@kubraq
|
Merhaba, hoşgeldiniz. Fikirlerinizi yorumlarda belirtirseniz çok sevinirim, oy verirseniz de okunduğunu anlarım. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar...☘️
Instagram: lavinyaofficial_ takip ederek destek olursanız sevinirim.
***
"Kimsin sen? Neden yardım ediyorsun bana? Amacın ne?" Böyle bir soru beklemediğim için duraksadım. Kaşlarını çattı, şüpheli bakışları yüzümü turluyordu. "Kimsin sen dedim! Amacın ne!?" Az öncekine göre sesi sert ve yüksek çıkmıştı. "İnsanım. Amacım da senin şu yemeğini yemen, soğuyacak bak soğuyunca tadı çıkmaz ye yemeğini." Alayla konuştuğumda gözlerini devirip kafasını cama doğru çevirdi. Ona asker olduğumu söylesem işim daha kolay olurdu fakat kimliğimi kimseye açık edemezdim, kesin emir almıştım Oktay Albay tarafından. Bu işimi zorlaştırıyordu. Sızmam gereken bir kamp ve yalnız bırakmamam gerek bir yüzbaşı işi daha da çıkmaza sokuyordu. Yüzbaşı on dakikadır aynı şekilde duruyordu. Bir kaç kez elini alnına götürmüştü, artık bir şeyler yemesi lazımdı. Ayağa kalkıp yatağa oturdum. Yüzbaşının bakışları sonunda bana dönmüştü. Hâlâ dizlerinin üzerinde duran tepsinin içindeki makarnadan bir çatal aldım ve gözünün içine baka baka çiğneyip yuttum. Övünmek gibi olmasın çok güzel yapmıştım. İkinci çatalı alıp yüzbaşının ağzına uzattım, yüzüme bakmaya devam edince gözlerimle çatalı işaret ettim. O da aynı şekilde gözlerimin içine bakarak makarnayı ağzına alıp yedi. Çatalı ona verip eski yerime geri döndüm. Tam yarım saattir göz temasımızı kesmeden birbirimize bakıyorduk. Bu bakışmayı açılan kapı bozdu, kafamı çevirip baktım, Boran'ın bir numaralı adamı gelmişti. "Heval, Boran yoldaş arıyor." Dedi telefonu uzatarak. Telefona bakıp geri adama baktım. Telefonu açmıştı Boran bizi duyuyordu. "Arıyorsa açsana." Dedim bir ümit gider diye ama gitmedi. "Boran yoldaş seni arıyor heval, al" Hay yoldaşın ölsün. Telefonu elinden çekip aldım. "Dinliyorum." Dedim. "Neredesin sen!?" Böğürmesiyle telefonu kulağımdan biraz uzaklaştırdım. "Ne oldu?" Sorusunu es geçmiştim, nerede olduğumu biliyordu zaten. "Sana bir soru sordum! Neredesin!? Kaç kere aradım seni!?" Biz yüzbaşıyla bakışırken bir kaç kez aramıştı evet, ama kimin umurunda ki. "Bilmem kaç kere aradın, saymadım." Alayla konuşmam onu daha çok sinir etti ve bu benim hoşuma gitti. "Arjin! Dalga geçme benimle cevap ver!" Aha yırtıldı bir tarafları. Tüh yazık oldu. "Bana böğürmeyi kes Boran! Kedine gel, sana hesap mı vereceğim?" Onun kadar bağırmasam da, dişlerimin arasından sertçe konuşmuştum. Derin bir nefes verdiğini duydum. "Tamam. Asker nasıl, konuştu mu?" Dedi, bakışlarım yüzbaşıya kaydı. Çatık kaşlarıyla dikkatli bir şekilde bana bakıyordu. "Daha konuşturamadım. Malum önceki yaralarına da zarar verdiğin için dinlenmesi lazım. Birazdan başlayacağım ama kolay konuşmaz, zaman alır." Yüzbaşının bakışları yüzümün her tarafını turluyordu. Karşı taraftan Boran'ın kahkahasını duydum. "Güzel eğlen ben gelene kadar, ben gelince sana fırsat kalmayacak." Gözlerimi devirdim. Ben izin verirsem eğlenirdi tabi. "Hı hı. Başka bir şey yoksa kapatıyorum." Dedim zaten yeterince sesini duymuştum, yeterdi bu kadar. "İyiyim, sağ ol merak edip sorduğun için sorduğun için, sen nasılsın?" Ölüp gitsen daha iyi olurdum. "İyi, başka." Dedim bıkkınca, o da fark etmişti zaten. "Yok." Dedi. bir şey demeden yüzüne kapatıp telefonu kapıda bekleyen adama uzattım. "Bir daha odama bu şekilde girersen, bu odadan sağ çıkamazsın!" Daha önce bir kaç teröristi hepsinin gözü önünde öldürdüğüm için ne kadar ciddi olduğumu biliyordu. "Tamam, kusura bakma heval."Deyip arkasına bile bakmadan çıkmıştı odadan. Konuşurken sesi titremişti. Bakışlarım yüzbaşıya geri döndüğü zaman bana aynı şekilde bakıyordu. " Asker beni bakışlarınla öldüremezsin, yeter." Bakışlarını çekmedi üzerimden. Merak ediyordu, ona neden yardım ettiğimi, ya da neden ona sorular sormadığımı işkence yapmak yerine neden yemek verdiğimi. "Yüzbaşı, özel kuvvetler o kadar ileri teknolojiye henüz erişemedi. O yüzden bana şöyle bakmayı kes." Bilerek rütbesini ve özel kuvvetleri söylemiştim. Kaşları çatıldı hatta o kadar çatıldı ki gözleri artık gözükmüyordu. "Sen nereden çıkarttın bunları?" Kelimelerini dikkatli seçmeye çalışıyordu. "Ne! yoksa gizli gizli o teknolojiye eriştiniz ve sen benim üzerimde mi deniyorsun?" Yapmacık şaşkın bir sesle konuştum ve gözlerimi irice açtım. Gülmemek için kendini zor tuttuğunu fark etmiştim, dudaklarını sıkıca birbirine bastırıyordu. "Rütbeyi ve özel kuvvetleri diyorum, nerden çıkarttın." Sesi çok bıkkın çıkmıştı. "Bilmem" dudaklarımı büzdüm. "Yanlış mı?" Gözlerini kapatıp sessizce bir şeyler söyledi. Sanırım bıktırmıştım şimdiden. "Kimsin sen?" Al işte başa dönmüştük. "Dedim ya insanım diye." Ayağa kalktım. "Yat uyu, dinlen biraz kötü gözüküyorsun. Bir de kaçmaya çalışma, yaralısın zaten çıkamazsın kamptan." Odadan çıkarken gözlerini devirdiğini gördüm. Benim, Gece'nin ve Pusat'ın odasında kameralar vardı fakat bu kameraların göz ile görülmesi neredeyse imkansızdı. Mutfağa gidip az önce yaptığım soslu makarnayı ısıtmak için ocağa koydum, bir yandan da kampa giderken ve dönerken yemek için bir kaç sandvinç hazırlamaya başladım. Biraz zaman sonra telefonuma gelen bildirimle telefonu elime aldım. Yüzbaşı masamı karıştırıyordu. Kilitli olan ve içinde birkaç belgenin olduğu dolabı açmaya çalıştı ama başaramadı. Biraz daha zorlarsa açabilirdi. Zaten ısınmış olan makarnanın altını kapatıp odaya gittim. İçeriye girdiğimde yatakta hiç kıpırdamamış gibi oturuyordu. Masanın üstüne baktığım zaman karıştırılmış olduğunu anlamazdım, eğer masanın üstünde olan tel tokalarımın sayısı altıdan beşe düşmemiş olsaydı. Dudaklarım hafif yukarı kıvrıldı. Tel tokayı dolabı açmak için kullanacaktı. "Gözlerin bitti tel tokayla mı öldüreceksin beni?" Elimi uzattım. "Alayım." Dedim "Neyi?" Anlamamış gibi yaptı. "O güzel gözlerini." Dedim alayla ama gözleri gerçekten güzeldi. Bana bakıp kaşlarını kaldırdı sonra dudaklarında kocaman gülümseme oluştu ve ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. 'Sonunda, buldum, galiba' Gibi buna benzer bir şey söylemişti sanırım, pek fazla umursamadım. "Hadi ver şu tokayı. Hem özel kuvvetlerin kelepçeden kurtulmak için tel tokaya mı ihtiyacı var?" Kelepçeli elini uzatıp tokayı avcuma yavaşça bıraktı. Bırakırken gözleri bileğime kaydı ve dikkatli bir şekilde incelemeye çalıştı. "Yok haklısın." Uzattığı tokayı ve diğer tokaları alıp cebime koydum. Kapıdan çıkacakken durup arkamı döndüm. "O parmağını da tak çıkar yapma boşuna buradan çıkamazsın her tarafta adamlar var ve yaralısın." Deyip çıktım odadan.
...
"Ya hayır seni öldürecek olsam güzelim yemeğimi niye ziyan edeyim, çeker vururum Allah Allah." Gözlerimi devirdim. On altı dakika boyunca yemekle bakışıp duruyordu, arada da kokluyordu. "Bilmem." Dedi. Derin bir nefes alıp verdim. "Ya sabır!" Dudakları kıvrılır gibi oldu ama saniyesinde eski haline döndü. Gözlerimin içine bakarak bir kaşık alıp yedi. "Eee o kadar adam nereye gitti?" Diye sordu normal bir sohbet havasında. Ağzımdan laf almaya çalışıyordu ama neden bunu bu kadar açık bir şekilde yapıyordu, istese bunu hissettirmeden yapabilirdi. "Dedim ya düğüne diye." Makarnadan bir kaşık daha yedi. "Nasıl olmuş beğendin mi?" Dedim. Beş dakikada dolu tabağı bitirmişti. Bir günden fazla aç olması da bir etkendi ama yerken yüzü farklı bir şekle bürünüyordu. Doymak için değil de zevk almak için yiyor gibiydi. "Açım o yüzden yiyorum, mecburiyetten yani." Güldüm sözleriyle hareketleri uyuşmuyordu. "Siz bordo bereliler açlığa karşı koyabiliyordunuz hani? Yanlış mı biliyorum yoksa?" Tek kaşı kaşını kaldırdı. "Sen boş zamanlarında bordo berelilerin neler yaptığını mı araştırıyorsun?" Sıcaktan bunalıp at kuyruğu yaptığım saçlarımı açtım. "Evet. Her zaman en sevdiğim hobilerimden biridir." Önündeki tabağı gösterdim. "Bir tabak daha ister misin? Aç kalma diye söylüyorum." Göz kırptığımda güldü. "Olur aç kalmamak için bir tabak daha yiyebilirim." Tepsiyi alıp odadan çıktım. Çıkarken bir şeyler mırıldandı fakat yine anlamadım. İkinci tabağı getirdiğim zaman onu da bitirdi. Zaten yorgun olduğu için daha fazla dayanamayıp uyudu. Ben de kampa nasıl gideceğimi düşünüyordum. Yüzbaşının açmaya çalışıp açamadığı dolabı açıp içinden kampın krokisini aldım. Kamp çok iyi korunuyordu. Bu şekilde iyi korunan çok az kamp vardı. Kampın arka tarafı uçurumdu, ön tarafında orman vardı fakat orman ve kampın arasında iki yüz metrelik bir açıklık vardı orada bir tane ağaç bile yoktu. Bu da kampa kamufle olarak sızmayı imkansızlaştırıyordu. Kampa girmenin bir yolunu bulurdum fakat karşımda yatan adam büyük bir sorundu. Tek başına bırakamazdım hem benim yokluğum belli olurdu hem de yüzbaşı zarar görürdü. "Of iki ucu boklu değnek, çık bakalım işin içinden." Ellerimi başımın arasına alıp gözlerimi kapattım, sessiz bir şekilde konuştum. "İstersen sana yardım edebilirim." Yüzbaşı aniden konuşunca irkilmiştim. "Uyumuyor muydun sen?" Omuzunu silkti "Senin çenenden kurtulabilmek için rol yaptım." Gözlerimi devirdim. Ben konuşmayı sevmezdim ki. "Ben konuşmayı sevmem." Dedim, kafasını beni geçiştirircesine salladı. "Eee yardım etmemi istiyor musun?" Kaşlarım havalandı neden yardım etmek istiyordu ki. "Bir Türk subayı neden benimle işbirliği yapmak istesin ki?" Kendime terörist diyememiştim. "Körü körüne yardım etmeyeceğim, bir şartım olacak." Tek kaşımı kaldırdım. Devam etmesini bekledim. "Ben sana yardım edeceğim sende karşılığında teslim olup itirafçı olacaksın." Gür bir kahkaha attım. Bana garip bir şekilde bakıyordu. Özlem, merhamet, sevgi bakışlarından bir çok anlam çıkarabilirdim fakat gözlerindeki bu duygular için bir neden yoktu. "Başka bir istediğin?" Derin bir nefes alıp doğrulmaya çalıştı, yüzünü buruşturdu, zorlanınca kolundan tutup kalkmasına yardım ettim. "Bak sen onlar gibi değilsin. Gel işbirliği yap bende sana yardım edeyim, hem şimdi hem de mahkemede." Geri yerime oturdum, keşke kimliğimi açık edebilsem ama emir demiri kesiyordu işte. "Bak amacını biliyorum ama bana o güzel sözlerin etki etmez. Bana yardım mı etmek istiyorsun? O zaman sessizce dur burada, ikimizin iyiliği içinde." Gözlerini devirdi. Aklıma gelen şeyle tekrar konuştum. "Bak aklıma ne geldi. Biz bu işbirliğini farklı şekilde yapalım. Ama önce senden bir söz almam lazım." Dedim. Kaşlarını çattı. "Ne sözü, ne demek istiyorsun?" Arkamı döndüm, kampın krokisini alıp yüzbaşıya uzattım. "Buraya on kilometre uzaklıktaki kampın krokisi. Buraya gitmem lazım. Kamp, arşiv kamp olarak da bilinen bir kamp duymuşsundur belki." Kafasını olumlu anlamda salladı. "Duydum da, sen buraya kolaylıkla girebilirsin. Benimle neyin işbirliğini yapacaksın?" Boran'ın haberinin olmaması gerek gibi ufak bir ayrıntı da vardı. "Seni burada tek başına bırakamam. On dakika bıraktığımda masamı alt üst ettin, saatlerce yanlız bırakırsam kampın altını üstüne getirirsin, sende bu potansiyeli görüyorum." Güldü bende güldüm. "Neyse gelelim şimdi iş birliğine, bu kampa beraber gideceğiz sende istediğin birkaç dosya alacaksın ve kaçmayacaksın yüzbaşı. Kampa gideceğiz geleceğiz, tamam mı?" Kaşlarını çattı. "Sana nasıl güveneceğim." Şüpheyle sordu. "Ben sana nasıl güveniyorsam öyle. Eğer kaçarsan ben bunu açıklayamam, sen kaçmayacaksın bende sana dosyaları vereceğim. Eğer istersen komutanlarına da yollarım yani bana güvenmezsen, direkt komutanlarına yollarım sende görürsün." Dedim. Kaşları düzeldi kafasını olumlu anlamda salladı. "Tamam peki, buradan nasıl çıkacağız?" Omuz silktim. Boran'ın adamı ölse buraya gelmezdi bir daha, diğerleri de bu eve giremezdi. "Orası kolay merak etme. Önce senin yaralarına bakalım." Malzemeleri alıp yatağa oturdum. Yaralarını temizleyip tekrar sardım.
...
Yaralarını sarmam ve plan yapmamız iki saatimiz almıştı. Ayağa kalktım, daha önceden hazırladığım içinde silahların olduğu çantayı alıp mutfağa gittim. Hazırladığım sandviçleri ve suları da çantaya koydum. Yüzbaşı da arkamdan gelmişti. "Birazdan dışarıya çıkacağım arka taraftakileri ön tarafa göndereceğim sonra beraber çıkacağız buradan. Beni beklemeden çıkmayacaksın." Yüzbaşı bıkkın bir nefes verdi. "Tamam, tamam, tamam. Seni beklemeden bir yere gitmeyeceğim tamam, anladım, sorun yok." Gülüşümü bastırmaya çalıştım başarısız olacağımı anlayınca bir şey demeden arkamı dönüp dışarıya çıktım. Boran'ın bir numaralı adamının yanına gittim. "Askerler arkadaşlarını almak için operasyon düzenliyormuş, arka taraftakilere söyle ön tarafı daha sıkı koruyun bir aksilik istemiyorum." Dedim. Kafasını salladı. "Tamam heval, merak etme." deyip telsize doğru bir şeyler söylemeye başladı. Bende eve doğru yürümeye başladım. Eve girdiğimde yüzbaşı bıraktığım yerde duruyordu. Yanına gittim kollarını bana uzattı kelepçeyi açmam için. Sol bileğindeki kelepçeyi açıp kendi sol bileğime taktım. Şaşkın şaşkın bana bakıyordu. "Bakma bana öyle kaçmayacağından emin olmam lazım." derin bir nefes verdi. "Eee ben böyle nasıl silah kullanacağım?" Dediğinde güldüm. "Sen kullanmayacaksın. Daha gencim ve yapmam gerekenler var, ölemem." Gözlerini devirdi. "Tamam. Ona da tamam." Arka taraftaki cama doğru yürüdük. Çıkmadan önce kafamı camdan çıkartıp etrafa baktım. Kimse olmayınca dışarı çıktık.
...
Bir saattir yürüyorduk. "Amacın kolumu çıkartmaksa daha kolay yolları var bunun, uğraşma boşuna bu şekilde." Diye sızlandı yüzbaşı. "Ya zaman yok, hızlı yürü biraz. Tamam yaralısın ama kaplumbağa da değilsin." Dediğimde sinirle derin bir nefes aldı. "Ya sabır!" Diye söylendiğinde kolunu biraz daha çekiştirdim. "Al canım al senin olsun, kol bırakmadın bende zaten, al." Dediğinde daha çok güldüm amacım biraz sinir etmekti. "Sen nasıl bordo bereli oldun ya, ne bu naz?" Diye dalga geçtiğimde öyle bir baktı ki, biraz tırstım. Ellerimi teslim olur gibi iki yana kaldırdım. "Tamam be bakma öyle demedim bir şey." Ellerimi kaldırırken kolunu çekiştirdiğim için derin bir nefes verdi. Bir süre daha yürüdükten sonra bir ağacın altına oturduk, kelepçeyi çözdüm. Çantamdan su şişesini çıkarttım biraz içip yüzbaşıya uzattım, bir şey demeden alıp içti. İki tane sandviç çıkartıp birini ona uzattım, su şişesinin kapağını kapatıp yere bıraktı, sandviçi yemeye başladı. "Yaraların nasıl? Bakayım mı?" Diye sorduğumda kafasını iki yana salladı. "Kolum hariç iyiyim." Çok fazla çekmemiştim abartıyordu biraz, amma nazlı çıkmıştı bu yüzbaşı da canım. "Kelepçelerini çözdüm ama kaçmaya çalışma sakın, yoksa anlaşma bozulur!" Derken işaret parmağımı aşağı yukarı sallıyordum. Bir bana baktı birde parmağıma baktı. "Tamam merak etme. Hatta sana bir sır vereyim mi?" Kafamı olumlu anlamda salladım. "Ben uzun zamandır bu kampa girmeye çalışıyorum. Kaçmam yani için rahat olsun." Şaşırmıştım ama bu durum işime gelmişti kafamı tekrar aşağı yukarı salladım. Güvenimi kazanmak için de söylüyor olabilirdi. "İyi güzel." Dedim. Sandviçlerimizi bitirip yürümeye başladık. Bu sefer kelepçeyi takmamıştım, ona güvenmeyi seçmiştim ama gözüm sürekli onun üzerindeydi. Kampa bir saatten az yol kalmıştı. Arkamızda başka adım sesi duymamla beraber yüzbaşıyı kendime çektim o sırada bir silah patladı. Hızla yüzbaşıya baktım, vücüdünda bir şey yoktu. Belimdeki silahı çıkartıp bize ateş eden kişiyi kolundan ve bacağından vurdum yanına gidip silahı ondan uzaklaştırdım. Yüzünde maske vardı, maskenin ucundan kahverengi saçlar gözüküyordu. Maskeyi çekip çıkarttım. Gördüğüm yüzle kaşlarım çatıldı. Berfe'ydi, Boran'ın biricik kız kardeşi. Sol taraftan adım sesleri gelince Yüzbaşı bana fırsat vermeden beni ağacın arkasına çekti. Aynı anda bir çok silah sesi yankılandı. "Bana da silah ver çok fazlalar." Belimdeki ikinci silahı çıkartıp yüzbaşıya uzattım. Yarım saat sonra karşımda on bir leş vardı Berfe de bu esnada kaçmıştı. Yerde yatanların tamamen öldüğünden emin olunca yüzbaşıya döndüm. "Burada direkt kafasından vurulanlar var onlardan birinin kıyafetini giy üstüne." Dedim. Dönüp yüzüne baktım göz göze gelince bana bir garip baktığını fark ettim. Bu bakışın tarifi yoktu çok anlamlı bakıyordu. Kaşlarım çatıldı, bakışları koluma kaydı ve onun da kaşları çatıldı, bende koluma baktığımda kanadığını gördüm. "Vurulmuşsun, yanında malzeme var mı?" Diye sordu. Gözlerimi tekrar yüzüne çevirdim. Hâlâ çatık kaşlarıyla koluma bakıyordu. "Önemli bir şey değil. Sıyrık sadece." Burnundan sertçe nefes verdi. "Var mı, yok mu?" Dişlerinin arasından konuştu. Başımı aşağı yukarı salladım. "Var, ama gerek yok cidden." Beni dinlemeden elini çantama attı omzumdan yavaşça çıkardı. "Gel otur." Dedi bana fırsat vermeden yaralı olmayan kolumdan tutup çekiştirmeye başladı, ağacın dibine oturttu. Kolumu incelemeye başladı. "Kurşun içeride değil, dikişlik gibi de durmuyor. Saralım şimdilik." Dedi. Çantadan malzemeleri çıkartmaya başladı. "Tamam ben sararım ver." Kolumu çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Kendi sardı, kolumu sararken sanki ameliyat ediyormuş gibi dikkatliydi. "İşte bitti." Dedi. Ayağa kalkıp yerde yatan leşlere doğru gitti, birinin üstündekileri çıkartıp kendi üstüne giydi. Yanıma gelip elini uzattı kalkmam için, tutup kalktım. "İyi misin?" Diye sordu, şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Önce gerek yok dememe rağmen ısrarla kolumu sarmıştı, şimdi de iyi olup olmadığımı soruyordu. "Yani belgeleri almadan ölme diye soruyorum." Gözlerindeki ifadeyi görmesem inanırdım. Güldüm. "İlk kurşun yaram değil yüzbaşı, merak etme ölmem. Yani belgeleri teslim etmeden ölmem." Dedim onun söylediklerini taklit edercesine. O da güldü. Bir şey demeden kalan yolu da yürüdük.
...
"Nasıl gireceğiz. Planı anlatırken bu kısmı 'doğaçlama bam bam bam yapacağız.' dedin, şuan bam bam bam kısmındayız anlat bakalım." İki yüz metre ilerimizde kamp vardı. Gelmiştik ama on dakikadır nasıl gireceğimizi düşünüyordum.
***
Bölüm sonu. ☘️ Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Oy verip yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Görüşmek üzere...🤗 |
0% |