
Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip yorum yaparsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar...🍀
Instagram: lavinyaofficial_
Takip ederseniz sevinirim. Her bölümden kesitler paylaşmak istiyorum ama izlenme olmayınca motivasyonum kayboluyor destek olun lütfen.
Okurken aklınızdan gecenleri yorum yaparak belirtir misiniz? Düşüncelerinizi merak ediyorum. ☺️
***
Tam on iki saattir bu arabada yoldaydık. Muhtemelen sınırı geçmeye çalışıyorlardı.
Bu sürede gözümü kırpmadan karşımdaki itlere bakıyordum. Silahımı almaya bir daha cesaret edememişlerdi ve korkularından bir an bile ellerini tetikten çekmemişlerdi.
Arslan'lar hâlâ bizi dinleyebiliyor mu ya da şarjım bitmiş miydi bilmiyordum, eğer dinliyorlarsa diye arada bir konuşup iyi olduğumu anlamalarını sağlıyordum.
Araba durduğunda karşımdaki itler yavaşça kapıyı açıp indiler. "İn!" Diye bağırdı en son inen it bana bakarak.
Bir şey demeden arabadan indim. Etrafta kimse yoktu, dağın başındaydık. Bizi getiren araba ilerleyip gözden kayboldu.
"Askerlerle karşı karşıya gelmeyiz değil mi?" Diye fısıldadı itlerden biri.
"Gelsek de elimizde bordo bereli bir yüzbaşı varken bize bir şey yapamazlar merak etme." Dedi diğeri. Muhtemelen benim onları duymadığımı düşünüyorlardı.
"Neyi bekliyoruz?" Diye sordum. Dört it de arkasını dönüp bana baktığında, cevap bekler gibi bakmaya başladım.
"Arabayı." Dedi içlerinden biri. Arkamı dönüp birkaç adım attım.
"Dur! Nereye gidiyorsun?!" Diye bağırdı bir diğeri. "Kaç saattir yoldayız, tuvaletimi yapacağım gelecek misin?" Dedim sert bir ses tonuyla.
"Tamam acele et." Diye cevap verdi. Gözlerimi devirip ağaçların arkasına doğru ilerledim.
Asıl amacım Arslan'ların hala beni duyup duymadığını kontrol etmekti.
İtlerin beni göremediğinden emin olduktan sonra biraz eğilip cebimden telefonu çıkarttım. Arama devam ediyordu fakat şarjım bitmek üzereydi.
"Arslan beni duyuyor musunuz?" Dedim fısıltıyla. "Duyuyoruz, sınırı geçmek üzeresiniz, Pusat'ların timi peşinizde merak etme." Dedi.
"Şarjım az, telefon kapanabilir." Dedim devam edecekken buraya yaklaşan adım sesleri duydum, telefonu tekrardan cebime koyup ayağa kalktım.
İtlerden birisi buraya doğru geliyordu. O gelmeden ben çıkıp karşısına geçtim.
"Nerede kaldın?" Dedi bozuk Türkçesiyle.
"Nerede kalacağım geri zekalı, sizin yanınıza kendi ayağımla gelen benim salaklar nereye gideceğim." Dedim, yanından geçip biraz ilerideki ağacın gövdesine yaslandım.
...
İki saat daha yol gittikten sonra araba tekrardan durdu. Arabadan indim. Bir evin önünde durmuştuk. Evin kapısı açıldığında içeriden Lewis çıktı.
"Kardeşim nerede?" Diye sordum hızla yanına gidip. Yanına giderken birkaç şerefsiz engel olmaya çalışmıştı fakat Lewis bir el hareketiyle onları durdurmuştu.
"Biraz sabırlı ol İris Yüzbaşı. Kardeşinin yerini söyleyeceğim ama önce seninle konuşalım." Deyip içeriye girmem için kenara çekildi. Temkinli bir şekilde içeriye girip ilerledim.
"Soldaki odaya lütfen." Dedi. Odada iki tane karşılıklı koltuk, üzerinde bilgisayarı açık olan bir masa ve sandalye dışında başka bir şey yoktu.
"Öncelikle şu elinde tuttuğun silahınla beni vurmaman için bir bilgilendirme yapmam lazım. Eğer kardeşinin yanındaki adamlar yarım saatte bir benden haber almazlarsa kardeşinin kafasına sıkıp leşini köpeklerin önüne ata-." Lewis cümlesine devam edecekken suratına attığım yumruk yüzünden susmak zorunda kaldı.
"Öncelikle bende sana bir bilgilendirme yapayım. Eğer bir daha kardeşime, leş veya ona benzer bir kelimeyle hitap edersen ben seni diri diri köpeklerin önüne atarım." Deyip koltuklardan birine oturdum ve arkama yaslandım.
Kardeşimi bulmak için ona ihtiyacım vardı fakat söylediği kelimelere susarsam gücü ve kontrolü tamamen onun eline vermiş olurdum, bu sayede bana istediğini yaptırabileceğini düşünürdü.
Lewis de dudağından akan kanı silip karşımdaki koltuğa oturdu. "Peki, o zaman anlaşmamıza geçelim, kardeşini daha fazla bekletmek istemezsin diye düşünüyorum. Aç, susuz bir şekilde işkenceye daha ne kadar dayanabilir bilemiyorum." Dediğinde ve dirseklerini dizlerine yaslayacak şekilde öne eğilip sanki bir sır veriyormuş gibi fısıltıyla konuşmaya devam etti. "Adamlarımın eli de baya bir ağırdır."
Beni istediği şeyi yapmam için manipüle etmeye çalıştığını fark etmiştim, ben de onun gibi öne doğru eğilip dirseklerimi dizlerime yasladım.
"Sen merak etme benim kardeşim dayanıklıdır, dayanır. Genlerimizde var, atadan gelen bir şey yani sen bilmezsin." Dedim gülümseyerek, daha sonra arkama yaslanıp bir bacağımı diğerinin üzerine attım.
"Özel kuvvetlerin yapacağı operasyonları bilmek istiyorum. Sınır karakollarındaki, üs bölgelerindeki mühimmat ve asker sayılarını da. Ayrıca birkaç subay ve generallerin bilgilerini getirirsen kardeşinin yerini söylerim." Dedi sırıtarak.
"Saçmalamayı kes! Makul bir şeyler iste, yapayım." Dedim sinirle. Bu bilgileri asla vermezdim, ülkemi zor durumda bırakacağım herhangi bir şeyi ne pahasına olursa olsun yapmazdım.
"Tamam, sık kafana." Dedi Lewis ciddileşerek. "Kardeşimi ülkeme teslim et, yapayım." Dedim tereddüt etmeden.
"İris, eğer kardeşini sağ salim almak istiyorsan o bilgileri verirsin. Geldiğin arabayı sana verecekler, ülkene git. Kırk sekiz saatin var, eğer kırk sekiz saat içinde benimle iletişime geçip o bilgileri vermezsen kardeşini öldürürüm." Dedi. Ayağa kalkıp kapıyı açtı. "Şimdi git yolda iyice düşün taşın, kardeşinin hayatı mı daha önemli yoksa o bilgiler mi?" Diye devam etti.
Ayağa kalkıp kapıdan çıktım. Beni getirdikleri arabaya binmek üzereyken Lewis yanıma geldi. Elindeki telefonu bana uzattı. "Şu seni takip eden ama şuan adamlarımla çatışma halinde olan tim ile irtibata geçersin." Dedi ve telefonu elime tutuşturdu. "Geldiğin yolları biliyorsundur, çatışma o yol üzerinde." Diye devam etti. Daha sonra adamlarının yanına gitti.
Arabaya binip hareket etmeye başladım, biraz uzaklaştıktan sonra cebimden telefonumu çıkartıp baktım fakat şarjım bitmişti. Lewis'in verdiği telefondan Pusat'ı aradım biraz çaldıktan sonra açtı.
"Alo!" Diye bağırdı Pusat. Arkadan gelen silah sesleri Lewis'in doğru söylediğini kanıtlıyordu. "Pusat, benim İris. Yanınıza geliyorum, iyi misiniz?" Dedim.
"İyiyiz şu şerefsizler bizi oyalamasa daha iyi olacağız ama!" Dedi Pusat, silah seslerinden dolayı bağırarak konuşuyordu.
"Tamam geliyorum, dayanın." Dedim ve telefonu kapattım.
Arslan'ı aradım. Telefonun şarjı ne zaman bitti bilmediğim için konuşmaları duyup duymadıklarını da bilmiyordum.
"Efendim?" Diye açtı telefonu Arslan. "Benim." Dedim, çatışma sesleri az da olsa duyulmaya başladığı zaman gaza biraz daha basıp hızlandım.
"İris iyi misin? Neredesin?" Diye sordu. "İyiyim, time desteğe gidiyorum. Merak etme bir şey olmadı." Dedim.
"Telefonu kapatma, dikkatli ol." Dedi. "Tamam."
Çatışma sesleri iyice artmaya başladığında timi gördüm. Arabayla biraz daha yaklaştıktan sonra inip bizimkilerin yanına gittim.
Bir süre sonra karşımızdaki itler geri çekilmeye başladı. "Nereye gidiyorlar lan bu şerefsizler!?" Dedi Pusat bağırarak.
Teröristler tamamen gözden kaybolduğunda ağacın gövdesine yaslanıp oturdum. "Amaçları sadece sizi oyalamaktı, oyaladılar şimdi de gidiyorlar." Dedim.
"Ne?!" Diye bağırdı Pusat, yanımda olmasına ve çatışma bitmesine rağmen neden bağırdığını anlamayarak ona baktım.
"Yakınına el bombası düştü. Klasik Pusat, duymuyor işte." Dedi Gece. "Sen ne yaptın?" Diye sordu.
"Klasik Pusat mı? Aşkım, sevgilim, bitanem gibi kelimeler varken klasik Pusat diye mi bahsediyorsun sen benden?" Diye alıngan bir ses tonuyla konuştu Pusat. İşine geldiği zaman duymaya başlıyordu.
Ayağa kalkıp arabaya doğru ilerlemeye başladım. "Araba var, onunla geri dönelim!" Dedim duymaları için sesimi biraz yükselterek.
...
Helikopterden indiğimizde karşımda Arslan'ı, timi ve Oktay Albayı gördüm. Helikoptere binmeden önce Gece ve Pusat'a olanları anlatmıştım ama Arslan'lar bilmiyordu.
"Odamda bekliyorum yüzbaşım." Dedi Oktay Albay. "Emredersiniz komutanım." Dedim.
Oktay Albay arkasını dönüp karargaha doğru ilerlemeye başladı. Pusat'ların timi de hangara geçtiğinde sadece Arslan, ben ve tim helikopter pistinde duruyorduk.
Arslan hızlıca gelip sıkıca sarıldı bana, ben de aynı şekilde kollarımı onun beline dolayıp başımı onun göğsüne yasladım. Şuan buna ne kadar çok ihtiyacım olduğunu fark etmiştim.
Kısa bir süre bu şekilde durduktan sonra aklıma Arslan'ın sevdiği biri olduğu geldi ve hızlıca kollarımı ondan ayırıp birkaç adım geriledim.
Ben sevdiğim adama başka bir kadının sarılmasını istemezdim aynı şekilde Arslan'ın sevgilisi de istemeyecektir, bu yüzden bana ne kadar iyi gelse de bunu yapmamam lazımdı.
"Oktay Albay bekliyor." Deyip koşar adımla karargaha doğru ilerledim.
Albayın odasının önüne geldiğimde kapıyı çalıp içeriye girdim. "Gel yüzbaşım, otur." Dedi karşısındaki koltukları göstererek.
Oturup Oktay Albaya döndüm. "Anlat bakalım İris, kimmiş Melek'i kaçıran ve ne istiyormuş?" Diye sordu.
Tam ağzımı açıp anlatmaya başlayacakken kapı çalınıp açıldı ve içeriye önde Arslan, arkasından tim girdi.
"Komutanım eğer izniniz olursa biz de duymak istiyoruz." Dedi Arslan.
"Tabii ki yüzbaşım." Dedi Oktay Albay daha sonra bana dönüp devam et dercesine baktı.
"Lewis Bayer, kardeşimi o kaçırmış komutanım. Kardeşimi geri vermenin karşılığında yerine getirmeyeceğim isteklerde bulundu. Özel kuvvetlerin yapacağı operasyonları, hudut karakolu ve üs bölgelerindeki asker sayısı ile mühimmat sayısını, bazı subay ve generallerin bilgilerini istedi. Eğer kırk sekiz saat içinde isteklerini yerine getirmezsem kardeşimi öldüreceğini söyledi komutanım." Dedim.
"Şerefsiz." Diye fısıldadı Arslan.
"İsteklerinin yerine getirilmesi imkansız, Melek'i aramayı bırakmayacağız tabii ki de ama o bilgileri hiçbir koşulda vermeyeceğiz." Dedi Oktay Albay keskin bir dille.
"Emredersiniz komutanım." Deyip ayağa kalktım ve selam verip odadan çıktım. Dolan gözlerimi saklamaya çalışarak hızla lavaboya doğru ilerledim.
Çeşmeyi açıp suyun avuçlarıma dolmasını sağladım ve yüzümü yıkadım. Göz göre göre kardeşimi ölüme terk edemezdim.
Melek'i Türkiye de tutmadıkları belliydi sınır dışına kaçırmışlardı, Lewis Suriye de olduğuna göre Melek'in de Suriye de olma ihtimali çok yüksekti.
Biraz burada durup kendime geldikten sonra dışarıya çıktım. Kapının karşısındaki duvara yaslanmış olan Arslan beni görünce yanıma geldi.
"İyi misin?" Diye sordu. Kafamı sallayarak onayladım ve bahçeye çıkmak için yürümeye başladım.
İçeride duvarlar üstüme geliyor gibi oluyordu, nefes alamıyordum. Her ne kadar kırgın olsam da konuşmasam da çok mutlu olmuştum yaşamasına, o bunu bilmese de onun yaşadığını görünce dünyalar benim olmuştu ama kırgındım işte.
Kırgındım ve kırmamak için konuşmamıştım, keşke konuşsaydım. Belki onu bir daha göremeyecektim, daha doya doya sarılamamıştım ki ben kardeşime. Kırmamak için susmuştum ama o sustuğum için zaten bana kırılmıştı ve bu şekilde gidemezdi.
"İris? İyi misin?" Diye soran Arslan'ın sesiyle kendime geldim, ne ara bahçeye çıktığımı ve yerde dizlerimin üzerinde oturduğumu bilmiyordum. Karargahın arka tarafına gelmiştim, burası pek fazla kalabalık değildi ve bizim dışımızda tek tük asker vardı.
"İyiyim." Dedim çatallaşan sesimle. "Emin misin?" Diye sordu bu sefer.
"Kardeşime daha doyamadan tekrar kaybedebilirim Arslan, bu durumda ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim işte." Dedim ve ayağa kalkmaya çalıştım. Uykusuzluktan mı, üzüntüden mi bilmiyordum ama ayaklarımdaki güç birden tükenmişti.
"Kaybetmeyeceksin, Melek'i bulup sapa sağlam geri alacağız." Dedi. İçimde oluşan Arslan'a sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlama isteğini ikinci plana atarak zar zor ayağa kalktım. İleride banklardan birine oturup kafamı masaya yasladım ve gözlerimi kapattım. Arslan da gelip sessizce yanıma oturmuştu.
...
"Abla sende beni bırakmayacaksın değil mi? Gitmeyeceksin, hep koruyacaksın beni değil mi?" Diye sordu Melek gözlerinden akan yaşları silerek.
"Bırakmayacağım ablacım, bırakamam ki ben seni. Sana söz hep yanında olacağım ve seni hep koruyacağım." Dedim Melek'e sarılarak.
Şuan annem ve babamı gömüyorlardı.
"Annem de öyle diyordu ama gitti, ya sende gidersen?" Dedi Melek bana daha sıkı sarılırken. Küçücük ellerini sırtımda birleştirmeye çalışıyordu.
"Gitmem, söz gitmeyeceğim." Dedim bende Melek'e sarılarak. "Hep senin yanında olacağım." Diye devam ettim.
"Abla, ben seni çok seviyorum." Dedi bu sefer benden ayrılıp annem ve babamın mezarına bakarken.
"Ben de seni çok seviyorum ablacım, hadi sen teyzemlerin yanına git ben geleceğim." Dedim.
"Sen neden benle gelmiyorsun?"
"Ben annem ve babamla konuşup geleceğim." Dedim, Melek kafasını aşağı yukarı sallayıp gitti.
Annem ve babamın mezarının ortasına oturdum. "Anne." Diye seslendim sanki cevap verebilecekmiş gibi mezarına bakarak, daha sonra kafamı babamın mezarına çevirdim. "Baba."
"Cevap veremeseniz de beni duyduğunuzu biliyorum ki ben. Size söz veriyorum kardeşime çok iyi bakacağım, onu her şeyden koruyacağım söz." Deyip ayağa kalktım ve Melek'in yanına gittim."
...
"İris?" Diye seslenen Arslan'ın sesiyle kendime geldim. "Sayıklıyordun, kabus mu gördün?" Diye sordu. Kafamı iki yana sallayıp tekrar masaya yasladım.
Şuan konuşmak istemiyordum, birkaç dakika gözlerimi kapatmama rağmen uyuyakalmis ve kabus görmüştüm.
O kafar berbat bir seydibki bu sanki gözlerim ack olduğunda yaşadıklarım yetmiyormuş gibi bide kapattığım zaman yaşadıklarımı tekrar tekrar görüyordum.
...
"Komutanım bu çok riskli değil mi? Ya belgeleri aldıktan sonra İris'e ve Melek'e zarar verirlerse?" Dedi Arslan.
"Belgelerin sahte olduğunu da anlayabilirler." Dedi Meriç.
"Başka çaremiz yok, diğer türlü Melek üsteğmeni ellerinden alamayız." Dedi Oktay Albay.
Birkaç saat önce Lewis bilgilerini istediği subay ve generallerin isimlerini ve Melek'in fotoğrafını göndermişti.
Melek'e baya bir işkence yaptıkları çok belli oluyordu. Yüzü kan içerisindeydi kıyafetlerinin bazı yerlerinde kesikler ve çoğu yerinde kan vardı, saçları birbirine girmişti.
Plan ise basit ama riskliydi. Ben Lewis'in istediği bilgileri vermiş gibi yapıp Melek'i alacaktım, takas yapılacaktı. Ona verdiğim belgeler sahte olacaktı, yapılmayacak operasyonları yapılacakmış gibi belgelemiştik, subay ve generallerin bilgileri sahteydi, hudut karakollarındaki üs bölgelerindeki asker ile mühimmat sayıları da yanlıştı.
"Başka bir sorusu olan var mı?" Diye sordu Oktay Albay. Kimseden ses çıkmayınca devam etti. "Güzel, o zaman yarım saat içerisinde hazır olun." Dedi, ayağa kalkıp. "Emredersiniz komutanım!" Dedik.
Lewis'in belirlediği bir depoda olacaktı takas. Pusat'ların timi, Alaz, Oğuz ve ben gidecektim. Arslan, Meriç ve Koray karargahta kalacaktı. Arslan'ı zor ikna etmiştik, albay dayanamayıp onu açığa almakla tehdit edince ikna olmak zorunda kalmıştı.
Oktay Albay harekat merkezinden çıktıktan sonra bende çıkmıştım. Arkamdan Arslan da çıkıp konuşmaya, daha doğrusu emirler vermeye başlamıştı.
"İris bak çok dikkatli ol, hayatını tehlikeye atacak bir şey yapma sakın."
"Tamam Arslan tamam." Deyip odama girdim ve kapıyı yüzüne kapattım.
...
Şuan takasın yapılacağı deponun önündeydim. İçeriye girdiğimde Lewis'in ve Melek'in çoktan geldiğini gördüm. Melek'in elleri arkadan bağlı, ağzında ise bant vardı.
"On beş kişi." Dedim kulağımdaki kulaklığa doğru. İçeride Lewis dahil on beş kişi vardı.
"-Tamam dikkatli ol." Dedi Pusat.
"Kardeşin için bile olsa ülkene ihanet etmen beni şaşırttı yüzbaşı." Diye konuştu dudaklarındaki pis sırıtmayla Lewis.
"Kardeşimi ver belgeleri al!" Dedim sesimi yükselterek.
"Önce belgeler gerçek mi değil mi onu kontrol etmem lazım, çantayı yolla!" Dedi.
"Kardeşimin hayatını tehlikeye atmam, belgeler burada ve gerçekler. Melek gelmeden belgeleri vermem!" Dedim. Belgelerin sahte olduğunu anlamaları zordu fakat belgeleri alıp Melek'i vermeme ihtimalleri yüksekti.
"Belgeleri görmem lazım!"
"Gönder itlerinden birini baksınlar! Ya da cesaretin varsa gel kendin bak!"
Lewis arkasındaki şerefsizlerden birine eliyle işaret yaptığında adam bana doğru gelmeye başladı.
Elimdeki çantanın fermuarını açtım, adam gelip içinden bir tane belgeyi aldı ve incelemeye başladı.
"Özel kuvvetlerin beş gün sonra yapacağı operasyonun belgesi bu! Hangi tim, kimin emrinde operasyon yapacak hepsi yazıyor!" Diye bağırdı Lewis'e doğru. Lewis'in sırıtması daha da genişlediğinde Melek ile göz göze geldim.
Kafasını iki yana salladı hafifçe, belgeleri verme diyordu. Gözlerimi sıkıca yumup açtım, bana güven diyordum.
"Tamam o zaman ben kardeşini yollayacağım sende çantayı adamıma vereceksin, anlaştık mı? Aynı anda." Dedi Lewis. Sol elimi cebime sokup aldığım kumandayı havaya kaldırdım.
"Çantanın içinde bomba var, eğer takas sırasında Melek'e zarar gelirse düşünmem patlatırım, anladın mı?! Şimdi yolla kardeşimi!" Dedim. Lewis'in sırıtan suratı bir anlığına düşecek gibi olsa da anında kendini toparladı.
"Anlaştık! Eğer Melek'i aldıktan sonra da patlatmaya kalkarsan namlumun hedefinde ilk kardeşin olur, unutma." Dedi ve Melek'in ellerini çözüp öne doğru itti. Bende yanımdaki ite çantayı verdim.
Çantayı alan adam ve Melek ortada yan yana gelmeye başlayınca Melek adımlarını yavaşlattı. "Melek buraya gel." Dedim yapmak istediği şeyi anlayıp.
Melek beni dinlemeden adamın elindeki çantaya uzanıp aldı, buraya doğru koşarken kulaklarımda bir silah sesi yankılandı.
***
Bölüm sonu.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım hoşunuza gitmiştir. Oy verip yorum yapmayı unutmazsanız sevinirim.🍀
Görüşmek üzere...🤗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.36k Okunma |
461 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |