Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@kubraq

 

 

 

 

Merhaba, hepiniz hoş geldiniz. Oy verip, yorum yapmayı unutmayın lütfen. Umarım bölümü beğenirsiniz. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın. Keyifli okumalar...☘️

 

 

 

Instagram: lavinyaofficial_

 

*** 

 

 

"Daha iyi misin?" Diye sordu yüzbaşı, kafamı olumlu anlamda salladım. Yüzbaşıyla ne kadar süre sarılı kaldık bilmiyorum ama çok zaman geçmemişti, ve ben sakinleşmeye başlamıştım.

Üç yıldır bu şekilde krizlere giriyordum ve ilaçlarımı almadan sakinleşemiyordum, kriz anında yanımda Pusat veya Gece olduğu için ne kadar istemeseler de ilaçlarımı verirlerdi. İlaçla olmadan kolay kolay sakinleşemiyordum. Fakat şuan ilaç almadan biraz da olsa sakinleşmiştim, yüzbaşı sayesinde.

"İlaçlarım çekmecede olacak verebilir misin?" Konuşabilecek gücü sonunda kendimde bulmuştum. Yüzbaşı kalkıp gösterdiğim çekmeceyi açıp ilacı aldı ve kutusunu incelemeye başladı. İlacın adını okuduğu anda kaşları derince çatıldı, ilacı bana vermek yerine çekmeceye geri koydu.

Bu sefer benim kaşlarım çatıldı. Yanıma geri gelip bana tekrar sarıldı. "İlaçlarımı versene." Dedim, ama beni dinlemeden sarılmaya devam etti.

"O ilaçlara gerek yok, sakinleştin zaten." Dedi yatıştırıcı ses tonuyla. Derin derin nefesler almaya başladım. Haklıydı, sakinleşmiştim biraz ama ilaçları içersem daha çabuk kendime gelirdim.

Bir süre daha sarıldı bana, kendimi iyi hissedince kollarının arasından çıktım. Ben yataktan kalkmadan yüzbaşı kalkıp çekmeceden ilacı aldı avucunun içinde sıkıca tuttu. İlacı içeceğimi düşünmüştü fakat amacım ilacı değil telsizi almaktı.

Yanından geçip masadaki telsizi aldım. Yüzbaşı da yatağa oturmuştu ilaç hâlâ avucundaydı. Bende telsizle birlikte yatağa oturdum.

"Beni duyan var mı?" Diye bir kaç kez tekrarladım sorumu.

"Heval! Çok kalabalıklar! Destek lazım!" Dedi biri. Sesini daha önce duymuştum Boran'ın adamıydı.

"Tamam. Ferzan orada mı?"

"Burada, iyi çatışıyor o da!" Dediğinde rahat bir nefes verdim. Çok şükür.

"Kime karşı çatışıyorsunuz siz? Telsizi Ferzan'a ver." Dedim.

"Türk askeri galiba heval, çok kalabalıklar ve profesyoneller, kayıp veriyoruz. Buradan çıkamam, kafamı çıkarttığım an beni öldürürler." Dedi.

"Sana telsizi Ferzana vermeni söyledim!" Diye bağırdığımda bir süre sessizlik oldu.

"Dinliyorum." Pusat'ın sesiydi. Rahatlamıştım.

"İyi misin, ne oluyor orada?"

"İyiyim merak etme. Türk askeri baskın yaptı, büyük ihtimalle arkadaşlarını arıyorlar." Dedi Pusat. Yüzbaşıya baktığımda telsizde olan bakışlarını bana çevirdi.

"Tamam dikkat et. O telefonuna da bak. Gelince sana yapacağımı biliyorum ben." Güldü, bide bana diyordu 'kılına zarar gelirse ağzına sıçarım.' diye.

"Tamam tamam, merak etme ." Telsizi masaya fırlatıp, kendimi geriye doğru yatağa attım.

"Destek yollamayacak mısın?" Diye sordu yüzbaşı, gözlerimi açıp kafamı iki yana salladım.

"Hayır." Dedim, Pusat çıkardı oradan. Yüzbaşı şaşırmıştı ama o bir şey diyemeden ben konuşmaya devam ettim.

"Aç mısın? Çok güzel çorba yapmıştım ama uyuyordun, ısıtıp geleyim." Deyip mutfağa gittim. Yüzbaşı da biraz odada oyalandıktan sonra arkamdan geldi. Çorbayı ısıtmıştım.

"Otur istersen." Deyip çorbayı tabağa koymaya başladım. Bir şey demeden oturduğunda tabağı önüne koydum. Yüzbaşıya dönüp baktığımda bir elinde ilaçlarım, diğer elinde çakı vardı, babamın çakısı.

"Sen?" Dedi masaya bir tabak koyduğumu görünce. "Aç değilim ben." Dedim gözlerimi çakıdan çekmeden.

"Beni zehirlemediğini nereden bileceğim?" E yuh artık ya, gözlerim hızla yüzünü buldu. Birlikte ufak da olsa operasyona bile çıkmıştık, ama hâlâ onu zehirleyeceğimden şüpheleniyordu.

"Bakma öyle. Arkadaşlarım gelecek, beni öldürmek isteyebilirsin." Dedi ciddiyetle.

"Bana güvenmiyorsun anladım ama yeter, seni öldürmek için yemeği ziyan etmem." Önündeki kaşığı alıp çorbadan bir kaşık alıp yedim. "Oldu mu, ye yemeğini şimdi."

Bir şey demeden yemeğe başladı. Çakıyı almaya çalıştım ama izin vermedi, çakıyı daha sıkı tuttu. "Versen mi artık? Yeterince inceledin." Dedim sinirle, o çakı benim için değerliydi.

"Güzelmiş, çok beğendim benim olsun mu?" Diye sordu elindeki çakıma bakarak. Yok artık daha neler. Babamdan hatıraydı o bana.

"Evet güzel. Ama senin olamaz, benim o ver bana." Dedim kaşlarımı çatarak.

"Çoktan benim oldu bile." Dediğinde gözlerimi devirdim.

"Hırsız mısın sen?" Dedim aynı sinirle, dudakları saniyelik yukarı kıvrılır gibi oldu ama anında kendini topladı.

"Askerim ben, kendimi korumam gerek ve bu güzel çakı artık benim." Dedi.

"Ayı gibisin yüzbaşı el kadar çakıya mı muhtaçsın?" Diye sorduğumda sırıtmaya başladı.

"Muhtaç değilim ama yanımda çakı bulunmasından zarar gelmez." Cebimden küçük bir silah ve şarjör çıkartıp masaya koydum.

"Çakıya karşılık silah ve şarjör." Dediğimde şaşkınlıkla kaşları havalandı. Ona silah vereceğimi düşünmemişti.

"Pazarlık? Bana silah verecek kadar değerli mi bu çakı?" Diye sordu şaşkınlıkla. Aslında yüzbaşıdan istesem çakıyı kendim alırdım ama uğraşmak istememiştim, ki zaten ona silah vermeyi düşünüyordum.

"Takas, pazarlık değil." Dediğimde bir şey demeden silahı ve şarjörü alıp çakıyı uzattı.

"Destek yollamayacak mısın gerçekten?" Diye sordu. Çorba güzel kokmuştu, Çakıyı cebime koyduktan sonra kalkıp kendime de biraz çorba koydum.

"Hayır, Pusat oradan çıkar. Çatışmada zaten en fazla yarım saat sürer." Deyip geri yerime oturdum.

"Bu kadar çok mu güveniyorsun arkadaşlarına?" Kafamı aşağı yukarı salladım.

"Evet. İyi koşuculardır." Dedim gülerek, onun da dudakları yukarı doğru kıvrıldı.

"Sevmiyorsun." Anlamıştı, zaten anlamaması garip olurdu çünkü yüzbaşının yanında pek fazla rol yapmıyordum. Yine de anlamazlıktan gelip, "Kimi?" Diye sordum.

"Anladığını biliyorum. Burayı, burada olmayı, dışarıdakileri sevmiyorsun."

"Evet sevmiyorum." Bu kadar kolay itiraf etmemi beklemiyor olacak ki şaşırdı. "Niye?"

Cevap verecekken telefonum çaldı, Pusat arıyordu. Telefonu açıp kulağıma dayamam ve çekmem bir olmuştu. Çünkü karşı taraftan Pusat bağırmıyor, böğürüyordu.

"Alo! Sesim geliyor mu!?" Yüzbaşı sesi duymuş olacak ki kaşlarını çatıp bakmaya başladı.

"Böğürme lan!" Dedim. Gözlerim yüzbaşıya kaydı az önceki çatık kaşları aksine dudakları yukarı kıvrılmıştı.

"Lan! Beyinim uğulduyor amına koyayım ya!" Gözlerimi devirdim. Bu böyle olmayacaktı, telefonu hoparlöre aldım sesini de kıstım.

"Ne oldu orada!?" Bende bağırmıştım duyması için.

"Ne oldu biliyor musun!? Tam köyden çıkıyordum kaslı ve yakışıklı bedenimle! Bir kaç metre önümde bomba patladı! Türk askeri attı bombayı! Benim kaslı ve yakışıklı bedenime bir şey olmadı ama! Bomba Boranın tepesinde patladı! Benim önümdeydi, tepesine bom diye bomba düştü! Onun bedeni benimki kadar kaslı ve yakışıklı olmadığı için geberebilir! Arjin kadar başına taş düştü demiştin ya, senin kadar olmasa da adamın kafasına bomba düştü! Keşke daha güzel dua etseydin!" Diye bağırdı gülerek.

Yüzbaşı gür bir kahkaha attı. Benimde dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı.

"Tamam sen eve geç. Bağırmadan geç ama. Ben sana haber vereceğim." Dedim.

Ev diye bahsettiğim yer Ahmet amcanın eviydi. Ahmet amca eski istihbaratçıydı, gazi olduktan sonra doğduğu köye yerleşmişti, Suriye'deki bir Türkmen köyüne. Bize de burada çok yardım etmişti, onun evini karargah gibi kullanıyorduk.

"Tamam! Görüşürüz dikkat et kendine!" Hâlâ bağırıyordu. "Tamam sende." Deyip telefonu kapattıktan sonra Baran'ı aradım, Boran'ın ölüp ölmediğini biliyordur belki.

"Arjin! Boranların olduğu köye baskın yapmışlar! Haberin varmış senin! Neden destek yollamadın!" Diye bağırmaya başadı. Bugün de herkesin böğürme günüydü galiba.

"Kendine gel Baran! Bana bağırmayı kes! Işınlanma icat edilmedi daha! Ayrıca kampta kaç kişi var ki göndereyim çoğunluğu sizinle gitti!" Dedim bende sesimi yükselttikten sonra.

"Boran'dan haber yok ne anlatıyorsun sen! Çok yakınına bir bomba düşmüş! Asker orada hâlâ değil mi!?" Dedi, bağırmaya devam ediyor.

"Boran başına geleceği biliyordu! Türkler geride adam bırakmaz geleceklerini biliyordu! Tuzak kurmak istedi ama o tuzak bir taraflarına girdi!" Türk askerlerinin oradan geleceğini biliyordum ama bu kadar erken geleceklerini bende tahmin etmemiştim. Boran ise o köye hem adam toplamak hemde tuzak kurmak için gitmişti.

Baran bağırıp bir şeyleri devirdikten sonra bağırmaya devam etti. "Asker elinde mi diye sordum!?"

"Evet, ama fazla durmaz arkadaşları gelmek üzeredir!"

"Elinden kaçırma!" Dedi. Emrin olur paşam, gözlerimi devirip telefonu kapattım.

"Kalk." Dedim yüzbaşıya bakarak. Sanki az önce deli gibi bağıran ben değilmişim gibi sakince konuştum. Fakat yüzbaşı kalkmak için herhangi bir hamlede bulunmayınca, "Hadi." Deyip kolunu dürttüm.

"Nereye ya, ha burada oturmuşum ha odada ne fark eder ki. Hem yorgunum burada oturayım işte." Çocuk gibi omuz silkerek mızmızlanmasına güldüm.

"Tüh! Bende annen ve kardeşini özlemişsindir diye düşünmüştüm ama burada iyiysen sen bilirsin." Dedim. Kaşları havalandı, annesi ve kardeşi olduğunu nereden bildiğimi düşünüyordu muhtemelen.

"Güzel şaka ama yemedim." Dedi gülerek. "Şaka değil. Baran en geç iki saate burada olur, gelince de senin saçını okşayacak değil tabi ki." Şaşkınca bana baktı, kaşları iyice havalandı ama bir şey demeden ayağa kalkıp peşimden odaya geldi.

Kilitli olan dolabı açıp, içindeki belgeleri ve silahları çantaya koydum, mutfaktan da yolda yemek için sandviç ve suları koyup tekrardan odaya gittim.

Telefonumdan da birkaç bir şey yaptıktan sonra Gece ve Pusat'a merak etmemeleri için mesaj attım.

"Hadi gidiyoruz, yürüyebilirsin değil mi?" Diye sordum telefonumu cebime koyarken. Kafasını salladı, daha önceden çıktığımız pencereye doğru adımladık.

Pencerenin yanında durup silahıma susturucuyu taktım. Bizim çıkacağımız yerde nöbette duran iki adamı vurup etrafa bakındım, kimseyi göremeyince dışarıya çıktım. Yüzbaşının çıkmasına da yardım ettim.

Kamptan koşarak uzaklaştık. Uçak sesleri duyulmaya başladığında dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Yüzbaşı ise kaşlarını çatıp uçaklara bakmaya başladı.

Uçaklar kampa bomba yağdırmaya başladığı zaman daha fazla şaşırdı. Bombardımanın etki alanı dışında olmamıza rağmen sesler kulaklarımı çınlattığında yüzümü buruşturdum.

"Sen mi yaptın?" Diye sordu, şaşkınlığı sesinden belli oluyordu.

"Ben yapmadım, pilotlar yaptı." Dediğimde gözlerini devirdi.

"Kelime oyunu yapma bana, muhbir misin sen?" Dediğinde gülüp başımı iki yana salladım. "Değilim. Seni kaçırmak için bahanemin olması lazımdı ama biraz daha burada kalırsak yakalanacağız." Dedim.

"Niye yardım ediyorsun o zaman bana, üstelik muhbir değilsen kimliğimi nereden biliyorsun?" Cevap vermeden yürümeye başladım. Birkaç adım atmıştım ki sol bileğimi tutup ilerlememe engel oldu ve beni hızla kendine çevirdiğinde burun buruna geldik.

Bileğimi yukarı kaldırıp iki, üç santimlik kesik izine dikkatlice baktıktan sonra kaşlarını çattı. Konuşacağı sırada arkasından geçen karartıyı gördüğümde kaşlarım çatıldı.

Hızla ayakkabımdaki bıçağı alıp karartıya doğru fırlattığımda yüksek bir inleme sesi duydum. Bizimkilerden bir olsaydı direkt yanımıza gelir saklanmazdı.

Kolumu yüzbaşıdan kurtarıp karartıya doğru ilerlediğimde karartının sebebi olan kişiyi yerde yatarken gördüm. Karnında benim bıçağım, başında ise yüzünü tamamen kapatan bir maske vardı.

Yanına eğilip maskeyi yüzünden çıkarttığımda Berfe olduğunu gördüm, bu kız da ölmeye ne meraklıydı ya. Henüz ölmemişti ama birazdan ölecekti.

"Ha-hain." Demeye çalıştı, zar zor konuşmuştu. Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Kulağına eğilip fısıldadım.

"Türk özel kuvvetleri, Berfe. Çocuk katillerini, vatan hainleri affetmez. Senin, abilerinin, tasmanızı tutan tüm şerefsizlerin kökü kuruyana kadar durmayacağım. Abilerini yanına hemen göndereceğim çok ayrı kalmayacaksınız merak etme. Son terörist geberene kadar durmayacağız." Deyip karnındaki bıçağımı çıkarttım ve boğazını kestim.

Ayağa kalkacağım sırada telefonu çalmaya başladı, Baran arıyordu, hem de görüntülü. Aramayı reddedip mesajlara baktım. En son Baran'la mesajlaşmıştı.

 

 

-Abi acil telefonumu aç, sana bir şey söylemem gerek!

-Boran'ın olduğu köye baskın yapmışlar, Borandan haber alamıyorum. Çok mu önemli?

 

 

-Önemli abi, görüntülü ara.

Baran cevap vermemiş ama aramıştı. Şimdi tekrar arıyordu. Telefonu tamamen kapatıp cebime koydum ve yüzbaşıya dönüp başımla yürü işareti yaptıktan sonra yürümeye başladım.

 

...

 

Üç saattir yürüyorduk, ileride bir araç görünce kaşlarımı çattım etrafa baktığımda kimse görünmüyordu. Arabaya biraz daha yaklaştığımda sol ön kapının kenarına kazınmış L harfini gördüm.

Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Pusat gene yapmıştı yapacağını. Sol ön tekerde de anahtar duruyordu. Pusat buralarda olsa yanımıza gelirdi, burada değildi demek ki. "Ulan Pusat."

Anahtarı alıp kapıyı açtım. "Tuzak olabilir dikkat et." Dedi yüzbaşı temkinlice. Duymazlıktan gelip Pusatın sürücü koltuğuna bıraktığı çantayı aldım.

Açacakken yüzbaşı elimi tutup engel oldu. "Sana diyorum, tuzak olabilir." Dedi.

Kafamı iki yana sallayıp elimi avucunun içinden çektim. "Tuzak değil, arabayı Pusat bırakmış. Rahat ol" Deyip çantayı açtım içinde tıbbı malzemeler, silahlar, yiyecekler vardı.

"Geç." Deyip yan koltuğu gösterdim. Bir şey demeden geçip oturdu.

"Yaralarına bakacağım istersen arkaya geç, istersen koltuğu yatır." Diye devam ettim.

"Gerek yok, iyiyim." Dedi.

"Olsun yine de bakalım, uzan hadi." Dediğimde telefonum titredi, Oktay Albay mesaj atmıştı.

'-Yüzbaşım iyi misiniz? Arslan'ın kardeşi bombardımanı duyunca ortalığı ayağa kaldırdı. Arslan konuşabilecek durumdaysa konuşsunlar.'

Yazıyordu.

Yüzbaşını kız kardeşi, Teğmen Aycan Arınç. Abisi kadar başarılı bir subaydı. Telefonumun ikinci hattını devreye sokup yüzbaşıya uzattım.

"Kardeşin, bulunduğun binaya bombardıman yapıldığını duyunca ortalığı ayağa kaldırmış. Ara konuş, iyi olduğunu bilsin." Dediğimde kaşları havalandı ama bir şey demeden telefonu alıp kardeşinin numarasını tuşladı.

"Sarı papatyam." Dedi Yüzbaşı. Aycan yeşil gözlü, sarışın, çok güzel bir kızdı.

"İyiyim merak etme, bir şeyim yok." Dediğinde dudağımın bir tarafı yukarı doğru kıvrıldı. İki bıçak yarası, bir kurşun sıyrığı ve dağılmış yüzü hariç bir şeyi yoktu.

"Abiciğim ağlama iyiyim ben." Dediğinde göz göze geldik. "En geç yarın akşam sınırda olacağım sarı papatya merak etme." Diye devam etti bana bakmayı sürdürürken, sanki sadece Aycan'a değil de ikimize birden söylüyor gibiydi. Kafamı sallayıp arabayı çalıştırdım.

"Geliyorum zaten sarı papatyam gelince konuşuruz." Yüzbaşıya dönüp dudaklarımı oynatarak konuştum, 'Konuşabilirsin kapatmana gerek yok.'

Gözleri dudaklarımda takılı kaldı. "Annemin haberi yok değil mi? O nasıl?" Gözleri hâlâ dudaklarımdaydı.

"Tamam sende iyi ol tamam mı? İyiyim ben merak etme. Ha birde komutanlara ne yaptın bilmiyorum ama yapma abiciğim, gelince ben senin tribini çekerim."

Ufak bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Oktay Albayı canından bezdirmiş olmalı ki, son çare yüzbaşının aramasını istemişti.

Aycan öyle bir bağırdı ki ben bile sesini duydum fakat kelimeleri tam anlayamadım. Yüzbaşı yüzünü buruşturup telefonu kulağından uzaklaştırdı.

"Yok abiciğim sen trip atar mısın hiç, kafa atıyorsun direkt, biliyorum." Kendimi tutamadan ufak bir kahkaha attım. "Tamam tamam demedim bir şey. Kapatıyorum görüşürüz sarı papatyam."

Telefonu kapatıp bana uzattı. O sırada telefon tekrar çalmaya başladı, Boran arıyordu. ölmemişti demek ki.

"Sessize alır mısın?" Dediğimde kafasını sallayıp dediğimi yaptı ve telefonu aramızdaki boşluğa koydu.

 

...

 

Sınıra son bir saat kalmıştı. Yarım saat daha arabayla devam edip geri kalanını yürüyecektik. Bir saat önce yemek yiyip, yüzbaşının yaralarına bakmıştım.

"Senin ailen nerede?" Diye sorduğunda boğazıma koca bir yumru oturduğundan habersiz cevap bekliyordu.

"Yoklar." Yalan değildi. Annem ve babam yoktu.

"Nasıl, annen ve baban yok mu?" Diye sordu. Kafamı iki yana salladım.

"Baya yoklar, yaşamıyorlar. Kimsesizim yani." Dudaklarımda buruk bir tebessüm belirdi. Kimsesiz değildim aslında vatanım ve silah arkadaşlarım vardı. Telefonum çaldığnda arayan kişi Pusat'dı.

"Alo." Dedi, sesi gayet iyi ve normal düzeyde çıkmıştı. Şükür.

"Efendim."Diye cevap verdim.

"Neredesin? Nasılsın? Ne yapıyorsun?" Diye sorularını sıraladı.

"İyiyim, Sınıra gidiyoruz." Arkadan Ahmet amcanın sesini duyduğumda rahatladım. Dediğimi yapmış kendini riske atmamıştı.

"Tamam, dikkat edin bu serefsizler devriyeyi sıklaştırmış haberin olsun." Dedi.

"Tamam merak etme, siz ne yaptınız? Gece'den haber var mı?" Diye sordum.

"İyiyiz, bende bir şey yok yakışıklı ve kaslı vücudum sayesinde. Gece de Baran'la bir kampa gitmişti. Boran da seni arıyordu, ölmemiş pezevenk. Bende seni arıyorum bahanesiyle buradayım, Gece de gelecek birazdan." Diye açıkladı.

"Tamam bende işim bitince geleceğim." Diyerek kapattım telefonu.

"Sen bir yere gitmeyeceksin. Benimle Ankara'ya geleceksin." Dediğinde gür bir kahkaha attım.

"Oldu yüzbaşı, başka bir isteğin?" Dedim dalga geçerek.

"Şu arabayı deli gibi sürme, sağ taraf uçurum!" Diye bağırdığında yine kahkaha attıp biraz daha hızlandım, gayet yavaş gidiyordum bence. Yüzbaşı çok nazlıydı.

"Kızım yavaş sür şu arabayı! Amacın bizi öldürmek mi!?" Diye bağırdı yeniden.

"Ben senin kızın değilim! Hem annen ve kardeşini özlemişsindir diye düşünmüştüm." Dedim. İkinci cümleyi gülerek söylemiştim.

"Deli, yemin ederim manyak, Allah'ım sen koru." Ağzının içinden sessizce mırıldanmıştı ama duymuştum. "Ölünce onlarla özlem gideremem!" Bu sefer bağırmıştı.

"Bu bölgede böyle gitmezsem yakalanırız, korkma usta sürücüyümdür. Ayrıca biraz delilik ve manyaklık var kabul ediyorum." Dedim gülerek.

Yanımızdaki uçurum yerini ormanlık alana bırakınca rahat bir nefes verdi. Arabayı ağaçların altında durdurup yüzbaşıya döndüm.

"On dakikalık yolumuz kaldı, yürüyeceğiz." Kafasını sallayıp arabadan indi, peşinden bende indim. Sessizce hudut karakoluna kadar yürüdük.

Bu karakoldaki çoğu asker beni tanıyordu fakat karakola yüzbaşıyla girersem beni bırakmazdı. Biraz daha ilerlersem askerler fark ederdi o yüzden durdum, yüzbaşı da durdu.

"Karakol orada yürüsene hadi." Dedim. Derin bir nefes alıp yaralı olmayan kolumu tuttu. "Sende geliyorsun!" Gözlerimi devirdim, kolumu çekmeye çalıştım fakat izin vermedi daha sert tuttu, ama tututşu canımı acıtacak şekilde değildi.

"Git hadi sen, ben gelmiyorum." Dedim. Cevap vermek yerine kolumu çekmeye başladı. Ayı gibiydi zaten. "Ya bırak kolumu, gelmiyorum ben. Derdin ne senin? Git işte ülkene." Diye söylendim, bir yandan da kolumu kurtarmaya çalışıyordum.

"Sende geleceksin." Deyip çekmeye devam ettiğinde derin bir nefes aldım. Yapacak bir şey yoktu, günah benden gitmişti. Defalarca karakola girmeyeceğimş söylemiştim.

İnat konusunda yüzbaşıyla kapışırdık bence, ama kazanan ben olurdum.

 

***

 

 

 

Bölüm sonu. ☘️

 

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Düşüncelerinizi yorum yaparak belirtip, oy verirseniz çok sevinirim.

 

 

Görüşmek üzere...🤗

Loading...
0%