAZLA OLACAKTIR!

! RAHATSIZ OLACAKLAR ŞİMDİDEN BIRAKABİLİR UYARMADI DEMEYİN!

Evet okumaya geçebilirsiniz :)


2.BÖLÜM

-HEYKEL-

18 Ocak 2006- Akşam/ Saat 23:52

Karanlık depoyu aydınlatan sadece ay ışığıydı. Elindeki ucu sivri, ince uzun olan bıçağı elinde çeviriyor dudaklarını öne çıkartarak ritimli ıslık çalıyordu. Bıçağı karanlığın içinde savurdu. Karanlığın içinden ise bir acı dolu çığlık sesi yükseldi. Metal masaya doğru yaklaştı, elindeki bıçağı diğerlerinin yanına yerleştirerek parmaklarını diğerlerinin üzerinde gezdirdi. Onlara dokunması, içindeki bazı şeyleri kabartıyor, kıpır kıpır oluyordu.

Parmaklarının onların üzerinde gezinmesi sırasında içine doğan haz duygusuyla gülümsüyor en baskın haz duygusunu hangisinin üzerinde hissederse duruyor ve onu eline alıyordu. Hazzı hissetti. Kapalı olan gözlerini açtı. İlk bakışları aşağıya doğru hareketlendi sonra başı ağır ağır eğildi.

Eline aldığı satırı havaya kaldırarak göz hizasına getirdi. Ay ışığı satırın üzerine vurduğunda çıkan parlaklık gözlerine vurduğunda gülümseyerek gözlerini kıstı. Arkasına döndüğünde havada olan eli yavaşça aşağı indi. İleriye doğru bir adım attığında ay ışığının aydınlattığı kadarıyla yerde titreyen genç kızı görünce dudağının sol tarafı yavaş yavaş yukarıya doğru kıvrılmaya başladı.

Genç kız ona doğru gelen silueti görünce gerilemeye başladı ama nereye kadar kaçacağını bilmiyordu çünkü kaçacak yeri yoktu. Ona doğru gelen siyahlar içindeki silueti korku dolu gözleriyle izlerken gözüne ufak bir ışık geldiğinde bakışları siluetin sağ eline kaydı, gördüğü şeyle gerilemesi durdu. O durunca siluette durdu. Kız yutkundu çünkü ölüm silahı belirlenmişti. Titremesi daha da şiddetlenmesiyle korku ve gözyaşlarıyla dolu gözleri siluetin yüzüne bakmak için bakışlarını oraya yönlendirdi. Yüzünü göremiyordu çünkü ağzında siyah maske başında ise siyah bir şapka vardı. Siluet genç kızın gözlerindeki yalvarışı, korkuyu gördü. Bir adım attı.

Bir adım daha.

Bir adım daha.

Durdu.

Tek dizinin üzerine çöktüğünde kızın gözlerinin içine bakıyordu. Korku işte buydu.

Tek kelime, tek beş harf, iki hece.

Korku.

Bu sefer gülümsemesi büyüdü sol eliyle ağzındaki maskeyi indirdi ve gülümsemesini karşısındaki kıza sundu. Kız onun gülümsemesine odaklanmıştı ki saçında hissetti el ve acıyla çığlık attı. Boynuna dayanan keskin satırla yutkundu. Genç kız artık sona geldiğini hissetti. Siluet biraz öyle durduktan sonra aniden genç kız beklemediği anda kızın başını yere, betona sertçe vurdu.

Kız başında hissettiği keskin acıyla gözlerini aralamaya çalıştı fakat başının döndüğünü hissediyor, sıcaklığı hissedince sağ elini yavaşça başının arka kısmına götürerek dokundu ve sıcak akışkan sıvıyı hissetti. Güç bela doğruldu ve oturma pozisyonuna gelince sağ elinin parmaklarının uçundaki kırmızı renge yani kendi kanıyla karşılaştı. Tam olarak kendine gelmeden siluet sağ elindeki satırı kızın bacağına sapladı.

Kız acı dolu çığlığını boş depoda serbest bıraktığında siluet gülümseyerek gözlerini kapattı ve başını arkaya eğerek kahkaha atmaya başladığında kız bakışlarını sağ bacağına çevirdiğinde yarısının kesik olduğunu kendi kanın yuvarlak bir göl oluşturduğunu görünce titremesi arttı.

Siluet kahkahasını sonlandırdıktan sonra satırı daha önce geçirdiği bacağa tekrar geçirdi. Bedenden ayrılan bacağın yerinden fışkıran kanlar hem ağzı açık olan kıza hem de sırıtan siluetin yüzünde küçük noktalar şeklinde yer edindi. Çoktan küçük bir kan göledi oluşmuştu. Kız artık acıya dayanamıyordu hafiften gözleri kararmaya başladığında ve titremesi arttığında siluet satırı bu sefer kızın kafasının tam ortasına geçirdiğinde kızın titremeleri durdu. Satırı geri çıkarttığında fışkıran kan siluetin yüzünü kaplamıştı. Kan yüzünü ele geçirmişti. İşaret parmağıyla genç kızın yarılmış alnına dokundurup geriye itti, beden cansızca yere serildi.


§§§§§§§§§§

Ellerini iki yanına açarak karşısındaki manzarayı tam açıdan görmek için birkaç adım geriledi. Az önce elindeki satırla genç kızın kollarını, bacaklarını yerinden çıkartmış sonradan ise heykel yapmak için tekrar onları birleştirmek zorunda kalmıştı ama şimdi karşısındaki manzara onun için enfesti. Ölü olan bir bedeni heykelleştirmesi gözünde çok iyi olmuştu. Ruhu artık taş parçaları arasında sıkışmıştı. Kurtulması için sadece yaratıcısına dua etmesi gerekliydi.

Ellerini muslukta yıkarken başını kaldırarak aynadaki yansımasına baktı. Bembeyaz yüzü, gri gözleri yansımasındaki kendisine bakıyordu. Gri gözleri aynı kendi gibi dumanlıydı. Kendi dumanları arasında sıkışıp kalmıştı adeta. Kendini bulmuş hissediyordu gerçek benliği sanki bulmuş yaratıcısı onun duasını duymuş gibi yeniden var oluşunu izliyordu.

Kendini durdurma noktasında hep bir yanlış yapıyordu içindeki o baskın tarafı her an dışarı çıkmak için an bekliyordu. Bazen kendini durdurabiliyordu oda şans eseri olurdu durdurabiliyorsa ne mutlu onaydı çünkü gece yarıları dışarıda dolaşıp kendine av aramaktan yorulmuştu. Ölmek istiyor muydu? Evet. Bu anı bekliyordu ama bir yandan da korkuyordu. Onu öldürmeye çalışan annesi bile öldüremediyse onu kim öldürecekti ki. Hayat diye bir kelime yoktu onda o hayatı sadece bu avlarla anlatabilir veya tanımlayabilirdi.

Ama kendi benliğini ele geçiren baskın tarafından habersizdi.

19 Ocak 2006

Sabahın ilk saatleriydi. Herkes işine yetişmek için acele ediyordu. Ne kadar bu işi sevsem de sabah trafiği çekilmiyordu ve ben bir bayan olarak sakin kalmalıydım. Arabayı sakince kullanırken iş yerine gitmek için acele bile etmiyordum çünkü gazeteciler nerede olay varsa oraya giderdi. Nerede olay orada ben. Sağ elimi direksiyonun hemen yanında bulunan ekrana doğru götürdüğümde kanallar arası değişiklik yapıyordum çünkü şarkı artık canımı sıkmıştı biraz sabah haberi dinlesem fena olmazdı. Tam bir kere daha değiştirecektim ki duyduğum şeyle sesi yükselttim.

"Herkese günaydın diyerek başlamak isti- Şuan acil bir haberle hızlıca habere giriş yapıyoruz. Az önce Hayat Sokağında bir heykel bulundu. Çevre sakinlerinin ihbarlarında ise heykelin gözlerinden kan geldiğine dair açıklamaları var sizi hemen oraya bağlıyoruz. Cenk sendeyiz."

Arabanın direksiyonunu sağ tarafa kırdım, oraya yetişmem gerekiyordu. Hızlıca haber sunucusunun söylediği yere gazladım. Olay yerine geldiğimde arabayı durdum dışarı adımımı atarak herkesin toplandığı yere doğru adımladım. Önümdeki insanları ikiye ayırarak tam heykelin önüne geldiğimde gözlerim şaşkınlıkla açılmaya başladı. Heykelin yüzüne baktığımda göz pınarından aşağı doğru akan kanı herkes görüyordu. Birden gözlerim heykelin eline kayınca tırnaklarından da kan damlalarının yerle buluştuğunu fark ettim. Bunu nasıl yapmıştı bu cani. Telefonumu çıkartarak fotoğrafını çektim lazım olacaktı.

İnanılmaz bir şeydi. İlk gören bunun bir şah eser olduğunu anlayabilirdi ama biraz daha vakit geçince işin aslı ortaya çıkıyordu. Heykel olan bir kurban. Herkesi artık korkuta bilecek cinstendi. Artık kimse rahat nefes bile alamayacaktı.


§§§§§§§§§§

"İnsanoğlu değişken bir varlıktır. Her an ne yapacağı belli olmayan, dengesiz, ruhu olan bir varlıktı. Ne yazık ki bazılarına verilen o şans kendileri tarafından ters çevire biliyordu. Dünyaya geldiklerinde ilk gözlerini açtıklarında, açmadan önce neler olduğunu göremiyorlardı mesela görmek isteyen olsa bu tanımlanamaz bir şey olurdu. İnsan kendini hiç merak etmez, biri sorduğunda veya merak ettiğinde geçiştir sebebi ise kendine olan önemsemeyişi veya meraksızlığı insan kendini merak etse varlığını ve yaşayışını merak ederdi. Var olan hiçbir şey kendisi kadar ilgi çekici değildi."

Okuduğum satırlardan kafamı kaldırmak istemiyordum. Okuduğum satırlar sanki beni kendine çekiyordu ve kitap bana yalvarıyordu 'beni oku' diye. Kendi varlığım üzerinde merak ettiğim herhangi bir şey yoktu ama bu beni meraksız kılmıyordu veya herhangi bir şey işte. İnsanı düşündürmek kendisini hayata döndürmek için her şeyi yapıyorlardı ama eğer kendisi bu hayata dönmek istemiyorsa ne yapacaklardı zorla geri dönüş yaptıramazlardı ya?

Kendi düşüncelerim içinde kaybolmuş hala düşünürken kafamda hissettiğim darbeyle başımı kitaptan kaldırarak soluma baktım ve amiri elindeki dosyayla başımda dikilişini fark edince hızlıca ayağa kalktım.

"Kendi kaptırmış gidiyorsun Efruz. Sana verdiğim dosyayı raporladın mı?"

"Evet amirim ama şöyle bir sıkıntımız var."

"Nedir?"

"Boks kulübü cinayetindeki kırmızı eldivenler bulunamadı hala."

Evran boştaki elini saçlarına atıp karıştırdı. Adam kendine aşık ediyordu ya. Şapşik şey.

Sanki hayatı hiç planladığı gibi gitmiyordu. Elini saçından indirip başını kapı tarafına çevirince gördüğü kişiyle yutkundu. Abisi karşısında elindeki poşetle kardeşini arıyordu. Evran'ın gözlerini önüne gelen anlarla sıkıntılı bir iç çekti. Abisi onun yüzünden bir tarafı felç olmuştu ama yürüyebiliyordu, ya yürüyemeseydi... O zaman asla kendini affedemezdi. Ama hissettiği suçluluk daha baskın geliyordu en sonunda iki kardeşin gözleri buluşunca abisi gülümsedi Evran ise abisine hiç karşılık vermeden başını karşısındaki yardımcısına çevirdi.

Bakışlarım bir Evran Amire birde abisine kaydığında Evran Amir'in neden abisine bu kadar sinirli baktığını anlayamıyordum aralarında sanki buzdan bir dağ vardı ve o buzdan dağ hiç erimeyecekmiş gibi duruyordu.

"Be-"

Başını bana çevirip ağzından çıkacak sözleri dinleyecekken başkomiserin odasından çıkmasıyla hepimizin bakışları oraya kaydı. Saçlarına beyazlar düşmüş ama asla formunu kaybetmemiş bir başkomiserimiz vardı. Emekli vaktinin geldiğini bürodaki herkes biliyordu fakat kendisi, kendini hala o yirmilik çıtır halinde zannediyordu oysaki yaşlanmıştı bunu yüzüne söylesek bizi falakaya yatırırdı. Odasının kapısını kapatıp karşısındaki çalışanlara yani bize şöyle bir göz gezdirdi. Derin nefes aldı. Bu adamın kafası mükemmel.

"Evran ve ekibi olay yerine gidiyorsunuz."

Kurduğu cümleyle herkes birbirine bakarken hangi olay yeri diye düşünülürken başkomiser çalışanların haberi olmadığını yüzlerindeki ifadeden anlayınca televizyonu açmasıyla son dakika haberleri karşılarına çıktı. Herkes gördüğü görüntülerle gözleri büyürken Evran vakit kaybetmeden koşarak bulunduğu yeri terk edince ekibin diğer üyeleri de onu takip etti.

En sonunda olay mahalline geldiğimizde tek tek arabalardan indik. Bizden önce gelen polislerin sarı şeritle etrafı sardıklarını gördüm. Çok fazla insan vardı neyini bu kadar merak ediyorlardı anlamış değilim başka biri olsa ve buradaki meraklı insanları görse ölmüş bir insanı ilk defa görüyorlar diye yorumlardı. Şeridin başında bekleyen memura Evran kimliğini göstererek şeridin altından olay yerine ilk giren o oldu. Peşinden bizde girdik.

Eldivenlerini takan Evran ve diğerleri heykelin tam karısında durmuş heykeli inceliyorlardı.

Eldivenlerimi taktığım esnada başımı yan tarafıma çevirdiğimde hareketlerim duruldu, büyükçe yutkundum. Bu sabah okuduğum kitaptan bazı satırlar geldi aklıma ''İnsanoğlu kendini merak etmediği sürece ölmüştür. Hayattan beklediği beklenti artık sona ermiş, mutlak sonsuzluğu tatmak üzere sonsuzluğa yol almıştır. Heykeller ise içlerindeki ruhu hapsetmiş var oluşu taş parçaları arasında ararlar.'' derin bir nefes alacaktım ama sadece yarısına kadar alabilmiştim havayı. Karşımdaki heykel sanki bana bir şey anlatıyormuş gibiydi. Heykeli daha fazla incelemek için daha da yaklaştım. Heykele yaklaşırken eldivenleri de elime tamamen geçirmiştim. Gözlerim heykelin yüzünden başlayarak aşağı doğru inmeye başladığında daha aşağı inmeden bakışlarım göğüs hizasında tam kalbinin üzerinde durdu.

İki sayı gördüm.

7

Kaşlarım çatıldı. Katil ne anlatmak istiyordu? Bu iki sayı ne anlama geliyordu? Başım omzuma doğru düştü sanki oraya hipnoz olmuş bir şekilde gözlerim odaklanmış beynimin en derinlerine kazımaya çalışıyordum. Sol elimi kaldırıp işaret parmağımla o iki sayının üzerine tam dokunacağım sırada aniden heykelin göğsüyle parmağım arasında bir santim kalacak şekilde elim hava da kaldı. Heykelin göğsüyle parmağım arasında kalan o küçük aralıktan sanki elektrik çarpmış gibi hissetmiştim, titrediğimi hissettim ve bu beni iliklerime kadar korkuyu hissetmeme neden olmuştu.

Büyük bir şey değildi, küçük ama etkiliydi.

Bu sefer işaret parmağımı sayıların üzerine dokundurduğumda içimde bir şeyler hissettim; bir şeylerin titrediğini, kıpırdadığını ve korkuyu hissedince daha da dikkat kesildim. Bu ceset neden bana böyle hissettirmişti? Parmağımla sayıların etrafında daireler çizmeye başladığımda aniden durdum ve geri çekildim. Etrafıma göz gezdirdiğim esnada Evran Amir'i bir kadınla karşılıklı ama sinirli bir şekilde konuşurken görünce onlara doğru adımlamaya başladım. Yaklaştıkça sadece seslerini duyuyordum konuştuklarını değil ama kadının hareketleri ise karşısındaki kişiyi ikna etmek için çabalıyordu. Amirin yanına gelince durdum ve konuşan kadına baktım.

"Hadi ama Evran bana neler olduğunu söylemen gerek."

"Bence burnunu sokmana hiç gerek yok." Kadın ellerini beline yerleştirdiğinde sanki bir şeyler biliyor ve bunu koz niyetine kullanacaktı Evran Amir'in başını yakacaktı. Zaten yaksa ne olur adam uzaklaştırma bile alsa işe geliyordu ve bunu kimse umursamıyordu. Adam işini seviyordu işi yolunda kendi canını bile verebilirdi.

"Ah peki." başını salladı. "O zaman bende yeni başlık atabilirim değil mi? iznin vardır herhalde?"

Evran Amir gözlerini kadının gözlerine kilitleyince kadın gülümsedi. Bu bakışları biliyordum çok kötü. Bana o bakışları atsa şuan kendimi bir yerlere kapatır asla amirin gözüne gözükmezdim.

"Ne saçmalıyorsun?"

Başını salladı eli çantasına gitti ve biraz içini karıştırdıktan sonra elini havaya kaldırdığında resme kocaman gözlerle ağzım açık bir şekilde kadının elinde tuttuğu fotoğraf karesine bakıyordum. Çünkü fotoğrafta Evran Amir vardı fakat asıl olay sarhoştu elinde tuttuğu bardağı havaya kaldırmış sallarken kameraya yakalanmıştı. Gözlerimin önünden geçen yaşanan cinayette amirin içki koktuğunu fark etmiştim ama buna kafa yormamıştım. Fotoğrafı tutan kadın konuştu.

" 'Cinayet Büro Amiri Evran Tekin. Sarhoş bir şekilde baskına gitti ve çalıştığı karakol bile hiçbir ceza vermeden işine devam etmesi için izin verdi. Bu polis merkezi insan bile öldürüyordur!' böyle bir başlık, ilgi duyar ve benim işim bakımından yükselebilirim. Sonuçta başlık dikkat çeken bir şey. Düşünsene böyle bir şey olduğunu sabah kalktığında vatandaşların senin kapının önünde seni taşlamak veya bambaşka şeyler yapmak için bekliyor olacak hatta bir o kadar insan polis merkezinin önünde seni bekliyor olacak ayy çok heyecan verici olurdu dimi?"

Duyduklarım karşısında şaşkınca gözlerim biraz daha büyüdü. Bu kadın şeytana pabucunu ters giydirirdi. Şu gözlere bakınca ben bile korktum. Kadın tehlike saçan gözleriyle amire karşı pek iyi bakmıyordu. Amir neden bu kadar sakindi? Amirin nasıl bir tepki verdiğini merak ettiğimde bakmak için yavaş bir şekilde kafamı sola çevirdim ve amirin tepkisi kahkaha atmama sebep olmuştu ama kendimi son dakika tutarak büyük bir başarı sağladım. Bu kadının ismi neydi çok merak ettim.

"Ne!"

"Bence harika bir fikir!"

Kadın kollarını göğsünün altında topladıktan sonra sevinçli bir sesle gülerken Evran Amir kaşlarını daha ne kadar daha çatabilirdi ki. Kaşları yerinden kopup gidecekti ve erkan yaşta alnında kırışıklıklar oluşacaktı üzülüyordum amire. Elini yüzüne koyup yavaşça ellerini aşağıya çekti. Sabır dileniyordu şu an çok belliydi.

Tam ağzını açmış karşılık vereceği esnada dikkati yanında eğilip büzülen yardımcısını görünce kaşları havaya kalktı. 'Bu ne ara gelmiş?' diye düşünürken bedenini yardımcısına dönerek derin bir nefesi ciğerlerine çekince konuştu. Resmen gülmemek için çocuk can çekişiyordu.

"Yaratıcı sizi bana ikili gönderiyor herhalde ne vardı Efruzcuğum!"

Cümlenin sonundaki kendi isminin yanına yakıştırdığı '-cuğum-' ekiyle karşımdaki Evran Amir'e bakarken dişlerimin arasına sıkıştırdığım alt dudağımı serbest bırakarak gerçek hayata döndüm. Kendi hayal dünyamda Evran Amir şu an bir kırmızı acı biberdi ve başından dumanlar çıkıyordu bunu hayali gözümün önüne düştükçe kahkaha atmamak için kendimi sıkıyordum. Amirinin ona taktığı eki sonradan fark ederek bunun üzerinde konuşabilirlerdi ama daha önemli bir konu vardı. Gerçeklik. Artık gerçeklere dönmeleri gerekiyordu hele arkalarında kan ağlayan heykel varsa.

Resmen arkamda kan ağlayan bir heykel vardı!

"Heykel'in göğüs kısmına kazınmış iki sayı var."

Evran Amir'in ilk kaşları çatıldı sonra ise bakışları bu sefer sağ tarafında kalan kadına kaçamak bir bakış attığında onunda onları dinlediğini fark edince gözlerini yumdu. Kadın bir adım atarak bana yaklaştı. Acaba biri bana bu kadının ismini söyleyebilir miydi? Yoksa kendimi bir yerlere atacaktım. Kadın demekten yoruldum. Bu heykel neden burada?

Evran'ın soracağı şeyi kadın sordu.

"Hangi sayı bu?"

"Yedi."

Hepsinin kaşları çatıldı. Neyle karşı karşıya kalmışlardı. Kadın hızlıca heykelin yanına doğru adımladığında amirde onun adımlarının peşinden gitti. Onları uzaktan izleyen ben ise ellerimi cebime koyarak sabahtan beri içimdeki o hissiyatı silip atmak istiyordum ama başaramıyordum. Derin nefes aldım gene geçmemişti. Ceketimin cebinden sigara paketini çıkartıp içinden bir tane dal alarak dudaklarımın arasına sıkıştırdım. İçime çektiğim zehir sanki birazda olsa rahatlatmıştı. Gri dumanı geri havaya verdiğimde gökyüzüne doğru yeni gri bir bulut yayıldı.

Hafiften başlayan yağmur eşliğinde sigaramı içerken yaşam ve ölüm arasındaki o ince çizgiyi düşündüm. Araf deniliyordu galiba. Kendini hem boşlukta hissedip hem de kalabalığın içine girmiş ve sanki oradan kurtulamayışın duygularını hissettiriyordu. Herkese göre değişen bu kelime bana göre ise apayrıydı. Var olmuş duygularını eninde sonunda hissedemeyişin kendi varlığın içinde kayboluşun ve onun gerisinde sana getirilen duygular, yaşanmışlıklar.

İnsan kendi var oluşunu düşündükçe ya var olacaktı veya yok olacaktı.

Sigaramın sonuna geldiğimi fark edince düşüncelerimin de sonu gelmişti. Aslında bu düşüncelerin bir sonu yoktu. Parmaklarım arasında sıkıştırdığım uzun beyaz zehri yere atarak ayakkabımın ucuyla ezerek adımlamaya başladım. Taşlı fazla uzun olmayan yoldan yürüyüp asıl olayın gerçekleştiği eve girdim. İki cinayet birden işlemişti ve katil bunu nasıl yapmıştı hala kafamda kuruyordum bir şeyler.

İçeri girdiğimde her yerin kırmızı renge hakim oluşu dikkatimi çekti. Evin her bir duvarının kanla boyandığına şahit olmuştum. Dikkatli adımlarla ilerliyordum evin havasını sadece metalik bir koku el sarmıştı. Hem de etrafıma bakınıyordum hem de kokuyu içime çekiyordum. Amerikan mutfağa sahip olan bu ev, mutfak kısmındaki yaşanan katliamı şaşkın gözlerle incelerken birden omzumun üzerinde hissettiğim dokunuşla irkildim. Arkamı döndüğümde arkadaşımın olduğunu görünce elim kalbime doğru gitti.

"İnsan seslenir." diye sitem ettiğim esnada karşımdaki şahsiyet güldü.

"Ne oldu?"

"Üst kata bakman gerek."

Başımı onaylar şekilde salladıktan sonra evin üst katına çıkmak için mermer merdivenleri çıkmaya başladık Batu'yla. Batu'yla ortaokul ve liseden beri arkadaştık şimdi ise aynı yerde çalışıyorduk bu kadar ayrılmaz olduğumuzu belli etmemeliydik, kardeşim gibiydi. Önümdeki Batu'yu takip ederken yerde tuzla buz olan vazoya şöyle bir bakış atıp yürümeye devam ettim. En sonunda flaşların patladığı odaya girdiğimizde burnuma gelen keskin koku ile kolumu burnuma siper ettim. Odanın içi adete ceset, kan karışımı kokuyordu. Kan daha yoğundu. Sanki çürümeye başlamış gibi bir izlenim veriyordu insana. Odanın tam ortasına geldiğimde gördüğüm manzarayla bir adım geri atmak zorunda kalmıştım.

Vahşi canavar, pislik, cani, psikopat.

Kolları iki yana açılmış hatta avuç içlerinin içinden çivilenmiş, başı yere eğik, ayaklarının altındaki yastık kan içindeydi. Vücudu ise sabitlenmiş bir şekilde dimdik karşılarındaki duvarda asılı olan kadına bakıyorlardı. Her gören küçük dilini yutarken bunu yapan kişinin nasıl bir gücü ve kudreti olduğunu düşünüyorlardı. Öğürme isteğim kat ve kat artıyordu birden olduğum yerde eğildim ve sadece öğürmeye başladım hiçbir şey gelmiyordu çünkü midemde bir şey yoktu, açtım ben.

Bir adım attım yatağa doğru, bir adım daha attım. Yatakla bedenim arasındaki mesafe sıfıra düşünce gözlerimle karşımdaki kadının kalbinin bulunduğu yere bakınca orada sayı göremedim, kaşları çatıldı. Bunu o katil yapmamıştı belli oluyordu belki de yapmıştı. Ondan her şey beklenirdi ve bizde bekliyorduk galiba.

İkisinin farklı birer katili vardı o zaman ya birbirlerine bağlayan ortak bir şeyleri varsa. Kapıdan içeri giren Evran keskin koku yüzünden yüzünü buruşturdu, Hızlı, kendinden emin adımlarla duvarda asılı olan kadın göz hizasına girmiş oldu. Gördüğü manzara karşısında duruldu bu yaşına kadar böyle bir caniliği, vahşiliği görmemişti. İlk defa böyle bir durumla karşı karşıya gelmişti. Derin nefes almak istemişti ama maalesef alabilecek havası yoktu alsa bile ciğerleri sadece kan kokacaktı.

Onları bekleyen acı dolu bir son vardı.

İnsan ölmeyeceğini kendine o kadar inandırmıştır ki var olanı unutarak yaşamaya devam etmiş kendi ölümleri kendi elleriyle olacağını kimse tahmin edemezdi. Azrail sadece işini yapıyordu.


§§§§§§§§§§

Olay yerinden toplanan kanıtları, kanıt odasında göz gezdiriyorduk ve geçen işlenen cinayetle karşılaştırıyorduk. Saat ise akşam on biri geçiyordu. Elimde tuttuğum ölmüş boksörün cesedinin ev sahipliği yaptığı fotoğrafa bakarken gözlerimin önüne yanık beden gelmişti. Hızla oturduğum sandalyeden kalkarak elimdeki fotoğrafı dosyanın üzerine bıraktım koşar adım bulunduğum odayı terk ettim. Aniden kalkıp koşarak odayı terk ettiğim için arkamdan Evran Amir'in bağırmasını bile önemsemeden karakoldan dışarı attım kendimi. Bir şeye bakmam gerekiyordu emin olmak istediğim bir şey vardı fotoğrafta çıkmamıştı ama kendi gözlerimle görmem gerekiyordu.

Hastanenin önünde arabayı durdurunca kapının önünde bakışlarımı gezdirdim ve arabayı hareket ettirerek kenara park ettim. Arabadan indiğimde koşarak hastanenin içine girmemle direk sağ sola bakınmadan aşağı katın merdivenlerine yöneldim. Asansöre binebilirdim ama onu bekleyecek vaktim yoktu kısıtlıydı. Morgun önünde nefes nefes duruldum. Eğilerek avuç içlerimi diz kapaklarıma dayayarak destek aldım. Yerin dibinde yapmışlardı resmen kendimi bir an mezara girmiş gibi hissetmiştim zaten morg mezarlık değil miydi?

Nefesim düzenlendiğinde kapıdan çıkan hemşireyi görünce sevindim çünkü izinsiz giremezdim aslında girebilirdim ama güvenlikle hiç uğraşamazdım. Onlarla uğraşarak zaman kaybetmek istemiyordum. Birde doktor iznini almam gerekiyordu hiç uğraşamam. Hemşirenin beni görmesiyle kapının önünde durdu ve bana bakmaya başladı.

"Merhaba."

"Merhaba, buyurun?"

İşaret parmağımla kapalı olan kapıyı göstererek konuştum.

"İçeri girip bir şeyi kontrol etmem gerekiyor acilen."

"Beyefendi içeri girmek o kadar kolay değil doktor izni olmadan sizi içeri alamam."

Gözlerimi devirerek karşılık verdiğimde içimden 'bir şeyler hızlıca olsa ne olacak?' diye geçirirken hala içimden söyleniyordum. Ceketimin iç cebinden polis kartımı çıkartarak karşımdaki hemşireye gösterince kadın bu sefer gülümseyerek kapıyı geriye doğru itti. İçeri girdiğimde onu takip ettim. İlla kartımı mı göstermek zorundayım ne kadar zorluyorsunuz ya illa çıkacak o cebimden. Soğuk olan odaya girdiğimde bakışlarımla etrafı incelerken hemşire konuştu.

"Kime bakacaktınız?"

Kurbanın ismini hatırlamaya çalıştım ama aklıma bir türlü gelmeyince telefonumu çıkartım. Gerçekten kurbanın adını neydi? Birkaç yere çıkıp girdikten sonra tarihi söylemenin daha iyi olacağı aklıma geldi ama tarihte aklımda değildi. Ne oluyordu bana niye unuttum her şeyi? Elimi saçlarıma atıp karıştırdıktan sonra dişlerimi sıktığımı fark etti. Hemşire çok garip bakıyordu bana her an güvenliği arayabilme ihtimali yüksekti.

Karakoldan çıkmadan önce aklımdaydı her şey. Bu sefer tekrar telefonumu cebimden çıkarttım tekrar aramaya koyuldum çünkü bir yerde bir şey olacaktı gösterecek bir şeyin olduğunu biliyordum. En sonunda gözlerimin önünde canlanan birkaç anıyla başımı hemşireye çevirdim.

"On bir ocak günü işlenen cinayet kurbanının cesedini görmek istiyorum. Buraya on üç ocak getirildi."

Cesedin hala burada olduğunu biliyordum çünkü ailesi cesedi alıp gömmemişti. Onun için işim kolay olacaktı. Hemşire hızlıca kare demir kapının kolunu kendine doğru çekip kapının açılmasıyla içindeki metal sedyeyi çekti ve beyaz örtülü adamın yüzünü açmadan hemşireye baktım. Şimdi tatlı kız sen dışarı çık ve bundan sonrasını sessiz bir şekilde kendim halledeyim.

"Bundan sonrasını ben hallederim."

"Peki, kolay gelsin."

"Teşekkürler."

Odayı terk eden hemşirenin arkasından bakarken aniden başımı cesede çevirdiğimde beyaz örtünün kenarlarından tutarak aşağıya doğru çektiğimde sadece bakacağım yeri açmıştım zaten. Yanmış bedene bakarken burnuma gelen kokuyla yüzümü buruşturdum ve eğilerek adamın kalbinin bulunduğu göğüs kısmına bakınca hiç bir şey olmadığını fark ettim. Nasıl yani neden yoktu olması gerekiyordu. Ne kadar saçma işti bu. Eğildiğim yerden doğruldum bu kadar basit olamaz diye içimden geçirdim.

Cebimden telefonumu çıkartıp fener ışığımı açtığımda adamın göğüs kısmına dikkatli bir şekilde incelerken birden gözlerim gördüğü şeyle duruldu. Evet vardı akıllı yanık bedende nasıl bir iz arıyordun nasıl görecektin ne kadar akıllıyım işte. Elimi kaldırıp kalbinin tam üzerindeki deriye dokunduğum esnada içimde bir gariplik hissederek elimi hızlıca çekerek yanık olan kısmın fotoğrafını çektim, telefonu kapatarak cebime yerleştirdim. Beyaz örtüyü tekrar kapattım sedyeyi içeri doğru iterek kare şeklindeki kapıyı kapattım ve morgdan çıktım.

Arabama bindiğimde hava gürledi sonra birden yağmur yağmaya başladığında anlamsız bakışlarımı ilk etrafa sonra ise gökyüzüne çevirdiğimde yağmur hızını attırdı. Başımı sağ sola sallayarak telefondan amiri aramak için numarasının üzerine bastım öğrendiğim şeyi söylemem gerekiyordu büyük bir ipucu olabilirdi. Çalan telefonu bakışlarım kaydı bu neden açmıyordu başka birisi arasa hemen açardı. Hızla arabayı kullanırken amir sonunda telefonu açmıştı. Hele şükür.

"Sen neredesin? Kanıt odasını nasıl terk ettiğinin farkındasındır umarım bir açıklama bekliyorum Efruz!"

Azarlama için konuşan Evran Amir susunca konuşma sırasının bende olduğunu anladım. Bu adam beni her dakika azarlıyor böyle olmaz. Amir beni o kadar azarlamak için uğraşıyordu ki insanı deli ederdi. Ve evet karakolda bana çaylak derlerdi. Çaylak demelerinin sebebi ise birkaç ay önce burada işe başlamış olmamdı fakat Batu'ya asla bir şey demiyorlardı. Tüm ekipçe bana çaylak diyorlardı kendimde memnundum zaten.

"Elimizde çok büyük ipucu var."

"Açık konuş." telefonun diğer tarafında ciddileşen ses tonunu duyunca devam ettim.

"Hastaneden az önce çıktım. On bir ocak günü işlenen cinayet kurbanının cesedine bakmaya geldiğimde onunda heykeldeki gibi sayı vardı."

"Sayı ne alaka onda ne işi var?"

"Bilmiyorum ama dündeki cesette yazan sayıyla aynıydı." bir süre sessizlik oluştu.

"Cinayetleri işleyen kişiler aynı olabilir ama o odada bulduğumuz cesedin başka katili var."

"Evet, acilen otopsi raporu lazım bize. Bir şey fark ettim duvara asılan kadın avuç içlerinden çivilenmişti bu bize bir mesaj olabilir mi?"

"Rapor elimize anca yarın ulaşır. Çivilemek... Bize alttan alttan mesaj veriyor olabilir bunu bulmamız gerek."

"Ne yapacağız o zaman."

"İllaki sayıların bir anlamı olabilir."

"Sayıların anlamı?"

"Evet bazı sayıların anlamı olur yada gizli bir kod olabilir. Bunu sana bırakıyorum iki aynı sayının anlamını bul ve yarın bana bildir."

"Peki."

Deyip telefonu tam yan koltuğa atacağım esnada telefon elimde titremeye başladı. Derin nefes aldım bu amir neden beni bir saniye bile bırakmıyor kesin çok seviyor beni ondan her dakika benimle konuşmak istiyor. Ben neden bu kadar saçmalıyorum. Ekrana kayan bakışlarım gördüğü isimle hızlıca kulağıma götürdüm telefonu. Bir şey olmamıştır diye içimden geçirdim.

"Efendim büyükanne."

"Oğlum!" ağlama sesini duyunca arabayı yavaşlattırdım yağmur hala devam ediyordu, konuştum.

"Büyükanne ne oldu! Bir şey mi oldu?" kötü bir şey olmuştu. Gök gürledi.

"Kızım... Kızımı bul bana getir." ağlaması şiddetlenince kaşlarım çatıldı.

"Ne olduğunu bana biraz daha detaylı anlatman gerek. Ağlamayı kes! O nerede?"

"Ya-yağmur yağıyor o yağmurdan korkar."

Telefonun arkasından ağlayış sesleri yükselmeye devam ediyordu o sırada direksiyonu sola kırdım ve son hızla büyükanne dediği kadının evine sürmeye başladım. Aslında onun hiçbir şeyi olmuyordum ama buraya ilk taşındığım zamanlarda bu yaşlı kadın bana yardım etmişti ve onu artık büyüğüm olarak görüyordum. Başım sıkışsa yanına gidebileceğim tek kişiydi. Yağmur şiddetini her dakika arttırıyordu ve yolda göz gözü görmüyordu hele de araba kullanırken. Hızımı azaltmadan devam ediyordum.

En sonunda evin önünde geldiğimde frene basarak lastiklerden acı bir çığlık yükselmişti. Kapıyı açarak aşağı indiğimde yağmur her yerimi ıslatmıştı çoktan bahçe kapısının önüne geldiğimde büyükannem elindeki şemsiyeyle ağlayarak bana bakıyordu.

"Büyükanne nerede olabileceğini biliyor musun?"

"Bi-bizim eve gelmeden iki sokak ötesinde olabilir markete gitmişti."

"Peki ben onu bulup sana sağ salim getireceğim."

Geri koşarak arabaya gittim şoför koltuğuna binerek kapıyı kapattım. Sol kolumu koltuğun başına atarak geriye bakarak sokaktan çıktım. Büyükannemin dediği yere gelince arabayı yavaşlatarak camın ardından sağ sola bakınmaya başladığım esnada gözüm sol çaprazıma kaldırımda oturan kendi kendine sallana ve tir tir titreyen kızı görünce arabayı durdum. Arabadan indim, bagaja doğru adımladım ve kapısını açarak içindeki beyaz şemsiyeyi elime aldım.

Kaldırımın yanına geldiğimde sırılsıklam olan, tir tir titreyen kızın başına şemsiyeyi tuttuğumda bu sefer ben ıslanmaya başladım. Kız bir süre daha kendi kendine sallanmaya devam etti kızın tam önünde diz çöktüm. Omzuna elimi yerleştirdiğimde genç kız çığlık atarak elime vurdu ve şemsiyenin yere düşmesini sağlamıştı. Bakışlarım şaşkınlıkla ona baktı neden böyle davranıyordu tamam biraz asabi bir kız olabilirdi ama neyi vardı?

Etrafıma bakındım evlere baktım hepsinin ışığı sönmüştü burayı sadece sokak lambaları aydınlatıyordu ıssızdı. Market ise çoktan kapatmıştı. Bu kız buraya nereden gelmişti ara sokaklardan mı yoksa normal tek sokaktan mı gelmişti? Ama asla ara sokaktan gitmezdi markete biliyordum bir şey olmuştu ve neden evlerinin aşağısındaki bakkala değil de neden buradaki markete gelmişti bu kız.

Kız ise çığlık atmaya devam ederek başını kolları arasına aldı sallanmaya devam ediyordu. Ne yapacağımı bilmiyorum onu tanıyordum ama neden bu halde olduğunu, kimin ona ne yaptığını bilmiyordum ve şuan bir şey bilmemek canımı sıkıyordu. Kızın ağlamasını, ıslanmasını istemiyordum onu buradan acilen götürmem gerekiyordu sonrasında neler olduğunu öğrenebilirdim ne de olsa. Biraz daha yaklaştım ona ve sol elimi kaldırdım tepki vermemişti bana bakıyorsa olsa asla dokundurmazdı yanında benim bile olduğumu fark etmemiştir bile. Omzundan tuttum kendime çektim onu. Bedeni kollarım arasında hala titriyordu. Kulağına sessizce fısıldadım.


"Buradayım. Şşşşt!"

Kız kulağında hissettiği sesle çığlıkları duruldu. Çığlığı durmuştu bu çok daha iyiydi. Tekrar fısıldadım kulağına.

"Çiçeğini yakmalarına izin verme...Maysa."


Loading...
0%