
Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip, yorum yaparsanız mutlu olurum. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar... ☘️
Instagram: lavinyaofficial_ orada bölümlerle ilgili alıntılar paylaşıyorum takip ederek destek olursanız sevinirim.
***
"Bina, bodrum kat dahil toplam üç katlı. En üst katta, toplantı odaları ve bir kaç oda daha var. İkinci katta normal odalar var. Zemin katta, davetin yapılacağı büyük salon ve lavabolar var. Bodrum katta ne olduğunu bilmiyoruz." Dedim önümdeki krokiyi göstererek.
Şuan Almanya'da, davetin yapılacağı binanın karşısındaki oteldeydik. Otel odası davetin yapılacağı binayı net bir şekilde görüyordu.
Davet ise bir kaç saat içerisinde başlayacaktı, davetin asıl amaçlarından biri büyük toplantıyı gerçekleştirmekti.
"Koray, Alaz siz odada kalacaksınız. Koray kameralar sende, Alaz sende olası bir durumda atış desteği sağlayacaksın. Meriç, Oğuz siz garson kılığına girip binada olacaksınız. Ben Lewis'in yanında olacağım, ilgisini çekmeye çalışacağım. Arslan sende benim korumam olarak içeriye gireceksin. Anlaşıldı mı Anka." Diye planın üzerinden son bir defa daha geçtim.
"Anlaşıldı komutanım." Dediler Arslan hariç hep bir ağızdan.
"Güzel, şimdi hazırlanalım bakalım." Dedim ayağa kalkarak. Dün gece kaldığım odaya doğru adımlamaya başladım.
Alaz, Meriç ve Oğuz benim odamın yanındaki odada, Arslan ve Koray ise salondaki koltuklarda yatmışlardı.
Bavulumu açıp içinden Ankara'da teyzemlerle aldığım siyah elbiseyi çıkarttım.
Planı Almanya'ya gelmeden önce yaptığımız için, Arslan takım elbise bende davete uygun bir elbise getirmiştim. Oğuz ve Meriç zaten garson kıyafeti giyeceği için onlar buradan alacaktı.
Bu operasyon olmasa elbisenin gardrobumda çürüyeceğine emindim, tabi İpek benden gizli almazsa.
Üzerime elbiseyi giyip makyaj masasına oturdum. Elbiseme uygun sade bir makyaj yapıp siyah saçlarımı hafif dalgalandırdım. Kulağıma küpelerimi, bileğime ise birkaç bileklik taktım.
Masadaki ufak bıçağı ve mini silahı eteğimin altında görünmeyecek şekilde yerleştirdim.
Çantama da normal silahımı ve birkaç eşyamı koyup siyah topuklu ayakkabılarımı giydim.
Şuan bu topuklular yerine postal giymeyi tercih ederdim, hiç rahat değildi bunlar.
Aynanın karşısına geçip kendime baktım, güzel olmuştum. Telefonumu alıp saate baktım, 40 dakikada hazırlanmıştım.
Telefonu çantama koyup odamdan çıktım. Davet yarım saat içinde başlayacaktı.
Sessizce time emir veren Arslan'ın sesini duydum. "Hepiniz tetikte olun beyler, İris'e dikkat edeceğiz adama yakın olacak kişi o, hayatı tehlikeye girdiğini an ilk önceliğiniz İris olacak. Anlaşıldı mı?" Diyordu.
Salona girdiğimde beni ilk gören Meriç olmuştu. "Oha!" Deyip beni baştan aşağı süzdü. Meriç'in aşırı tepkisiyle birlikte hepsi bana bakmaya başladı.
Oğuz'a baktığımda gözlerini irileştirerek bana baktığını gördüm. Diğerlerinin de Oğuz'dan farkı yoktu.
Yanlarına gidip Arslan'ın yanındaki boş yere oturdum. Bu sırada Arslan'ın ağzının içinden küfür ettiğini duydum.
"Anka kendine gel!" Ses tonum yüksek değildi ama sertti. Konuşmamla hepsi önüne dönüp üstlerini düzeltmeye başladı. Alaz da silahını yerleştirip dışarıya bakmaya başladı.
Arslan'a dönüp baktığımda onun gözlerinin zaten bende olduğunu gördüm. Ufak bir tebessüm belirdi dudaklarımda. "Araç hazır mı?" Diye sordum.
"Hazır, çıkalım." Dedi. Kafanı sallayıp ayağa kalktım. Oğuz ve Meriç de bizimle evden çıktı.
Biz Arslan'la otelin arka tarafından çıkıp arabaya bindik. Otelde olduğumuz belli olmasın diye biraz dolanıp öyle gidecektik davet salonuna.
"En kısa sürede adamın örgütle bağlantısı olduğunu kanıtlamaya çalış." Dedi Arslan gözleri yoldayken.
Biraz öne eğilip Arslan'ın koltuğuna tutundum. Arslan'ı korumam olarak göstereceğimiz için arka koltuğa oturmuştum.
"Merak etme, halledeceğim." Dedim elimi kulağına götürüp kulaklığı takarken.
"Biliyorum, dikkatli ol." Dedi.
"Emredersiniz." Dedim gülerek, oda güldü.
"-Komutanım, Lewis salona girdi." Dedi Alaz kulağımızdaki kulaklıklar sayesinde sesini duyuyorduk.
"Anlaşıldı, bizde giriyoruz." Dedim.
Davet salonun önünde durduğumuzda Arslan aşağı inip kapımı açtı daha sonra beraber davet salonuna girdik.
Gözlerim etrafta Lewis'i aramaya başladı. Arka taraftaki masalardan birinde oturuyordu. Onun olduğu tarafa doğru yürümeye başladım.
Bir kaç masa ilerisindeki masaya oturdum, Arslan da benim yanımda oturdu.
Gözlerim tekrardan etrafta gezindiğinde bu kadar tanıdık simalar görmeyi beklemiyordum açıkçası. Umarım benim asker olduğumu bilen birisi yoktur, eğer varsa operasyon daha da zorlaşırdı.
İleriden elli yaşlarında bir adamın gülerek bu tarafa doğru geldiğini fark ettim. Bu adam Boran'ın abi dediği adamlardan biriydi, Boran'ı o eğitmişti.
"Arjin? Seni burada görmeyi beklemiyordum." Diye konuştu sandalyeye otururken.
Arslan gözlerini kısıp adamı incelemeye başladı.
"Boran malûm gelemeyince ben geldim." Dedim sahte bir gülümsemeyle.
"Anladım, ben o yakalanınca senin de yakalandığını düşünmüştüm." Dedi.
"Boran'ı iyi eğitememişsiniz galiba, kusura bakmayın ama bir time tek başına saldırmaya kalkarsa yakalanır. Benim eğitmenim iyiydi." Dedim gülümseyerek.
Adamın gülen yüzü bir anda soldu. Bunu görünce Arslan'ın dudakları iki yana kıvrıldı.
"O Boran'ın salaklığı. Neyse ben gideyim bir kaç kişiyle daha görüşmem lazım, size iyi eğlenceler." Deyip hızla masadan uzaklaştı.
Arkasından bakıp ufak bir kahkaha attım.
Üzerimde hissettiğim bakışlarla kafamı sağ tarafa çevirdim, Lewis gözlerimin içine bakarak sırıttı ve kadehini havaya kaldırdı.
Bende başımı hafifçe eğip gülümsedim. Bu sırada sol tarafımdaki Arslan'ın küfür ettiğini duyunca bakışlarımı ona çevirdim.
Bir kaç dakika sonra masaya gelen Oğuz ile kafamı ona çevirdim. Önüme bir kadeh kırmızı şarap bırakıp konuştu.
"Şu masadaki beyefendi bunu size gönderdi. Ben hazırladım." Dedi son cümleyi fısıldayarak söylemişti.
Kadehi alıp kafamı Lewis'in olduğu tarafa çevirdim, gülümseyerek kadehini tekrar havaya kaldırdı.
Bende aynı şekilde karşılık verdikten sonra dudaklarıma götürdüm fakat içmedim, içiyormuş gibi yaptım.
"Fazla içme." Diye uyararak konuştu Arslan.
"Hiç içmiyorum, sevmem." Dedim kafamı tamamen Arslan'a çevirip
Gözlerim etrafta gezinmeye başladı.
Bir süre sonra yanıma yaklaşan adım sesleriyle başımı sağ tarafıma çevirdim. Lewis buraya geliyordu.
"Gutan tag." (Merhaba.) Dedi yanımdaki sandalyeye otururken gülümseyerek. Almanca konuşmuştu.
"Gutan tag." (Merhaba.) Diye cevap verdim bende onun gibi gülümseyerek.
"Seni dağda görmüştüm, örgüttensin değil mi?" Diye konuştu. Çok akıcı bir Türkçesi vardı.
"Evet, ama seni tanıyamadım." Dedim gülümsemeye devam ederek.
Arslan'a bakıp kaslarını çatarak konuştu. "Bunu daha önce görmemiştim, yeni mi?" Diye sordu.
"Yeni değil, şehirdeki adamlarla ilgileniyor." Dedim.
Kafasını sallayıp konuşmaya devam etti. "Seninle baş başa konuşmam mümkün mü?" Diye sordu.
"Değil, güvenliği açısından yanından ayrılamam." Dedi Arslan soğuk bir ses tonuyla.
"Kendini koruyabileceğini düşünüyorum." Dedi Lewis bana bakarak. Ukalaca konuşması Arslan'ı daha fazla sinirlendirmiş olacak ki derin nefesler almaya başladı.
"Buyurun söyle geçelim." Dedim ilerideki boş masayı göstererek. Lewis gülümseyip ayağa kalktı ve elini bana uzattı.
Arslan'a baktığımda gözlerini Lewis'in eline dikmiş dişlerini sıkarak bakıyordu. Ona bakmamla gözlerini bana çevirdi başını çok hafif iki yana salladı.
Lewis'in elini tutmadan ayağa kalktım ve masaya doğru ilerlemeye başladım.
Masada yüzüm Arslan'a dönecek şekilde oturdum, Lewis'de benim çaprazımdaki sandalyeye oturdu. Bu masa diğerlerine göre küçük, dört kişilik bir masaydı.
"Böyle bir güzelliğin dağlarda harcanmaması lazım." Diye sırıtarak konuştu. Bende utanmış gibi yaparak başımı hafifçe eğip bir iki saniye önüme baktım.
"Tanışıyor muyuz? Seni daha önce görmüş olsaydım unutmazdım, eminim." Dediğimde ufak bir kahkaha attı.
"Tanışıyoruz, toplantılarda sen benim yüzümü göremesende, ben senin bu güzelliğini sıkça görüyordum." Dedi gülerek.
"Ben senin o yüzünü görünmez hale getireceğim piç kurusu bekle sen." Diye sinirle konuşan Arslan'ın sesini kulağımdaki kulaklıktan duydum.
Gözlerimi Arslan'a çevirdiğimde kızgın bakışlarının hedefindeki kişi Lewis'di, umarım şuan silahını çıkartıp Lewis'in kafasına sıkmazdı. Bakışları yapacak gibiydi olduğunu gösteriyordu.
"Maskeli?" Dedim sanki bilmiyormuş gibi. Kafasını aşağı yukarı salladı. "Evet." Dedi.
Bu sırada Meriç yanımıza geldi. "Efendim bir arzunuz var mı?" Diye konuştu sahte gülümsemesiyle.
Lewis bana döndü. "Ne içmek istersin?" Diye sordu.
"Su alayım, içip kontrolümü kaybetmek istemiyorum." Dedim. Yalandı, ne kadar içersem içeyim sarhoş olmazdım ama tadından nefret ederim.
"Bir su, bir kadeh şarap." Dedi Lewis, Meriç başını sallayıp gitti.
"Almanya'ya ne zaman geldin?" Diye sordu.
"Dün geldim." Diye cevap verdim.
"Nerede kalıyorsun?" Diye sordu bu kez.
"Bir otelde kalıyorum, yarın gece Türkiye'ye geri döneceğim." Dedim.
"O kadar erken mi döneceksin ya?" Dedi üzüntüyle.
"Maalesef, otelde uzun süre kalacak param yok." Dedim.
Bu sırada Meriç suyumu ve şarabı masaya koyup gitmişti.
"Bu gece bende kal o zaman, hem paran cebinde kalır hem de beraber daha kaliteli zaman geçiririz." Dedi göz kırparak.
Arslan ağıza alınmayacak küfürler ediyordu, bu gün nedense çok fazla küfür ediyordu bu adam.
"Bilemedim ki şimdi, sana zahmet vermeyeyim." Dedim.
"Ne zahmet vermesi ya, aksine dediğim gibi kaliteli vakit geçirmiş olurum. Birazdan toplantıya gireceğim, toplantı bittikten sonra eve geçeriz." Dedi.
Kafamı salladım. "Peki madem, öyle diyorsan." Dedim.
Birkaç dakika sonra 'Lewis toplantıya gideceğim' deyip yanımdan ayrıldı. Tabi yakasında benim çaktırmadan taktığım dinleme cihazıyla.
Arslan sinirle yanıma gelip az önce Lewis'in oturduğu sandalyeye oturdu.
"Örgütle bağlantısı olduğunu söyledi, evine gitmenize gerek yok alalım şimdi." Dedi Oğuz.
"Olmaz, zorla söylettiler der çıkar işin içinden. Evinde herhangi bir belge vardır illa ki örgütle ilgili." Dedim.
"İris hiç içime sinmiyor o piçin evine gitmen." Dedi dişlerinin arasından Arslan. Bu sırada izleniyormuş hissiyatıyla gözlerimi etrafta gezindirdim.
Bir kaç masa ilerimizde gözlerini dikmiş bana bakan adamı gördüm, ona baktığımı fark edince hızla başını öne çevirdi.
Yirmili yaşlardaydı, esmer kalıplı biriydi.
"Bizim işimiz bu Arslan. Ben bir elimi yüzümü yıkayıp geleyim." Dedim ayağa kalkarak.
Lavaboya girip etrafa bakındım, kimse yoktu. Musluğu açıp ellerimi yıkamaya başladım.
Kapı açılıp kapandıktan sonra anahtar sesi duydum, kapıyı kilitlemişti. Kafamı kaldırıp aynadan gelen kişiye baktım. Bu o esmer adamdı.
Bilerek onu buraya çekmiştim, yukarıda bizi açığa çıkartacak bir şey yapmasın diye.
Aynadan göz göze geldik. "Türk askerisin sen." Diye sinirle konuştu, bizden nefret ettiği bakışlarından belliydi.
Dudaklarım iki yana kıvrıldı, ona doğru döndüm. "Nereden anladın?" Diye sordum alayla.
"Gördüm seni! Benim babamı öldürdün sen! Katil Türk askeri! Katilsiniz siz!" Deyip cebinden bıçak çıkarttı.
Boran'ın yanında görmüştüm bunu, babası da örgüttendi sözde bölge sorumlularından biriydi.
"İris ne oluyor? İris'le göz teması olan var mı beyler?" Diye sordu Arslan telsizden.
"Baban ölmeyi hak etti, aynı senin hak ettiğin gibi." Dedim gülerek.
"Öldüreceğim seni!" Deyip saldırdı bıçağıyla, kolunu tutup çevirdim ve başını duvara yasladım. Bıçak elinden düştü. "Ahh! Bırak beni pislik kadın!" Diye bağırmaya başladı.
"Artık çok geç, babana cehennemde selamımı söyle." Deyip elini bıraktım ve boynunu sertçe çevirip kırdım.
Bu sırada kapı zorlanmaya başladı. Adamı bıraktığımda sertçe yere düştü. "İris?" Kapının diğer tarafından Arslan'ın sesini duydum.
Kilidi çevirip kapıyı açtığımda Arslan hızla içeriye girdi ve beni baştan aşağı süzmeye başladı.
Yaralanıp yaralanmadığımı kontrol ediyordu. Bir şeyim olmadığını görünce sıkıca sarıldı bana.
Böyle bir şey yapacağını düşünmediğim için anlık afallasam da kendimi topladım fakat kollarım sanki felç olmuş gibi hareket etmiyordu.
Arslan benden yavaşça ayrılıp yerde yatan adama bakmaya başladı.
"Öldü mü?" Diye sordu, başımı sallayıp onayladım. "Bu elbiseyle adam öldürmedim de demem artık." Dedim dalgayla. Onunda dudakları iki yana kıvrıldı.
"Meriç, Oğuz buraya gelin." Dedim. Bu ceseti biz buradan çıkartmaya çalışırsak dikkat çekerdik.
Arslan gözlerini bir anlığına bile ayırmadan bana bakıyordu. Bir süre sonra Meriç ve Oğuz geldi.
Onlarında gözleri yerde yatan adama kaydı. "Yok edin şunu." Dedim, başlarını hafifçe eğip, "Emredersiniz komutanım." Dediler.
Arslan'la lavabodan çıkıp oturduğumuz masaya geri döndük.
...
"Evin çok güzelmiş." Dedim etrafa bakınırken.
Lewis'in evine yeni gelmiştik şuan salonunda oturuyorduk. Saat gece on iki buçuktu. Ev üç katlıydı ama tahminimce bodrum katı da vardı.
Arslan, Meriç ve Oğuz dışarıda arabanın içinde bekliyorlardı. Koray ve Alaz'da otelde kalmışlardı.
"Güzeldir, evimin en güzel yeri neresi biliyor musun?" Diye sordu sanki çok önemli bir sır veriyormuş gibi fısıldayarak.
"Neresi?" Diye sordum sahte bir merakla.
"Yatak odam. Evin en güzel yeri, görmek ister misin." Dedi gülümseyerek.
"Ulan! Belasını sikerim ben bunun!" Diye bağırdı Arslan.
"Ben bu gece orada yatayım o zaman, sen de başka güzel yatak odası varsa orda yat." Dedim bende gülümseyerek.
Gülüşü solsa da anında kendini topladı. "Manzarası kastetmiştim." Dedi.
"Anladım. Bir şey sormak istiyorum." Dedim.
"Tabii ki, sor lütfen." Dedi.
"Sen niye örgüte destek veriyorsun? Yani yanlış anlama, senin örgüte ihtiyacın yok gibi gözüküyor da o yüzden sordum." Dedim.
"Babam için. Babamın intikamını örgüt aracılığıyla alıyorum diyelim." Dedi dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi.
"Başın sağ olsun." Dedim üzülmüş gibi yaparak.
"Babam yaşıyor, sadece felçli. Yürüyemiyor, konuşamıyor, kendi başına yemek yiyemiyor yaşayan ölü gibi." Dedi.
"Kusura bakma, geçmiş olsun. Türkler mi babanı o hale getirdi?" Diye sordum.
"Evet, babam bir iş insanıydı. Arkadaşlarıyla buluştuğu sırada kurşuna dizdiler babamı gözlerimin önünde." Dedi gözleri dolmuştu.
"Ben bir elimi yüzümü yıkayayım, kendime geleyim." Deyip kalktı.
Odadan çıktığında ayağa kalkıp TV ünitesinin çekmecelerine baktım. Fakat işe yarar bir şey yoktu.
"Komutanım itiraf etti işte." Dedi Meriç.
"Evet komutanım alalım artık neyi bekliyoruz." Dedi Oğuz.
"İris ne yapalım, gelelim mi? Yoksa kanıt bulmanı mı bekleyelim." Dedi Arslan.
Bu tarafa gelen adım sesleri duymamla birlikte hemen geri yerime oturdum.
"Lewis, İris komutanın asker olduğunu öğrenebilir, hayatı tehlikeye girer." Dedi Koray.
Bu sırada Lewis odadan içeriye girdi.
"İris bizi duyuyor musun?" Diye sordu Arslan.
"Lewis yanına olabilir komutanım, bu yüzden cevap veremiyor olabilir." Dedi Alaz.
"Lewis yanındaysa ve bizi duyuyorsan iki kere öksür İris." Dedi Arslan. İki kere öksürdüm.
"Aç mısın? Bir şeyler sipariş edebilirim." Dedi Lewis.
"Hayır, zahmet etme aç değilim." Dedim.
"İris yanına gelmemizi istiyorsan tekrar öksür." Dedi Arslan, bu sefer öksürmedim. Ses kaydıyla başka bir ülkenin vatandaşını tutuklamak zor olurdu, kendini aklayabilirdi.
"Peki, bir şeyler içmek ister misin?" Diye sordu bu sefer Lewis.
"Dikkat et kapının önündeyiz, kendini tehlikeye atma İris." Dedi Arslan güven verici sesiyle.
"Şey aslında bana yatacağım odayı gösterirsen çok iyi olur. Sabah erken kalktım ve çok yorgunum." Dedim.
"Tamam gel." Deyip merdivenlere doğru yürümeye başladı. İkinci kata çıkıp odalardan birinin önünde durdu.
"Burası. Benim odam üst katta eğer bir şeye ihtiyacın olursa gelebilirsin." Dedi kendince havalı olduğunu düşündüğü bir göz kırpmayla.
"Tamam, iyi geceler." Dedim. Odaya girip kapıyı kapattım. Odada iki kişilik bir yatak, masa, gardırop ve boy aynası vardı.
"Komutanım evdeki bütün kameralar kayıt dışı, Lewis odasına girdi." Dedi Koray.
Bir süre odada bekledikten sonra yavaşça kapıyı açıp odadan çıktım.
Hemen yan odanın kapısını açmaya çalıştım fakat kilitliydi.
Diğer iki odaya bakmaya başladım. Lavabo ve bir tane daha yatak odasıydı.
Kilitli olan kapının önünde durdum. Bacağımdaki küçük çakı yardımıyla kilidi açmaya çalıştım. Bir kaç saniye sonra kapı açılmıştı.
Burası bir çalışma odasıydı. Hemen kapıyı kapatıp masanın yanına gittim. Çekmeceleri karıştırmaya başladım. Kilitli olan çekmeceyi açtığımda belgeler, flaş bellekler, fotoğraflar vardı.
Belgelere gelişigüzel baktığımda aradığım belgeler olduğunu fark ettim.
"İşte bu!" Dedim sessiz ama heyecanla.
"Buldun mu?" Diye sordu Arslan.
"Benden kaçar mı?" Dedim gülerek. Odadan çıkıp kendi kaldığım odaya girdim. Belgeleri, flaş bellekleri ve fotoğrafları çantama koydum.
Bu sırada Lewis'in sesini duydum. Merdivenlerden inerken biriyle konuşuyordu.
"Ne saçmalıyorsun sen, ne demek o kadın Türk askeri?" Diyordu fısıldayarak. Öğrenmişti asker olduğumu.
"Lewis kimliğimi öğrendi, buraya geliyor." Dedim time.
"Sen onlara haber ver, ben kadına bakacağım." Dedi Lewis. Sesi kapının hemen dışından geliyordu.
Odaya girdiğinde göz göze geldik, zaten öğrenmişti, numara yapmama gerek yoktu.
Elinin beline gittiğini gördüğümde ondan önce davranıp ben silahımı ona doğrulttum.
"Sakın! Tek bir yanlış hamlende mermiyi kafana yersin!" Diye bağırdım.
"Verdammt!" (Lanet olsun!) Dedi ağzının içinden.
"İris geliyoruz, dikkatli ol!" Dedi Arslan telsizden.
Tam cevap vereceğim sırada dışarıdan gelen siren sesleriyle kaşlarım çatıldı.
"Komutanım Alman polisi geliyor." Dedi Meriç.
"İris çık hemen o evden! Koray, Oktay Albay ile irtibata geç!" Dedi Arslan.
Bu sırada Lewis elime tekme atıp silahın elimden düşmesini sağladı ve hızla kapıdan çıkıp kapıyı kilitledi.
"Arslan gidin siz, ben geleceğim." Dedim silahımı yerden alırken.
"Saçmalama çık hemen o evden!" Diye bağırdı Arslan.
"Komutanım Oktay Albay "Alman polisiyle sıcak temasa girmeyin." dedi." Dedi Koray.
Çantamı da omzuma takıp pencereye doğru adımladım. Camı açıp dışarıya baktım. Polisler sokağın başındaydı, bu tarafa doğru geliyorlardı.
"Arslan yakalanırız! Gidin siz, otele geleceğim ben." Dedim tek ayağımı camdan sarkıtırken.
"Yakalanma sakın! Oğuz otele sür." Diye bağırdı.
Ayağımdaki topuluları çıkartıp camdan atladığımda sol bileğim biraz acımıştı ama umursamadan çıplak ayakla koşmaya başladım. Topuklular beni yavaşlatırdı ve ağrıyan bileğimin daha çok ağrımasına sebep olurdu.
Birkaç sokağı hız kesmeden koştuktan sonra yeterince uzaklaştığıma emin olup koşmayı bıraktım.
Ayağıma batan taşlar ve bileğim canımı çok yakıyordu ama umursamadan yürümeye devam ettim.
Otele yaklaştığımda dikkat çekmemek için ayakkabılarımı giydim ve saçlarımı ellerimle düzelttim.
Otele girip asansöre bindim ve odanın olduğu katın numarasına bastım. Ayakkabılar bileğimi acıttığı için eğilip ayağımdan çıkarttım ve elimde tutmaya başladım.
Asansör katta durduğunda inip odaya doğru yürüdüm. Elimi kaldırıp kapıyı tıklatacağım zaman kapı hızla açıldı ve sinirinden deliye dönmüş bir adet Arslan ile karşı karşıya kaldım.
Beni fark ettiğinde bakışları yumuşadı ve gözleri vücudumda gezindi, yaralanıp yaralanmadığımı kontrol ediyordu.Gözleri ayaklarımda takılı kalınca kaşları çatıldı.
Bende kafamı eğip ayaklarıma baktığımda kanadıklarını gördüm. Arslan kollarını bedenime dolayıp beni kucağına aldı ve salondaki koltuklardan birine oturttu.
"Ne oldu ayaklarına?" Diye sordu ayaklarımdaki yaraları incelerken.
Time baktığımda hepsinin sorar gözlerle bana baktığını gördüm.
"Topuklularla koşmak zor olur diye çıplak ayakla koştum ahh-" Dedim, cümlemin sonunda acıyla inlemiştim çünkü Arslan ayağıma bakmak için ağrıyan bileğime baskı uygulamıştı.
"Ne oldu?" Diye sordu Arslan kaşlarını çatıp.
"Galiba camdan atlayınca bileğim incindi." Dediğimde sert bir nefes aldı.
...
"Daha iyi mi bileğin?" Diye sordu Arslan yeni buzu getirirken. Kafamı salladım. Otele geleli bir saat olmuştu.
Bileğimi camdan atlarken incittiğim için buz tutturmuştu Arslan, zorla. Daha sonrasında ayaklarıma batan camları ve taşları teker terek çıkartıp ayaklarımı sarmıştı.
"Komutanım yarım saat içinde havaalanına gitmemiz lazım." Dedi Koray.
***
Bölüm sonu. ☘️
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Oy verip yorum yapmayı unutmazsanız sevnirim.
Görüşmek üzere...🤗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.36k Okunma |
461 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |