
Merhaba, hepiniz hoş geldiniz. Oy verip yorum yaparsanız çok sevinirim. Yazım yanlışlarım varsa kusura bakmayın, keyifli okumalar...🍀
Instagram: lavinyaofficial_
***
Pusat'ın cezası ağır değildi, Bir hafta boyunca karargahta nöbet tutacaktı sadece.
Eve yarım saat önce gelmiştim.
Teyzemlere akşama Gece'lerin ve Pusat'ların bize geleceğini söylemiştim.
Şuan ise odamda oturmuş bana gelen paketi açıyordum. Kutuyu açtığımda içinden dört tane fotoğraf ve bir tane flaş bellek çıkmıştı.
Fotoğraflardan birinde ben, annem, babam ve kardeşim vardı, piknikteydik. O günü hatırladığımda dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. Fotoğrafta dikkatimi çeken şeyle kaşlarım çatıldı, fotoğraf uzaktan çekilmişti ve fotoğrafın sol alt kısmında bir silahın namlusu görünüyordu.
İkinci fotoğrafta kardeşim bir operasyondaydı. Silahı ile bir depoya girmek için hazırlanıyordu, bu onun son operasyonuydu çünkü o depo kardeşim içindeyken patlamıştı. Bu fotoğrafta aynı şekilde uzaktan çekilmişti ve yine sol alt kısmında bir silahın namlusu görünüyordu.
Üçüncü fotoğrafta Annem ve babam vardı. İkisi de sandalyeye oturtulmuş elleri arkadan bağlanmıştı. Yüzleri kan içerisindeydi. Annemin üniformasının ucunda ufak bir yonca olan kolyesi görünüyordu, sol elim boynuma gittiğinde kolyemi sıkıca tuttum. O kolyeden annemde, babamda. bende ve kardeşimde vardı, biz küçükken babam almıştı hepimize. Bu fotoğraf yakından çekilmişti ve bir silahın namlusu annem ve babama doğrultulmuştu. Fotoğrafta dikkatimi çeken bir başka detay vardı, sandalyenin arkasındaki duvarın dibinde parlayan bir şey vardı. Sanırım neşterdi. Görebildiğim kadarıyla üzerinde bir yazı vardı fakat okunmuyordu.
Flaş belleği alıp bilgisayara taktığımda ekrana bir video düştü. Videoyu açacakken odamın kapısı çalındı ve içeriye Arslan girdi.
"Nasılsın? Pansuman yaptın mı?" Diye sordu. Daha sonrasında gözleri bilgisayarıma ve yatağımın üzerinde olan fotoğraflara kaydı.
"Bunlar ne?" Diye sordu kapıyı kapatırken.
"İyiyim, pansuman yaptım." Dedim ilk sorusuna cevap olarak. Odama çıkınca yapmıştım pansumanı.
"Bunlar ne?" Diye sorusunu tekrarladı. Cevap vermedim, görüyordu zaten.
"İris sana soruyorum. Bunlar ne?" Diye sordu, pes etmeye niyeti yok gibiydi.
"Fotoğraf Arslan görüyorsun." Dedim bıkkınca. Fotoğrafları eline almış inceliyordu.
"İnci teyze ve Murat amca değil mi bunlar?" Diye sordu fotoğrafa bakarken.
"Evet onlar." Dedim. Fotoğrafa kaşlarını çatıp daha dikkatli bakmaya başladı. Neşter onun da dikkatini çekmişti sanırım.
Bilgisayardaki videoyu açıp izlemeye başladım. Arslan'da yanıma gelip videoya bakmaya başladı.
Ekranda kardeşim vardı. Fotoğraf çekindikten sonra video çekilmeye başlamıştı sanırım. Melek silahını son kez kontrol edip dikkatlice depoya girdi ve girdikten beş dakika sonra depo patladı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
Daha sonra annem ve babamı gördüm ekranda. Onlarda fotoğrafta gördüğüm gibi duruyorlardı. Elim yine kolyeme gitti, sıkı sıkı tuttum, onların ellerini tutuyormuşçasına... Ekran karardı ve silah sesleri duyuldu.
Nefesimin kesildiğini hissettim. Boğazımda kocaman bir yumru oluştu, yutkundum fakat boğazımdaki yumruyu geçiremedim.
"İyi misin?" Diye sordu Arslan. Yutkunup başımı salladım.
"İyiyim." Bilgisayarımı kapatıp flaş belleği ve fotoğrafları çekmeceme koydum ve çekmeceyi kilitledim. Videoyu daha sonra detaylı inceleyecektim.
O sırada odamın kapısı açıldı, kapıya baktığımda sırıtarak içeriye giren Gece'yi ve somurtan Pusat'ı gördüm.
Pusat, Arslan'ı görünce kaşlarını çattı.
"Hayırdır? Ne işin var senin burada?" Diye sordu Pusat, Arslan'a bakarken.
"Bir işim yok." Dedi Arslan aynı şekilde Pusat'a bakarak.
"Niye buradasın o zaman?" Diye sordu Pusat çatık kaşlarıyla. Gece hâlâ daha sırıtıyordu.
"Sen niye buradaysan o yüzden." Diye cevap verdi Arslan. Pusat sinirle nefes alıp verdi.
"Pusat, sinirini adamdan çıkartma." Dedi Gece. Pusat'ın bu saatte karargahta nöbet tutması gerekiyordu.
"Senin karargahta nöbet tutuyor olman gerekmiyor muydu?" Diye sordum Pusat'a bakarak.
"Cezam arttı." Dedi Pusat bana dönüp. Konuşurken yüzünü buruşturmuştu.
"Nöbet tutmayacak. Yarından itibaren arşivde dosya düzenleyecek bir hafta boyunca." Dedi Gece gülerek. Bende gülecektim fakat Pusat'ın bakışlarını görünce kendimi tutmaya çalıştım.
"Gül gül, tutma içinde." Dedi Pusat huysuz bir şekilde. Kocaman bir kahkaha attım. Pusat dosya ve rapor işlerinden nefret ederdi.
"Yazıklar olsun size ya! Yok ben anladım sizden bana fayda yok. Bende şimdi benim canım güzeller güzeli kardeşim gider babamla ceza indirimi yapmak için konuşur, ikna eder dedim ama nerede ikiniz de hayırsızsınız." Dedi alınganlıkla. Daha fazla güldüm.
"Valla Polat amcaya senin için yalvarmaktan bıktım. Hem ben mi dedim sana git Baran'ın ağzıyla burnunun yerini değiştir diye." Dedim.
"Sanki neden yaptığımı bilmiyorsun. Ayrıca itiraf et senin de için rahatladı her vurduğumda." Diye cevap verdi Pusat büyük bir gururla.
"Ha bu arada tek ceza alan ben değilim, Gece de dört gün karargaha giremeyecek. Sözde izinli." Dedi Pusat. Bu sefer Pusat gülüyordu, Gece ise somurtuyordu.
"Neden?" Diye sordum. Arslan sessizce bizi izliyordu sadece.
"Annem verdi bu cezayı. Babama söylemesinden iyidir." Dedi Gece omuz silkerek. Gülsüm teyze. Baran, Gece'yi öptüğü için bu cezayı vermişti.
"Çok iyi olmuş, haketmiştin." Dediğimde Gece gözlerini devirdi, bu seferde Pusat gür bir kahkaha attı.
"Çocuklar hadi yemek hazır." Dedi teyzem kapıyı tıklatırken.
...
Aşağıya inip yemeği yedikten sonra hep beraber sohbet etmeye başladık. Onlar gittikten sonra bahçeye çıktım. Aklımda hâlâ video vardı.
Arslan elinde iki kupa ile gelip karşıma oturdu, kupalardan birini benim önüme koydu.
"Teşekkür ederim." Deyip çayımdan bir yudum aldım.
"Rica ederim." Dedi. Bir süre sessizce oturduktan sonra konuştu. "İris nasılsın?" Diye sordu.
"İyiyim Arslan, sen?" Dedim şaşkınca. "Onu sormuyorum. Gerçekten nasılsın? Nasıl hissediyorsun?" Diye sordu bu sefer.
"Bilmiyorum. Nasıl olduğumu, ne hissettiğimi bilmiyorum." Dedim dürüstçe. Annem, babam ve kardeşimin naaşının yerini bilmediğim gibi bilmiyordum.
Bir süre daha oturduktan sonra odama çıktım, çok uykum vardı.
...
Sabah uyandığımda kahvaltı yaptıktan sonra spor yapmak için dışarıya çıktım.
Üç saat boyunca koştuktan sonra elime bandajlarımı sarıp kum torbasına vurmaya başladım, üç saat boyunca da onunla oyalandıktan sonra telefonumu alıp saate baktım. 12.30'du saat.
Spor salonundan çıkıp eve doğru yürümeye başladım. Bahçeden içeriye girdiğimde masanın başında oturan Asuman teyze, yanında Aycan, diğer yanında İpek ve teyzem oturuyordu, ve masada tespih gibi dizili oturan tim ve Arslan vardı.
"Hoş geldin kızım geç otur bir şeyler ye." Dedi Asuman teyze. Tim beni görünce hemen ayaklandı.
"Hoş buldum Asuman teyze, oturun beyler." Deyip Arslan'ın yanındaki boş sandalyeye oturdum.
"Anka timi yarın sabah yedi de herkes karargahta olsun, eğitim var." Dedi Arslan ağzına patates atarken.
Meriç'in içtiği çay boğazında kaldığında öksürmeye başladı. Oğuz onun sırtına vururken bir yandan da gülüyordu.
"Komutanım biz izinli değil miyiz? Bu eğitim nereden çıktı?" Diye sordu bir yandan öksürürken Meriç.
"Bu eğitim yapmamıza engel değil Meriç." Diye konuştu Arslan sakince, dudakları yukarı kıvrılmıştı.
"Emredersiniz komutanım." Diye cevap verdi Meriç. Daha sonra ağzını kımıldatıp içinden bir şeyler söyledi.
"Anlamadım Meriç ne dedin?" Diye sordu Arslan.
"Hiç komutanım. Ne kadar güzel bir karar verdiğinizi düşünüyordum. İzinli günümüzde, sabahın köründe eğitim kadar güzel bir şey yok." Dedi Meriç.
"İris komutanım, bence iznimiz bitince daha güzel bir eğitim yapabiliriz değil mi?" Diye devam etti Meriç topu bana atarak.
"İznimiz bitince de eğitim yaparız Meriç, sen yeter ki iste. Yarın eğitime gelmeyen veya geç kalan fazladan üç saat daha tam teçhizat eğitim yapar haberiniz olsun." Dedim. Meriç gözlerini büyüterek bakmaya başladı, Masadaki suyu alıp kafasına dikti.
"Harika bir karar komutanım, bayıldım." Dedi ağzına ağzına domates atmadan önce Meriç.
"Meriç, seni ben bayıltmadan susman da çok iyi bir karar olacak." Dedi Oğuz, Meriç'e kötü kötü bakarken.
"Bence de!" Dediler Alaz ve Koray aynı anda.
...
"Komutanım üç saattir koşuyoruz, biraz mola versek çok iyi olur bence." Dedi nefes nefese Meriç.
Eğitime başlayalı üç buçuk saat olmuştu yarım saat ısındıktan sonra koşmaya başlamıştık.
"Meriç sus artık, sus! Sen ve çenen yüzünden bu kadar koşuyoruz zaten sus!" Diye bağırdı Oğuz.
"Meriç eğer susmazsan komutanlar eğitimi bitirdikten sonra sana ek eğitim yaptırır, eğitim sonrasında da o dilini kopartıp eğitim zayiatı olarak rapor ederim!" Diye bağırarak Meriç'i tehdit etti Koray.
Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Normalde koşu sadece bir saat sürecekti fakat Meriç'in boş boğazlığı sonucunda üç saat koşuyorduk.
"Anka iki dakika mola." Dedi Arslan durduktan sonra. Bankların olduğu yere gidip suyu kafam diktim. Timde sularını içtikten sonra yere yığılıp kaldılar. Arslan yanımıza gelince time bakıp koca bir kahkaha attı.
"Meriç ne oldu? Hani dört, beş saat dayanırdın? Yığılıp kaldın." Dedi gülüşlerinin arasından. Benim de dudaklarım iki yana kıvrıldı.
"Komutanım ben aslında dayanırdım da arkadaşlar çok yoruldu diye duralım dedim, şimdi de onlara ayak uyduruyorum. Yoksa benlik sıkıntı yok komutanım." Dedi nefes nefese Meriç.
Alaz, Meriç'in kafasına vurdu.
"Hadi beyler, eğitime devam." Dedim.
...
Bir saattir karşımızdaki hedefe ateş ediyorduk.
"Güven atışı anka." Dedi Arslan. Eline hedef tahtasını alıp karşıma geçti.
Oğuz, Meriç'in karşısına, Koray ise Alaz'ın karşısına geçti.
"Atış serbest." Dedi Arslan. Silahımı doğrulttum, nişan alıp ateş ettim. Bir süre daha ateş ettikten sonra Arslan ile yer değiştirdik, diğerleri de yer değiştirdiler.
Güven atışı da bittiğinde, dövüş için ayrılan alana geçtik. Yine aynı şekilde ikili gruplara ayrıldık.
Arslan karşıma geçip durduğunda önce benim başlamamı istediğini anladım. Ona doğru ilerleyip sağ kroşe attım ama Arslan elimi tutup vuruşumu engelledi ve aynı şekilde bana kroşe attı.
Eğilip yumruğunun yüzüme gelmesini engelledim ve karın boşluğuna yumruk attım. Bu hamleyi beklemediği için bir iki adım geriledi.
Kendine gelmesine fırsat vermeden tekme attım fakat hızla bacağımı tutup kendine çekmesiyle dengemi kaybedip yere düştüm. Zemin yumuşak olduğu canım acımamıştı.
Yerden kalkmadan yatmaya devam ettim. Kaşlarını çatıp bana yaklaştığında dudaklarım iki yana kıvrıldı ve hızla çelme takıp onun da yanıma düşmesini sağladım.
Bir bacağımı karnının üstünden diğer tarafa atıp karnının üstüne oturdum. Yüzüne yumruk atacakken kollarıyla yüzünü korudu ve yumruğum onun koluna geldi.
Hızla kollarını yüzünden çekip kollarımı tuttu ve dönüp beni altına aldı. İki elimi de başımın üstüne getirip bileklerimden tuttu. Tek eliyle iki bileğimi de tutuyordu.
Gözlerinin içine baktım, şuan ikimizde sadece birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Birkaç saniye sonra kendime gelip Arslan'ı üzerimden ittim ve ayağa kalktım.
Time baktığımda hepsi birbiri ile dövüşüyordu, neyse ki bize bakan yoktu.
Dövüş de bittiğinde banka geçip oturdum ve kalan suyu da kafama diktim. Arslan'da yanıma gelip oturdu. Tim ise duş almak için karargaha adımlamaya başladı.
"Yoruldun mu?" Diye sordu Arslan.
"Yoo, aksine çok iyi geldi. Özlemişim." Dedim gülerek. Arslan da güldü.
"Ne yapacaksın karargahtan çıktıktan sonra?" Diye sordu.
"Bir kaç işim var." Dedim sadece. Nihat abinin evine gidecektim. Fırsat bulduğum zamanlarda gidiyordum sürekli.
"Ne işin var?" Diye sordu kaşlarını çatıp. Benimde kaşlarım çatılmıştı, neden soruyordu ki.
"Neden sordun?" Diye ben sordum bu defa.
"Hiç, öylesine." Dedi, Yanımdan kalkıp karargaha doğru adımladı. Bende kalkıp karargaha gittim.
Duş alıp üstümü değiştirdikten sonra karargahtan çıktım.
Arabamı Nihat abinin karısı, Elif ablanın evini önünde durdurdum. Derin bir nefes aldım. Yan koltukta duran poşetleri alıp arabadan çıktım. Binaya girip Elif ablaların kapısına vurdum birkaç kez.
"İris abla gelmiş, İris abla gelmiş!" Diye bağırarak açtı kapıyı Duru.
"Ben geldiim." Dedim kollarımı açarak. Kollarımın arasına girip sarıldı.
"Hoş geldin İris abla." Dedi Çınar.
Duru, Nihat abinin beş yaşındaki kızıydı. Çınar ise on yedi yaşındaki oğluydu.
"Hoş buldum Çınar." Elimdeki poşetleri çınara verdim. Duru'yu kucağıma alıp içeriye girdim.
"Çınar, Elif abla nerede?" Diye sordum salona geçerken. Elif abla da Nihat abinin eşiydi.
"Namaz kılıyor İris abla gelir birazdan." Dedi Çınar.
"İris abla bak sana yaptığım resmimi göstereceğim." Dedi ve kucağımdan inip koşturarak salondan çıktı Duru.
"Nasılsın Çınar?" Diye sordum. Çınar aldığım tatlıyı mutfağa götürüp diğer poşeti salona getirmişti.
"İyiyim İris abla, sen nasılsın?" Diye sordu Çınar.
"İyiyim bende." Dedim.
"İris hoş geldin?" Dedi Ayşe abla salona girerken.
"Hoş buldum Ayşe abla. Nasılsın?" Diye sordum kalkıp sarılırken.
"İyiyim İris sen nasılsın?" Diye sordu Ayşe abla benden ayrılırken.
"İyiyim bende." Dedim otururken.
"Abi yaptığım resmimi bulamıyorum, gelsene!" Diye bağırdı Duru diğer odadan. Çınar gülerek kalkıp salondan çıktı. Gözüm duvardaki fotoğraflara takılı kaldı.
Fotoğraflardan birinde sadece Nihat abi vardı, üzerinde üniforması vardı. Diğeri de, bende de olan, eski timimle çekilmiş fotoğraftı. Bir diğeri de ailecek çekindikleri fotoğraftı.
"Ne yapıyorsun İris" Ayşe ablanın konuşmasıyla kendime geldim.
"İyi abla, nasıl olsun. Sen?" Diye sordum.
"Bende öyle. Nihat şehit düştükten sonra ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim." Dedi Ayşe abla. Gözleri dolmuştu.
"Ben sana çay koyayım." Diye ayaklanacakken hızla konuştum.
"Yok abla zahmet etme sen, fazla durmayacağım." Dedim.
"İris abla bak resmimi buldum!" Diye bağırarak salona girdi Duru.
"Yavaş Duru yavaş, düşeceksin." Diye seslendi Çınar.
Duru heyecanla yaptığı resmi göstermeye başladı. Resimde bir dağ, nehir, ev ve dört tane çöp adam vardı.
"Çok güzel çizmişsin. Bayıldım." Dedim gülerek.
"Güzel olmuş mu gerçekten?" Diye sordu aynı heyecanla.
"Olmuş tabi, çok beğendim. Bak bende sana çok beğeneceğin bir şey getirdim." Deyip poşetin içinden oyuncağı çıkarttım.
"Bu çok güzel İris abla, çok beğendim!" Deyip hızla elimden oyuncağı aldı ve açmaya başladı.
Çınar'a da aldığım hediyeyi uzattım. "Teşekkürler İris abla, zahmet etmeseydin keşke." Dedi Çınar. Gülümseyip göz kırptım.
"İris ne gerek vardı?" Dedi Ayşe abla.
"Gerek olduğu için almadım ki Ayşe abla, içimden geldi." Dedim tebessümle.
Birkaç dakika daha oturduktan sonra kalktım. Üçüyle de vedalaşıp apartmandan çıktım.
Binadan dışarıya çıktığımda yolun karşısında duran Arslan'la göz göze geldik. Kaşlarım havalandı ne işi vardı ki burada Arslan'ın yanına gittim. Sırıtıyordu.
"Ne işin var senin burada?" Diye sordum.
"Sağ ol İris iyiyim, sen nasılsın?" Diye sordu sitemle.
"İyiyim Arslan. Ne işin var burada?" Diye sordum tekrardan. Gözlerini devirdi.
"Seni almaya geldim." Dedi. Kaşlarım çatıldı.
"Sebep? Benim arabam var." Dedim. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
"Sen dağda fazla kalmışsın." Dedi gözlerini açıp. Kaşlarım daha fazla çatıldı. Bana ne demek istemişti şimdi.
"Seninle bir şeyler yemek için bekledim seni." Dedi tekrardan sırıtarak. Kaşlarım havalandı bu sefer.
"Yemek?" Dedim şaşkınca.
"Yemek. Gel benim arabamla gidelim dönüşte senin arabanı alırız." Dedi. Neden sırıtıyordu ki bu kadar?
"Tamam olur." Dedim kafamı sallayarak. Kafamı çevirip Ayşe teyzelerin penceresine baktım. Üçü de pencereden bana bakıyorlardı. Duru bana el sallamaya başladı. Elimi dudaklarıma götürüp öptüm daha sonra kaldırıp salladım bende, o da aynı şekilde bana öpücük gönderince gülümsedim. Daha sonrasında Arslan'ın arabasına bindim.
"Nereye gideceğiz?" Diye sordum.
"Sürpriz." Dedi gözlerini yoldan ayırmadan.
"Onlar kimdi?" Diye sordu Arslan merakla.
"Kimler?" Diye sordum, kimi kastettiğini anladığım halde.
"Evinden çıktığın insanlar." Dedi.
"Eski timimden şehit düşen tim komutanımın ailesi." Dedim. "Sen beni nasıl buldun? Takip etseydin anlardım." Diye devam ettim.
"Takip etmedim, telefon sinyalinden buldum. Takip edecektim ama ben hazırlanana kadar karargahtan çıkmışsın." Dedi gülerek.
Gözlerim büyüdü. "Yuh Arslan! Arayıp sorsaydın söylerdim. Telefon sinyaline bakmak ne?" Dedim şokla. Telefon sinyaline baktırmak da neydi ya delirmiş miydi acaba.
"Söyler miydin gerçekten. Karargahta tersleyince sana bir daha sormak istemedim." Dedi, bu sefer gülmemişti sesi kırgın çıkmıştı.
"Ben seni terslemedim, sadece neden sorduğunu sordum." Dedim. Arabayı durduğunda geldiğimizi anladım.
"İşte geldik, in bakalım." Dedi. Arabadan inip geldiğimiz yere baktım, Dönerciye gelmiştik. Dudaklarım iki yana kıvrıldı
"Küçükken bayılırdın buraya." Dedi Arslan yanıma gelip.
"Taşındıktan sonra buraya hiç gelmemiştim." Dedim dudaklarımdaki gülümsemeyle. Küçükken her çarşıya çıktığımızda buraya gelirdik, ben çok severdim.
"Beğenmene sevindim. Girelim mi?" Dedi. Onunda dudaklarında gülümseme vardı.
Kafamı aşağı yukarı salladım. "Girelim." Dedim.
İçeriye girip oturduk, siparişlerin gelmesini beklerken konuşmaya başladı.
"İris aslında seninle konuşmak istediğim çok şey var." Dedi. Ne konuşmak istediğini merak etmiştim, aslında birkaç tahminim vardı. Kafamı devam et dercesine salladım.
Tam konuşmak için ağzını açtığı sırada siparişlerimiz gelmişti bu yüzden susmak zorunda kaldı, garson gittiğinde konuşmaya başladı.
"Geçmiş hakkında konuşmak istiyorum. Taşındıktan sonra ne yaptığını, asker olmaya nasıl karar verdiğini, Melek'in nasıl şehit düştüğünü, o ilaçları neden kullandığını, neden evine gelmediğini merak ediyorum." Diye sordu. Derin bir nefes aldım, gözlerimin dolduğunu hissetmiştim.
***
Bölüm sonu.
Okuduğunuz için teşekkür ederim, umarım hoşunuza gitmiştir.Oy verip yorum yapmayı unutmazsanız sevinirim.
Görüşmek üzere...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 2.36k Okunma |
461 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |