Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@kucuk_matmazel

Merhaba herkese..

İlk kitabım değil ancak gözümde ilk kitabım olacak. Buraya malum uygulamadan geldim. Belki oradan gelenleriniz vardır bilemiyorum ama buradan sıfırdan başlıyorum. Bu yüzden desteklerinizi bekliyorum.

Buyrun o zaman. Size iyi okumalar..

Kırmızı kapaklı defter...

Yüreğimin orta yerine çöken acıyı sindirmem güç șu an. Zira bu seferki ağır. Ne yapsam diner bu yürek yarası bilmem. Hiç sevilmedim ben. Öğrenemedim nasıl temiz sevmem gerektiğini, güzel sözler söylemeyi, gülmeyi, konuşmayı..

Ben ilk defa karşılaştığım bu amansız, bu zalim, bu güçlü duygulara hiç hazırlıklı değilim. Hakikat ortada bariz bir șekilde gözüme girmek istercesine kendini bana gösteriyor zira.

Sevmez ki o seni.

Zan altında kalıyorum bu nice duygular içerisindeyken. Etrafimı saran bu zalim şeytan bırakmıyor yakamı. Ama uzaktan gelen bir ses fısıldıyor usulca kulağıma;

Sevmeyi sen öğret kendine.

Bana yüreğimin yerini gösteren adamdan uzaklaşmıyorum bende.

●  

Kasım ayının sert havasında göğün yırtılırcasına derin çığlıklarla kendini yere bıraktığı esnada yol kenarında bir kadın bedeni görüldü. lşık almayan izbe mahallenin dar sokaklarında attığı her adımda ruhunu arkasında bırakırcasına usulca yürüyordu sokakta. Ayağı yalın, sırtında eskimiş bir gömlek, altında yağan yağmurdan ötürü renginin koyulaştığı dizi yamalı bir kot pantolon, Salık saçları ıslandığından ötürü yüzüne ve sırtına yapışmış olsa da küçük bukleleri sokağın karşısından bile görülüyordu. Ara sıra gürleyen gökyüzünün çıkardığı derin ağıtlar haricinde sokakta yükselen tek ses yalın ayakların yerdeki su ile buluşmasıyla çıkardığı ufak seslerdi. Saat gece yarısını çoktan geçmişken bu genç kadın kendini unutmuşçasına yürüyordu kirli sokakta.

Adımları tekdüze ilerlese de saatlerdir yürümesinin neticesinden mi bilinmez belli bir ritimle ilerlemeye devam ediyordu. Gözleri ilerlediği dar sokağın sonuna odaklanmış olsa da önünü gördüğü meçhuldü. Gözlerinin altındaki ıslaklıklar yağan yağmurdan ötürü mü yoksa usulca dökülen gözyaşları mı ayırt edilmiyordu. Kulakları dış dünyaya kapanmışçasına tüm seslerden arınmışken yalnız zihnini yoran seslere engel olamıyordu.

"Orospunun dölü.. kızım senin yüzünden öldü. Katilsin sen, eli kana bulanmış, ruhsuz bir katilsin. Șu gözlere bak."

Ardı sıra aynı cümleler dolanıyordu zihninin kirli sınırlarında. Bitmiș, tükenmiş, yorulmuş adımları duyduğu her cümlede yere daha da sert basıyordu sanki. Dayanamıyordu, omuzlarına konan bu yüklere daha yirmi iki yaşındayken katlanamıyordu. Nefesini ciğerlerinden parçalarcasına söküşlerine her defasında engel olmamıyor, ardına duyduğu her cümlede insanlığını sorguluyordu. Gözlerinden nefret ediyordu. Her görenin ilk bakışta ürktüğü, daha sonraları sanki birer lanetlenmiş boncukmuş gibi bakmalarına ve mahalledeki herkesin dilinde yılanın gözü olarak anılmaktan nefret etmişti.

Nefret etmek..

Dünyaya gelişinin yirmi ikinci yılına ayak bastığı bu günlerde doğduğundan itibaren hissettiği en baskın duyguydu nefret. Gözlerinden nefret ederdi ilk bașta, çirkin sesinden, küçüklükten itibaren șekillenmeyip annesine sorun çıkaran kıvırcık saçlarından, sıska bedeninden, okulda tüm sınıf arkadaşlarının siyah diyerek yıllarca zorbaladığı esmer teninden, șimdi ise etiyle kemiğiyle aynı kanı taşıdığına günler boyunca lanet ettiği babasından nefret ediyordu. Mahalleliden, okuldan, her gün doğmaktan sıkılmayan güneșten, yağarak tüm bedenine kıyafetlerinin ıslanıp yapışmasına neden olan yağmurdan, on yedi yıldır yașadıkları dört katlı gri duvarları olan apartmandan da nefret ediyordu.

Belki de sıralayacağı sayfalarca nefretlerinin en sonuna tek bir ismi yerleștirebiliyordu ama. Listesinin en başına almak istediği bu ismi ne yapsa da becerememişti. Yillarca babasından duyduğu hakaret yankılandı şimdi de zihninde.

"Beceriksiz aptal."

Evet, koca bir beceriksiz aptaldı. Neticede ona çöp gibi davranan diğer insanlar gibi o da ona öyle davranmasına rağmen nefret sınırlarında sadece sonuna yerleşebilmişti. Ruhsuz bakışlarıyla, duygu içermeyen sesiyle, çirkin yüzüyle tanışan her insanin arkasından fisıldadığı tek cümleyi o da iki hafta önce yüzüne haykırmıştı

"İnsan değilsin."

Tiksiniyordu kendinden yeterince. Her gün ölmenin sınırına gelsede bir türlü geberip gidemiyordu. Ama şu kısa yaşamına yer edinen ikinci kişi de ona diğer insanlar gibi davranıyordu Her ne kadar 'Bana öyle davranmaz.' diye aylarca kendi kendini yese de ufak tebbesümüne dayanamayan hayat çökmüştü yakasına yine. O da insanlar gibi davranmıştı ona.

Ondan tiksinmesin diye aylarca gözlerini onun gözlerine değdirmemişti. Çirkin sesine kendisi zaten tahammül bile edemiyorken o birkaç kez duymuştu sadece. Tenini de ona hiç değdirmemişti mesela. Gözlerinde tiksinçliğin emaresini okumaktan korkuyordu. Hayatında korktuğu anlar yok bile sayılırken birkaç aydır tanıdığı adamdan deli gibi korkuyordu. Kana susamış bir kurt gibi bakışlarından, uzun boyundan, kumral teninden, sert sesinden, en çok da o birer inci tanesi gibi olan ela gözlerinden korkuyordu. Onu her gördüğünde vücudunun irkilmesine engel olamıyordu.

Aklına ilişen sert çehre ile bir melodiye dönen adımları kısa bir süre duraksamıştı. iki hafta önce ondan duymaktan deli gibi korktuğu, duyduğu andan beri kendini öldürmekten çekinmemesine yol açan o sözleri işittikten sonra hakikat bir tokat gibi sinesine çarparak yer edinmiști.

Tiksiniyor artık senden o insanoğlu..

İnsanoğlu olmuștu gözünde önce o, sonra da nefret listesinin son üyesi. Aylarca korktuğu başına gelmiş, ne yaparsa yapsın alın yazısından yine uzaklaşamamıştı. Oysa çok ürkerdi onun kendisinin en ufak bir şeyinden nefret etmesine. Varlığı bile yokluğuna eşdeğer tutmuştu onun yanındayken. Nasıl olabilmişti de kendisinden tiksinmişti? Peki ya șimdi? Haftalar öncesinde kendine ettiği yemini nasıl çiğniyordu șu an? Kaburgalarının arkasına sakladığı adam bile ondan tiksinmişken, kendi gözünde o da artık bir 'insanoğlu' iken, nasıl da bu derece kendinden geçip onun yanına gidebiliyordu? Daha fazla rahatsızlık vermeyecekti hani, nerede uzak durmaları, nereye kaybolmuștu?

Bir kez daha nefret etti kendinden. Saatler önce aldığı haber içini yakıp kor ateşlere atmamışçasına bir de düşündüğü bu durum onu yakıp da kül etmeye yetmiști. Ayakları çakılı kaldı buz gibi ıslak betona. Gitiğinde onun yanına ya bir kez daha duyarsa aynı cümleyi? Dayanabilir miydi bunca șeye? Zihnini tırmalayan bu fikirler acı bir tufana yol açıyordu beyninde. Susturmaya çalıştı onları hemen. Dilinde dönen ufak bir ninniyle kesikler içindeki ayaklarına komut verdi sokağın sonundaki gecekonduya ulaşmak için.

Kısık sesi kulağına bile gelmiyordu. Sadece dudakları kıpırdıyor, zihninde sürekli aynı mısralar dönüp duruyordu. Adımları birbirine girerek yürümesini güçlendirmişken aynı zamanda iliklerine kadar hissettiği soğuğu yok sayıyordu. İçi alev alev yandığı șu gecede kulağına gelen bedduaların haddi hesabı yokken o kız çocuğuna dayanamamış, gelmiști ona. Yeminliydi oysa, ancak bugün onu hissetmek istiyordu. Dokunamazdı belki ama gözünü görseydi, kokusunu hissetseydi, sesini işitseydi yeterdi. Belki görünce çok kızacaktı ama bugün son günüydü. Dilinden hiç ismini işitmemişti, yıllarca beddua, küfür ve hakaretlere ev sahipliği yapan ismini bir kez dillendirseydi de nefret ettiği bu isimden kısa da olsa bir rahat bıraksaydı. Belki acırdı ona? ilk defa acırdı belki?

Zihnini tarumar eden bu düşünceler silsilesine son verdiğinde ayakları yüzlerce kez gelmişçesine ezbere bildiği bu eski eve getirmişti. Bahçe kapısının önünde dikilerek öylece bakarken omuzlarına çöken yorgunluğu, iliklerini titreten soğuğu, tüm vücudunu saran ıslaklığı bir kez daha derinlerine kadar hissetti. Koyu iri gözleri titrekçe göz atarken çevreye, saatlerdir iki yana yaslı ellerinden sağ kolunu usulca havalandırarak kaldırdı. Dermanı çeklimişçesine titreyen kolu kalktığı saniyenin sonunda sertçe geri düşerken bedeni de sertçe sarsıldı. Aynı saniyeler içerisinde sanki dakikalardır az yağıyormuş gibi yağan yağmur șiddetini arttırırken karanlık sokağı aydınlatmaya yemin etmiş gibi ardı ardına iki defa şimşek çaktı.

Gözüne yansıyan ışık ile kendine gelirken titreyen eline kuvvet vermek istercesine sıktı ve aralar aralamaz yavaşça kapıyı açtı. Kapının gıcırtısı sokağa yayılsa da yağan yağmura karışıp da sesini çıkartamadı. Birkaç adım atarak içeri girerken kapıyı tutan eli usulca gevșeyerek yanına düștü. Gözleri titrekçe bir sağa bir sola giderken önündeki çelik kapı çalması için kendisini bekliyordu. Buraya kadar gelmişti ancak onu çalacak gücü kendinde bulamıyordu. Onun tiksinmesini bu gece kaldıramazdı.

Gözüne çarpan kapının önündeki iki basamak ile iki adımda oraya ilişti ve canının acımasını umursamadan bedenini yere bıraktı. Sırtı sertçe pürüzlü duvara değip birkaç yerini yırtarken ayak bileği merdivenin kenarına çarparak eti koparılmışçasına bir acı yaydı bedenine. Dilini dişlerinin arasına alıp serçte bastırırken gözlerini de tüm yüzünü buruşturacak derecede yummuștu.

Acı yine her yerindeydi.

Bedeninin yarısının değdiği çelik kapıda bir kıpırdama dahi olmazken birkaç dakika vücuduna yayılan keskin acının geçmesini bekledi. Uzun saçlarının başına ağırlık yaptığını hissediyordu. Bunu umursamadan başını sertçe arkasındaki duvara geçirdi gözlerini açmadan. Keskin acı omuriliğinden ilerleyerek başına ve tüm vücuduna yayılırken kendi kendine verdiği nice cezalardan biriydi bu da.

Hissetmek istiyordu bu gece. Yıllardır insanoğlundan duyduğu 'ruhsuz' kelimesini yırtıp atmak istercesine bir şeyler hissetmek istiyordu. Bu acı olsa bile..

"Zahir.."

Kısık sesi günler sonra ilk defa kulağına geldi. Şu an çöktüğün evin önünde tek bir insanoğluna sesleniyordu sadece, onca yemine rağmen.

"Zahir.. Zahir.. Zahir.."

Adım seslerini duymak istercesine kulak kesildi ardındaki evin içerisine. Tek bir çıtırtı dahi yoktu evden. Gözleri kapalı, başı ardı sıra duvara çarparken dudaklarındaki ufak kıvrılma ile öylece sıralıyordu tek bir ismi. Gelmeyecekti, tiksindiğini belli etmişken yanına geleceğini beklemek aptallıktı neticede. Salaklığına sinirlendi bu kez de, başındaki ağrı şakaklarına yayılırken kapalı gözlerinden usul usul gözyaşları döküldü. Titrek ve kısık sesinden son kez çıktı o isim.

"Zahir.."

Durmadan duvarlara vurduğu başını bir kez daha șiddetle geçireceği sırada başı yumuşak bir zemine çarptı. Hissettiği bu ani temas ile titreyen kirpikleri usulca aralandığı esnada gördüğü suret ile kaskatı kesildi. Hemen dibine çöken ve kolunu başının yanından duvarla bașı arasındaki boșluğa yerleştirdiği avucu ile gözleri usulca suretini inceleyen bakışlarla karşılaştı. Şakaklarını zorlayan acı imkanı varmışçasına beynini parçalamak istercesine arttırmışken kısık gözlerinin ardından yaptığı hatanın farkına vararak gözlerini hızla dizlerine indirdi,

Haramdı ona gözleri, sureti. O kara gözlerini görerse eğer daha da tiksinirdi ondan neticede. Peki ya șu başının ardındaki o büyük el ne olacaktı? Hissediyordu. İlk defa onun tenini hissediyordu tüm çıplaklığı ile. Bu gerçeklik zihnine çöker çökmez titredi.

"Seni arıyordum."

Kısık sesini işitti önce ve ardından söylediklerini akıl süzgeçinden geçirdi. Kulakları yanlış duymuştu, zira bu kimsesiz kelimelerin sahibi o olamazdı. Elleri titrediği yetmiyormuş gibi bedeni de titriyordu. O kaburgalarının ardına sakladığı adam çıkmış, karşısına dikilmiş, gözlerinin içine sakladığı küçük kız çocuğuna bakıyordu. Boğazına oturan yumru göğsünü zorlasa da hıçkırmadı, sadece gözyaşları akmaya devam ediyordu. Bugün miladı olmuştu ona. Kor alevlerdeki içi yanmaya devam ederken kısık sesini işitti tekrardan duyduklarının yanlış olmadığını göstermek istercesine

"Mihriban.."

Dilinden dökülen ismi ile başı usulca doğruldu ve o herkesin korktuğu kara gözlerini karşısındaki ela gözlere değdirdi. Zaman ona durdu, dakikalardır göğsünü döven kalbi kulaklarını çınlatacakmışçasına atmaya devam etti.

Merhabalar tekrardan.

Kitap hakkında henüz bir şey konuşmam için erken çünkü kurgu kafamda daha tam oturmadı ama en azından bir giriş bölümü atmak istedim.

Nasıl buldunuz, merak ediyorum açıkçası.

Lütfen kısa da olsa kendinizi belirtmekten çekinmeyin.

Görüşmek üzere.

 

Loading...
0%