21. Bölüm

21. Bölüm

Kübra
kubraq

 

 

Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip, yorum yapmayı unutmazsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar...🍀

 

Instagram: lavinyaofficial_

 

 

*** 

 

Harekat merkezine girdiğimde Oktay Albay telefonda biri ile konuşuyordu.

"Anlaşıldı komutanım, emredersiniz." Deyip telefonu kapattı Oktay Albay. Gözleri bana döndüğünde hazır ola geçtim.

Alaz, Oğuz ve Gece de buradaydı.

"Yüzbaşım, askerlerimizin yerini bulduk fakat bulundukları bölge bizim kontrolümüzde değil." Dedi Oktay Albay.

"Ne yapacağız komutanım?" Diye sordum. Bana kalsa bölgenin kimin kontrolü altında olduğunu umursamaz giderim ama önce nerde olduklarını bilemem lazımdı.

"Önce bölgenin kontrolünü sağlayan ülke ile masada anlaşmaya çalışacağız, eğer askerlerimizi güzellikle vermezlerse biz gidip alırız. Şimdilik sadece sabredip bekleyeceğiz." Deyip harekat merkezinden çıktı Oktay Albay

"Biz bekleyeceğiz de onlar da boş boş beklemiyor ki her geçen dakika işkence ediyorlar." Dedi Aycan.

"Yapacak bir şey yok, eğer masada ikna olmazlarsa biz dağda ikna ederiz." Dedi Gece.

Ekranda açık olan İHA görüntüsüne kaydı gözüm. "Buradalar mı?" Diye sordum ekranı göstererek.

"Evet komutanım." Dedi Oğuz. Bölgeyi biliyordum, bu iş masada çözülmezdi.

"İris aklından geçen şeyi yapamazsın." Dedi Pusat. Gözlerim Pusat'a kaydı.

Bir şey demeden harekat merkezinden çıktım. Diğerleri de arkamdan çıktı.

Hava almak için bahçeye çıktığımda Pusat konuşmaya başladı.

"Bu sefer sivil değiliz, emirsiz hareket edemeyiz İris. Aklından geçeni yaparsan iki ülke savaşın eşiğine gelir."

"Aklındaki şey ne?" Diye sordu Aycan.

"Emir almadan, telsizi kapatıp gidip Arslan'ları almak. Tabii bunu yaparken de karşısına çıkan herkesi öldürmek." Dedi Gece.

"Yapacaksan ben varım abla." Dedi Aycan.

"Bizde varız komutanım." Dedi Alaz, kendisini ve Oğuz'u kastederek.

"Yeter ki bir an önce kurtaralım onları, daha fazla canları yanmadan." Dedi Oğuz.

"Düşünmeden hareket edemeyiz. Şuan gitsek bile karargahtan destek almadan hem kendimizi hem onların canını tehlikeye atarız." Dedi Gece, maalesef haklıydı.

"Masada güzel sonuç alınma ihtimali sıfır. Üç Türk askerini bırakmazlar." Dedim.

"En azından deneyelim. Oktay Albayı duydun eğer güzellikle vermezlerse biz alacağız zaten." Dedi Pusat.

"İyi de komutanım biz burada bekledikçe her geçen dakika onların canı daha fazla yanıyor. Video kaydı ortada." Dedi Aycan.

"İşkenceye dayanır üçü de. Eğer işkenceyle baş edemeyecek olsalardı özel kuvvetlere alınmazlardı zaten." Dedim, işkenceye dayanırlardı dayanmasına da, onları şehit etme ihtimalleri çok yüksekti ve ben bundan korkuyordum.

"Ya onları şehit ederlerse?" Diye benim korktuğum ihtimali sesli dile getirdi Aycan.

"Öyle bir şey yaparlarsa ellerine bir şey geçmez." Dedi Alaz.

"Videoya alıp kendi aralarında itibar kazanırlar." Dedi Gece yere bakarak, aklına gelen şeyleri çok iyi biliyordum.

"Önce konuşturmaya çalışırlar." Dedi Pusat, Gece'nin dediği şeyle birlikte dolan gözlerine bakarak.

Telefonum çalmaya başladığında cebimden çıkarttım.

"Arslan arıyor?" Dedim kaşlarım çatık bir şekilde görüntülü aramayı yanıtlarken. Bu sırada ekran kaydını başlatmıştım.

Diğerleri yanıma gelip telefona bakmaya başladılar. Sandalyeye bağlanmış üç adam görüş açısına girdi.

Elleri arkadan bağlanmıştı, bacakları ve ayakları sandalyeye bağlanmıştı. Yüzleri yara içerisindeydi. Üniformalarının bazı yerlerindeki kesikler ve kanlar çok belliydi.

Fakat üçü de dimdik hiçbir mimik göstermeden karşıya bakıyorlardı, yüzlerindeki ve vücutlarındaki yaralar yokmuş gibi.

Daha sonra başka biri kameranın görüş açısına girdi. Fiziğinden erkek olduğu belliydi, gözleri hariç yüzü görünmüyordu.

Elindeki elektroşok cihazıyla beraber Arslan'ın arkasına geçti.

"Bakalım Türk askerleri elektriğe ne kadar dayanıklılar?" Deyip elektroşok cihazını Arslan'ın beline değdirdi. Ses değiştirici kullandığı için sesi robot sesi gibi çıkmıştı.

Arslan'ın dişlerini sıktığı, kasılan çenesinden çok belli oluyordu. Gözlerini sıkıca yumdu ve başı arkaya doğru gitti.

"Abi." Diye acıyla fısıldadı Aycan.

"Şerefsiz!" Diye bağırdı Alaz.

Adam elektroşok cihazını Arslan'ın belinden çektikten sonra yan tarafında oturan Koray'a doğru ilerledi.

Arslan'ın kafası önüne düşmüş bir şekilde duruyordu, hızla nefes alıp verdiği, kalkıp inen omuzlarından ve karnından belliydi.

Adam elektroşok cihazını Arslan'a yaptığı gibi Koray'ın beline değdirdiğinde Koray'ın dudaklarından kısık sesle bir inleme çıktı.

Daha sonra o da bağırmamak için dişlerini kırmak ister gibi sıktı.

"Hayır ya." Dedi yine Aycan fısıldayarak.

Birkaç saniye sonra elektroşok cihazını Koray'ın belinden çekip Meriç'e doğru yürümeye başladı.

Cihazı Meriç'in beline değdirdiği an Meriç'in dudaklarından gür bir kahkaha döküldü.

Adam da Meriç'in kahkahalarla güldüğünü duyunca kaşlarını çattı ve elektroşok cihazını belinden çekip konuştu.

"Ne diye gülüyorsun lan? Deli misin?!" Diye bağırdı, sesi hala ses değiştirici yüzünden robot gibi çıkıyordu.

Meriç bir şey demeden kahkaha atmaya devam ediyordu.

Arslan ve Koray da şaşkınca Meriç'e bakarken Meriç kahkaha atmayı kesmeden ikisine bakarak kafasını hafifçe salladı.

Koray ve Arslan şaşkın şaşkın birbirlerine baktıktan sonra onlarda kahkaha atmaya başladı.

Bir nevi işkenceyle baş etme yolu sayılırdı bu. Meriç bağıracağını bildiği için kahkaha atmıştı, acıyla inlemek yerine kahkaha atarak canının yandığını göstermemeye çalışmıştı.

"Aramayı sonlandır! Bizde biraz daha oynayalım bakalım, madem bu kadar çok sevdiniz." Diye bağırdı robot sesiyle adam, telefon kapandı.

Onlara işkence edecekti. Kalbime sancı girdi, sanki birisi kalbimi avucunun içine almış ve parçalamak istiyormuş gibi sıkıyordu.

Aldığım ekran kaydını Oktay Albaya gönderdim.

 

...

 

Şuan karakolun girişini gören bir bankta oturuyordum. Nöbette yine Ardahanlı ve Amasyalı vardı.

Gözüm ilerideki ağaca takıldı. Arslan beni zorla karakola sokmaya çalıştığı zaman o ağacın dibinde bayılmıştım.

Dudaklarımda ufak bir gülümseme belirdi.

O zaman Arslan'ın acı çekmesine büyük ölçüde engel olmuştum ama şimdi engel olamıyordum.

Dudaklarımdaki ufak gülümseme solup gitti

Görüntülü konuşmanın üzerinden yaklaşık iki saat geçmişti.

Oktay Albay, Onur'un odasında görüntülü görüşmeler yaparak Arslan'ları kurtarmaya çalışıyordu ama çok zordu.

Zor olduğu görüşmenin bu kadar uzun sürmesinden belliydi zaten.

Daha fazla sabrım kalmamıştı. Onlar orada işkence görürken daha fazla burada oturamazdım.

Ayağa kalkıp karakola doğru yürümeye başladım. Onur'un odasının önüne geldiğimde kapıyı yavaşça tıklatıp açtım.

"Bakın! Askerlerimin bölgenizde esir tutulduğu belli! Sadece esir tutulmakla kalmıyor işkence görüyorlar! Askerlerimi hemen en yakın Türk üslerinden birine teslim etmezseniz gereğini yaparız!" Diye yüksek sesle konuşuyordu Oktay Albay.

Beni gördüğünde ufak bir baş hareketiyle 'gel' işareti verdi.

"Bana herhangi bir resmi belge ulaşmadı, askerinizin bizim kontrolümüz altında olan bölgede esir tutulduğuna ve işkence gördüğüne dair resmi bir belge yok. Bunlar sizin iddialarınız albay. Dediğiniz gibi askerleriniz bizim kontrolümüz altında olan bir bölgede esir tutuluyorsa dahi o bölgeye nasıl izinsiz girdiklerini sorgulamamız gerekir. Ben bölgeyi aratacağım ancak askeriniz bizim bölgemizdeyse orada ne aradıklarını sorgularız, sorgumuz bitince de aramızda konuşup size teslim edip etmeyeceğimize karar veririz. Sonuçta bizim bölgemize izinsiz girerek suç işlemiş sayılırlar ve tutuklanabilirler." Dedi bilgisayarda konuşan piç.

Ağzımı açtığım zaman Oktay Albay ile göz göze geldik ve kafasını konuşmamam için iki yana salladı, ama bu sorun sizli bizli konuşarak çözülmez.

"Ulan ne demek sorgulamak? Tutuklanabilir diyor bide pezevenk. Sen kimi tutukluyorsun lan?! Onlar oraya girerken ruhun duymasın ama 'bulursak orada ne aradıklarını sorgularız' de ulan sen önce aklın var mı onu sorgula piç! Gerçi haberin vardır senin, elinde kukla yaptığın şerefsizlerin ne bok yediklerini bilirsin sen! Eğer onları yarım saat içinde teslim etmezsen, senin bedenini bin parçaya bölüp yarım saat aralıklarla ülkene teslim ederim puşt!"

Diye bağırdım ekrana doğru. Oktay Albay görüşmeyi sonlandırıp karşıma geçti.

"Sen ne yapıyorsun yüzbaşım? Bu iş böyle mi çözülür? Tehdit ederek, küfürler savurarak bu işler çözülmez." Dedi.

"Komutanım bunlarla insan gibi de konuşulmaz. Görmediniz mi işkence etmeye devam ediyorlar. İzin verin gidip alalım onları, lütfen." Dedim derin nefesler alıp verirken. Kafasını aşağı yukarı salladı.

"Hazırlığınızı yapın yüzbaşım, yarım saat içerisinde askerlerimiz teslim edilmezse siz gidip alacaksınız." Dedi. Kafamı hafifçe aşağı eğip selam verdim.

"Emredersiniz komutanım!" Deyip çıktım odadan. Sonunda alacaktık onları.

Hızla bizimkilerin olduğu odaya girdim. Hepsi başını çevirip bana baktı. Gece, Pusat ve Onur hariç diğerleri ayağa kalktı.

"Ne oldu?" Diye sordu Gece.

"Kötü bir şey mi oldu komutanım?" Diye sordu Aycan.

Kafamı iki yana sallayıp konuştum. "Hazırlanın yarım saat sonra gidiyoruz. Eğer bizimkileri yarım saat içinde teslim etmezlerse biz alacağız."

"Ben size mühimmat odasını göstereyim." Dedi Onur ayağa kalkarak. Diğerleriyle beraber odadan çıktığında Aycan yanıma geldi.

"Komutanım ben de gelebilir miyim?" Diye sordu, bakışlarıyla yalvarıyordu resmen.

"Aycan, buna ben karar veremem. Biliyorsun iki kardeş aynı operasyonda bulunamaz." Dedim.

"Ama abla. Lütfen, Oktay Albayla sen konuşursan izin verir. Hem abim hem sevdiğim adam orada işkence görürken ben daha fazla oturamam burada." Dedi, ast-üst ilişkisini bırakarak.

"Dağda emrimden çıkarsan oyarım seni teğmenim. Ne olursa olsun yanımdan beş adım fazla uzaklaşmayacaksın, olur da uzaklaşırsan kork benden." Dedim gayet ciddi bir şekilde.

"Emredersin komutanım." Dedi hemen hazır ola geçerek.

"Kesin bir şey söylemiyorum, Oktay Albay ile konuşacağım o izin verirse gelirsin." Dedim, ama gelmesi için elimden geleni yapacaktım.

Mühimmat odasına gidip hazırlanmaya başladım. Aycan da diğerleriyle birlikte hazırlanıp bahçeye indiğinde ben Oktay Albayın olduğu odaya gitmeye başladım.

Odanın önüne geldiğimde kapıyı tıklatıp içeriye girdim.

"Hazır mısınız yüzbaşım?" Diye sordu Oktay Albay.

"Hazırız komutanım. Komutanım Teğmen Aycan Arınç da operasyona dahil olmak istiyor." Dedim.

"Bu kız hiç kural falan tanımaz mı ya." Diye kısık sesle mırıldandı. "Abisini kurtarmak için çıkılacak operasyona gelemez." Diye devam etti.

"Komutanım, gelirse faydası olur." Dedim.

"Ben kime ne anlatmaya çalışıyorum acaba? Senin teğmen versiyonun işte." Diye tekrardan mırıldandı kısık sesle.

"Bak yüzbaşım, Teğmen Aycan sahaya çok fazla hakim değil. Böyle zor ve riskli bir araziye, duygularını arazide yansıtacağı bir operasyona çıkması tehlikeli. O yüzden teğmen burada kalıyor." Diye devam etti.

Oktay Albay haklıydı. Aycan sahaya çıkmış olsa da çoğumlukla karargahta görev almıştı. Üstelik abisini kurtarma operasyonu olduğu içinde duygularını karıştırma ihtimali yüksekti, sadece abisi değil sevdiği adamı da kurtarma operasyonuydu ve kontrolünü kaybedebilirdi.

"Komutanım, Aycan yalnız çıkmayacak gözüm hep üzerinde olacak. Sahaya çıkmamış olsa bile o bölgeye hakim." Dedim ısrar ederek.

Oktay Albay her ne kadar haklı olursa olsun o kızın gözünde kendimi görmüştüm ben. Melek'in bulunduğu depo patladığında arama kurtarma timiyle gitmek istesem de izin vermemişlerdi ve ben karargahta kafayı yemiştim.

"O kızın saç teli koparsa senden bilirim, cezasını çekersin yüzbaşı. Sahada en ufak bir aksilik olmayacak, anlaşıldı mı?" Dedi.

"Anlaşıldı komutanım, emredersiniz." Dedim.

"Hepiniz hazır mısınız?" Diye sordu camın önüne doğru yürürken.

"Hazırız komutanım." Diye cevap verdim Oktay Albayın sırtına bakarak.

"Gidin, askerlerimizi alıp gelin o zaman." Dedi bana doğru dönerek.

"Emredersiniz komutanım." Diyerek çıktım odadan.

Bahçeye indiğimde hepsinin gözleri bana doğru çevrildi.

"Gidiyoruz. Araçlara binin." Dedim karşılarına geçince.

Pusat'ların timi, Alaz ve Oğuz arabaya binerken Aycan yanıma doğru geldi.

"Geliyorum değil mi?" Diye sordu. Kafamı sallayıp onayladım "Geliyorsun." Dedim.

Aycan'da hızla arabaya doğru ilerleyip bindi. Gözüm Oktay Albayın olduğu odanın camına kaydı, bize bakıyordu

Kafasını hafifçe aşağı eğip kaldırarak selam verdi, aynı şekilde karşılık verip arabaya bindim bende.

 

... 

 

"Ne kadar yolumuz kaldı." Diye sordu Aycan.

"Bir buçuk saat daha yürüyeceğiz." Dedi Gece.

"Anlaşıldı komutanım." Diye cevap verdi Aycan.

Bir an önce sevdiği adamı ve abisini bulmak istiyordu, bende çok istiyordum. Üçünü de sağ salim bulmak istiyordum.

Bir buçuk saat yürüdükten sonra bulunduklarını düşündüğümüz binanın karşısındaki ormanlık alana gelmiştik.

Pusat timine ne yapmaları gerektiğini söylerken ben binaya bakıyordum sadece.

"Anlaşıldı mı?" Diye sordu Pusat. "Anlaşıldı komutanım." Diye cevap verdi tim.

"Başlıyoruz." Dedi Gece ve tim hareketlenmeye başladı.

İki gruba ayrılmıştık. Tim binanın etrafını sarmış beklerken biz içeriye giriyorduk, yanımızda Pusat'ların timinin sıhhiyecisi vardı. Biz Arslan'ları güvenliğini sağladıktan sonra tim dışarıdan saldırıya geçecek, bizde içeriden kıskaca alacaktık.

Binaya doğru adımlamaya başladık. Üniformalarımızın üzerine bu şerefsizlerin giydiği kıyafetleri giymiştik.

Bina tek katlıydı zaten içeride çok fazla oda yoktu. Bir odanın önünde iki şerefsiz dikiliyordu. Muhtemelen bizimkiler oradaydı.

Kapının önüne geldim içeriye girecekken kapıdaki şerefsizlerden biri kolumu tutarak durdurdu.

"İçeriye girmek yasak heval." Dedi bozuk Türkçesiyle. Kolumu tutan elini tutup çevirdim. Daha sonra boynunu tutup kırdım. Diğer şerefsizi de Alaz halletmişti.

İçeriye girdiğimdik. Arslan'lar hâlâ sandalyeye bağlılardı fakat üçünün de kafaları önüne eğikti ve onların karşısında elinde silah olan bir kadın duruyordu. Siyah saçları omuzunun altında bitiyordu. Kadının arkası bize dönüktü.

Silahımı ona doğrultup konuştum. "At silahını, kaldır ellerini!" Silahının namlusu her ne kadar yere doğru baksa da kaldırıp ateşleyebilirdi.

Aycan ve Meriç beklemeden Arslan'ların yanına gittiler, yanımızdaki sıhhiyeci de onların arkasından gitti.

Kadın silahını yere atıp ayağıyla bize doğru ittirdi daha sonra ellerini havaya kaldırdı, henüz yüzünü bize doğru dönmemişti. Pusat da bu arada time dışarıdaki itleri öldürme emri veriyordu.

"Komutanım! Meriç nefes almıyor!" Diye bağırdı Oğuz.

"Abi! Abimin nabzı çok yavaş atıyor!" Diye bağırıp Koray'ın yanına gitti Aycan, elini Koray'ın boynuna götürüp onun nabzına baktı. "Koray'ın da nabzı çok düşük!" Diye bağırdı Aycan.

Sıhhiyeci şuan Meriç'e kalp masajı yapıyordu.

Kulaklarım uğuldamaya başladı, Meriç nefes almıyordu, Arslan ve Koray'ın nabzı düşüktü. Görüşüm bulanıklaştığında yer sanki ayaklarımın altından kayıyormuş gibi hissettim.

***

 

 

Bölüm sonu.🍀

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Oy verip, yorum yaparsanız çok mutlu olurum.

 

Görüşmek üzere...🤗

Bölüm : 09.06.2025 21:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...