36. Bölüm

36. Bölüm

Kübra
kubraq

 

 

Merhaba, hoş geldiniz. Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar...🍀

 

Instagram:lavinyaofficial_

*** 

"Tuğçe, bence bütün bildiklerini teker teker anlat. Bizi de kendini de daha fazla yorma." Dedi Arslan.

Tuğçe karşısındaki duvara bakmaya devam etti ve tepkisiz kaldı.

Şuan Tuğçe'nin sorgusundaydık.

Derin bir nefes aldıktan sonra elimi Tuğçe'nin saçlarına dolayıp sertçe geriye doğru çektim.

"Bana bak lan, sana zaten ayar oluyorum. Benim asabımı daha fazla bozma ne biliyorsan anlat, yoksa yemin ederim sende sağlam tek bir kemik bırakmam!" Deyip daha fazla çektim saçını.

Tuğçe gülmeye başladı. "Sevgiline dokundum diye mi ayarsın bana?" Diye sordu kahkahalarının arasından.

"Yok. Adi, şerefsiz bir terörist olduğun için ayarım sana." Dedim ve kafasını sertçe masaya vurdurdum.

"Ya ben bir şeyi merak ediyorum. İlk ne zaman ve nasıl anladın yanına sızdığımı?" Diye sordu Arslan'a bakarak, bir yandan da burnunu tutuyordu.

Arslan dalga geçerek ufak bir kahkaha attı.

"Yanıma sızdığını anlamadım, buna izin veren zaten bendim." Dedi Arslan.

Tuğçe tepki vermemeye çalışsa da sinirlendiği belli oluyordu.

"Baban, yani Korsan nerde? Onunla nasıl irtibata geçiyorsunuz? Bir sonraki hamlesi ne olacak? Anlatmaya başlasan iyi edersin." Dediğimde Arslan'da olan gözlerini bana çevirdi.

"Babamın, nerede olduğunu, bir sonraki hamlesinin ne olacağını kimse bilmez. Onunla irtibata geçen ben değilim zaten, bağlantıyı abim kurar. Yani kısacası ben bir şey bilmiyorum." Dedi ve tekrar duvara bakmaya başladı.

"Peki ya annen biliyor mudur?" Dedim zayıf karnına basarak. Dudaklarıma da sinir bozucu bir gülümseme yerleştirdim.

Gözleri hızla bana döndü. "Benim annem yok." Dedi.

Gülümseyerek annesinin kaldığı adresi ve ismini söylediğimde sinirle bana saldırmaya çalıştı.

Fakat sadece çalışmakla kaldı çünkü bileğindeki kelepçeler yüzünden ayağa bile kalkamamıştı.

"Bunu yapamazsın! Anneme dokunamazsın!" Diye bağırarak ellerini kelepçeden kurtarmaya çalıştı.

"Eğer sen konuşmazsan, ben anneni konuştururum." Dedim daha çok delirmesini sağlayarak.

Arslan kapıyı açıp dışarıdaki askerlerden hemşireyi ve sakinleştirici iğne getirmelerini emretmişti.

Bende sırtımı duvara dayadım ve Tuğçe'nin çırpınışlarını seyretmeye başladım.

Annesi onun hassas noktasıydı.

Hemşire elindeki iğne ile içeriye girdiğinde hemşirenin yanına gidip onu dışarıya çıkarttım. "Sakinleştiriciyi ben size söylediğim zaman yapsanız olur mu?" Diye sordum.

"Durumu iyi görünmüyor yüzbaşım." Dedi. "Farkındayım, çok uzun sürmeyecek." Dediğimde başını sallayarak onayladı.

"Fena delirttin. Aklındaki ne, ne yapacaksın?" Dedi Arslan. "Bu kadar kendinden geçeceğini tahmin etmemiştim ama iyi oldu. Ne yapacağımı görürsün." Dedim ve Tuğfan'ın bulunduğu sorgu odasına girdim.

"Nasılsın?" Dedim karşısındaki sandalyeye otururken. Arslan da arkamdaki duvara sırtını yaslamıştı.

Tuğfan boş boş yüzüme baktığında arkama yaslanıp bir bacağımı diğerinin üzerine attım.

"Cevap vermeyecek misin? Peki." Dedim.

"O zaman sorguya geçmeden önce sana bir şey söylemem lazım. Kardeşin Tuğçe, pek iyi değil. Yan odada kriz geçiriyor şuan." Diye devam ettiğimde yüzü sinirle kasıldı.

"Ne yaptınız kardeşime!?" Diye bağırdı. Dudaklarımı bilmem dercesine büzdüm. "Kardeşimi gösterin bana!?" Dedi.

"Neden?" Diye sordum sakin bir şekilde. "Sana kardeşimi göreceğim dedim! Ona götür beni!" Diye bağırdı.

"Yasak, sizin için bu yasağı çiğneyip neden kendimi riske atayım ki?" Dedim.

"Ne istiyorsun?" Dedi, bu sefer bağırmamıştı ama hâlâ sinirli olduğu belli oluyordu.

"Bütün bildiklerini anlatmanı, istediklerimizi harfiyen yapmanı." Dedim.

"Kardeşimi serbest bırakacaksınız, o zaman anlatırım." Dedi.

"Şart koşacak durumda değilsin." Dedim. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Tamam. Kardeşimi gösterin bana, konuşacağım." Dedi.

Ayağa kalkıp kapının önünde dikilen askerlere kelepçeyi çözmelerini emrettim. Sadece masaya bağlı olan kelepçesini çözüp Tuğfan'ın kollarından tuttular.

"Getirin." Deyip sorgu odasının izleme bölümüne girdim. Camın diğer tarafında bileklerini çekiştirip bağıran Tuğçe vardı, sesleri buraya geliyordu.

"Tuğçe." Diye fısıldadı Tuğfan. Askerler hâlâ kollarından tutuyordu. "Kelepçeler bileklerini kesmiş, daha fazla çekiştirmeye devam ederse onun için pek iyi olmaz. Hemşire kapıda, sakinleştirici yapmak için onayımı bekliyor." Dedim.

"Yapsın sakinleştiriciyi!" Dedi.

"Hayır. Önce sen benim istediğimi yapacaksın, sonra ben sakinleştirici için onay vereceğim." Dedim.

"Ne istiyorsun?" Diye sordu gözlerini Tuğçe'ye çevirerek.

"Korsan'ın yerini, bir sonraki hamlesini, nasıl irtibata geçtiğinizi?" Dedim.

"Babamın yerini ve sonraki hamlesini kimse bilmez." Dedi. "Nasıl irtibata geçiyorsunuz?" Diye sordum.

"Bir numara var, onunla."

"Söyle." Deyip masanın üzerindeki boş kağıdı ve kalemi aldım. Tuğfan'ın söylediği numarayı yazıp kağıdı cebime koydum.

"Sakinleştiriciyi yapın artık." Dedi, Arslan'a bakıp başımı olumlu anlamda salladım o da dışarıya çıkıp hemşireye sakinleştiriciyi yapmasını söyledi.

Hemşire ve iki asker içeriye girdiğinde askerler hemen Tuğçe'yi tutup hareket etmesini engellediler. Hemşire iğneyi vurup dışarıya çıktığında askerler de Tuğçe'yi sandalyeye oturtup çıktılar. Tuğçe kafasını masaya koyup sayıklayarak gözlerini kapattı.

"Sorgu odasına geri götürün." Dedim Tuğfan'ı tutan askerlere bakarak ve dışarıya çıktım.

"Güzel plandı sevgilim, hayran kaldım." Dedi Arslan. Gülümseyip yürümeye devam ettim. Oktay Albayın odasının önüne geldiğimde durup kapıyı iki kere tıklattım ve içeriye girdim.

Baş selamı verip tekmil verdim. Arslan da aynısını yaptıktan sonra albay oturmamızı emretti.

"Konuştular mı yüzbaşım?" Diye sordu.

"Tuğçe konuşmadı komutanım ama Tuğfan bir numara verdi, Korsan ile bu numara üzerinden irtibata geçiyormuş." Dedi Arslan.

Oktay Albay kaşlarını çattı. "Ben tam tersi olur diye düşünmüştüm." Dedi.

"İris'in taktiği sayesinde numarayı vermek zorunda kaldı komutanım." Dedi Arslan.

"Ne taktiği?" Diye sordu Oktay Albay bana bakarak.

"İkisinin de hassas noktalarını bulup oraya oynadım. Önce Tuğçe'nin kendinden geçmesini sağladım daha sonra Tuğfan'ın bunu görüp konuşmasını." Dedim. Oktay Albay başını aşağı yukarı salladı.

Kapının önünde bekleyen postasına seslenip numaranın yazılı olduğu kağıdı verdi ve numarayı araştırması için bir teğmene vermesini emretti.

Bizde Arslan'la beraber baş selamı verip dışarıya çıktık.

 

...

 

Akşam olduğunda Arslan'la beraber karargahtan çıkmıştık, şimdi de eve gidiyorduk.

Tuğfan'ın verdiği numaradan bir şey çıkmamıştı şuanlık, araştırmaya devam ediyorlardı.

"Teyzenlere söyleyecek misin?" Diye sordu Arslan. Dediği şeyi anlamayarak ona döndüm.

"Ne?" Diye sordum.

"Sevgili olduğumuzu teyzene söyleyecek misin?" Diye tekrarladı sorusunu.

"Evet söylerim." Dediğimde gülümsedi.

Evin önünde durduğumuzda arabadan indik. Bahçeye girdiğimizde Asuman teyze bizim eve doğru ilerliyordu. Bizi görünce durup yanına gitmemizi bekledi.

Yanına gittiğimizde Arslan'a sarıldıktan sonra kollarını bana doladı. "Hoş geldiniz." Dedi bir yandan.

"Hoş bulduk anne." Diye cevap verdi Arslan. "Nereye gidiyorsun?" Diye devam etti.

"İris'lere gidiyordum oğlum ama açsan sana bir şeyler hazırlayayım." Dedi Asuman teyze.

"Yok anne aç değilim, bizim de sizinle konuşacaklarımız vardı zaten gidelim." Dedi Arslan son kelimelerini gözlerimin içine bakarak söylemişti.

"Konuşalım oğlum." Dedi Asuman teyze. "Eve geçelim o zaman." Dediğimde üçümüzde eve doğru yürümeye başlamıştık.

Eve girdiğimizde Gece ve Pusat'ın da burada olduğunu görmüştüm.

Pusat bizi gördüğünde kaşlarını çatıp Arslan'a bakmaya başladı. "İris, gel kardeşim sen şu tarafa." Dedi gözlerini Arslan'dan çekmeden.

Arslan elimi tuttuğunda Pusat'ın kaşları daha fazla çatıldı. "Lan çek elini!" Diye sesini yükseltti Pusat.

"İris?" Diye sorarcasına konuştu Gece. Teyzem, Asuman teyze, Melek ve İpek de bize şaşkın şaşkın bakıyordu.

"Biz sevgiliyiz." Dedim dan diye.

"Ne!" Hepsi aynı anda konuşmuştu.

"Nasıl sevgilisiniz?" Dedi Gece.

"Arslan'ın zaten bir sevgilisi yok mu? Siz nasıl sevgili oluyorsunuz?" Diye sordu İpek.

"Yok, operasyondu o." Dedi Arslan.

"Nasıl operasyondu?" Diye sordu Melek.

"Arslan, Tuğçe'ye görev için yaklaşmış. Görev için sevgili rolü yapmış." Diye açıkladım.

"Operasyon bitti mi peki?" Diye sordu Gece.

"Tam anlamıyla bitmedi ama açığa çıktım. Tuğçe gözaltında." Dedi Arslan.

Gözlerim Pusat'a kaydığında ifadesiz bir şekilde Arslan'a baktığını gördüm.

"Pusat?" Diye seslendim ama duymuyormuş gibi tepki vermeden Arslan'a bakmayı sürdürdü.

Şoka mı girmişti acaba?

"Pusaat!?" Diye bağırdı Gece. Pusat yine tepki vermeyince kolunu çimdikledi Gece.

Pusat sıçrayarak sanki rüyadan uyanmış gibi Gece'ye döndü. "Ne oldu sevgilim?" Diye sordu. "Dalmışım." Diye devam etti.

Daha sonra bize dönüp yine kaşlarını çattı. "Kız sen niye hâlâ o dağ aslanının yanındasın?Gelsene şu tarafa." Dedi.

"Sevgilimin yeri benim yanım çünkü Pusat." Dedi Arslan.

"Git Tuğçe'yi al yanına o zaman. Bırak kardeşimin elini." Deyip yanımıza geldi ve beni kolumdan tutup arkasına aldı.

"Sen bizi dinlemiyor musun oğlum?" Diye sordu Arslan sinirle. "Ne anlatıyoruz biz deminden beri!?" Diye devam etti.

Gerçekten sinirlenmiş gibi görünüyordu.

"Ne anlatıyorsun dağ aslanı? Duymadım." Dedi Pusat.

"Pusat." Dediğimde Pusat dönüp bana baktı. Kolumu onun elinden kurtarıp Arslan'ın yanına gittim ve elini tutup havaya kaldırdım.

"Biz sevgiliyiz." Dedim.

"Tuğçe?" Diye sordu. Galiba gerçekten bizim sevgili olduğumuzu duyunca şoka girmişti.

"Görevdi." Dedi Arslan.

Pusat bana dönüp konuştu. "Sen güveniyor musun buna? Baktın mı görev raporuna?" Diye sorduğunda Arslan sinirle nefesini verip dişlerini sıktı.

"Pusat." Dedim bıkkınca. "Güvenmesem sevgilim demem değil mi kardeşim?" Dedim sabrımın son kırıntılarıyla.

"Sevgilim gel anlatırım ben sana." Deyip Pusat'ın kolundan tuttu ve koltuğa oturttu Gece.

Bizde boş koltuğa oturduk, sehpadaki kurabiyelerden birini alıp ağzıma attım.

"Düğün ne zaman oğlum?" Diye sordu Asuman teyze. Onun sorusuyla benim ağzımdaki kurabiyenin boğazıma takılması bir oldu.

Ben öksürmeye başlarken Arslan hızla kalkıp su koydu ve bana içirmeye çalıştı.

Öyle dan diye sorulur muydu canım böyle bir soru?

 

...

 

"Meryem'i sıkı takibe aldık, kim ile görüşürse anında haberimiz olacak. Tuğfan'ın verdiği numaradan henüz işe yarar bir şey çıkmadı, uğraşıyoruz. Tolga seninle görüşmek istiyor İris." Dedi Oktay Albay.

"Görüşecek miyim komutanım?" Diye sordum. Kafasını sallayıp onayladı Oktay Albay.

Ayağa kalkıp selam verdim ve odadan dışarıya çıktım, Arslan da benim arkamdan çıkmıştı.

Sabah karargaha gelmiştik ve Oktay Albay ile ufak bir toplantı yapıp son durumu konuşmuştuk. Tuğçe'yi tutukladığımız zaman Tolga'yı da tutuklamıştık fakat hastanede olduğu için dün gece karargaha gelmişti. Geldiğinden beri de sürekli 'benim haberim yok, bilmiyorum, İris ile görüştürün beni.' diyormuş.

Dün gece Asuman teyzenin sorusundan ise beni Arslan kurtarmıştı, 'henüz erken.' deyip geçiştirmişti, Pusat'la da sürekli laf dalaşına girmişti.

Sorgu odasından içeriye girince kafası önündeki masaya koyup uyuyan Tolga'yı gördüm. Yanına gidip omzunu dürttüğümde sıçrayarak uyandı ve bana baktı.

Arslan da bu sırada sırtını duvara yaslayıp Tolga'yı izlemeye başladı.

"İris?" Dedi uykulu sesiyle Tolga.

"Benimle görüşmek istemişsin." Dedim ifadesiz bir şekilde. Derince yutkunup gözlerini kaçırdı. "Özür dilerim. Ben bilmiyordum Tuğçe'nin de destek verdiğini, Arslan'dan bilgi almak için yanına sızdığını." Dedi mahçup bir şekilde.

"Buna inanmamı bekleme Tolga." Dedim. Eğer yalan söylüyorsa kesinlikle çok iyi rol yapıyordu.

"Bekleyemem zaten ama gerçekten benim haberim yoktu. Olsaydı Tuğçe'ye engel olurdum." Dedi.

"Tuğçe'nin kimliğinin sahte olduğunu da mı bilmiyordun?" Diye sordu Arslan. Tolga, Arslan'ın sorusunu duyar duymaz kafasını ona çevirdi. Gözlerinden ilk önce şaşkınlık, sonrasında hayal kırıklığı geçti.

"Ne?" Diye sordu şaşkın bir ses tonuyla. "Nasıl sahte?" Diye devam etti.

Elimdeki dosyanın içerisindeki raporu alıp Tolga'nın önüne koydum, hızla rapordaki yazılanları okumaya başladı.

Okumayı bitirdiğinde gözlerini sıkıca kapatıp ufak bir küfür mırıldandı.

"Bilmiyordum." Dedi çatallaşan sesiyle.

"Korsan'la en son ne zaman iletişime geçtin?" Diye sordum.

"Hatırlamıyorum. Çok uzun zaman oldu. Ben onunla en son bağlantı kurduğum zaman abimi Tuğfan'ı yanına aldı, sonrasında babamla hiç iletişim kurmadım." Dedi.

"Neden yanında silah taşıyorsun?" Diye sordum bu sefer.

"Silahım ruhsatlı. Kendimi korumak için taşıyorum. Babam yüzünden birçok kez saldırıya uğradım, en son salırıda sen de oradaydın." Dedi.

"Neden baban yüzünden saldırıya uğruyorsun?" Diye sordu Arslan.

"Korsan, onu ihbar edip yakalatmaya çalıştığım için beni öldürmek istiyor. Düşmanları ise babamın canını yakmak için beni öldürmek istiyor." Diye cevapladı Arslan'ın sorusunu.

"Neden babanı ihbar ettin?" Diye sordum ben bu sefer.

"Ben hukukçuyum İris, babam ise benim ülkeme zarar vermeye çalışan bir terörist. Buna göz yumamazdım." Dedi.

Sözleri inandırıcıydı ama Tolga'ya ne kadar güvenebilirdik bilmiyordum.

"Peki ya abin, yani Tuğfan?" Diye sordu Arslan.

"Onunla iletişime geçiyorum, en az ayda bir kere konuşuruz." Dedi dürüstçe.

"Nasıl iletişim kuruyorsunuz?" Diye sordum.

"O görüşmek istediği gün arar beni, sürekli farklı numaralardan arar." Dedi.

"Babanı ihbar ediyorsun ama abinle görüşüyorsun öyle mi? Neden?" Diye sordu Arslan merakla.

"Babam ancak öldüğünde vazgeçer ama Tuğfan'ı ikna edebileceğimi düşünüyorum çünkü. Babam onu zehirledi, beynine girdi ve yanına aldı. Belki döner, teslim olur diye ikna etmeye çalıştım hep." Dedi.

"Tuğfan burada." Dediğimde hızla gözlerini bana çevirdi.

"Teslim mi oldu yoksa yakaladınız mı?" Diye sordu.

"Yakalandı." Dediğimde gözlerini sıkıca yumdu ve sert bir nefes verdi.

Başka bir şey demeden arlamı dönüp dışarıya çıktım, Arslan da arkamdan gelmişti.

Oktay Albayı gördüğümüzde hazır ola geçip selam verdik. Sorguyu izlemişti.

"Ne düşünüyorsunuz yüzbaşım?" Diye sordu.

"Doğru söylüyor gibi komutanım fakat inanabilir miyiz emin değilim. Yalan söylüyor olabilir." Diye fikrimi belirttim.

"Yalan makinesine sokup test edebiliriz komutanım. Eğer bizi kandırmaya çalışıyorsa anlarız." Dedi Arslan. Gayet mantıklıydı.

"Olabilir yüzbaşım. Ben yalan makinesi için gerekli izinleri çıkarttınca tekrar sorguya girersiniz." Deyip arkasını döndü ve odasına doğru ilerlemeye başladı.

Biz de Anka timi için ayrılan odaya doğru ilerlemeye başladık. Odadan içeriye girdiğimizde tim kalkıp hazır ola geçtiler ve sırıtarak bize bakmaya başladılar.

"Hayırdır oğlum, ne oldu?" Diye sordu Arslan bize garip bir şekilde sırıtarak bakan time.

Masadaki suları gördüğümde oraya doğru ilerleyip suyu aldım ve içmeye başladım.

"Hayır komutanım, hayır. Düğün ne zaman?" Diye sordu Meriç. Meriç'in sorusunu duyduğumda içtiğim su boğazımda kaldı ve öksürmeye başladım.

Arslan hızla yanıma gelip eliyle sırtıma hafif hafif vurmaya başladı. Bu soru dan diye sorulacak soru muydu canım?

"İyi misiniz komutanım." Diye sordu Alaz.

Öksürmem durunca derin bir nefes alarak kendime geldim. Yüzümü Meriç'e çevirip gülümsedim.

Meriç benim gülümsediğimi gördüğünde endişeli yüzünün yerini sırıtmaya bıraktı.

"Meriç." Dedim gülümsemeye devam ederken. "Üç saat boyunca koşu parkurunda tam teçhizat koşacaksın, bir saniye bile duraksarsan sabaha kadar koştururum seni. Ayrıca koşarken bağıra bağıra harbiye marşı söyleyeceksin." Diye devam ettim gülümseyerek.

Cümlem bittiği zaman Meriç ağzı bir karış açık şokla bana bakıyordu. Gözlerimi time çevirdim.

"Siz de başında duracaksınız, bir an bile duraksasa gelip bana haber vereceksiniz. Kameralardan kontrol edeceğim, eğer söylemezseniz siz de koşarsınız." Dedim.

"Emredersiniz komutanım!" Dediler aynı anda.

Gözlerimi yeniden Meriç'e çevirdiğimde aynı şekilde bana bakmaya devam ettiğini gördüm. Ağzını dahi kapatmamıştı.

"Yarım saat içerisinde hazırlanıp koşuya başlamazsan süren beş saate çıkacak Meriç." Deyip arkama yaslandım.

Meriç gözlerini şokla açıp birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra hazır ola geçti. "Emredersiniz komutanım!" Diye bağırıp hızla çıktı odadan.

Tim de onun arkasından gülerek çıktılar. Odada Arslan ile baş başa kaldığımızda kafamı çevirip ona baktım.

Sırıtarak bana bakıyordu. Kafamı 'ne var?' dercesine salladığımda sırıtması daha da genişledi.

"Biz ne zaman evleniyoruz?" Diye sordu.

Dudaklarımı bilmem dercesine büzdüm ve ellerimi kaldırıp parmaklarımı öna doğru uzattım.

"Ben bir evlilik teklifi almadım, parmaklarım boş. O yüzden ne zaman evleneceğimi bilmiyorum yüzbaşım." Dedim, ciddi durmaya çalışarak.

"Öyle mi?" Dedi gülmemek için kendini zorluyordu.

Dudaklarımı büzüp kafamı olumlu anlamda salladığımda gözleri dudaklarımı buldu.

"O zaman parmaklarını bir an önce doldurmamız lazım." Dedi dudaklarıma bakmaya devam ederken. Sonra yavaşça yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başladı.

 

***

 

Bölüm sonu.🍀

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Umarım hoşunuza gitmiştir. Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

Görüşmek üzere...🤗

Bölüm : 03.11.2025 20:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...