24. Bölüm

24. Bölüm

Kübra
kubraq

 

 

 

 

Merhaba, hepiniz hoş geldiniz. Oy verip, yorum yaparsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar... 🍀

 

 

 

Instagram: lavinyaofficial_

*** 

Sabah erkenden uyanıp karargaha gitmek için yola çıkmıştım, dün gece Oktay Albay mesaj yazıp erkenden karargaha gelmemi istemişti.

Karargaha girdiğimde, odama gidip üniformalarımı giydip Oktay Albayın odasına doğru ilerledim.

Kapıyı çalıp içeriye girdiimde hazır ola geçip selam verdim, Oktay albay başını hafifçe eğip kaldırarak karşılık verdi.

"Rahat yüzbaşım." Deyip bilgisayarından birkaç yaptıktan sonra tekrar bana döndü.

"Lewis dün gece sahte kimlikle Türkiye'ye girmiş ve birkaç saat önce de çıkıp Suriye'ye geçmiş. MİT yakın takibi bu süre içerisinde iki saat hariç sürdürdü fakat bu iki saatte ne yaptığını bilmiyoruz. Kaldığı otelden çarşaf giyerek çıktığını tespit ettik, bu şekilde MİT'in takibini atlatmış. İki saat sonra aynı çarşafla otele geri dönmüş. Kamera kayıtları burada." Dedi ve bilgisayarı bana doğru çevirdi Oktay Albay.

"Takip edildiğinin farkında mıymış yani?" Diye sordum bilgisayara doğru yaklaşarak. Lewis çarşaflı bir şekilde kaldığı odadan çıkmıştı ve gözlerinde de güneş gözlüğü vardı.

"Olabilir fakat sadece önlem almak için de bu şekilde giyindiğini düşünüyoruz." Dedi Oktay Albay.

"Otelden çıktıktan sonra nereye gittiğini mobese'den bulamaz mıyız?" Diye sordum bu sefer. Bunların hepsini hatta daha fazlasını onlarında düşündüğünden ve baktıklarından emindim ama yine de soruyordum.

"Sürekli araç değiştirmiş, belli bir yerden sonra takip mümkün değil." Diye cevap verdi bu sefer Oktay Albay.

"Suriye'nin neresinde olduğunu biliyor muyuz?" Diye sorduğumda başını iki yana salladı.

"Emriniz nedir komutanım?" Arslan, Koray ve Meriç raporlu olduğu için tim yeni bir emre kadar izinliydi.

"Timin hazır olsun yüzbaşım." Dedi.

"Komutanım timden üç asker raporlu." Dedim hatırlatmak istercesine, çünkü üç kişi sınır dışı operasyonuna gidersek verim alamazdık.

"Eğer Lewis'in yerini bulursak operasyona destek tim ile çıkacaksınız." Diye cevapladı. Selam verdikten sonra Albayın odasından çıktım.

Üniformalarımı çıkarttıktan sonra yetimhaneye doğru yola çıktım, Mert ile telefonda konuşmuştum fakat uzun zamandır görmemiştim.

O çocukta beni kendine çeken bir şeyler vardı ama bir türlü ne olduğunu çözemiyordum.

Yetimhaneye geldiğimde dışarıdaki güvenlikten Mert'e geldiğimi haber vermesini istedim.

Erkek yurdu olduğu için çocuklar içerideyken girmem doğru olmazdı, geçen sefer okul saati olduğu için girmiştim.

Güvenlik içeriye girdiğinde bende geçen sefer oturduğum banklardan birine oturdum.

Birkaç dakika sonra Mert yanıma geldiğinde gülümsedim. Ayağı iyileşmişti ve gayet güzel yürüyordu.

"Hoş geldin abla." Dedi samimi bir şekilde gülümseyerek.

"Hoş buldum Mert. Nasılsın?" Dedim aynı samimi bir gülümsemeyle.

"İyiyim abla, bir sorunum yok. Sen nasılsın?" Dedi.

"İyiyim bende." Dedim yalan söyleyerek.

İçimde sabahtan beri geçmeyen bir sıkıntı vardı.

Mert ile yarım saate yakın konuştuktan sonra telefonum çaldı. İpek arıyordu.

"İris, Melek senin yanına geldi mi?" Diye sordu, sesi çok endişeli geliyordu.

Kaşlarım çatıldığında oturduğum yerden kalkıp birkaç adım uzaklaştım.

"Hayır gelmedi. Bir şey mi oldu?" Diye sordum.

"Ya sen sabah karargaha gitmişsin Melek öyle söyledi, daha sonra 'ben artık dayanamıyorum konuşacağım ablamla ne olursa olsun.' dedi çıktı evden. Kaç saat oldu ne telefonumu açıyor ne mesajıma cevap veriyor, telefonu bir zaman sonra kapandı zaten çalmıyor." Dediğinde içimdeki sıkıntı daha da arttı.

"Tamam sen sakin ol ben bulurum onu, şarjı bitmiştir merak etme." Dedim ama benim kalbim korkuyla deli gibi çarpıyordu.

Telefonu kapatıp cebime koydum. Mert'e acil bir işim çıktığını ve gitmem gerektiğini söyleyip hızla arabama bindim ve karargaha doğru sürmeye başladım.

Benim sabah karargaha gittiğimi bildiği için oraya gitmiş olabilirdi daha sonra da şarjı bitmiştir belki de.

Telefonumu tekrar cebimden çıkartıp Melek'i aradım fakat hâlâ kapalıydı telefonu.

Karargaha girmeden önce kapıda duran askerlerin yanına ilerledim, telefonumu çıkartıp Melek'in fotoğrafını onlara doğru tuttum.

"Bu üsteğmen karargaha giriş yaptı mı?" Diye sordum, askerler dikkatle Melek'in fotoğrafına baktıktan sonra konuştular.

"Hayır komutanım, görmedim."

"Bende görmedim komutanım."

Karargaha gelmediyse nereye gitti bu kız? Başımı hafifçe eğip kaldırarak selam verdim ve içeriye doğru girdim.

Kamera kayıtlarına bakacaktım. Kayıtların yapıldığı odaya girdiğimde asker hemen kalkıp hazır ola geçti.

Üzerimde üniforma olmasa da çoğu askerle konuştuğum için beni tanıyorlardı.

"Rahat, bu sabahki kamera görüntülerine bakmak istiyorum." Dedim hızla.

"Emredersiniz komutanım." Deyip oturdu ve bilgisayardan birkaç tuşa bastı. "Hazır komutanım."

Bilgisayar ekranında bütün karargahın kamera görüntüleri vardı. Girişi gösteren kayıtta kendimi gördüm, sabah karargaha geldiğim zamandı. Bir süre sonra da çıkmıştım, bu arada ise Melek gelmemişti.

"Hızlandırabilir misin görüntüleri? Fazla zamanım yok." Dedim. "Emredersiniz." Kayıtlar hızlandığında gözüm hepsinin üzerinde dolaşmaya başladı.

Kayıtların sonuna gelmiştik. Melek hiç karargaha gelmemişti. Birkaç kere Melek'i aradım fakat telefonu hâlâ kapalıydı.

Bu odadan çıkıp Oktay Albayın odasına doğru hızla yürüdüm. Bu normal değildi, ben her ne kadar Melek ile konuşmasam da o sürekli benim yanımdaydı yanımda olmadığı zamanlarda ise nerede olduğunu arayıp söylüyordu.

Oktay Albayın odasının önüne geldiğimde hızla kapıyı çalıp içeriye girdim. Oktay Albay başını önündeki dosyadan kaldırıp bana baktı. "Hayırdır yüzbaşım, bir sorun mu var?" Diye sordu.

"Komutanım, Melek'e ulaşamıyorum. Karargaha gelmek için evden çıkmış ama gelmedi, telefonu da kapalı."

Oktay Albay kaşlarını çatıp bir süre sessiz kaldı. Daha sonra gözlerini tekrardan bana çevirdi. "Tamam yüzbaşım ben ilgileneceğim merak etme." Dedi. Kafamı hafifçe aşağıya eğip kaldırarak selam verdim ve odadan çıktım.

Karargahtan çıkıp eve doğru ilerlemeye başladım, etraftaki kameralardan nereye gittiğini bulmaya çalışacaktım.

Evin bahçesine girdiğim zaman teyzem ve İpek ağlıyordu, Asuman teyze ise onları sakinleştirmeye çalışıyordu, Arslan telefonla konuşuyordu ve evden kovduğum eniştem de oturup etrafa boş boş bakıyordu.

Teyzem beni görünce zar zor kalkıp yanıma geldi ve bana sarıldı. "Git kardeşini bul gel İris, ben daha ona doyamadım. Git getir Melek'imizi." Diye fısıldadı kulağıma.

"Ne demek bu teyze? Ne oluyor?" Diye sordum teyzemden ayrılarak.

"Az önce Melek'in telefonunu bir adam açtı, Melek'i kaçırdığını ve sen eğer onun dediğini yapmazsan Melek'i öldüreceğini söyledi. Fotoğrafını attı." Dedi ve telefonun ekranını bana doğru çevirdi.

Melek bir bagajda baygın bir şekilde yatıyordu, elleri ve ayakları bağlıydı. "Ne dedi?" Diye sordum, kardeşimi kaçıran şerefsiz benim ne yapmamı istiyordu?

"İpek sus! Ne dediyse dedi boş ver, onun dediğini yapmayacaksın İris. Melek'i bulacağız." Dedi Arslan.

"Ne dedi?" Diye sordum tekrardan Arslan'ın dediklerini duymazdan gelip. İpek kararsız kalmış gibi bir bana bir de Arslan'a bakıyordu.

"Sana gitmen gereken yeri mesaj olarak atacakmış." İpek bir şey demediği için teyzem konuşmuştu. Arslan sert bir nefes verdiğinde ellerim yumruk şeklini aldı, bunu hangi şerefsiz yapmışsa ölümü hiç de kolay olmayacaktı.

"Eğer mesajı aldıktan bir saat sonra orda olmazsan Melek'i öldüreceğini de söyledi." Diye devam etti teyzem.

Bir şey demeden hızla evime girdim ve odama doğru ilerledim. İçeriye girdiğimde kapıyı kilitledim, dolabımın kapağını açıp silahlarımın olduğu çantayı çıkarttım. Üzerimi çıkartıp içime çelik yeleğimi giydim, daha sonra kıyafetlerimi ve montumu giyip çantayı açtım.

Şarjörleri montumun cebine, iki tabancayı belime, küçük tabancayı montumun diğer cebine, üç çakıyı pantolonumun ceplerine ve babamın verdiği çakıyı çorabımın içine koydum.

Telefonumdan bildirim sesi yükseldiğinde gizli bir numaradan adres gönderilmişti, bu adres mezarlığı gösteriyordu. Oktay Albayı arayıp olanları ve mezarlığın yerini söyledikten sonra canlı konumumu gönderdim.

Kardeşimi o şerefsizin eline bırakacak değildim fakat bunu tedbir almadan yapacak kadar da aklımı kaybetmemiştim, henüz.

Telefonumu da cebime koyup evde çıktım, Arslan'ın yanından bir şey demeden geçecekken kolumu tutup durdurdu.

"Bir yere gitmiyorsun İris, bir oturup düşünelim. Melek'i bulup kurtarmanın illa ki başka yolları vardır." Dedi Arslan, yüzüne bile bakmadan kolumu ondan kurtarıp hızla arabama bindim.

Arabayı çalıştırırken Arslan'ın da kendi arabasına bindiğini gördüm. Umursamadan hareket etmeye başladım.

Kırmızı ışıkta durmadan hızla geçtiğimde arkamdan Arslan'ın arabası da durmadan geçmişti. Beni takip etmeyi bırakmıyordu.

İlerideki yol ayrımında sanki düz gidecekmiş gibi hızla sürdüm ve son anda direksiyonu sola kırıp diğer yola girdim. Arslan bana yetişmek için hızlı gittiğinden dönmeye fırsat bulamadan diğer yola girmişti.

Mezarlığa geldiğimde Arslan'ın beni takip etmediğinden emindim. Dışarıda bir süre bekledikten sonra gelen giden olmayınca içeriye girdim.

Bu adres öylesine seçilmemişti bundan emindim çünkü Nihat abi ve tim bu mezarlıkta yatıyorlardı, en azından naaşları olmasa da mezarları buradaydı.

Nihat abilerin mezarının önüne gittiğimde etrafta kimse yoktu. İlhan abinin mezar taşının üzerindeki kağıt dikkatimi çektiğinde dikkatle oraya yürüdüm.

Kağıdın üzerinde Melek'in fotoğrafı vardı, bir arabanın arka koltuğunda iki maskeli adamın arasında oturuyordu, ağzında bant ve yüzünde yaralar vardı. Fotoğrafın altında konum, saat ve 'tek gel' yazıyordu.

Konum şehre uzaktı, şuan yola çıksam iki saat sonra orada olurdum. Saatte ise üç saat sonrası yazıyordu. Üç saat içinde orada olmam gerekiyordu.

İzlenilme hissiyle etrafıma baksam da kimseyi görmedim. ilerlemeye başladım. Nereye gideceğimi bilmiyordum, eve gidersem Arslan bırakmazdı, karargaha gitsem eğer beni takip ederlerse Melek'e zarar verebilirlerdi.

Mezarlıktan biraz uzaklaşıp takip edilmediğime emin olduğumda arabayı kenara çekip telefonumu cebimden çıkarttım ve Oktay Albayı aradım.

Olanları anlattıktan sonra bulduğum kağıdın fotoğrafını attım. Verdikleri adres tuzak olabilirdi, belki amaçları beni almaktı belki de tek gelip gelmediğimi tam anlamıyla kontrol edeceklerdi.

Oktay Albaya kimseyi göndermemesini söyleyip kapattım telefonu. Zaten anlık konumum onda görünüyordu, gideceğim yeri de biliyordu.

Arabayı tekrar hareket ettireceğim zaman bir araba hızla gelip önümde durdu ve içerisinden kızgın boğa gibi görünen Arslan indi.

Koşar adımlarla gelip benim kapımı açtı ve görüntüsünün aksine gayet nazik bir şekilde beni arabadan indirdi.

"Ya sen niye hiç benim sözümü dinlemiyorsun! Kendini körü körüne tehlikenin ortasına atıyorsun!" Diye bağırdı. Beni düşündüğü için haklı olabilirdi fakat ben de kardeşimi düşünüyordum.

"Bağırma bana Arslan!" Dedim bende onun gibi bağırarak.

Gözlerimi devirdiğimde Arslan'ın arabasının camındaki yansıma dikkatimi çekti. Bir arabanın içindeki iki kişi dikkatle bizi izliyordu, fark etmesinler diye gözümü tekrardan Arslan'a çevirdim.

"Ya sana bir şey yapsalardı, o zaman ne olacaktı!? Melek'i kurtarabilecek miydin!?" Diye tekrar bağırdı.

"Yapmadılar ama, dertleri öldürmek olsaydı şuan bizi izleyen iki adam kafamıza sıkardı." Dedim sakince. Arslan'ın kaşları bu sefer sinirden değil şaşkınlıktan çatıldı.

"Neredeler?" Diye sordu. "Senin sağında, arabanın içinde. Herhangi bir şey yapma fark etmediğimizi sansınlar." Dedim.

"Nereye gideceksin?"

"Bir adres var, üç saat içinde orda olmam lazım."

"Ben de geleceğim." Diye konuşmaya devam etti sakince. "Hayır, tek gitmem lazım. Merak etme amaçları öldürmek değil." Dedim.

"'Merak etme' demekle olmuyor İris! Bende geleceğim dedim." Diye sertçe konuşmaya devam etti.

"Arslan tekrardan izimi kaybettiririm boşuna uğraşma, tek gideceğim. Merak etme körü körüne gitmiyorum Oktay Albayın haberi var, çok istiyorsan git ona sor." Dedim.

Arslan sinirle arabanın tekerleğine tekme attı daha sonra derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Nereye gideceğini söyle, anlık konumunu at ve beni ara sesini duyayım. Yoksa takip ederim ve inan bana bu sefer bu kadar kolay atlatamazsın beni." Dedi.

"Peşimden gelmeyeceksin, attığım konuma da gitmeyeceksin?" Diye sorarcasına konuştum.

"Tamam ama telefon kapanırsa, sana bir şey olursa bir an bile düşünmem gelirim."

"Söz ver." Dedim, Arslan sözünü tutardı. Kafasını salladı, "Söz." Dedi Arslan. Arabamın kapısını açıp bindim, Arslan da kendi arabasına binmişti. Arslan önümden çekilmeyince önce konumu ve adresi istediğini anladım.

Telefonumu çıkartıp konumu ve adresi attığım zaman ekrana araması düştü açtığımda arabasını önümden çekip geçmeme izin verdi ve peşimden gelmedi.

"Dikkatli ol." Dedi Arslan, telefonu hoparlöre alıp yan tarafa koydum. "Merak etme." Diye cevap verdim.

"Adamlardan birisi araçtan indi, diğeri peşinden geliyor haberin olsun." Dedi Arslan. Diğer adam onu izleyecekti muhtemelen.

"Tamam." Dedim ve gaza bastım, Arslan yüzünden yeterince vakit kaybetmiştim.

 

...

 

"İris çok dikkatli ol, kendini tehlikeye atma." Dedi Arslan. Bana verilen adrese gelmiştim, henüz arabadan inmesem de etrafta kimseyi görmemiştim.

Bana verilen saatin dolmasına beş dakika vardı. "Merak etme Arslan. Kapatıyorum." Dedim.

"Hayır kapatma iyi olduğunu bilmek istiyorum." Dedi. Arslan karargaha gitmişti ve tim ile hazır bir şekilde bekliyordu, bu konuşmaları Oktay Albay da dahil hepsinin duyduğunu biliyordum.

"Fark ederler Arslan." Dedim. "Yüzbaşım telefonun cebinde açık dursun, üzerini aramak isterlerse biz kapatırız." Dedi Oktay Albay.

"Emredersiniz komutanım." Deyip telefonu Oktay Albayın dediği gibi cebime koydum ve arabadan indim.

Sağ elim belimdeki silahıma yakın duruyordu, arabaya yaslayıp etrafa bakmaya başladım. İlerideki parıltı dikkatimi çektiğinde oraya daha dikkatli bakmaya başladım, keskin nişancı vardı.

"Keskin nişancı var." Dedim Arslan'lara. İlerideki ağaçların oradan ses geldiği zaman hızlıca kafamı oraya çevirdim ve silahımı belimden çıkartıp doğrulttum.

Beş adam silahlarını bana doğrulttular ve birkaç adım önümde durdular.

"Silahını at! Yoksa hem senin için hem de kardeşin için çok kötü olur!" Dedi içlerinden biri bozuk Türkçesiyle.

"Sahibiniz nerede? Karşıma çıkmaya korkup sizi mi gönderdi?!" Dedim dudaklarıma sinir bozucu bir gülümseme yerleştirip. Bunların piyon oldukları silahı tutuş şekillerinden dahi belliydi.

"Sana silahını bırak dedim!" Diye bağırdı, silahımı yere doğru çevirdim.

Benimle konuşan it arkasındaki itlerden birine eliyle işaret ettiğine adam bana doğru gelip elimdeki silahı almaya çalıştı, önce dizine sonra eline ateş ettim. Adam acı içinde yere düşüp kıvranmaya başladığında diğer itler silahlarını tekrardan bana doğrulttular.

"Tek gel dediniz geldim, ama silahıma dokundurtmam! Melek'in yerini söyleyin!" Dedim, bağırmamıştım ama sert bir ses tonuyla söylemiştim.

Arkadan minibüse benzer bir araba geldiğinde kapısı açıldı, içerisi boş görünüyordu. "Önce abiyle konuşman lazım. Seni bekliyor arabaya bin." Dedi, dikkatli bir şekilde arabaya binip oturdum. Bu abi dedikleri şerefsiz kimdi çok merak ediyordum, Melek'i aldıktan sonra onu gördüğüm ilk yerde öldürecektim.

Üç it yan yana karşıma oturup silahlarını bana doğrulttular. Yaraladığım adamı orada bırakmışlardı. Kapı kapandıktan sonra araba hareket etmeye başladı. Camlarda perde olduğu için dışarıyı göremiyordum.

 

 

***

 

 

Bölüm sonu.🍀

 

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım hoşunuza gitmiştir. Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

 

Görüşmek üzere...🤗

Bölüm : 04.08.2025 18:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...