
Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip yorum yapmayı unutmazsanız sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar...🍀
Instagram: lavinyaofficial_
***
Melek acıyla inledi ve eli koluna gitti. Silahlarımı çıkartıp ateş etmeye başladım ve koşarak Melek'in yanına gidip onu kolonların arkasına çektim.
"İyi misin?" Diye sordum ateş etmeye devam ederken. "Sıyırdı sadece. Abla çanta düştü almamız lazım." Deyip çantaya doğru koşacakken, kolundan tutup geri çektim.
"Melek dur!" Dedim sesimi yükselterek. "Abla ne demek dur, çantayı onlara veremeyiz. Hem sen niye kabul ediyorsun ki böyle bir şeyi!? Hayatın bitti abla, mesleğini elinden alacaklar hakkında soruşturma açılacak." Diye bağırdı.
"Ben buna değmezdim." Diye mırıldandı sessizce. Dirseğimle karnına çok sert olmayacak şekilde vurdum. "Abuk subuk konuşmayı kes Melek! Kardeşimsin sen benim, her şeye değersin. Ayrıca çantadaki belgeler sahte, çantayı almaları bir şey ifade etmez." Dedim.
"Saçma düşüncelerinden kurtul ve al şu silahı bana yardım et, yoksa bu sefer gerçekten öleceksin." Diye devam ettim belimden bir silah çıkartıp Melek'e uzatarak.
O da silahı alıp ateş etmeye başladı. İki el ateş etti ve ilkinde bir şerefsizi kafasından, ikincisinde başka bir şerefsizi göğsünden vurdu.
"Ben sana söylemek istedim ama izin vermediler işte. Hem belki sen bizi bulursun diye sana video, fotoğraf falan gönderdim." Dedi son cümleyi tereddüt ederek söylemişti.
"Üzerinde 'Lavinya' yazan paketleri sen mi gönderdin?" Diye sordum. Şaşırmıştım, kaşlarım iyice çatıldığında ateş etmeyi bırakıp Melek'e döndüm. Pusat'lar da depoya girmişti ve çatışma iyice büyümüştü.
"Evet." Dedi ateş etmeye devam ederken.
"Neden? Annemle babamın saçlarını nasıl buldun? Ayıcığı nereden buldun? O fotoğrafları senin çekmen imkansız, nasıl eline geçti o fotoğraflar senin?" Diye sorularımı art arda sıraladım, gerçekten merak ettiğim o kadar çok şey vardı ki.
Melek beni duymazlıktan gelerek ateş etmeye devam ettiğinde sinirle kolundan tutup bana doğru çevirdim.
"Sorularıma cevap ver Melek!" Diye bağırdım. Kafayı yemek üzereydim galiba.
"Ablacım şu cehennemden bir çıkalım cevap vereceğim. Şimdi lütfen beni bırak da çatışayım." Dedi. Kolunu bıraktığımda hızla önüne dönüp ateş etmeye devam etti.
"-İris! İyi misiniz?" Diye sordu Pusat, bizim olduğum tarafa yaklaşmaya başlamışlardı. "İyiyiz." Diye cevap verdim.
Bende dönüp ateş etmeye devam ettim. Lewis'in kaçmaya çalıştığını görünce peşinden koşmaya başladım. Onu diri diri köpeklerin önüne atıp yem edecektim.
Lewis hızla binadan çıkıp ormana doğru koşmaya başladığında bende peşinden koştum. Bir süre peşinde koştuktan sonra ağaçların arasında izini kaybettiğimde sinirle yanımdaki ağacın gövdesine tekme attım.
"Kahretsin." Diye mırıldandım etrafıma bakarken.Nereye gitti bu şimdi? Etrafıma bakınırken ensemdeki soğuklukla kaşlarım çatıldı.
"Çok salaksın, ne diye peşime düşüyorsun ki? Al kardeşini de defol git işte, ama illa kahramanlık yapacaksınız değil mi? Ah siz Türkler, fazla cesaret aptallıktır ama siz bunu hâlâ daha anlayamıyorsunuz." Dedi Lewis.
"At silahını, ellerini kaldır ve diz çök." Diye devam etti enseme silahın namlusunu bastırırken.
"Asla, eğer birazcık aklın varsa vurursun beni." Dedim. Hızla diz kapağımın arkasına vurdu, dengemi kaybetsem de yanıma ki ağaca tutunarak ayakta kalmayı başardım.
"Şansını kaybettin." Deyip hızla ona döndüm ve silahına vurup yere düşmesini sağladım.
O esnada yüzüme yediğim yumrukla bir iki adım geriye sendeledim. Lewis eğilip silahını almak için eğildiğinde kafasına tekme attım ve silahı ayağımla uzaklaştırdım.
Lewis cebinden bir çakı çıkartıp hızla bana doğru ilerlediğinde yana kaydım ve çakıyı almak için hamle yaptığımda o da bırakmamak için direnmeye başladı.
Ensemde tekrardan bir soğukluk hissettiğimde hareket etmeyi bıraktım ama Lewis'in çakıyı tutan elini ve bileğini sıkı sıkı tutmaya devam ediyordum.
Göz ucuyla etrafa baktığıma dört adamın silahlarını bana doğrulttuğunu gördüm, enseme silahını dayayan adamla beraber beş it artı Lewis vardı. Altı silahlı ite karşı bir silahsız Türk askeri, eşittik.
"Ellerini kaldır asker!" Dedi namluyu enseme sertçe bastırarak. Duymazdan gelerek etrafa bakmaya devam ettim.
"-Melek, İris nerede?" Diye soran Pusat'ın sesini kulağımdaki kulaklıktan duyuştum.
"-Ne demek İris nerede? İris yanınızda değil mi Pusat?!" Diye sinirle konuşan Arslan'ın da sesini duydum.
Ellerimi kaldırmasam da Lewis'in pis ellerinden çekmiştim ellerimi. İki şerefsiz gelip kollarımdan sıkı sıkı tutmaya başladı.
"-Lewis itinin peşinden gitmiş." Dedi Pusat, Arslan'a cevap olarak.
Lewis sırıtarak gelip çakıyı koluma yaklaştırıp bastırdı ve derin bir kesik attı. Dişlerimi sıkarak acımı göstermemeye çalıştım.
Daha sonra çakıyı omzuma götürüp yavaşça bastırmaya başladı.
Çakı yavaş yavaş derimi keserken dişlerimi sıkmaya başladım. "Fazla cesaret aptallıktır demiştim değil mi?" Deyip çakıyı iyice bastırmaya devam ederken bir aynı anda iki el silah sesi duydum ve ensemdeki silahın baskısı yok oldu.
Lewis ise inleyerek omzunu tutmaya başladı. Kafamı arkaya çevirip baktığımda enseme silah dayayan şerefsizin yerde cansız bir şekilde yattığını gördüm.
Gözlerim bu sefer biraz ilerideki ağaçların arkasında simsiyah giyinmiş iki kişiyle kesişti. Gözlerinde siyah güneş gözlüğü, yüzlerinde maske, kafalarında siyah şapka, üzerlerinde siyah uzun palto, ayaklarında siyah botlar vardı.
Hastanede gördüğüm kişilere çok benziyorlardı.
Bu sefer de aynı anda kollarımı tutan adamları vurduklarında hızla ağacın arkasına geçtim ve cebimdeki minik silahı çıkartıp Lewis'e nişan aldım fakat hemen ağacın arkasına saklandığı için ıskalamıştım.
Beni kurtaran iki kişi de ateş etmedi kesmişti.
Lewis'in arkasından siyah bir araba geliyordu, arabanın kime ait olduğunu anlamaya çalıştım. Araba Lewis'in bulunduğu yerde durdu ve Lewis arabaya bindi.
"Kahretsin." Diye fısıldadım kendi kendime, elimden kaçırmamam lazımdı yaptıklarının cezasını çekmesi lazımdı.
Arabaya ateş etmeye başladım ama araba durmadan uzaklaştığında peşinden koşmak için hareketlendiğim anda ayağımın birkaç santim önüne saplanan kurşunla geri ağacın arkasına saklandım.
Beni kurtaran kişiler şimdi bana ateş ediyorlardı. Kafamı çevirip baktığımda koşarak uzaklaştıklarını gördüm ve peşlerinden koşmaya başladım.
Amaçları neydi? Önce beni kurtarıp sonra niye bana ateş ediyorlardı? "Durun!" Diye bağırdım peşlerinden koşarken.
"Abla! Dur!" Diye bağıran Melek'in sesiyle yanıma geldiklerini anladım fakat durmadan koşmaya devam ettim.
O iki kişi de kapısı açık bekleyen arabaya binip hızla uzaklaştığında sadece arkalarından baktım.
"Abla, iyi misin?" Diye sordu Melek nefes nefese koluma bakarken. "İyiyim." Dedim sadece, gözlerim tekrar arabanın gittiği yöne çevrildi. Kimdi onlar?
...
Şuan helikopterde Ankara'ya dönüyorduk. Melek'in ciddi bir şeyi yoktu sadece birkaç yerinde ufak kesikler vardı.
Benim koluma ve belime de bakmışlardı, bende de ciddi bir şey yoktu.
Helikopter inmeye başladığında gözlerimi Melek'ten ayırıp helikopterin camından dışarıya çevirdim.
Helikopterden indiğimizde karşımızda yine Oktay Albay ve Anka Timi duruyordu. İki asker yanımıza gelip Melek'in kollarından tuttular ve bekleyen ambulansa doğru ilerlediler.
Bende Pusat'ların timiyle beraber Oktay Albayın karşısında hazır ola geçtim. "Tim verilen görevi eksiksiz şekilde yerine getirmiştir komutanım!" Pusat yüksek sesle konuştu.
Gözlerim Arslan'a kaydığında, onunda benim sargılı omzuma baktığını gördüm. Oktay Albay bu sırada time izinli olduklarını ve dinlenmelerini söylemiş, Bana da Melek'in yanında olmamı emretmişti. O emretmeseydi bile kardeşimin yanında olacaktım.
Albay gittiğinde Pusat'ların timi de üzerlerindeki mühimmatları çıkartmak için hangara doğru ilerlediler.
"İyi misin?" Diye sordu Arslan bana bakarak. "İyiyim." Deyip hızla bekleyen ambulansa doğru ilerledim.
"Durumu nasıl?" Diye sordum ambulanstaki görevlilere. "İç organlarında hasar olup olmadığı hastanede anlaşılır fakat görünürde ciddi bir şeyi yok." Dedi görevli kadın.
"Hastaneye bende ambulansa gelebilirim değil mi?" Diye sordum. "Tabii ki, binin lütfen." Diye cevap verdi.
Ambulansa binip koltuğa oturdum, Melek zaten sedyede yatıyordu. Ambulans ilerlemeye başladığında elimin üzerinde bir el hissettim, Melek elimi tutmuştu.
"Affettin mi beni?" Diye sordu. Kafamı aşağı yukarı salladım. "Sonra konuşuruz bunları Melek." Dedim.
"Küsüz yani hâlâ." Deyip dudaklarını büzdü ve kafasını başka yöne çevirdi.
"Hiç küsmedik ki yaramaz." Dedim gülümseyerek, bu sırada elini okşamaya başlamıştım.
"Yine yalancı abla moduna girdin he." Deyip ufak bir kahkaha attı.
"Ablaya yalancı denmez, sus ayıp." Dedim gülmemek için dudaklarımı dişleyerek.
"Kardeşe de yaramaz denmez, o da ayıp." Diye cevap verdi. Bir cevap vermek yerine sadece gülümsedim.
...
"Abla ben özür dilerim benim yüzümden hakkında soruşturma açılacak, keşke vermeseydin belgeleri. Çantayı çatışma sırasında alıp kaçtılar." Dedi üzüntüyle Melek.
"Belgeler sahteydi dedim ya merak etme, komutanların haberi vardı. Özür dileyip durma yaramaz." Dedim.
Hastaneden yeni çıkmış eve doğru gidiyorduk. Melek'in vücudunda ufak tefek sıyrıklar ve kesikler dışında bir şey yoktu.
Bir süre sonra eve geldik. Asuman teyze, teyzem ve İpek bahçede oturuyorlardı. Teyzem bizim geldiğimizi gördüğünde hızla ayağa kalkıp Melek'e sarıldı.
Melek yüzünü buruşturduğunda canının yandığını anladım. "Teyze, Melek çok yoruldu biraz dinlensin sonra hasret giderirsiniz." Dedim.
Teyzem kollarını Melek'ten ayırdıktan sonra. "Haklısın kuzum, siz içeri geçin bende size sıcacık bir çorba yapayım." Deyip Asuman teyzeye döndü.
"İris kızım, Arslan nerde? Neden gelmedi?" Diye sordu Asuman teyze.
"Karargahta Asuman teyze, operasyon raporları ile uğraşıyor." Dedim. Asuman teyze kafasını olumlu anlamda salladığı zaman gülümseyip önüme döndüm ve Melek'le beraber yürümeye başladım.
Eve girdiğimizde, mutfaktan çıkan eniştemi görmem ile dudaklarımda olan belli belirsiz tebessüm soldu ve kaşlarım derince çatıldı.
"Senin ne işin var bu evde? Hangi yüzle durabiliyorsun?" Dedim sinirle.
"İris, ben yıllarca size baktım şimdi sıra sizde, istesen de istemesen de bana bakmak zorundasın." Dedi pişkin pişkin.
"Hadi ya, öyle mi?" Dedim dalga geçerek. Meleği merdivenlerden yukarıya doğru çıkartmaya başladım.
"Abla burada mı kalacak o?" Diye sordu Melek
"Hayır." Odama girip Melek'i yatağıma yatırdım. "Göndereceğim şimdi." Deyip çıktım odadan.
"Kızlar haklı. Kalacak bir yer bulursun sen, git."
"Nereye gideyim ya? Ev yok, para yok nerede kalacağım?"
Mutfaktan gelen seslerle birlikte kaşlarım daha çok çatıldı. Hızla içeriye girdim.
"Nereye gittiğin umurumda değil defol git evimden." Dedim, içimdeki öfkeye kıyasla gayet sakin bir şekilde.
"Burası benim kızımın da evi, karım ve kızım buradayken hiç bir yere gitmeyeceğim." Dedi pişmiş kelle gibi sırıtarak.
"Burası benim şehit annem ve babamın evi. Teyzem ve İpek istedikleri kadar kalabilirler ama bu evde sana yer yok. Şimdi çık git evimden, ben çıkartırsam geçen seferki kadar nazik olmam." Dedim.
"Sana verdiğim paralar da, yedirdiğim her lokma da hara-" Eniştemin lafını bölen şey teyzemin tokadı oldu, öyle bir vurmuştu ki eniştemin başı yan döndü.
"Ağzından çıkanı kulağın duysun! O benim yeğenim, neyi haram ediyorsun sen!? Defol git kardeşimin evinden! Yarın ilk iş boşanma davası açacağım, senin gibi bir pisliğin soy adını daha fazla taşımam ben!" Diye bağırdı teyzem, bir yandan da kapıya doğru itmeye çalışıyordu.
Melek de sesleri duymuş olacak ki merdivenlerden inmeye başlamıştı.
"Ne diyorsun be sen!? Ne boşanması!? Benden boşanamazsın, bunu kafana sok!" Dedi ve teyzeme tokat atmak içi elini kaldırdı.
Anında ikisinin arasına girdim ve eniştemin havada olan elini sıkıca kavrayıp çevirdim. "Sen ne yaptığını sanıyorsun be şerefsiz!" Diye bağırdım. "Açın kapıyı." Dedim az önceki bağırmama göre daha sakin bir ses tonunda.
Melek kapıya daha yakın olduğu için hemen açmıştı. Eniştemi dışarıya ittim ve bahçe kapısına doğru ilerlettim. Bu esnada bahçe kapısından içeriye giren Arslan'ı da fark etmiştim.
"Şimdi defol git bir daha da teyzeme veya bu eve yaklaşma, yaklaşmaya çalışırsan da kırılmadık kemik bırakmam sende emin ol." Deyip bahçe kapısından dışarıya ittim.
Hızlı itmiş olmalıyım ki dengesini sağlayamayıp yüz üstü yere düştü. Ellerini silkeleyip ayağa kalktı. "Hakkım hepinize haram zıkkım olsun, burnunuzdan fitil fitil gelsin!" Diye bağırdı.
"Asıl benim hakkım sana haram olsun be! Gençliğimi verdim sana, her yaptığına sustum kocamdır dedim ama yeter!" Deyip parmağındaki yüzüğü çıkartıp enişteme fırlattı. "Al bu da üzerimde senin paranla alınan tek şey!"
Bu sırada İpek koşarak gelip teyzemin yanına geçti. "Anne ne oluyor?" Diye sordu merakla. İşten yeni geldiği için olanlardan haberi yoktu.
"Babandan boşanıyorum kızım." Dedi sadece ve arkasını dönüp eve doğru yürümeye başladı.
"Bu yaptığına çok pişman olacaksın! Ayaklarıma kapanıp özür dileyeceksin!" Diye bağırmaya başladı.
"Boş yapma, devam et hadi! Yürü!" Dedim. Bana baktıktan sonra arkasını dönüp yürümeye başladı.
Gözden kaybolana kadar arkasından baktım, daha sonra bende arkamı dönüp eve doğru yürüyecekken Arslan karşıma dikildi.
"Ne oldu?" Diye sordu. Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Görmedin mi? Eniştemi kovdum yine." Dedim.
"Ondan bahsetmiyorum. Sana ne oldu? Benden kaçıyorsun sürekli." Dedi.
"Bir şey olmadı Arslan." Deyip yanından geçmeye çalıştım fakat izin vermeyip kolumu tuttu.
"Bir şey olmadığı için mi böyle kaçıyorsun benden?"
"Kaçtığım falan yok Arslan." Dedim ve kolumu ondan kurtarıp hızla eve girdim. Bu kadar olay olmasına rağmen hâlâ sevdiği biri olduğunu unutmamıştım ve ona göre davranıyordum.
Salondan teyzem ve İpek'in konuşma sesleri geliyordu. Kapıdan içeriye baktım, Melek burada yoktu odaya çıkmıştı demek ki.
Teyzem, İpek'e olanları anlatıyordu, onlara görünmeden yukarıya çıktım. Melek tahmin ettiğim gibi odamdaydı, telefonda sessizce birisi ile konuşuyordu. Sırtı kapıya dönük olduğu için benim geldiğimi görmemişti.
"Niye ayakta dikiliyorsun Melek? Otursana." Dedim kapıdan içeriye girerek. Melek hızla arkasını döndü ve gözlerinden saniyelik bir korku geçti fakat bu korkuyu saklamak için gülümsemeye çalıştı.
"Ben seni sonra arayacağım." Deyip kapattı telefonu. "Telefona dalmışım abla." Diye devam etti, konuşurken de yatağa oturdu.
"Ağrın var mı?" Diye sordum yanına oturduktan sonra. "Yok abla iyiyim. Teyzem nasıl?" Diye sordu.
"Aşağıda İpek ile konuşuyorlar. Kaç yıllık kocası sonuçta, pek iyi değildir." Dedim.
"Koca da koca olsa keşke." Deyip gözlerini devirdi. Dudaklarımda ufak bir gülümseme belirdi.
"Anlat bakalım Melek Hanım." Dedim ciddileşerek. Melek derin bir nefes alıp arkasına yaslandı.
"O depo patlamadan önce iki asker gelip beni çıkarttı depodan, daha sonra karargah gibi bir yere götürdüler. Orada bana seçenek sunmadılar abla, emir verdiler. Görev emri verdiler ve reddetme şansım olmadı. Ölmediğimi söylemek, gelip sana sarılmak çok istedim ama izin vermediler. Sana o paketleri göndermeme de engel olmaya çalıştılar ama daha fazla senden saklayamadım. Ben sana gelemiyorsam sen bize gel istedim." Dedi, derin bir nefes daha aldı.
"Arslan Yüzbaşının ve diğerlerinin kaçırıldığı haberi geldiğinde onlara en yakın kişi bendim. O yüzden risk alıp binaya sızdım. Ben girdiğimde o şekilde duruyorlardı, birkaç saniye sonra siz geldiniz zaten." Diye devam etti.
Neden haber vermedin diye daha fazla Melek'i suçlayamazdım çünkü o da kendisine verilen emri uygulamıştı.
"Annem ile babamın saçlarını nasıl buldun? Ayıcık senin eline nasıl geçti? Video ve fotoğrafları nereden buldun?" Diye sordum. Aklıma takılan daha bir sürü soru vardı.
Melek gözlerini kaçırıp yutkunduğunda bir şeyler sakladığından emin oldum. "Melek sana soruyorum." Dedim.
Melek gözlerini bana çevirip konuşmaya başlayacağı zaman telefonum çaldı.
Arslan arıyordu. Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüm.
"Efendim?" Dedim.
"Karargahtan aradılar, Lewis'in yerini tespit etmişler. Operasyon emri geldi, hemen gitmemiz lazım bahçede bekliyorum." Dedi Arslan hızlıca.
"Tamam geliyorum." Deyip telefonu kapattım ve ayağa kalktım. Bu sefer Lewis'i elimden kaçırmaya niyetim yoktu.
***
Bölüm sonu.🍀
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım hoşunuza gitmiştir. Oy verip yorum apmayı unutmayın lütfen.
Okurken neler düşündüğünüzü merak ediyorum, nasıl ilerliyor sizce? Buraya yazabilirsiniz.
Görüşmek üzere...🤗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.36k Okunma |
461 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |