@kuklaci
|
"Bu ne şimdi? Kim oldun sen?" diye soran babama heyecanla "Sibly Vane." diye cevap verdim. Biraz bekleyip yutkundu ve "Daha parlak bir karakter seçmeliydin. Onu kimse tanımaz." dedi sadece. "Kim mesela?" diye sordum merakla "Juliet veya Rosalind falan." "İyi ama baba Sibly Vane aynı zamanda hem juliet hem de Rosalind." dedim makul bir ses tonuyla. "İyi, çok oyalanma. Beni rezil edecek bir şey yapma." kafa sallayıp arabadan indim. Bugün büyük bir edebiyat etkinliği vardı. Babamın bir arkadaşının verdiği bu partide gençler istediği karakterin rolüne giriyordu. İçeride hafif alkoller ve güzel bir müzik çalıyordu. Kapıdan girer girmez eski tarihi yapı gibi duran kocaman salonun tavanı dikkatimi çekmişti. Sanki orta çağ Avrupasını yansıtmak istemişlerdi. Resimleri uzun uzun incelemek istedim. Bir adım attığımda bakışlarım aynada kendime kaydı. Saçlarımı sprey boyayla sarımsı bir hale getirmiştim. Saçlarımı tek tek örmüş ve açmıştım, kabarmış bir kıvırcıklık yakalamaya çalışmıştım. Üzerimdeki beyaz yakalı bebek mavisi şeklinde aşağı doğru inen tüllü elbise ile. Evet şu an en az filmdeki karakter kadar Sibly Vane 'e benzemiştim. Bakışlarımı salona döndürdüğümde ilk dikkatimi çeken vampir kılığına girmiş bir adamdı. Kazıklı Voyvoda. Ardından bir Jane Eyre ile göz göze geldin. Genç Werther. Kafasından kanlar akıyordu. İşte oradaydı. Emily! Kim olduklarını anlamakta zorlandığım bir sürü kişi daha vardı. Gözlerim ise tek bir kişiye takıldı. Emily'nin yanındaki Dorian. Dorian Gray kesinlikle Emily'nin yanında değildi. O her zaman Sibly Vane'e ait olacaktı. Ağır hareketlerle salonun girişinden uzaklaştım. Elime bir şampanya alıp masaların etrafında dolaşmaya başladım. Bakışlarım etrafta gezinirken tekrar ona kaydı. Dorian Gray. Uzun saçlarını arkaya atmıştı. Ne yazık ki kitaptaki gibi değildi. Filmdeki Dorian'ı taklit etmişti. Siyah kuzguni saçları ve orta çağ takım elbisesi kusursuz duruyordu. Yüzü ise. Biçimli ortalama bir burun ve kahve gözler. Son dokunuşu kesinlikle dudaklarıydı, dudakları büyük ve orantısız bir güzellik ortaya çıkarıyordu. Bakışları bana döndüğünde yüzünde ukala bir tebessüm oluştu, bakışlarımı ondan çekmedim. İnsanlar her zaman sert baktığımı ve ifademi yumuşatmamı söylerdi. Öyle bir çabaya girmeden ona bakmaya devam ettim. Yanında kırmızı elbisesi ve topuz yapılmış kaküllü saçı ile tam olarak Emily'e benzeyen kız ona dönüp gülerek bir şey söylediğinde o bana bakmaya devam etti. Emily çenesinden tutu onu kendine çevirdiğinde sonunda oraya odaklanmıştı. Hoparlörden bir ses yankılandığında yüzümü buruşturup önüme döndüm. Herkesin maske takacağı ve kimliklerimizi gecenin sonuna kadar saklayacağımız bir oyundan bahsediliyordu. Eğer gecenin sonunda karakterinizin kim olduğu anlaşılmazsa kazanıyordunuz. Bir sepetin içinden tek tek maskeler dağıtılmaya başladı. "A hadi ama bunun bir maskeli balo olacağından bahsetmemiştiniz!" diye bağırdı onların masasından bir çocuk. Renk renk göze takılan maskelerin arasında bana mavi olan düşmüştü. Onu gözüme taktığımda etrafı rahatça görebiliyordum. Lastiğimi saçlarına geçirdim ve yolda babamın çıkarttırdığı kurdela olsa ne kadar güzel olurdu diye düşündüm. Neredeyse herkes maskesini takmıştı ve çoğunluk dağılıp insanlarla sohbet etmeye başladı. Yani onun masası. Orada sadece o duruyordu ve bana bakıyordu. Yavaş adımlarla aramızdaki 5 masayı aşarak onun yanına ulaştım. Elinde tuttuğu siyah maskeyi masaya bırakıp ukala bir gülümseme ile "Küçük Sibly Vane." diyerek beni selamladı. "Gizlenmeye gerek duymuyorsunuz sanırım sevgili Dorian." "Kazanmak için çabalayacağım türden bir zafer olmazdı." bak sen. "Oyunları her zaman kazanmak için mi oynarsınız?" "Seninle oynadığımda bunu anlayacaksın." sözlerinin benim için bir anlamı yoktu. "Lakin Dorian Gray saklanmayı çok severdi." "Bu öylesine bir kostüm. Ben şayet Lord Henry'ye daha çok benziyorum." aptal çocuk. "Dorian'ı da Lord Henry yönetiyordu zaten." "Sibly Vane ha? Ölümsüz bir aşık." Dorian Gray. Hayat hırsızı...
. - . - . "Ne yani şimdi gelinlik mi deneyeceğim?" hevesle kafa salladı. "Ama daha doğru düzgün makyaj dahi yapmadım!" diye itiraz ettim. Melih beni içeriye ittirirken. Kocaman gelinlikçinin kapısından girer girmez kadın bize "Hoş geldiniz." dedi. Utangaç bir ifadeyle kafa sallayarak karşılık verdim. "Hoş bulduk. Bizim 1 ay sonra düğünümüz var da Gelinlik ve damatlık bakıyoruz." "Aklınızda bir model var mı?" diye sorulduğunda hemen atladım. "Aslında ortaçağ takım elbisesine benzer bir modeliniz var mı?" kadın bana garip garip bakarak kafasını olumsuz bir şekilde iki ayrı yana salladı. Melih de bana yandan garip bir bakış attı. Önümde dönüp gelinlik için model hakkında bir yorumda bulundum. "Aslında kısa beyaz elbiseler güzel oluyor ama illaki uzun olacaksa kabarık bir model istemiyorum." dedim sadece. Pekala diyerek beni yönlendirdi ve bir sürü model göstermeye başladı. O sırada Melihle başka bir erkek ilgileniyordu. En sonunda deneme kabinine girdim. Gelinlik denemek gerçekten zordu ama kadın bana olabildiğince yardım etmişti. Sonunda güzel bir gelinlik seçebilmiştim. Sonunda güzel bir gelinlik seçebilmiştim Gülümseyerek yanına ilerledim ve elini tutup ona eğildim "Melih acilen çıkalım buradan. Bunla satacak bunları bize. 200 bin ne? Benim o kadar param yok!" Gülümseyerek duvağımı açtı ve helalimsin der gibi alnımı öptü. Mırıldanarak "Bu gelinliği alacağız." dedi. "Ne? Manyak mısın?" "Fotoğrafınızı çekeyim ister misiniz?" dedi kadın tatlı bir tonlamayla. Kafa sallayarak yanına geçtim ve gülümseyerek koluna sarıldım. Dümdüz durduk ve gülümsedik. Kadın fotoğraf makinesinden çıkan kocaman kağıdı bize verdi. "Aşırı yakışıyorsunuz." diye iltifat etti. Teşekkür ettikten sonra bir süre daha gelinlikle durdum. Ardından gelinliği çıkartıp üzerimi tekrar giyindim. Bu aralar çok klasik giyiniyordum. Giyim tarzımdaki bu değişim Melihi şaşırtıyordu. Melih gerçekten de Gelinliği satın almıştı ama damatlık kalmıştı. Elimizdeki paketle arabaya bindiğimizde ona küfür eder gibi baktım. Resmen çocuklarımızın rızkını vermiştik. . - . - "Nasıl ya biz şimdi harbi harbi balığa mı çıkıyoruz?" "Aynen Nil harbi harbi balığa çıkıyoruz." "Ama otobana girdin." "İzmir rıhtımda benim malzemeler." "Sen eskiden balığa mı gidiyordun?" "Dedem balıkçıydı benim. Onunla çıkardık hep." "Öldü mü?" sadece kafa salladı. Yol biraz uzun geçti ve o sırada arkadan sürekli şarkılar çaldı. Yolculuk sessiz geçmişti. Ben yolu izlemiştim o da sürmeye odaklanmıştı. "Oteldeki eşyaları benden habersiz toplaman çok hainceydi. Belki ben diğer aktiviteleri de görmek istiyordum." "Bilmiyorum Nil. Şu an yaşadığımız durum bana çok anormal geliyor." "Haklısın sana hiç bir açıklama yapmadan bana güvenmeni istiyorum ama bitecek söz." sadece kafa salladığında dudaklarımı birbirine bastırıp önüme döndüm. "Melih." dedim kısık bir sesle. "Efendim." dedi. "Şey benim çişim geldi. Petrolde durabilir misin? Bir saattir tutuyorum." Tekrar arabaya geri döndüğümde Melih telefonda biriyle konuşuyordu. Kim olduğunu sorduğumda 'Tanımazsın.' diyerek geçiştirmişti. İzmir'in sıradan bir mahallesine girdiğimizde araba kaldırımın kenarında durdu. "Neden buraya geldik?" "Şu bakkaldan salam, ekmek ve kola alabilir misin?" dedi ilerdeki marketi işaret ederek. "Eskiden aşırı sağlıklı besleniyordun. Bozdum seni." "Benim için değil senin için." "Sen ne yiyeceksin?" "Hallettim ben. İstersen sana yoldan başka bir şey alalım ama pek vakimiz yok." Kafa sallayıp arabadan indim ve bakkala doğru yürüdüm. Cidden bazen anlaşması aşırı zor biri oluyordu. Markete girip Melihin dediklerini ve bir kaç abur cuburu aldım. Canım aşırı lahana sarması çekmişti. Babaannemin yaptığı gibi. Bakkaldan elimde poşetlerle çıkıp arabaya doğru yürümeye başladım. Arabaya vardığımda Melih olması gerektiği yerde yoktu. Biraz yürümek istemiştir diye düşündüm. Sonuçta ne zamandır araba sürüyordu. Kapıyı açıp poşeti koltuğa koydum, arabayı kilitlememesi garipti. Etrafa bakınarak yürümeye başladım. Nefes almak baya iyi gelmişti. Mahallenin başına doğru yürürken köşeyi döndüğümde şaşkınlıktan olduğum yere çivilendim. Ardından hızla binanın kenarına geçip dinlemeye başladım. Melih karşısında kısa günlük elbise giymiş bir kızla sohbet ediyordu. "Gerçekten çok teşekkürler Melih. Uzun süredir rahat bir nefes alamıyordum." "Önemli değil Beyza. Asıl sen yulaf için sağ ol." Bekle bu Beyza o Beyza mı? "Önemli değil ne demek? Sen süreçten beni haberdar eder misin?" "Tabii ki rahatla artık sana bulaşmaz." ulan Okan. Hala Beyza'nın peşinde misin? "Ben gideyim Nil'i bekletmeyeyim." Beyza duraksadı. "Nil?" dikkatle öne doğru eğilip dinlemeye başladım. "Şu köşede gizlice bizi dinleyen sevgilim." hızla kendimi duvara yapıştırdım. Arkası dönüktü nasıl görebilirdi ki? "Orada kimse yok Melih." dedi Beyza gülerek. Köşede gördüğüm tabela ilgimi çekince koşarak mağazanın önüne vardım. Camdan baktığım kadarıyla en kapının önündeyken Melih daha anca köşeyi dönüyordu. Kapıdan içeriye girerek selam verdim. Havai fişek satın alacaktım. Nasıl yakacağımıza dair bir şeyler sordum ve adam dikkatli olmamız için uyararak uzun uzun anlattı. Ardından ödemeyi yaptım ve zorlukla taşıdığım paketle beraber oradan ayrıldım. Tekrar arabaya yürürken Melih kaputa yaslanmış beni bekliyordu. "Bak havai fişek aldım!" diyerek ona doğru uzattım. "Arabayı buraya park ederken bunu yapacağına emindim zaten Nil." Başımı yana yatırıp. "Ay gerçekten gıcıksın Melih." Hala elimden almadığı paketi karnına doğru ittirip tutmasını sağladım ve yolcu koltuğuna bindim. Poşetin üzerine oturmamak için büyük bir mücadele vermem gerekti. En son poşeti alıp kaputun üstüne koydum. . - . - . Rıhtıma geldiğimizde Melih bir dayıyla uzun uzun muhabbet etti. Beni tanıştırmadı çünkü adam zaten hastaymış ve aklı gidip geliyormuş. Ondan sadece malzemeleri aldı ve deniz kenarına kurulduk. İki tane katlanan sandalye, iki tane kova ve iki tane olta. "Deniz dalgalı, akıntısı var, hava müsait güzel. Şanslıyız." dedi bilmiş bir ifadeyle. Böyle bir şeyler öğretirken aşırı tatlı oluyordu. Elindeki oltayla oynarken "15li bir çapari, 4,20 karış," derken sözünü kestim. "Melih ben bunlardan hiç bir şey anlamıyorum!" "Öğreneceksin işte." sandalyeye oturup "Ayarla oltaları atalım işte." "Ha o kadar kolaydı sanki!" "Başka ne olabilir? Balık tutmuyor muyuz?" Derin bir nefes alıp oltalarla bir süre uğraştı ve ardından bir oltayı yere koyup diğer olta ile yanıma geldi. "Ne yaptın ki sen?" dedim merakla. "Çaparisini açıp kurşununu bağladım güzelim." Güzelim mi ne? "Bir anda bana iyi davranmaya mı karar verdin?" çağırdığında gitmediğim halde? Ayağa kalktım ve parmak uçlarımın üzerinde yanağına hızlı bir ruj izi bıraktım "Aferin güzelim." dedim heyecanla. "Gel buraya güzelim." dedi gülerek. Beni önüne çekti ve ağır oltayı elime eğik duracak bir şekilde verdi. "Makinenin duruş pozisyonu bu olacak." kafa salladım. "İpin olduğu makaralı kısım üste gelecek." dedi omzuma doğru eğilip. "Siktir et makarayı. Nefesini boynuma üflemeyi kes. Yoksa balıkçı dayılara sen olacaksın makara." ağzımı açıp büyük bir kahkaha attım. Çok komikti. "Dinle Nil!" dedi sinirle. Dersini bölmem hoşuna gitmemişti. "Tamam öp." dedim hızla. Boynuma hızlı bir öpücük bırakınca gülerek "Anlat güzelim." dedim. "4 parmağını buraya koy." dedi elimi ipe paralel olan oltanın tutma kısmına koyarak. "Baş parmağın yukarda olsun. Misinayı silah gibi tut." işaret parmağımla ipi çekiştirirken "Ömrüm boyunca da hep silah tutmuşumdur ya!" ip rulosunun önündeki yarım ay demiri çevirerek "Bunu açıyoruz." dedi tatlı bir tonlama ile. Ağzını burnunu yerdim... "Şimdi atacağız oltayı. Olta tam karşına geldiğinde tuttuğun ipi bırak tamam mı?" derin bir nefes aldım. Geri adımlayarak 5 adım uzağa gittim. "Sol elin kamışın en altında olsun." dedi pozisyonumu ayarlarken. "Bazıları atışı yaparken üstü fırlatmaya çalışır. Bu yanlış bir şey. Sol elinle aşağı bastırarak atacaksın." "Melih ya yapamazsam?" dedim korkuyla. "Bir daha deneriz." "Ya oltayı bozarsam." "Tamir ederiz." "Ya denize düşersem." "Yanına atlarım." "O zaman gidiyorum." bir adım attım ama ellerim titredi. Gidemedim. "Bu seferlik seninle birlikte atsak." arkama geldi ve kamışın ucundan kavradı olta tam önüme geldiğinde ipi bıraktım. "Oldu mu?" diye bağırdım. "Oldu." dedi sakince. "Ne yapayım?" dedim merakla "Dur öyle misina vursun kapatırız." yarım ayı çevirdi. "Kapattık." diye açıkladı. Oltası kolumun altına sokup aşağıdaki dönen şeyi döndürmem için elimden tuttu. "Gerdir bunu böyle. Balık geldiğinde hissedeceksin." kafa salladım. O bizim yaptığımız işlemleri daha çevik bir şekilde kendi oltasına yaparken ben öylece bekledim. Kolum şimdiden ağrımaya başlamıştı. Denizin güzel görüntüsünü inceleyerek gülümsedim. "Balıkları öldüreceğiz." "Acı çekmez onlar." "Balıklar hayvandır ve boğazlarında koca bir yara açıp onları boğmak canilik." "Sen ne sürdün çok güzel olmuş." "Senin yanağındakinden." birden elini yanağına götürüp sertçe sildi ve ruju görüp iyice temizlemeye çalıştı. "Melih benim kolum ağrıdı." "Sus Nil." dedi kızgın bir sesle. Etraftaki yaşlı adamlara bakarak bir şey görmüşler mi diye kontrol ederken. "Yemek yemeyecek miyiz?" "Atıştırırız birazdan." "Bu oltayı hep böyle tutacak mıyız?" cevap vermedi. "Oturmayacak mıyız?" sessiz kalmaya devam etti. Homurdanarak dişlerimi sıktım. . - . - . Bir süre sonra homurdanmalarımdan dolayı sinirlenen Melih "Gerçek balıkçılar böyle yapmaz!" diyerek benim oltamı sabitledi. Ben oturduğum yerde kendime harika bir sandviç hazırlayıp yedim. "Yine denize geldik." dedim hevesle. "İdrak edebilmene sevindim." "Seni denizle buluştururum bak doğru konuş." "Sonra?" dedi tehditvari bir sesle. "Yanına atlarım güzelim." "Şu güzelim işini hiç sevmedim, yeter." "Yetmedi, yetemez, kimse yettiremez!" cevap vermedi. "Bence sen balık tutmayı da sevmiyorsun." "Daha sessizken daha iyi oluyor tabi de." "Sus o zaman." dedim sinirle. Ayağa kalkıp oltamı dikkatli bir şekilde kolumun altına aldım. Bir süre bekledikten sonra tekrar yerine sabitledim çünkü hiç balık gelmemişti. "Sevgilim telefonunu verir misin? Benimki evde kaldı biliyorsun." "Arka cebimden alabilirsin güzelim." güzelimin güzel cebinden telefonunu aldım. Şifreyi girerken merakla "Bu şifrenin anlamı ne?" diye sordum "2817. Tamamen uydurma bir şey." kafa salladım ve yerime oturup telefonuna baktım. Orhan mesaj atmıştı. Bildirim panelinden gördüğüm mesaja girmek için WhatsApp'ı açıp mesajlara baktım. Orhan Orhan Bak lan ne dicem. Biz dilekçe imzalamıştık ya. Nile ve ben imzaladık gerçi. İşte adamlar geldi konuştu. Meğersem hasta bir kızları mı ne varmış ondan fazla para kazanmaya çalışıyorlarmış. Çocuğu falan gördüm içim sızladı abi be.
Zorlukla yutkunup etrafa baktım. Gözlerimi silip "Kötü olmuş." yazdım ve gönderdim. Bade Yiğit Melih özür dilerim. Bade Yiğit Lütfen bakar mısın mesajlara. Bundan önce de benzer özür mesajları vardı. Daha üstlere çıktığımda sadece işle ilgili cevap verdiğini gördüm. Görüldü atıp bıraktım. Buşa Abi ya. Buşa Babama niye söylüyorsun? Buşa Küstüm engelliyorum. Buşa Gvenöşyorum sana!
Buse engel attığı için ona zaten bir şey yazamazdım. Bir sigara mevzusu vardı sanırım. Telefonu kapatıp cebime koydum ve arabadan pastel boya paketini alıp döndüm. Melih de oltasını sabitlemiş Beyza'nın verdiklerini atıştırıyordu. "Ne oldu sıkı balıkçı?" Ağzındakileri yutup bana döndü. Kibar adamdı. "Acıktım!" dedi. Gülerek yere çömeldim ve denizin sesini dinleyerek izimler yapmaya başladım. Önce güzel güzel çiçekler çizdim. Nilüferler. Sonra deniz dalgaları ve ardından hemen Nilüferlerin yanına bir daktilo çizdim. Detaylara bakmak için telefondan yardım almıştım. "Melih." "Efendim güzelim?" "Buraya deniz dalgaları ulaşır mı?" "Fırtınalı havalarda ulaşır." Sırt üstü uzandım. "O zaman dalgalar onları alacak ve senin olduğun kıyılara getirecek." "Ve sende orada olacaksın." "Deniz senin dostun olacak." "Deniz ikimizin de dostu." "Ben küçükken hep deniz görürdüm ama hiç görmemiş gibi hissederdim. Uçsuz bucaksın gibi. Sanki güvenli ama tehlikeli. Mahvedemeyeceğimiz şeylerden biri." gülümsedim. "Hiç balık tuttun mu?" kafa salladı. "Bir sürü var." "Ben hiç tutamadım." "Garip bir durum. Ben de anlamadım." "Melih." dedim istem dolu bir sesle. "Hayır Nil." "Ya daha demedim ki!" "Hayır dedim Nil." "Lütfen salalım lütfen. Yaşasınlar ne var?" "Öldüler zaten Nil." hızla yerimden doğruldum. "Ne demek öldüler?" "Kovada su yok çünkü." dedi sinirle ayağımı yere vurdum. Telefona bir bildirim gelince havaya kaldırdım ve arkamı döndüm "Biraz yürüyeceğim." Arabaların arasından geçtim. Bade Yiğit Melih bu kez çok acil. O kızdan uzak durman gerek. O çok tehlikeli. Lütfen bak. Herkes yana yakıla seni arıyor. Baban rıhtımda olduğunuzu görmüş şimdi. Bade Yiğit Oraya geliyoruz tamam mı? Hiç bir şey çaktırma. Telefonu Melihin konuştuğu adamın kulübesine bıraktım. Arabaya yürüdüm ve bagajdan havai fişekleri aldım. . - . - . - Eve gelmemiz için ısrar ettiğimde Melih bunu hiç yadırgamamıştı. Balıklar için üzgün olduğumu düşünüyordu. Oysa ben artık küçük bir kıza bile sadece 5 dakika üzülecek kadar kendimi yitirmiştim. Şifreyi girerek kapıyı açtık. İçeriye girdiğimizde ikimizde oldukça yorgunduk. Melih duşa ilerlediğinde ben ise onun odasına geçtim. Uzunlamasına koltuğunun karşısına aldığım tuvali koydum ve rahat çizim yapabileceğim bir ortam hazırladım. Melihin duşta giyindiğini öğrenmiştim artık. Kendime bir kahve yapıp üzerime daha rahat kıyafetler aldım. Artık hazırdım. Duştan çıkan Melihi kapının önüne oturmuş bir şekilde bekliyordum. Saçını havluyla kurularken kasılmış kasları harika görünüyordu. Altında bir gri eşofman vardı. Beni gördüğünde onu yerde oturup beklememe alışmış olmalı ki şaşırmadı. "Sevgilim?" dedi sorarcasına. "Güzelim." dedim kahvemden bir yudum alarak. "Seni bekliyordum." "Yere oturdun bugün hep." dedi düşünceli bir şekilde. Yerden kalkmam için elini uzattığında ona tutundum ve beni kucağına çekti. Mutfağa yöneldiğinde ona odaya gitmesini söyledim. Odaya girdiğimizde şaşkınlıkla güldü "Bunlar da ne?" güldüm ve koltuğu işaret ettim. "Senin resmini çizeceğim." O koltuğa oturduğunda hemen kalkıp tuvalin karşısına geçtim. Çok hızlı yürüyordu ama beni hiç sarsmıyordu. "Sadece bir kaç saat oturabilir misin?" "Emir büyük yerden mecbur oturacağız. Telefonumu gördün mü?" "Ya Melih bakma telefonuna öyle çizemem ki!" "Canım sıkılır." "Beni izle. "O zaman duramam ki." Başımı yana yatırıp gülümsedim. "İyi o zaman kitap okuyabilirsin." yerimden kalkıp artık özel kitabımız olmuş olan 'Dorian Gray'in Portresine' doğru yürüdüm ve kitabi eline tutuşturdum. "Ama kafanı kaldır falan dersem kaldıracaksın söz ver bak." kafa salladı ve oturup kitabın kapağını açtı ve kaldığımız sayfayı buldu. "Nasıl durayım ben böyle mi?" dedi geriye yaslanarak. "Evet gayet güzel bir açı." dedim karşısına geçerek. Yalan söylemiştim zaten ilk arka planı çizecektim. Doğru açı o kadar kolay yakalanmıyordu. Arka planı çizmeye başladığımda halimden oldukça zevk alıyordum. "Benim tanıdığım tüm sanatçılar içinde, kişisel anlamda hoş olanlar nedense hep kötü sanatçılar oluyor; iyi sanatçılar sadece eserlerinde yaşıyorlar ve bunun bir sonucu olarak da son derece sıkıcı insanlar oluyorlar." dedi kitaptan okuyarak. "Bak buranın altını çizmişsin." "Onları sen çizdin hayatım." "Nil, bir tanem ben kitapların altını çizmem. Sen çizdin ya." Kahkaha atarken tuvale fırça darbelerini indirmeye devam ettim. Baya bir sonra onu çizmeye başladığım için ayağa kalkmasını veya başka pozisyonlara girmesini söylediğim anlar olmuştu. Benim içim anca böyle rahat ediyordu. Sonunda tekrar kitabı okumaya başladığında kırmızı boyayı tuvale sürdüm. "Evliliğe bayılmadığımı biliyorsun. Evliliğin en kötü yanı insanı bencillikten vazgeçirmesidir. Bencil olmayan kişiler de renksizdir." kaşları çatıldı. "Gerçekten sende mi böyle düşünüyorsun." belli belirsiz kafa salladım. "Bir hayatın yıkılmasına gelince, kişinin gelişiminin engellendiği hayat dışında hiçbir hayat yıkılmaz." "Kültürlü," sözünü kestim. "Beni büyülüyorsun." sadece gülümsedim ve çizmeye devam ettim. Biraz sonra biraz daha yakınıma gelmesini istedim ve son dokunuşlarımı yaptım. Derin bir nefes alıp tuvale son bir bakış attım. Daha fazla değiştirmek istemiyordum. O hayatımın en iyi tablosuydu. Tabloyu yavaşça ona çevirdim. Gözlerindeki ifadeler kalbime battı. İlk olarak gözleri tablonun ortasına gitti ve gözlerine saf korku yerleşti. Orada ne olduğunu biliyordum. Yüzünde dehşet ifadesi olan, çocuksu korkak bakışlarla bakan kollarını kendine sarmış Melih vardı. Etrafında ise kitap sayfalarından çıkan eller onu çekiştiriyordu. Bazı eller kırmızı ve sipsivri parmakları olan ellerdi. Onlar Melih'in göğüs kafesinde yaralar bırakmıştı. Onların Melihten çaldıkları vardı. Bazı kollar simsiyah bir kemer gibi uzanıyordu ve Melihin kollarını çekiştiriyordu. Melihin kollarında izler bırakıyorlardı. Kitap sayfaları onlarla birlik olmak ve Melihi korumak arasında kalmış tam bir kargaşaya dönüşmüştü. "Nil sen," bir şey diyemedi. Yanına gittim ve elimi çenesine koydum. "Sevgilim. Bana bak." çenesinden tutup kendime çevirdim. "Artık iyisin tamam mı?" O tabloya o kadar uzun baksın istemiyordum. Geçmişinde kaybolmasını istemiyordum. Artık kurtulmasını istiyordum. Kemerlerden ve kırmızı topuklu ayakkabılardan. Hışımla ayağa kalktı. "Hayır. Bana neden söylemedin bildiğini?" hızla yanına kalktım. "Benden çok şey saklıyorsun Nilüfer. Bana sürekli yalan söylüyorsun." beni geriye ittirirken omzuna sıkıca tutunup dudaklarımı dudaklarına bastırdım. "Tahmin ettim sadece." dedim geri çekilerek. Bu bir yalan değildi. Yalan, bu bir yalandı. Melihin tekrar ve tekrar inanmayı tercih edeceği bir yalandı. Elleri belime gömülmüşken öylece gözlerime baktı. Ellerim omuzlarından ensesine çıkarken parmakları belime iyice gömüldü. "Ben sadece seni resmetmek istedim." bana donuk bir ifadeyle baktı, sonra ise sadece bir kaç saniye geçmişti ve işte kucağındaydım. Dudakları dudaklarıma sertçe dolanmış, ikisi dans etmeye başlamıştı. Bacaklarım beline dolandı, bir eli sıkıca belimi kavrarken diğeri yüzümdeydi. Geriye çekildiğinde nefesini dudaklarıma üfledi. Kalbim sanki denizler taşmış gibi atıyordu. Kanımda ise bir ateş alevlendi. Karnımda bir sızı hissettim. "Melih." dedim sesim beklediğimden çok daha savunmasız duyuldu. Gözlerindeki ifade, sadece bana ihtiyacı varmış gibiydi. Sadece arınmak için vücudunda gezdireceği su olmamı diler gibiydi. Sadece değil. O ne anlama geldiği önemsiz bir şekilde beni istiyordu. "Nil şu an sana karşı koymam imkansız." "Sonunda. Hayatım boyunca bu anı bekledim." dedim espri yapmaya çalışarak. Fakat sesim heyecandan titriyordu. "Kalçalarının ne kadar seksi olduğunu söylemiş miydim?" diye sordu ilgiyle "Söyledin ama hatırlamazsın." dediğimde hınçla dudaklarıma saldırdı. Nefesim tükenesiye kadar beni öperken elleri kalçalarımda gezindi, parmakları gömüldü. Nefeslerimiz birbirine karışırken elim bileğine tutundu ve o kadar sert tuttum ki nabzını alabildim. "Kalçalarının ne kadar seksi olduğunu söylemiş miydim?" Gözlerimi kapamıştım ama yatağın yanındaki duvara geldiğimizi anladım. Dudakları çeneme ıslak bir öpücük bıraktı, elleri belimde ve kalçamda gezinirken boynumda küçük küçük öpücükler hissediyordum. Dilini şah damarımın üstünde hissettiğimde yutkundum, ardından sertçe dişlerini geçirdi. "Melih!" dedim, bu eskisi gibi değildi. Şu an çok daha iyi hissettiriyordu. Yüksek sesle inlerken soğuk duvara doğru kıvrandım. Bir şeyler homurdandıktan sonra öpüşleri hayal edebileceğimden çok daha fazla sertleşti, diş izlerini oldukça sert bırakmaya başladı. Alev alev teninde ellerimi gezdirirken iri omuzlarından aşağı doğru tırnaklarımı sürttüm. Ellerim aşağıda bacaklarımı birleştirdiğim yerde karın kaslarında gezindiğinde boynuma doğru hırladı. Başımı geriye doğru atarak diğer elimle saçlarından çekiştirdiğimde dudakları dudaklarıma tekrar gömüldü ve adımlar atarken benden sadece saniyelik ayrılıp tişörtümü üstümden çıkardı, bu sefer beni yatağa götürdü. Ondan ayrılmadan yatakta sırt üstü uzandım, dizi bacaklarımın arasındayken üstüme eğildi. Bakışları göğüslerimin üzerine dökülen saçlarıma kaydı ve gözleri kararmaya başladı. Gözlerindeki ifade öyle arzu doluydu ki sanki gözlerinin rengi değişmişti. Gözleri yüzümde, dudaklarımda, burnumda ve alnımda gezindi. "Hafif çillerin var." derken sesi öyle kalındı ki kendimi ona bastırma ihtiyacıyla hızlı bir nefes aldım. "Çok az." dedim kısık bir sesle. Nemli dudakları gözümün altındaki çillerime tatlı bir öpücük bıraktı. "İstiyor musun Nil." diye mırıldandı gözüme vuran nefesi ile. Gözlerimi kapalı bir şekilde kafa salladım, ne zaman tutunduğumu unuttuğum elini kurtarıp sertçe saç köklerimi kavradı, "Gözlerini aç." gözlerim açıldı. "Söyle." sadece gözlerine bakarken yüzüm hafifçe kızardı. "İstiyorum işte." dedim neredeyse olmayan sesimle. "Ama normalde olduğundan daha yumuşak davranma bana lütfen." sonunda sesimi bulmuştum. Çünkü bu çok önemliydi. Dudakları tekrar dudaklarıma kapandı ve parmağıyla göğüs ucuma daireler çizmeye başladı. İniltim dudaklarının arasına karışırken bugüne kadar baskın Melihle daha önce tanışmadığımı fark ettim. Ardından yavaş yavaş az önce izini bıraktığı boynuma ve oradan da ağzı göğsümün üzerine yerleşti. Bu kez dili göğsümün etrafında daireler çizmeye başladı. "Melih!" diye ince bir sesle inledim. Göğüs ucumu dişleyip çekiştirdiğinde benim dudaklarımdan küçük bir çığlık kaçarken onunkinden bir hırlama döküldü. Ardından tekrar emdi. Diğer eliyle göğsümü okşarken bir anda beni daha geriye itti ve nemli dudakları karnıma denk geldi. Dilinin ıslak dokunuşlarını hissettiğimde adını tekrar inledim. Nefes seslerim odayı kaplamıştı. Tek elim saçlarına gittiğinde dili neredeyse kasıklarımdaydı. Eliyle bileğimden kavrayıp yatağa bastırdı. Öyle sert sıkıyordu ki bunun zevk vermesi hayret etmeme neden oldu. "Görüyor musun Nilüfer avuç içlerim sızlıyor." Tek eliyle kalçamdan tutup şortumu yukarıya çekiştirip kalçamı kaldırdığında tutuşu mümkünmüş gibi daha da sertleşti. Dudakları aşağı kaymaya devam etti. Sonra birden çekip şortumdan hızla kurtuldu ve bir kaç saniye içinde o da karşımda sadece baksırla kalmıştı. Beni yatakta yüz üstü çevirip kalçamı havaya doğru kaldırdı. Yüzüm yatağa gömülüyken onu kaldırıp yan bir şekilde ona baktım. Kalçamı sıkarak yavaşça üzerime çıktı. Nefesini kulağımda hissettiğimde baş parmağını alt dudağıma bastırdı, dudaklarımın arasına alıp emdim. Sertliğini kalçalarımda hissettiğimde elimi geriye doğru uzatıp onu buldum, dudaklarında tekrar bir hırlama dökülürken ellerim kontrolsüz bir şekilde sertliğini sıktım. Dişlerini omuzuma geçirdi ve beni yatakta tekrar ters çevirip sırt üstü yatırdı. Elini iç çamaşırımın üzerinden bana bastırdığında bacaklarım istemsizce aralandı ve inledim. Yavaşça çamaşırımı yana doğru kaydırdığında ellerim omuzlarını buldu ve istemsizce onu kendime çektim. "Çok ıslaksın." kendimi parmakların doğru ittim. "Çok heyecanlısın." Dudakları bacaklarımdaki yara izlerine gitti. "Ne yapıyorsun şu an?" parmakları izleri okşadı. "Bunlar." Bacağımı kaldırıp öptü. "Küçükken oldu." kafa salladı. Kemer izlerinden öpüp beni kendine doğru çekti. Sonra omzumdaki yanık izinden öptü. Şehvetin içindeki şefkati gördüm. O yarayı kendim yaptım diyemedim. Kaldı ki çamaşırının altında çok fazla sertleşmiş hali tam olarak kasıklarıma değiyordu ve ikimizde bunu hissediyorduk. Baksırını çıkartırken "Gözlerini sakın gözlerimden ayırma." dedi bacağımı kavrayıp bileğimdeki ize bir öpücük daha bıraktı ve ayağımı göğsüne doğru çekti. Bacaklarımın arasına olduğunu hissediyordum. "Çok darsın Nil." dedi derin bir nefes vererek. "Canın çok acırsa durmamı söyle." dedi içime doğru ilerlerken. "Kahretsin acı hissetmiyorum bile." birden kasıklarımdaki ateşi unutturacak kadar sert bir acı dalgası beni vurdu, kıvranırken sesimi çıkartmadım çünkü durmasını istemiyordum. Acı yavaş yavaş azaldı ve yerini zevke bıraktı ama bu öyle kolay olmadı. Şakaklarıma akan yaşları sildim. "Sevişmek bile çok zor." dediğimde gülüşünü duydum. Hazla inledim ve kalçam istemsizce havaya doğru kalktı. Melih yavaşça hareket etmeye başladı ve sonra yavaş yavaş hızlanmaya. Hızı daha da arttığında artık onun hızına yetişemiyordum, kalçalarım yorulmuştu ve içimi her yeniden dolduruşu hazdan kıvranmama neden oluyordu. Eğer aralarında olmasaydı bacaklarımı asla açık tutamazdım ve bu çığlıklar atmama neden oluyordu. Omuzlarından onu kendime çekip uzun uzun öptüm ve üzerimden geriye eğildiğinde artık göğsüyle baş başaydım. Üst vücudu yukarıda kalırken bir hayli hızlıydı. Çığlık atıp elimi göğsüne koydum ve kalp atışlarını hissettim. İçimi doldurup çıkarken artık kesinlikle kendine hakim değildi. Odayı dolduran sesler heyecanımı arttırıyordu ve çığlıklarımı susturmak neredeyse imkansızdı. Yatakta bir anda içimden çıkmadan döndüğünde kendimi onun üzerinde buldum. Yatağın başlığına tutunup hızla kendimi hareket ettirmeye çalıştım. Onun dili göğüslerimde gezinirken belimden tutup bana yardım etti ve hızla üzerinde hareket etmeye devam ettim. Bir elim karın kaslarında diğeri ise yatak başlığından destek alıyordu. "Nilüfer!" diye kısık sesle inlediğinde zevkle kendimi yukarı ittim. Göğsümü dişlediğinde ise tekrar aşağıdaydım. Yatak başlığı gıcırdarken öyle sert ısırdı ki canım acıdı ve acıyla inledim fakat bunu bir kaç saniye sonra unuttum ve dizlerim titremeye başladı. Omuzlarına tutundum ve inlemeye devam ettim. Bu çok kötüydü ama çok iyiydi. Tezatlıklarla doluydu. Yanarak donuyor gibiydim. Bir kaç saniyenin sonunda soğukluk hissi beni sarmalıdır ve tatlı bir zevk dalgası beni vurdu. Kendimi geri attığımda Melih tekrar üstteydi. Sert girişleri bu sefer onun zirvede olduğunu gösteriyordu. Tamamen ilkel güdülerle hareket ediyordu, dişlerinin arasından hırlamalar dökülüyordu. "Gözler." diye hatırlattığında gözlerim gözlerine kaydı ve sadece bakışırken içime girmeye devam etti. Eli tekrar göğsüme gitti ve sertçe sıktı "Siktir Nil." bir süre sonra tekrar konuşacak gücü buldu "Biliyorum bunu şu an söylemem yanlış ama ben hiç bir zaman böyle hissetmemiştim." Bunu söyledikten sonra Son bir kez hızla içime girdi ve iççime boşaldığını hissettim. Hissettiği rahatlama ile üzerime devrildiğinde elim ensesine gitti ve saçlarını okşamaya başladım. "Aynı anda boşalmamak kötü bir şey mi?" diye sorduğumda Melih kendini yanıma atıp kocaman neşeli bir kahkaha attı. "Ancak sen. Ancak sen Nil böyle bir anda böyle bir soru sorabilirdin." "Ne varmış anda canım." "Yanakların kızardı, çok tatlı oldun." . - . - . - Gerçekten neden öyle olmuştu ki? Neden o an o soruyu sormuştum. Hayatım boyunca düşünsem Melihten utanacağım aklıma gelmezdi. Lakin hala merak etmiyor değildim. Biz uyumlu değil miydik? Her neyse ya! Saçlarımdaki şampuanı arındırmaya çalışırken derin bir nefes aldım. Burnuma kaçan su ile nefesi geri verdim. Fıskiyenin tersinden baktığımda boynuma ısırık izleri gözüküyordu. Gülümseyerek son bir kez saçlarımı durulayıp vücudumu duş jeli ile köpükledim. Melih bizim için bir şeyler hazırlıyordu. Duştan çıkıp havluyla kısaca kurulandım ve üzerime Melihin tişörtüyle kendi şortumu geçirdim. Aynadan kendime baktığımda beyaz tenimin esmere döndüğünü fark ettim. Melih zaten esmer olduğu için o kadar belli olmuyordu ama ben cidden yanmıştım. Saçlarımı kurulamaya zahmet etmeden kapıdan çıktım. Tıkırtı seslerini duyabiliyordum. Benim payıma düşen hep tıkırtı seslerini dinlemekti. Kapıdan gelenler. Adımlar, nefesler, sesler hisleri yansıtırdı. Bu sesler ise sadece dehşet veriyordu. Korkuyla salona doğru adımladım ama sonra vazgeçip mutfağa girdim. En alttaki tencerenin içinden kameramı çıkardım ve tencereleri yerine geri koydum. Ardından kameramı masaya bırakıp yavaş adımlarla salona girdim. Burada birlikte ilk defa film izleyişimiz. Ağlamıştım. Tek başıma oturup onu beklerken; Ağlamıştım. Arkamı döndüğümde ilk kahvaltımız geldi aklıma. Çayı üzerime döküşüm. Bana beyaz ayakkabı alması. Altını açtın diye laf yapması ve benim sinirlenmem. Ne çok anı biriktirmiştik kısa vadede. Adımlarım yavaş yavaş onun çalışma odasına yöneldi. Burada da anılarım vardı ama tam olarak hatırlamıyordum. Gülümsedim. Odanın girişindeydim ve burası ben gibi kokuyordu. Bu kokuyu biliyordum, evim gibi hissettiren ikinci kokuydu. "Sevgilim." dedim titreyen bir sesle içeriye girerken. Hayır benim hak ettiğim bu değil. Sahne değişir; Yatak odama doğru yürüdüm, masada ders çalışmalarım, babamın bana dokunmadığı tek andı belki de. Yani nadiren dokunduğu. Masanın üzerine elimi koydum ve gözlerimi kapadım. Ardından yatağıma baktım, uyurken güvende olmadığım için gözlerim açık evi dinlerdin genelde. Tıkırtıları. Mutfağa geçtim, babam evde yokken tek başıma yemek yapmaktan çok keyif alırdım. Koridora çıktığımda salonu es geçtim çünkü orada güzel anılarım yoktu. Merdivenlerden yukarıya çıktım. Bu kat babamın katıydı. Çıkmama izin vermezdi. Annemin odasının kapısını açtım. Normalde kilitli olurdu ama son temizlendiğinden beri değildi. İzin vermemiştim. Orada durdum. Annemi hatırlamıyordum. Avcumu burnuma dayadım. O ölmeden son bir dakika önce yüzünü okşamıştım. Sanki hala oradaydı kokusu. Normalde girmem yasaktı ama artık bir önemi yoktu. Girdim, dolabını açtım, eşyalarına sarıldım. Yastığını kokladım ve öptüm. Bu odanın hala duruyor olmasının tek nedeni çocukken oynadığım kumardı. Ben annemi bile bir kumarda kazanmıştım. Belki de ruhumu satarak. Yıllardır bu gerçekle yaşıyordum. Odadan çıktım. Kasetler ve bıçaklar. Babamın odasına girdim. Geçtiğim her yere kan damlatmıştım. Kapıda bile kan izi vardı. Yatakta yatan adam ise şimdi yaşlı, çirkin, güçsüz ve cansızdı. Çünkü onun canını çalmıştım. Kanı bütün çarşafları kirletmişti. Çünkü onun kanını çalmıştım. Çünkü o benim hayatımı çalmıştı. Cana can dişe diş. Çünkü o benim olanın hayatını çalmıştı. Cana can dişe diş. Oyun oynadığımızı düşündüm, "Babacım." dedim yanına gidip. "Babam burnun kanamış. Bütün çarşaflar kirlenmiş annem çok kızacak." gülümsedim, çenesini kaldırdığımda daha çok kan fışkırdı ve yüzüme geldi. "Baba ya! Ölü taklidi yapma bak korkuyorum." kahkaha attım. "Öldün yani sen, bak ölücüm benim babam beni çok sever. Hiç üzmez kırmaz. Açardı o olsa gözlerini." sinirle çenesini sıktım. "Gözlerini aç yoksa annem kızacak." başı öne doğru düştü. "Anladım." dedim gülerek. "Sen gerçekten ölmüşsün!" ellerimi çırparak yerimden kalktım. Oyun oynadığımızı düşündüm. Kurtlar ve kuzular. Sürü bugün yasta, iki kurt yok edildi. Bu hikayenin kurtları var, ama artık ben bir kuzu değilim. Hayır benim hak ettiğim bu değil. Ben Hayat Hırsızıyım. Sahne döner; Saçlarımdan aşağı sular damlıyordu. Elimdeki kamera kasetini ona doğru kaldırdım. Az önce almıştım. "Hatırlamadın dimi hiç?" her şey bulanıklaşmıştı, sanırım ağlıyordum. "Neyi hatırlamadım mı?" dedi, artık titriyordum. Hayır benim hak ettiğim bu değildi. Sahne değişir; "Güzel Sibly Vane senin için başarı ne ifade ediyor? Yapma yine kendinden önce beni merak ediyorsun. Bakma öyle tamam; Güzel bir sex, motor kullanmak, uyuşturucu kullanmak, deli gibi sarhoş olmak falan mı sanıyorsun? Pekala senin için de aşık olmak, deniz kenarında uykuya dalmak, konsere gitmek ve aşık olduğun adamla gelinlik denemek falan olmalı. Hayır öyle sanma. Senin hayalin benim yaşantım. Sende sarhoş olup sevişmek, motor kullanırken uyuşturucu almış olmak isterdin. Çünkü ben senin cesaret edip işleyemeyeceğin günahları temsil ediyorum bu yüzde beni her zaman seveceksin." "Kitabı okumuşsun." dedim yutkunup. "Filmi izlemedim." "Sibly Vane'i nasıl tanıdın?" "Konuyu değiştirdin." dedi yüzünü buruşturup. "Eski sevgilim bayıla bayıla izlerdi." dedi ben cevap vermeyince. "Filmi bende izlemedim. Konuya dönünce; belki öyle, belki de değil. Fakat seni hiç bir zaman sevmeyeceğim. "Sevmene gerek yok. Dürüst bir erkek olarak ikimizin de birbirinden deli gibi etkilendiği ortada." "Peki güçten kastın ne?" "Diğer insanları ezmek." "Bu düpedüz aşağılık kompleksi." dedim yüzümü buruşturarak. "Merak etme kadınlara karşı böyle değilim. Onları genelde altımda görmeyi severim." "İğrençsin. Senden etkilendiğim falan yok." "Altımdayken öyle dersin." "İddiaya girelim?" "Girelim lan nesine?" "Hayatını çalacağım oğlum." "Oğlum ne ya?" "Sus ibne!" "Sen zeki bir kızsın ama kibar da olman gerek. Ayrıca ben kazanırsam sana azıcık ot vereceğim. İraden buna karşı çıkamaz bence. Çok güzel bir şey kafa uçuruyor." "Sende tam bir insan sarrafısın." dedim diğer dediklerini görmezden gelerek. "Beni arzuladığından mı böyle dedin." "Hayır sadece yanındayken nefes alıyormuş gibi hissettim." "O niye?" "İyi biri olmadığımı görebiliyorsun." "Gecenin sonunda aynı yatakta olacağımızı bildiğim gibi." sinirle ona baktım "Bu kıvırcıkların gerçek mi yoksa onları çekerken dikkat mi etmeliyim?" "Bence sadece sevgilini kıskandırmaya çalışıyorsun." "Bade umurumda bile değil." "Seni kaç kere aldattı da bu kadar canını yakmak istiyorsun." "Ölürsün." "Hepimiz bir gün öleceğiz." "Ben iz bırakmadan ölmeyeceğim." "Yanlış kişileri rol modeli alıyorsun ufaklık." "Eve gidince netleri yüzünden dayak yiyecek birine anlattıkların çok saçma geliyor." diye homurdandım. Bu sene babam yüzünden istediğim bölüm tutmasına rağmen zorla mezuna bırakılmıştım. Telefonunun ekran resmini açtı, söylediklerimi duymamıştı. Bana çevirdiğinde Nikola Tesla'yı gördüm. "Numaranı ver bana." "Ve beni yatağa atmak için darlamaya devam et." "Yapma ufaklık en azından dürüstüm. Tüm erkekler böyledir yalnızca bazıları dürüsttür. Hem sana koçluk yapacağım işte. Okulu kazanman gerekmiyor mu? Başarmak istemez misin?" Telefonumu açtım ve ona dönüp "Aç programı." kameramı açtım ve sıkılgan bir şekilde açtığı programın fotoğrafını çektim. Aşırı etkileyici bir piçti ama ben etkilenecek halde değildim. "Hitleri de benimseyebilirsin mesela." "Şimdi havalı oldun!" "Yok ben daha çok hitlerin kimyacısı Schröndinger ile ilgileniyorum." "Öyle isim mi olur. Almancadan hep nefret etmişimdir." "1939 yılında amerikan ve ingilizlerin korkulu cümlelerini okudun mu? İnsanların nasıl farklı ülkelere kaçtığını biliyor musun? Hitleri benimsemek doğru değil. Korkuyla değil saygıyla anılmaya bak." "Ben bir tek izlediğim dizilerdeki Wendigoları biliyorum." "Gazeteler de o zaman hitler Polonyayı işgal etti. Bir çok ülke naziler tarafından işgal edildi. Peki neden Polonya konusunda bu kadar korktular biliyor musun?" "İntikam falan mı?" "Polonya ağır su bakımından zengin bir ülke." Utançla gülümsedim. "Atom bombası yapımında rektanı soğutmak için yani kısaca bombayı çalıştırmak için gerekli olan tek madde ağır su." ilgiyle dinlemeye devam ettim. "Schöndingerin bombayı çalıştıracağı düşünüldü. Yapamadı çünkü basit bir matematik hatasından dolayı." "İyi olmuş ya." kaşlarımı çattım "Ya da olmamış." "Olmamış tabii." "Uzaya gidelim." "Ben seni," midem bulandığı için sözünü kestim. "Sence bir gün ışık hızına erişen bir uzay gemisi yapsak uzaya gidebilir miyiz?" "İmkansız da hadi oldu diyelim." "Başka galaksilere gidilerse, belki başka gezegenlerden sinyal yakalayabiliriz." "Kara delik çok güçlü değil mi?" diye sordu. "Ama ışık hızında giden bir gemimiz var." "Mesela şu an güneş yerine kara delik olduğunu düşün ne olurdu." "Stella mahvolurdu. Şaka şaka tamam ya. Işık hızına eriştiysek kara delik için de bir şeyler yapabiliriz." "Soruma cevap ver!" "Karadelik mi? Bizi içine çekerdi işte ne bağırıyorsun." "Biliyordum." dedi heyecanla. "Tanrım sana astronomi de öğretmemi gerekiyor." "Bir şey soracağım sen tanrıya inanıyor musun?" "Kara delik bizi içine çekmez. Öylece durur." "Peki ya tanrı sana inanıyor mu?" "Giles Sparrow'un Astronomi kitabını oku." "Seninle yaşanmamış sahnelerimiz var." "Karadelik 0 hacimli olduğu için uzayı ve zamanı bükebiliyor. Yani karadeliğin ufkunu geçen ışık geri çıkamaz. Teknik olarak güneş yerine karadelik olsaydı bizi içine çekmezdi. Ama ışığı büktüğü için ondan uzaklaşamazdık ve ondan ayrılamazdık." Keşke şu an elini tutabilsem ve buradan çıksak. Hayır biz çocuğuz seninle sevişmezdim. İddiayı kaybetmezdim. Ama öğrenirdim neden bu kadar sekse bağlı olduğunu. Gözlerin kaçarken sen koştuğunu. Sonra sarardım seni. O kızın bir daha seni aldatmasına izin vermezdim. Bir daha seni kirletemezdi dünya. Keşke hiç bir el değmemişken biz burada olabilseydik. Sen de beni korurdun her şeyden. Yanında hep daha bilgili, daha zeki ve güçlü hissederdim. Eğer elini tutacak cesaretim olsaydı hayat hırsızı olmazdı. Eğer elimi tutacak ilgin olsaydı hayat hırsızı olmazdı. Sahne döner; "Sen kazandın." dedim ellerimi iki yana açarak. İlk tanıştığımız anda istediği olmuştu. Sonunda onunla aynı yatağa girmiştim. Salondan bir adım sesi geldi. "Anlamıyorsun değil mi? Korkma, sana anlattım hepsini tek tek." bana doğru bir adım atmak istedi ama ilk adımında onu durdurdum. Orada güvende kalmalıydı. "Nil'im, seni anlamıyorum." anlama Melih. Beni anlama istemem zaten. Ama bana hep böyle içten Nil'im de. Kafa salladım. "Elbette anlamıyorsun. Kazandın ama. Ne garip, değil mi? Bizim kazançlarımız, yanında daha büyük kayıpları getiriyor." birkaç saniye ona baktım, hep çok güzeldi. "Geldiler, vaktimiz yok." Eskiden fotoğraflarına bakardım böyle. Melih bana doğru atıldığında yanıma gelmemesi için kendimi masaya doğru attım. Kanlı maket bıçağının yanına. Ardından yüksek bir ses duydum. Ensemde büyük bir acı hissettim. Melihe döndüm acıyla. Bir adım atmak istedim. Ona gitmek istedim. Titrek adımlarım ve elimdeki bıçakla kendimi ona doğru attım. Sırtım yanmaya başladı. Kulaklarım uğuldamaya. "Nil!" eli sırtıma gitti. Eli ıslandı. Bir kaç adımı aşamadım. Ona gidemedim, güvenli alana ulaşamadım. Sadece bir kaç adım ve kokusunu içime çekecektim. Şimdi artık nefes alamıyordum. Sanırım yere çökmüştük. "Oğlum uzaklaş ondan elinde bıçak var." "Nil! Nil nefes al. Ambulansı arayın!" Nil. Nilüfer değildim ben. Nilüferler bataklıkta açarlar. Kirin içine doğarlar ve en temizi olurlar. Ben bir bataklığa doğdum. İsmimi bana veren kadın yeşil ışıklar yandığında öldü. Temiz olacağıma inanan dünya yok oldu. Bende en kirlisi olmayı seçtim. Öyle ki kirime sığamadım. Kanlı ellerime daha fazla tahammül edemezdim. "Kıpırdama! At silahını teslim ol. Melih uzaklaş. O bir katil!" Senin kollarında başlayan sabahlara, biten gecelere doyamadım hâlâ. "Ben sana anlattım kaset yerde Melih. Sakla onu olur mu?" "Ambulans!" diye haykırdı. "Melih bağırma ben korkuyorum." dedim yok olan sesimle. Ağlıyordum. "Melih ben ölmekten de korkuyorum." ağlamaya başladı "Melih ben biliyorum yanına gelsem de." ellerimi oynatamıyordum. Ağzımdan kan geldi. Garip ama sen n'olur üzülme artık. "Melih ben korktuğumda içimden şarkı söylerim biliyor musun? Şu an çalan şarkı." dedim ağzımdaki kanı yutmaya çalışarak. Melih benim sana okumak istediğim şiirler kitaplar vardı. Daha listemdeki maddeleri tamamlayamadık. Duyduğum sesler ne? Para verdiğim çocuk havai fişekleri patlattı mı? Yoksa bu bir tıkırtı mı? O da beni kandırıp parayı alıp kaçtı mı? Kontrolsüz artan nabzım ve beni boğan kan yüzünden yutkunamadım. Gözlerim kararmaya başladı. Acı dayanılmaz bir hal alıyordu. Tanrı ile barışsam iyi ederdim çünkü sanırım bunlar son adımlarımdı. Melihe atamadığım adımlar. "Nil yalvarırım ölme." duyduklarım son sözlerdi. Ne zaman havai fişekler patlasa ben onların altında olacağım sevgilim. . - . - . - "Oğlum bak lütfen, saatlerdir orada oturuyorsun. O kız nasıl beynini boyadıysa. Kalk hadi bir elini yüzünü yıka. Bak annen seni bu halde görmesin." Yaşlı adam oğlundan hiç bir cevap alamadı. Tam o esnada doktor kapıdan çıkmıştı. Adam doğruldu ve doktorun yanına gitti. Melih yerinden kalkmadı. Doktoru buradan da duyabilirdi. Eğer duaları kabul olduysa buradan kalkardı işte. "Nasıl durumu?" "Valla çok yoruldum. Kimdi bu kız bilmiyorum ama senin hatırına sonuna kadar çabaladım. İyiy ki de öldü Arif. Kız felç oldu ensesine yediği kurşu," Melih bağırarak üzerine doğru yürüdü. Bunu yapması o kadar hızlı olmuştu ki Arif beyin müdahale edecek vakti kalmamıştı. "Ben bakardım ona lan. Ben bakardım Nil'ime. Felçli ya da değil. Sen onu yaşatsaydın ben canımı verirdim ona." Melihin ağlamaktan sesi duyulmuyordu. Sadece adamı duvara yaslamıştı ve duvarı yumrukluyordu. Arif bey arkasından onu tutmaya çalıştığında Melih ona döndü. "Sen öldürdün onu!" diye bağırdı ona. Babasını itekledi ama kendisi yere düştü. "Sen vurdun onu. Hem de iki kere." "Melih oğlum o bahsettiğin kız kendi babasını ve masum bir kadını öldürmüş bir kız." "Çok canı yanmıştır. Çok korkmuştur o şimdi." "Melih oğlum." "Çok korkmuştur." Melih aynı şeyi saatlerce sayıkladı. . - . - . - . - "Gömemezsiniz!" "Melih saçmalama." "İnanmaz o kokar o." "Alın şunu içeri aklı başına gelsin." "Bana verin onu. Sevgilimi benden alamazsınız." Polisler onu çekelemeye başlamıştı. "Sevgilim. Nilüfer değil o. Nil. Sevgilimi gömmeyin. Verin onu bana. Özür dilerim sevgilim. Gücüm yetmedi." dedi sona doğru sesi kısılırken. Çoktan arabanın kapısı açılmıştı. . - . - . - Melih artık kapanmayan evin kapısını ittirdi. İçeriye yavaş adımlarla girdi. Portmantonun üzerindeki eski gazete ilk göze çarpan şey oldu. Eline alıp açtığında kocaman bir Nilüfer ona bakıyordu. "Bana ait olan her şeye Nilüfer çizerim." Mutfağa yürüdü ve dolaptan bir Viski aldı. Fiskiye. Kafasına dikerken dudağının kenarından yavaş yavaş akan viski gözyaşı ile yarış yaptı. Kendini tutmaya çalışırken kafasını hafifçe çevirdiğinde Cocopocs paketi ile göz göze geldi. Elindeki viski şişesini tezgaha doğru fırlattı ve dudaklarından acı dolu bir inleme kaçarken ağlayarak mutfaktan çıktı. Hızlı adımları banyoyu buldu. Çok kötü kokmuştu. Melih hiç bir zaman özensiz olmazdı. Üzerindekileri hışımla çıkartıp kendini duşa attı. Saçlarından dökülen suların onu rahatlatmasını bekledi. Arkasını dönüp şampuanına uzandı. Yere başka bir şey düşünce bakışları yere döndü. 'Lotus kokulu duş jeli.' bakışlarını ondan çekmeye çalıştı. Arkasını dönmek ve gitmek istedi. Ama yere eğildi. Aldı onu, kokladı. Hiç Nil'i gibi kokmuyordu. Şampuanına uzandı. Nil'i onda da bulamadı. Sarsak adımlarla duştan çıkıp üzerine bir havlu aldı ve hızla çalışma odasına gitti. Hayır bu odaya girmemeliydi. Kapıyı açtı. Yer temizlenmişti. Başka hiç bir şeye dokunmalarına izin vermemişti. Ama hala oda kan kokuyordu. Kıyafetlerine doğru ilerledi. Bavulundan aldığı hırkayı koklayarak Nil'in yatağı olan kanepeye oturdu. Yastığını aldı. Çok özlemişti. Şimdi o mezarlıktaydı. Hayır demişti ki ben her havai fişek patladığında altında olacağım. Havai fişekleri bekleyecekti. Koşacaktı ve altında Nil'i bulacaktı. Makyaj malzemelerine baktı. Oyuncak dinozoru hemen oradaydı. Nil onu gerçekten sevmişti. Kendisi bilmiyordu ama Lunaparkdan dönerken ona sarılıp uyumuştu. Melih yüzünde iz bırakıp canını yakmasın diye almıştı ondan. Kendi odasına girmeye cesaret edemezdi. Anılar bir yandan o tuval o odadaydı. Nil'inden ona hediye. Gözleri kapanırken yanına Nil'in yastığını koyup Nil'in kollarında öldüğü yere uzandı. Ağlayarak uyumaya çalıştı. Artık Melihin sırtında bir Nilüfer dövmesi vardı. Dövmeyi yapan adam bunun uğursuzluk getireceği hakkında konuşmuştu. Melih pek dinlememişti.
. - . - . - "Unutmak kelimesi un'dan gelirmiş. Unutabilmek için un ufak etmek gerekirmiş. Bunu söylüyorum çünkü ben bu kayıp günlerimi unutacağım. Bu kaydı yapıyorum çünkü beni hapse tıkacaklar. Yani öyle, ve sen tekrar beni görmeye gelir misin hiç bilmiyorum Melih." Göz altları çökmüş, kilo verdiği açık bir şekilde belli olan adam koltuğa oturmuş karşısındaki kasetli televizyona bakıyordu. Bu kaseti babasından alabilmesi çok uzun sürmüştü. Aldığı anda büyük ekrandan izleyebileceği bir dükkan aramıştı. "Sende beni un ufak edebilirsin çünkü. Ama şimdi biri düşün, ölmüş. Ama nasıl ölmüş? Zihinlerde ölmüş Melih." dedi gözlerini kocaman açarak. Nerede olduğu anlaşılmıyordu ama bir yatağın üzerinde oturuyordu. Yüzünde dudaklarından taşan bir kırmızı ruj vardı. Çok biçimsiz sürmüştü. Üstünde ise ona büyük gelen bir kırmızı elbise. "Herkesi onu unutmuş. Mesela beni abim hatırlamaz. Çok gururluyum bu arada. Sen o kadın yüzünden mahvolan hayatını toparladın, uyuşturucuyu bıraktın ve abimin başka hayatları yok etmesine izin vermedin. Her neyse konumuza dönelim. Babam zaten öldü. Ölürken gördüğü son gözleri unutur mu bilmem ama ben onunkileri unutamıyorum. Ama ben onun kirli zihninde değil senin arınmış zihninde yaşamak istiyorum. Sen şimdi yüksek ihtimalle bunu neden yaptığımı düşünüyorsundur. Babam bana küçükken izletmişti Melih. O kadınla sana yaptıklarını. Babam erkeklerden hoşlanıyordu ama annemle evlendi. Bu yüzden bana hayatı zehir etti. Ve senin hayatını da çaldıkları o videoyu beni bağlayıp saatlerce izletirdi. Ağlardım. Seni kurtarmak isterdim hep. O kadın bizim evimize gelirdi, kaçardım ben de ondan. Sonra büyüdüm ve bir Edebiyat Balosunda seninle tanıştım. Uzun uzun sohbet ettik. Sonra o benim ilk okuduğum kitap oldu. Babam için Sibly Vane'i seçmiştim çünkü o kitaba bayılırdı. Sayfa 171 mesela." dedi elinde kitabı tutarak. "Sen o gün o Lord Henry'nin iğrenç sözleri gibi konuştun benimle. Babam gibi konuştun. Neden seni takıntı haline getirdim bilmiyorum. Belki de seni değiştirmek istedim. Olabileceğin şeye aşık oldum ve aylarca stalkladım. Bir süre sonra Bade ile barıştığında öfkeden delirdim. Senin kucağındayken post atmıştı. O sırada sen telefonunla ilgileniyordun. Nil Vsaeby ile yani benimle mesajlaşıyordun. Ama yine de orada ben olmalıydım. Seni hayata karşı daha da öfkelendiren o kız değil ben. Sen sayfa 180 gibiydin. En çok bu ilgimi çekmişti. Kendinin efendisi olman etkileyici, benim efendim olmak istemen ise değiştirmek istediğim yanımdı. Gene de verdiğin taktikler ile çalışınca daha iyi bir sonuç aldım ve üniversiteye başladım. Arada bir karşına çıktım ama bir çoğunda size uzaktan baktım. Çünkü olamazdı Melih. Boynumdaki zincirlerle seni yanına yakıştıramadım kendimi. Beni sevsen senden nefret ederdim. Ben o kadar nefret ediyordum kendimden. Bak az önce ne yaptım koluma. Babamı öldürdüğüm maket bıçağıyla yaptım bunu. Rahatlamak içindi bu. Sakın üzüleyim falan deme. Sen üzülme. Şarkılara küsme, sanata, bilime, zevklere. Her zaman hazzın peşinden koştun. Aşk bitti senin için ama haz ölesiye kadar bitmeyen yegane şeydir. Şimdi bir şey diyeceğim güleceksin. Okuduğum başka bir kitapta bir karakter mahkum edilmişti ama hiç bir zaman kaçmak aklından geçmedi ta ki ölmeden önceki o ana kadar. Evet sanırım başka kitaplar da okudum. Ben Melih. Nil değildim; buraya gelirken, annemin babamla tanıştığı gün giydiği elbisesini giyerken, annemin rujunu sürerken, kollarıma yarıklar açarken kendim değildim. O gün babamı öldüren Nilüferdi diyemem ama o kadını senin için öldüren Nilüferdi. Bu çıldırmışlığın ötesinde benliğini yitirmekten çok daha fazla. Üzülme ama beni tetikleyen biraz da sendin. Kimyada bir terim vardı unuttum şimdi. Bir maddeyi alıp o tepkimeye sokan bir başka madde. O gün ilk tanışmamızda bana ölürsün demiştin. Şiddet içinde yaşadığımdan mı? Yoksa fazla gerçekçi baktığından mı bilmem ama o an beni gerçekten öldürebileceğini hissettim. Kırılmıştım ama kırılmanın yanında özenmiştim de. Senin gibi güçlü olabilmek için bir yol varsa o da babamdan kurtulmaktı. Ölmediği sürece peşimi asla bırakmazdı. Çok güçlüydü. Araştırdıkça geçmişi ve gerçekleri gördüm, sana bağlandığımda ise içimdeki vahşet sadece kendim için değil, senin için de intikam istiyordu.4 Ben ikimiz için intikamımızı aldım. Seni de kandırdım zaten. İddiaya girmiştik ya üzül diye yaptım. Gelme sakın beni ziyaret etmeye. Sana tümünü anlattım zaten. Ama bir bilseydin mesela ilk tanışmamız çok güzeldi. İkincisinde sana o kadar yaklaşamadım bile. Üçüncüsü ise tamamen Nilüferin her şeyi planlaması ile oldu. Bu bir tiyatroydu. Nilüfer yazdı Nil oynadı. Sana sonunu defalarca kez gösterdim. Zaten salaksın. Sonunu bildiğinin peşinden koşulur mu?" Öylece ekrana baktı ve bekledi "Tüm bunları yaparken kalbim..." devam etmedi. Uzun bir süre sustu. "Belki başka bir evrende ikimiz de birer yıldızızdır. Belki hasta bir kız ve doktor bir adam, belki de deli dolu günler yaşayan iki genç çift, belki sen askersin ve bu sefer beni kurtardın, belki bu sefer katil sensin ve bana yenildin, belki de bu sefer katil sensin ve öldük. Belki de Melih. Çünkü benim sana çok süslü cümlelerim vardı ama birden sana bakınca kayboldu. Biz niye hiç dans etmedik Melih. Belki başka bir yaşamda dans ederiz. Hatta şu an ediyoruzdur bile." "Peki sen şimdi nerede hangi hayatı çalıyorsun?"
Özür dilerim Nil. Özür dilerim Melih. İkinize de acımasız davrandığım anlar çok. Bu kitabı okuyan herkesten özür dilerim. Ve teşekkür ederim. Beni yalnız bırakmadığınız için. İlk başta Nil doğdu zihnime, Melih... Hatalarım varsa affola.
|
0% |