28. Bölüm

28. Bölüm

Kübra
kubraq

 

 

 

 

Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip yorum yaparsanız mutlu olurum. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar..🍀

 

Instagram: lavinyaofficial_ takip ederseniz sevinirim, beğendiğiniz replikler olursa onları paylaşabilirim ben biraz bulmakta zorlanıyorum çünkü.

***

Arslan cümlesini tamamlamadan odadan çıkıp albayın odasına gitti. Bende Pusat'ın yanına gitmek için çıktım odadan.

Bahçeye çıktığımda Pusat ve Gece'nin çimlerin üstünde oturup gülerek sohbet ettiğini gördüm.

Hızla yanlarına gittiğimde ikisi de gülerek bana baktılar.

"Ben kazandım sevgilim." Dedi Gece mutlulukla. "Ben demiştim sana sinirlenir ve öyle gelir diye." Gece cümlesini bitirdiğinde Pusat ayağa kalkıp şirin olduğunu düşündüğü bir şekilde gülümsedi.

"Çok sinirlenmedin değil mi İris'ciğim? Bak karargahtayız hatırlatayım. Ben senin için söyledim, sen merak ediyordun." Dedi hızlıca, bunları söylerken yavaş yavaş geriye doğru gidiyordu.

"Karargahtayız diye susuyorum Pusat, çıkalım bir karargahtan ben sana göstereceğim." Dedim ve Gece'nin yanına oturdum.

"Eee ne dedi? Yokmuş değil mi sevgilisi?" Diye sordu Gece.

"Bilmiyorum." Dedim. Pusat, Gece'nin diğer tarafına oturdu.

"Nasıl bilmiyorsun? Konuşmadınız mı?" Diye sordu.

"Tam sevgilisi olup olmadığını söyleyecekken albayın postası geldi, Arslan'ın da cümlesi yarım kaldı. Net bir cevap vermedi." Diye açıkladım.

"Hay ben böyle işe, zamanlamaya bak ya." Diye mırıldandı Pusat. "Bence yok ama, çünkü ben anlattığım zaman gülüp 'böyle saçma bir konu yüzünden mi benden kaçıyor kaç gündür?' diye sordu." Diye devam etti.

"Belki sadece küçüklük arkadaşı olarak gördüğü için öyle söyledi." Dedim. "Ben onu nasıl çocukluk arkadaşı olarak görüyorsam o da öyle görüyordur belki." Diye devam ettim. Bu cümlenin gerçek olma olasılığı neden canımı yakmıştı?

Sonuçta benim hayatımdaki tek aşk vatan aşkıydı, öyle olmalıydı.

"Saçmalama İris." Dedi ikisi aynı anda.

Omuz silkip ayağa kalktım ve karargaha doğru yürümeye başladım.

Odaya tekrar geldiğimde timin içeride olduğunu gördüm, Arslan hariç bütün tim buradaydı. Albayla konuşacakları bitmemiş miydi acaba?

Odaya girdiğimde tim anında kalkıp hazır ola geçti. "Rahat, günaydın beyler." Dedim ve koltuklardan birine oturdum.

"Günaydın komutanım." Dedi Koray yerine oturarak. Diğerleri de günaydın dediler ve sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler.

"Ben hâlâ Lewis'i unutamıyorum ama ya." Deyip kocaman bir kahkaha attı Meriç. "Keşke videoya çekseydik komutanım, bakıp bakıp gülerdik." Dedi kahkahalarının arasından. Benim de dudaklarım hafifçe yukarıya kıvrılmıştı.

"Sen video olmadan da gülüyorsun Meriç." Dedi gülerek Alaz.

"Komutanım o anları hafızamdan silemiyorum ki, çok komikti. 'Hayır, hayır bunu yapamazsınız! Sizi mahvederim! Yapamazsınız! Hayır!' Ölmeden önce bile bizi tehdit etti şerefsiz, sonu da diri diri köpeklere yem olmak oldu." Deyip tekrardan güldü Meriç. Arada sesini kalınlaştırarak Lewis'in taklidini yapmıştı.

Tim, Meriç sayesinde kahkahalara boğulmuştu bile. Bu sırada Arslan odaya girmişti. Tim Arslan'ın geldiğini gördüğünde hemen kalkıp hazır ola geçti.

Arslan bir şey söylemeden el hareketiyle time oturmalarını söyledi, o da en uçtaki koltuğa oturup arkasına yaslandı, kollarını birbirine doladı ve dalgın bir şekilde yerdeki fayansları seyretmeye başladı.

Albayla her ne konuştuysa bu Arslan'ın pek hoşuna gitmiş gibi görünmüyordu. Sinirli ve üzgün gibiydi.

Timde, Arslan'ın bu halini fark edip susmuştu. Şuan odada kimse konuşmuyordu ve herkes birbirine bakıyordu.

"Albay niye çağırmış seni?" Diye sordum merakıma yenik düşüp.

"Önemli bir şey değil." Dedi kafasını kaldırmadan. Önemli olup olmadığından emin değildim fakat konuşma Arslan'ın hoşuna gitmemişti, bu çok belliydi.

 

...

 

Karargahtan çıktıktan sonra birkaç saat yürüyüp eve gelmiştim. Arslan bütün gün somurtmuştu, doğru düzgün cümle kurmamıştı ve yüzüme bakmamıştı.

Şuan Melek, İpek, teyzem ve ben salonda oturmuş çay içiyorduk. "Anne sen kararlı mısın boşanma konusunda?" Diye sordu İpek.

"Kararlıyım kızım. Boşanacağım." Dedi teyzem, üzgün olduğu belliydi. Kaç yıllık kocasından boşanmak kolay değildi tabii ki.

"Teyze eğer boşanmak istemiyorsan boşanma, bizim yüzümüzden kendini mecbur hissetme." Dedi Melek.

"Sizin yüzünüzden değil kızım. İris olmasaydı vuracaktı bana, kafayı yedi iyice. Zaten sürekli kavga ediyorduk. Daha fazla onunla evli kalıp soyadını taşımak istemiyorum." Dedi teyzem, haklıydı.

"Anne, babam daha önce vurdu mu sana?" Diye sordu İpek. Kelimeler ağzından zor çıkmıştı. Anında kafamı teyzeme çevirdim ve vereceği cevabı bekledim. Eğer evet derse o şerefsizi bulup gebertirdim.

"Hayır vurmadı, ama biliyorsun anlaşamazdık tartışırdık hep. İlk defa o gün bana vurmaya çalıştı, İris engelledi." Dedi. Derin bir nefes verdim.

"Abla sen iyi misin? Durgunsun." Dedi Melek.

"İyiyim, yorgunum sadece." Dedim. "Ben gidip yatsam iyi olacak, yarın akşam geç gelirim merak etmeyin. İyi geceler." Diye devam ettim ve odama doğru yürümeye başladım.

Yarın izinliydim. Bizzat Oktay Albaydan yarın için izin istemiştim, o da her yıl olduğu gibi sorgulamadan izin vermişti. Neden izin istediğimi çok iyi biliyordu çünkü.

Yatağıma girip yorganı kafama kadar çekip uyudum.

 

...

 

Sabah erkenden kalkıp çıkmıştım evden. Her yıl olduğu gibi bu çiçekçiye girip gözüme güzel görünen bir kaç çiçeği alıp çıkmıştım. Arabaya binip çiçekleri yan koltuğa özenle bıraktıktan sonra yola çıkıp ilerledim.

Mezarlığın önüne geldiğimde çiçeklerimi de alıp indim. Şalımı başıma örtüp, biraz ileride bulunan annem ve babamın mezarının yanına geldim. Çiçeklerimi mermere bırakıp ellerimi açtım ve ikisi için de dua okudum.

Daha sonra çiçeklerimi sırayla mezarlara dikmeye başladım. "Annem." Dedim toprağa elimi yaslayıp. "Babam." Dedim diğer elimi babamın toprağına yaslayarak.

"Bir yıl daha siz olmadan geçti. Bir yıl daha büyüdüm ben. Bende geleyim artık yanınıza, beni de alın aranıza. Ben bir yılı daha siz olmadan geçirmek, bir yıl daha sizsiz büyümek istemiyorum. Sizi çok özledim." Dedim, gözyaşlarım artık akmaya başlamıştı.

Bugün benim doğduğum gündü, bugün benim hayatımın bittiği gündü, bugün annem ve babamın şehit oldukları gündü.

Birkaç saat daha annem ve babamla dertleştikten sonra çıkmıştım mezarlıktan. Kırmızı ışıkta durduğumda, karşıdan karşıya geçen bir aile gördüm.

Çocuk anne ve babasının elini tutmuş gülerek bir şeyler anlatıyordu, annesi ve babası da gülümseyerek kızlarını dinliyorlardı.

Çalan korna ile kendime geldiğimde yeşil ışığın yandığını fark ettim, gaza basıp ilerlemeye başladım.

 

...

 

Dağlık bir alana geldiğimde arabayı kenara çektim ve kilitledim. Arabadan biraz uzaklaştıktan sonra gözüme kestirdiğim bir dağa tırmanmaya başladım. Dağa tırmanmak bana çok iyi geliyordu.

Kulağımdaki kulaklıktan gelen şarkıyı mırıldanarak dağın tepesine çıktım. Ellerimi birbirine sürtüp toprağın gitmesini sağladım ve kayanın üzerine oturdum.

Aklımdan geçen düşünceleri susturmak için şarkının sesini yükselttim fakat pek bir etkisi olmamıştı.

Gözümün önüne annem ve babamın cenaze törenleri geldi, daha sonra bütün gün işte çalışıp gecenin bir yarısı ders çalıştığım günler, askerliği kazandığımı öğrendiğim gün, üniformaların içerisinde mezun olduğum zaman, yemin törenim, girdiğim çatışmalar, aldığım yaralar, Melek'in sahte cenaze töreni, timimin gözümün önünde şehit edildiği anlar, klinikte geçirdiğim altı ay, Arslan'ı ilk gördüğüm an, on iki yaşında ayrıldığım eve geri döndüğüm gün, Anka timiyle çıktığım operasyonlar, Arslan'ın beni kulübemize götürdüğü zaman, Melek'in ölmediğini öğrendiğim an, Arslan ile yaşadığımız her şey ve onun bir sevdiği olduğunu söyledi an.

Hepsi film şeridi gibi geçmişti gözlerimin önünden.

Birkaç saat daha bu şekilde oturup gün batımını izledikten sonra arabanın yanına gittim.

Eve gitmek için henüz erkendi, eve gitsem bile duramayacağımı bildiğim için arabayı çarşıya doğru sürdüm.

Çarşıda bir poligonun önüne gelmiştim, arabayı boş bir yere park ettikten sonra poligondan içeriye girdim.

Atış yapılacak yere geldiğimde görevlilerin verdiği kulaklık ve gözlüğü taktım, hedef kağıdını uzaklaştırmak için düğmeye bastım.

Hedef en uzak noktaya gittiği zaman belimdeki silahı çıkartıp nişan aldım ve art arda ateş etmeye başladım.

Bir şarjör bu şekilde bittiği zaman düğmeye basıp hedefin bana gelmesini sağladım.

Hedef kağıdına baktığımda bütün mermilerin tam ortaya isabet ettiğini gördüm, dudağımın bir kenarı yukarı kıvrıldı.

Tekrardan başka bir hedef kağıdını asıp uzaklaştırdım ve silahıma bir şarjör daha yerleştirdim.

Birkaç kez bu böyle devam etti. Bir saat sonra poligondan çıktım.

Ne yapacağımı bilmeden çarşıda yürüyordum, birkaç saat daha bu şekilde yürüyüp eve gitmeyi planlamıştım.

Yarım saat yürüdükten sonra girdiğim ara sokakta dikkatimi çeken şeyle kaşlarım çatıldı.

İki adam yere eğilmiş bir şeyler yapıyordu, ne yaptıklarını göremesem de onların olduğu taraftan bir kedi sesi de geliyordu.

Hızla yürüyüp ne yaptıklarını görebileceğim mesafeye geldiğimde ellerindeki yavru kediye işkence ettiklerini gördüm.

Adamlardan biri kediyi tutarken öbürü kafasına poşet geçiriyordu. Patileri birbirine bağlanmıştı ve kuyruğuna da ip dolanmıştı.

Kedinin kafasına poşet geçiren pisliği tutup kaldırdım ve kafasını sertçe yan taraftaki duvara vurdum, acıyla inleyip yere düştüğünde öbürü kediyi bırakıp cebinden bir çakı çıkarttı.

"Ne yapıyorsun sen kadın?" Dedi çakıyla bana bakarken. Gözlerim kediye kaydığında iplerden kurtulmak için çırpındığını gördüm. Ben adamı çektiğim için poşet kafasına geçmemişti.

"Asıl siz ne yapıyorsunuz be vicdansızlar!?" Diye bağırdım.

"Yürü git, başına bela alma!" Dedi üzerime doğru bir kaç adım atarken.

Dudağımın tek kenarı yukarıya kıvrıldı. Bunlar bela olsa ne olurdu acaba?

"Ne gülüyorsun kadın?! Komik mi?" Dedi.

"Çok komik." Deyip kocaman sahte bir kahkaha attım. "Gücü şu minicik, kendini koruyamayan kediye yeten biri tarafından tehdit edilmek baya komik." Deyip bir kez daha kahkaha attım. Kışın cebime koyduğum eldivenlerimi elime geçirirken konuşmaya devam ettim

"Ama asıl komik olan ne biliyor musun? Egonuzu bu şekilde tatmin edip kendinizi güçlü sanmanız, anlık sinirinizi o hayvanlardan çıkartıp hiçbir şey olmamış gibi hayatınıza devam edebileceğinizi sanmanız. Adalet er ya da geç tecelli eder, ya bu dünyada ya öbür dünyada." Dedikten sonra adamın elinden çakıyı aldım ve diğer koluna sapladım, o kolundan çekip diğer koluna aynı şekilde sapladım ve karnına tekme attım.

Adam acıyla yere düştüğünde diğeri yavaş yavaş ayaklanmaya başlıyordu, onun da kafasına tekme atıp kedinin yanına gittim.

Eldivenlerimi bir çırpıda çıkartıp kediyi kucağıma aldım, kucağımda çırpınmaya devam ettiğinde tüylerini okşadım.

"Sakin ol, yardım ediyorum sana ufaklık." Dedim, koşar adımlarla arabaya ilerlediğimde arabaya binip tavandaki lambayı yaktım.

Cebimdeki babamın çakısını çıkartıp kedinin minik patilerindeki ipleri dikkatlice kestim.

Kedi ona yardım ettiğimi anlamış gibi çırpınmayı bıraktı, bu sayede daha rahat kesmiştim ipleri.

"Aferin ufaklık." Dedim ve grinin en açık tonu olan tüylerini okşadım, başını elime ittiğinde dudaklarımda gerçek bir gülümseme meydana geldi.

Telefonumu çıkartıp en yakın veterinerin adresini buldum. Kediye tekrar baktığımda başını karnıma yaslamış patisini yalıyordu.

"Sana nasıl zarar vermeye çalıştılar acaba." Dedim, çok tatlıydı. Bütün hayvanlar çok tatlı ve masum değil miydi zaten.

Bu dünyada masum olmayan bir tek biz insanlardık. Her şeye, herkese zarar veren bizlerdik.

Arabayı hareket ettirip veterinere doğru sürmeye başladım.

Veterinerin önüne geldiğimizde ufaklık ile birlikte arabadan indim ve içeriye geçtim.

Masada oturan biri vardı, onun yanına gittim.

"Merhaba, hoş geldiniz." Dedi samimi bir şekilde.

"Merhaba, ben bu ufaklığı yolda gördüm iki tane şerefsiz patilerini ve kuyruğunu bağlamış kafasına poşet geçiriyordu, görünürde pek bir şeyi yok ama yine de içim rahat etmedi getirdim." Dedim.

"Hemen bakalım." Deyip yandaki odaya geçti, bende peşinden gittim ve ne yapacağımı bilemeyerek odanın kapısında durdum.

"Gelebilirsiniz." Dedi kadın. İçeriye geçip veterinerin ne yaptığını izledim.

Bir süre kediyle ilgilendikten sonra bana döndü ve gülümseyerek konuşmaya başladı.

"Yavrumuz gayet sağlıklı, patileri iplerden dolayı azıcık tahriş olmuş ama onun dışında bir sorunu yok." Deyip ufaklığı önündeki masa benzeri şeyin üzerine bıraktı ve arkasındaki dolabın kapağını açtı.

Ufaklık benim yanıma gelip patisini bana uzatıp miyavladı, bende elimi patisine doğru uzattığımda patisini elimin üzerine koydu.

"Sevmiş sizi." Veteriner konuştuğu zaman gözlerimi ufaklıktan çekip ona baktım.

"Siz alacak mısınız, yoksa sokağa mı bırakacaksınız?" Diye sordu. Daha önce hiç kedi sahiplenmemiştim, düşünmemiştim bile.

"Ben alırım, bakarım." Dedim, kelimeler benden bağımsız bir şekilde dudaklarımdan dökülüvermişti.

"O halde bunu her gün gece yatmadan önce patilerine sürün, bu daha kısa sürede iyileşmesini sağlar." Dediğinde elindeki kremi alıp başımı onaylarcasına salladım.

"Genel olarak yapılması gereken başka bir şey var mı?" Diye sordum.

"Eğer kalıcı olarak bakacaksınız birkaç şey yapılması gerekli." Diye cevap verdi.

"Ne gerekiyorsa yapın lütfen." Dedim, veteriner gülümseyerek başını salladı. Ben biraz uzaklaşıp beklemeye başladım.

Veteriner işini bitirdiğinde gülümseyerek bana döndü tekrardan. "Bitti." Dedi.

"Bir de mama ve kedinin kullanacağı eşyalar var mı sizde?" Diye sordum.

"Mama var fakat eşyalar şuan yok." Dedi kafamı sallayıp onayladım.

"Ne kadar toplam?" Diye sordum onun gibi gülümseyerek.

Ücreti söylediğinde cüzdanımdan kartımı çıkartıp uzattım, parayı ödedikten sonra ufaklığı kucağıma alıp arabaya doğru yürüdüm.

Arabaya bindiğimde kediyi yan koltuğa koydum, genel olarak uysal bir kediydi ve arabayı yavaş sürdüğüm sürece bir şey olacağını düşünmüyordum.

Fakat ufaklık ben bırakır bırakmaz koltukta hareketlenip bana doğru gelmeye çalıştı.

Elimi uzattığımda hızla elimin üzerine çıkmaya çalıştı, dudaklarımdan ufak bir kıkırdama döküldü.

Elimde olan kediyi kucağıma çekip bacağımın üzerine koydum, bacağıma koyar koymaz patilerini bacağıma sarılmak istiyormuş gibi sardı ve hareket etmedi.

"Ne tatlı bir şeysin sen öyle ya" Dedim kafasını yavaşça okşarken.

Daha sonra kafamı kaldırıp arabayı sürmeye başladım.

Evin önüne geldiğimde saat on bir buçuktu.

Arabadan elimde ufaklıkla birlikte inip eve doğru yürümeye başladım.

Kapının önüne geldiğimde ben kapıyı açmadan Melek açtı.

"Hoş geldin abla. Bu kim?" Diye sordu kediye bakarak.

"Hoş buldum, bu ufaklık." Dedim, galiba ismi ufaklık olmuştu. Sürekli ufaklık diyesim geliyordu çünkü.

İçeriye girip direkt odama çıkacakken Melek önüme geçip beni durdurdu.

"Abla teyzemler seninle bir şey konuşacak, salona gitsene bir." Dedi. Tuhaf davranıyordu, ses tonu da çok tuhaftı.

Bir şey demeden salona girdiğimde herkes buradaydı.

Tim, Gece, Pusat, Aycan, Asuman teyze, teyzem, İpek, elinde pasta ile bana gülümseyerek bakan Arslan ve Arslan'ın yanında tanımadığım bir kız.

Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım ve bu anın bir kabus olmasını diledim, gözlerimi açtığımda kabus olmadığı gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarptı.

Gözlerim Gece, Pusat, İpek ve Melek'i bulduğunda dördü de bana beklenti içinde bakıyordu.

Onlar benim doğum günümü kutlamadığımı ve kutlanmasından nefret ettiğimi çok iyi biliyorlardı.

"Üflesene artık ya, sevgilim elinde pasta ile bekliyor." Dedi tanımadığım kız. Gözlerim ona döndüğünde onun da bıkkın gözlerle bana baktığını gördüm

Arslan'a ve elindeki pastaya baktığımda pastanın üzerinde 'İyi Ki Doğdun İris' yazıyordu.

Pastaya baktığımda gözlerim doldu.

İnsan hayatının bittiği günü kutlar mıydı? Annesini, babasını, çocukluğunu kaybettiği günü kutlar mıydı? Ben kutlamazdım, kutlayamazdım.

Hızla arkamı dönüp kapıdan dışarıya çıktım, ayakkabılarımı tam giymeden arabaya doğru koşmaya başladım.

Bu sırada ufaklığı da canını yakmayacak bir şekilde sıkıca tutuyordum.

Arabaya biner binmez hızla hareket ettirdim. Nereye gideceğimi bilmiyordum, sadece gidiyordum.

Uzaklaşmak istiyordum, belki bu evden belki de bu dünyadan, bilmiyorum.

***

 

Bölüm sonu.🍀

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım hoşunuza gitmiştir. Oy verip yorum yaparsanız sevinirim.🤗

 

 

 

 

Görüşmek üzere...

Bölüm : 15.09.2025 19:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...