@kubraq
|
Merhaba, hoş geldiniz. Düşüncelerinizi yorumlarda belirtip, oy verirseniz çok mutlu olurum. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın, umarım hoşunuza gider. Keyifli okumalar... ☘️
Instagram: lavinyaofficial_
***
"Ya madem bu kadar bekleyecektik, ne diye kolumu o kadar çekiştirdin?" Diye sızlandı tekrardan, Yüzbaşı geldiğimizden beri söyleniyordu, ne vardı yani burada düşünüp plan yapıyordum biraz bekleyebilirdi. Kampa yaklaşan kafileyi gördüğümde dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Sende amma nazlı çıktın yüzbaşı. Senin adını yanlış koymuşlar bence, Nazlı Arslan Arınç olması lazımdı." Yüzbaşının naz, nazlı gibi kelimelere karşı ayrı bir nefreti vardı bence, çünkü şuan bana yine kötü kötü bakıyordu. "Tamam demedim bir şey be bakma öyle. Kampa nasıl gireceğimizi buldum." Kafileyi başımla gösterdim. Bende olan seri katil bakışları kafileye döndü. "Onlar kampa girmek üzere yetişemeyiz. Nasıl gireceğiz?" Kaşları bu sefer meraktan çatılmıştı. Çantama kampa sızmak için koyduğum çarşafı çıkartıp sadece gözlerim görünecek şekilde giydim. "Ben sayım yapılırken kaçan kadınlardan biriyim, sende beni yakalayıp geri götüren teröristsin." Dediğimde kafasını aşağı yukarı salladı. "İyi de kafiledekiler birbirini tanımaz mı? Ya da birbirlerinin sayısını bilmezler mi?" Kafamı iki yana salladım. "Bu kampa gelenler özel kişiler, hepsi birbirini yeni gördü. Sayı olayını da az önce hallettik." Dedim. Anlamamış gibi kaşlarını çattı. "Nasıl? Anlamıyorum hiçbir şey. Düzgün anlat şunu." Derin bir nefes aldım. "Kampa girenleri bir ay öncesinden örgütten biri eğitir. Yani sadece örgütten görevlendirilen ve kampa alınacak kişi birbirini görür, bu sayede birbirlerini tanımıyorlar. Bu kişileri kamptakiler de tanımıyor. Sayı işine gelirsek de toplam yirmi kişi, on eğitmen on kampa alınacak kişi olur hep. Bizde onlardan birini gelirken vurduk, yani eksik var. Ama bizim zamanımız kısıtlı o yüzden acele etmemiz lazım. Hadi." Hızlı hızlı ara vermeden konuştuğum derin bir nefes almam gerekmişti. Yüzbaşı kafası karışmış gibi bakıyordu. "Yani anladım gibi neyse çıkınca daha detaylı anlatırsın." Kafamı salladım. Kampa doğru yürümeye başladık. "Bak A planı; Sorunsuz bir şekilde gireceğiz çıkacağız. B planı; Beni kaçtığım için bir yere kapatacaklar. Seninle beraber götürürlerse sorun yok ama farklı yerlere gidersek, önce beni çıkartacaksın sonra belgeleri alacağız. C planı; Bizi fark edecekler ve çatışacağız. Bence en eğlencelisi bu." Dedim. Ona döndüm, başını olumlu anlamda salladı. "Tamam." Dedi. Elimi kaldırıp işaret parmağımı ona doğru uzattım. "Bak yüzbaşı, bu kamptaki çoğu kişi benim yüzümü tanıyor. Eğer bir yamuk yaparsan, kaçmaya çalışırsan seni bu kamptan sağ çıkarttırmam. Ayrıca o belgeleri ben olmadan alamazsın." Diye tehdit ettim. Aslında kaçarsa hiçbir şey yapmazdım ama kendi başına gitmeye çalışırsa sınıra zor ulaşırdı, örgüt bu sıralar daha farklı şekilde devriye atıyordu. Yüzbaşı sırıtmaya başladığında kaşlarım çatıldı. "Ne, niye pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun." Söylediklerimden sonra daha fazla sırıtmaya başladı. Tam anlamıyla ağzı kulaklarındaydı. "Güzel güzel planı anlatıyordun tamam da, ne ara tehtide geldin orasını anlamadım." Bende güldüm ama gözlerim hariç her tarafım kapalı olduğu için görmedi. Kafasını salladı. "Tamam belgeleri alacağız, çıkacağız ve kaçmayacağım." Biz konuşurken kamptakilerin bizi görebileceği mesafeye gelmiştik. "Kendini ve beni tanıtırken Kürtçe konuş ondan sonra bozuk aksanlı Türkçe konuş. Eğitmen sekizsin sen." Ben konuşurken ağızım gözükmediği için rahattım. Yüzbaşı konuşurken burnunu kaşır gibi yaptı. "Benim Kürtçe bildiğimi nereden biliyorsun sen?" Diye sordu. Kamptakilerin bizi duyabileceği mesafeye geldiğimiz için cevap vermedim. Cevap verecek olsam da dosyana girdim diyemezdim. Aslında biraz da olsa fark etmişti benim diğerleri gibi olmadığımı, etsindi. Benim ağzımdan çıkan bir şey yoktu sonuçta.
...
Tam yirmi sekiz dakika on dört saniyedir kamp liderinin gelmesini bekliyorduk, sonunda görünmüştü. Yanımıza geldiğinde, yüzbaşıya döndü. "Nasıl kaçtı bu!?" Kafasıyla beni göstererek, bozuk Türkçesi ile konuştu. Demek ki tanışma faslını atlamıştık "Kaçamadı." Dedi yüzbaşı sahte bir gururla. Gözlerimi devirmek istesem de yapmadım. "Nasıl fark ettin?" Sorguluyordu tamam ama şuan tek önemli olan şey bu muydu yani. "Gördüm." Diye cevap verdi yüzbaşı. Kamp liderinin bana dönmesiyle yanağımda keskin bir acı hissettim, başım sağ omzuma düştü. Bana tokat atmıştı pislik herif! "Madem bunu tam eğitemedin, tadına benden önce sen bakarak hırçınlığını al. Akşam bana yollarsın." Fırsatını bulduğum ilk an seni bağırta bağırta öldüreceğim pislik herif. "Tamam sağ ol." Dedi yüzbaşı sırıtarak, ama bu sırıtma farklıydı. Elinde olsa şuan onu boğarak öldürürdü, bunu sıkmaktan beyazlaşan parmak boğumlarından anlıyordum. Kamp lideri arkamızdakilerden birine işaret etti. Adam benim kolumdan tutup götürmeye başladı. Yüzbaşı da yanımızda geliyordu. Bizi evlerin olduğu bir yere götürdü. Bir evin önünde durup, "Akşama kadar boş, kolay gelsin." Deyip gitti. Yüzbaşıyla beraber içeri girdik. Yüzbaşı camın kenarına gitti, bende çenemi yokluyordum. Çenem sağlamdı ama sert vurmuştu şerefsiz. Yüzbaşı yanıma gelip yüzümü açtı, elini dudağıma götürünce kaşlarım çatıldı. Baş parmağını dudağıma sürtüp geri çekince kendi kanımı gördüm, umursamaz bir şekilde, "Hadi gidip alalım şu belgeleri." Dediğimde kafasını olumlu anlamda salladı salladı. Dudağım patlamıştı sadece.
...
"Hadi yüzbaşı hadi. Senin yüzünden yakalanacağız." Dedim. On dakikadır dosya arıyordu. Seçtiği üç dosyayı da Oktay albaya yollamıştım, tabi bunun için ikinci numaramı kullanmıştım. Yüzbaşı da bu sırada zebani gibi başımda beklemişti ve yolladığımdan emin olmuştu. Bende uzun zamandır peşinde olduğum dört dosyanın fotoğrafını çekmiştim. "Hangi dosyayı arıyorsun söyle yardım edeyim, daha hızlı buluruz. Burada dosyalar belli bir düzene göre dizilir." Dedim. Kafasını baktığı raftan ayırmadan konuştu. "2012'de Mardin-Derik'de şehit edilen iki binbaşı ve bir doktor dosyası." Kaşlarım çatıldı. "Ne!" Sesim biraz yüksek çıkmıştı. O dosyayı niye arıyordu ki. Kafasını çevirip başka rafa bakmaya başladı. "Bana hızlı ol diyorsun da, sende sessiz ol yakalanacağız. Duydun." Dedi, haklıydı sessiz olmalıydım. Derin bir nefes alıp yeni koyduğum dosyayı ona uzattım. "Burada." Dedim, duygusuzca çıkartmayı başardığım sesimle. "Ben çektim bunu istersen başka dosyaya bak, ben bunu da komutanına göndereyim." Diye devam ettim. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Elini yüzüme uzatıp gözümden aktığını fark etmediğim yaşı sildi. "İyi misin sen, ne oldu?" Diye sordu. Kafamı bir şey yok dercesine salladım. "Yok bir şey, hadi hızlı ol da sonra." Dedim o da kafasını sallayıp dosyalara bakmaya devam etti. İşimiz bitince de gizlice kamptan ayrıldık.
...
Kamptan çıkalı iki saat olmuştu nerdeyse. Yüzbaşı bir kaç kez nasıl olduğumu sormuştu ama bir şey söylemeyince pes etmişti sanırım. "Sen benden istediğin dosyayı niye istedin, ne yapacaksın?" Merakıma yenik düşüp ben konuştum fakat bu sefer de o cevap vermedi. Acı bir inleme duyduğum zaman kafamı hızla sol tarafa çevirdim. Yüzbaşı elini karnına koymuş, ağzından kesik kesik nefesler alıyordu, kolundan tutup yanımızdaki kayanın dibine oturttum ve karnını açıp yarasına baktım. Önceki sargı kan içindeydi, çantamdan tıbbı malzemeleri çıkartmaya başladım bir yandan da söyleniyordum. "Deli misin sen? Bu zamana kadar niye söylemedin kanamanın olduğunu?" Hadi o söylemedi ben nasıl fark etmedim ya. Yarasını temizleyip sardım. Biraz mola verdik. "Daha iyi misin?" Diye sorduğumda başını aşağı yukarı salladı. "Devam edebilir misin? Zaman kaybetmememiz lazım." Dedim. Tekrar kafasını olumlu anlamda salladığında, koluna girip kaldırdım. "İlk yaram değil, ölmem yani merak etme." Dedi gülerek, ben yaralandığımda ona dediklerimi taklit etmişti. Bende güldüm. "Ölme lazımsın sen bana." Dedim. Kaşları havalandı ama bir şey demeden yürümeye devam etti.
...
"Çıktığımız gibi mi gireceğiz?" Diye sordu yüzbaşı kampa bakarken. Kafamı iki yana salladım. "Riskli olur. Çıkarken kimsenin olmadığına emindim ama şuan değilim. Bu sefer kampa sızmak için ben seni esir alayım yüzbaşı ne dersin." Dediğimde güldü. "Ödeşmiştik ama neyse, sende teslim olursun ödeşiriz." Bu defa gülen ben oldum. "Oldu yüzbaşı, başka?" Dedim dalga geçercesine. Ellerini arkasından birleştirip kelepçelediğimde direnmedi ve işimin bitmesini bekledi. Yüzbaşıya verdiğim silahı belinden alıp kendi belime yerleştirdim. "Yürü bakalım yüzbaşı." Dedim kolundan tutarak, o da bir şey demeden yürümeye başladı. Kampa yaklaştığımız zaman giriştekiler silahlarını bize doğrulttu. Beni görünce bir kaçı hariç diğerleri silahlarını indirdi. "İndir silahını geri zekalı!" Diye bağırdığımda indirdi. Bu şekilde anlıyorlardı demek ki. Boran'ın bir numaralı adamı geldi. "Nereden geliyorsunuz böyle." Kaşları çatmış şüpheli bakışlarını üzerimizde gezdiriyordu. "Çay, kahve içip geldik." Diye alayla cevap verdiğimde yüzbaşı ufak bir kahkaha attı. "Salak mısın sen? Bu adam kaçarken sen neredeydin de şimdi geçmiş karşıma benden hesap soruyorsun." Dedim bir anda ciddileşerek. Kaşları havalandı, gözlerindeki korku kendini çok belli ediyordu. "Kaçtı mı, nasıl?" Diye sordu. "Evet! Ben mutfaktayken kaçmış. Bu kadar herifin arasından nasıl kaçtı onu da sana sormalı! Bu heriflerden sen sorumlu değil misin?!" Diye bağırdım. "Öyle de, güvenlik had safhada. Nasıl kaçtı inan bilmiyorum." Kendince açıklama yapıyordu ve korktuğunu çok belli ediyordu. Eve doğru yürümeye başladık. "Söyle şu geri zekalılara gözlerini dört açsınlar. Yakalayamasaydım Boran'a sen açıklama yapardın, ya da sen daha konuşmaya başlamadan Boran senin kafana sıkardı." Dedim. Gözlerindeki korku kat kat arttı. "Heval, aramızda kalsın söyleme Boran'a. Daha dikkatli olacağım, ne olur deme." Diye yalvardı, gülmek istesem de kendimi tuttum ama yüzbaşı gür bir kahkaha attı. Bir numaralı adam sinirle yüzbaşıya sinirle döndü. Yüzbaşı gerçekten çok eğleniyordu. "Ne korkak çıktın sende he, şimdi altına da işersin korkudan." Yüzbaşının gülerek söylediği şey bir numaralıyı daha fazla sinirlendirmiş olacak ki yüzbaşının sağ gözüne yumruğu geçirdi. "Tamam ama bunu hayrına yapmayacağım, bana can borcun var yeri gelince hatırlatırım." Dediğimde dikkatini yüzbaşıdan bana yöneltti. Kafa sallayıp, "Tamam, sağ ol heval." Dedi, cevap vermeden yüzbaşıyı kolundan tutup odama götürdüm. Yüzbaşı hâlâ gülüyordu. Yatağıma oturtup kelepçelerini çözdüm. "Yeter gülme artık." Dedim ama beni dinlemedi. "Komik ama, korkudan altına işeyecekti nerdeyse. Ayrıca sana da ödül vermeleri lazım, çok güzel oyuncusun." Dediğinde bende güldüm. "Yat da yaralarına bakalım." Malzemeleri alırken konuştum. Arkamı döndüğümde yatmıştı. Karnındaki yara kötüleşmişti, dikiş atılması gerekebilirdi. Bacağındaki yarayı da üstüne bastığı için zorlamıştı. Kolundaki yara diğerlerine kıyasla daha iyiydi. Kolundaki ve bacağındaki sargıyı değiştirdim. Karnındaki yaraya bakarken konuştum. "Dikiş atılması gerek. Çok zorlamışsın." Dediğimde kafasını olumlu anlamda salladı. "Ver malzemeleri atarım ben." Dedi, kendine dikiş atması zor olurdu. "İstersen ben de atabilirim, biliyorum yani dikiş atmayı. Kendine dikiş atmak daha zor olur." Deyip gözlerimi yüzüne çevirdim. "Dikiş atmayı biliyor musun?" Diye sordu. Kendime de dikiş atmışlığım vardı ama hiç kolay olmamıştı. Kafamı salladım. "Biliyorum. Eğer yapamadığımı düşünürsen, sen devam edersin." Dedim ama güzel dikiş atardım bu yüzden devam etmesine gerek kalmayacaktı. Kafasını salladı. Malzemeleri hazırlayıp uyuşturmak için iğne yaptım ve dikiş atmaya başladım. İşim bitince ayağa kalkıp ellerimdeki eldivenleri çıkartıp attım. "Kalkma yataktan dikişlerini zorlama, yemek hazırlayacağım." Dedim. Bir şey demeden kafasını salladı. Odadan çıktım. Yemekleri hazırlayıp tepsiye koydum ve odaya geri döndüm. Yüzbaşı uyumuştu, hadi ama ya o kadar güzel yemek yapmıştım soğuyacaktı. En azıdan bu sefer ortalığı karıştırmamıştı. Tepsiyi geri mutfağa götürüp çorbayı tencereye boşalttım. Tarhana çorbası her derde devaydı bence, bende küçük yaştan beri çok güzel yapardım. Odaya geri döndüm ve yüzbaşının üstünü örtüp sandalyeye oturdum. Telefonum çaldığında yazan isme baktım, Pusat arıyordu. "Efendim." Dedim fısıldayarak,yüzbaşı uyanmasın diye sessiz konuşmuştum. "Nasılsın?" Diye sordu Pusat. "İyiyim, sen nasılsın, ne yaptınız?" Dedim. "İyiyim. Topluyoruz işte, hepsi de baya bir hevesli gelmek için can atıyorlar, ölmeye ne meraklılar." Deyip ufak bir küfür savurdu dudaklarının arasından. "Yapacak bir şey yok, neyin ne olduğunu biliyorlar kendi seçimleri." Dedim. Onlar için bir yanım üzülse de diğer yanım kendi istekleri diyordu "Öyle. Sen ne yaptın, gidebildin mi kampa?" Diye sordu konuyu değiştirerek. "Gittim, iki dosyayı da buldum." Dedim. Dört dosyanın kopyasını almıştım, iki dosyayı Oktay albay özel olarak istemişti. Kalan iki dosyadan biri Beni, Pusat'ı ve Gece'yi özel olarak ilgilendiriyordu. Diğeri de benim özel şahsi meselem içindi. "Yüzbaşıyı ne yaptın?" Diye sordu merakla. "Cebime koydum Pusat." Dedim, alayla konuşmam onu güldürmüştü. "Ciddiyim. Yüzbaşıyı da götürmedin herhalde?" İnanmayarak sormuştu, ama inanması lazımdı. "Tam da öyle yaptım." "He he inandım tamam. Şimdi gerçekleri söyler misin?" Dediğinde güldüm. "Pusat bence gerçekten inanmalısın, çünkü yaptım." Dediğimde bir süre ses vermedi. Şoka girmişti sanırım. "Kimliğin? Söyledin mi ona? İris saçmalama yapmadın değil mi öyle bir şey?" Söylersem görev riske girerdi ve bunu üstler öğrenirse operasyon biterdi. Üstünr emre itaatsizlikten ceza alırdım. "Hayır tabi ki yapmadım öyle bir şey. Yüzbaşıyla anlaşma yaptık sadece. Sorun yok." "Peki sen öyle diyorsan öyledir, ama dikkat et ne olur. Kılına zarar geldiyse veya gelirse ağzına sıçarım senin haberin olsun." Dediğinde dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Yaralandığımı bilmesine gerek yoktu bence. "Tamam kardeşim, sende dikkat et ve son cümle senin içinde geçerli." Dediğimde sinirle bir nefes verdi. "Abi kızım abi, aramızda bir yaş var abinim ben senin." Dedi sinirle. "Gece de senden bir yaş küçük o da abi desin o zaman." Dedim sırıtarak. "Gece'yi karıştırma o ayrı." Diye homurdandı. "Allah Allah, madem ayrı git açıl kıza." Dedim, askerlikten sonra ilişki koçluğuna başlamıştım ikinci mesleğimdi zaten bu benim. Maaş da alabilirdim bence, Pusat sayesinde de zengin olurdum çoktan. "O kadar kolay değil o iş.-" Diye konuşmaya başladığında arkadan Boran'ın sesi duyuldu. "Ferzan! Buradaki işimiz bitti diğer köye gidiyoruz!" Boran'ın seslenmesi ile Pusat'ın sözü yarım kaldı. "Kiminle konuşuyorsun sen? Arjin'le mi?" Diye devam etti Boran. "Hayır Gece'yle konuşuyorsun sen Pusat. Yok Arjin falan, Arjin kadar başına taş düşsün." Dedim hızla. Pusat'ın kıkırdadığını ve kısık seste 'Amin' dediğini duydum. "Hayır! Dilba ile konuşuyorum!" Diye sesini yükselterek konuştu Pusat. "Bir saattir Dilba ile konuşuyorsun zaten. Arjin'i aramadın mı? Dünden beri aramalarımı açmıyor. Özledim." Boran'ın konuşmasına gözlerimi devirdim. Demek ki Gece toplantı ara verdiği zaman Pusat'la konuşmuştu ve iyiydi. "Sen benim kardeşimi niye özlüyorsun lan!?" Diye sinirle sordu Pusat. Kıskanç abi moduna girmişti yine, çıkarabilene aşk olsundu. "Sevgilim olduğu için olabilir mi Ferzan?" Yani biraz haklı gibiydi. "Sahte sevgilin olduğu için olamaz Boran." Kesinlikle haklıydı. 'Sahte' kelimesini bastırarak söylemişti. "Bu onu sevdiğim gerçeğini değiştirmez Ferzan." Bu böyle saatlerce devam ederdi. "Pusat tartışmaya girme, tamam de geç." Dedim ama beni dinlemedi. "Benim kardeşlerimin hayatında o anlamda sevgi olmaz Boran." Kardeşlerim demişti Gece'yi de araya katmıştı. "Niye? Buna sen mi karar veriyorsun Ferzan?" Boran sinirlenmeye başlamıştı. Derin bir nefes aldım. "Pusat tartışmaya girme dedim." "Hayır, o karar veriyor Boran." Ya sabır. Beni duymuyordu ya da duymazlıktan geliyordu. Sinirlenmeye başlamıştım, Boran'la ve Baran'la bu şekilde tartışmaya sıkça girerlerdi ama bu kadar uzatmazdı. "Pusat yet-" Sözümü yarıda kesen şey silah sesleriydi. "Pusat!?" Diye seslendim, sesim artık yüksek çıkmıştı. Ama Pusat'tan ses yoktu. "Pusat cevap ver!" Duyduğum tek şey silah sesleri ve içinde Pusat'ın sesi olmayan bağırış sesleriydi. Yüzbaşı sesimden uyanmış bana bakıyordu. "Pusat cevap ver! Allah kahretsin ya!" Diye bağırıdım. Gözlerimi kapatmış derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordum, işe yaramayınca ayağa kalkıp volta atmaya başladım. "Pusat! Orada mısın!?" Telefon kapanmıştı. Kahretsin ya, Allah'ım ne olur bir şey olmuş olmasın ne olur. Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyordum. Bu sefer kaldıramam, dayanamam lütfen. Pusat ve Boran'ı bir kaç kez aramıştım ama açmamışlardı. Camın önüne gidip camı açtım, nefesim daralıyordu. Dizlerimin bağı çözüldüğünde yatağa düşercesine oturdum. Yüzbaşı ne ara yataktan kalkıp yanıma geldi bilmiyordum, ne ara ağlamaya başladığımı da bilmiyordum yüzbaşı elini yanağıma getirip gözyaşımı sildiğinde ağladığımı fark etmiştim. Bedenimi sıcak bir çift kol sarmaladığında yüzbaşının bana sarıldığını anladım. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar kendimi kaybetmiştim. Bir kez daha sevdiğim birini kaybetmeye, bayrağa sarılı bir tabuta bakmaya, şehit cenazesine katılmaya dayanamazdım. Şuan birazcık gücüm olsa kalkıp ilaçlarımı içerdim ama konuşmaya bile gücüm yoktu. Sadece içimden dualar ediyordum.
***
Bölüm sonu.☘️
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım beğenmişsinizdir. Oy verip yorum yapmayı unutmazsanız sevinirim.
Görüşmek üzere... 🤗 |
0% |