@kuklaci
|
Nilüfer o gün tıp kazanmak için ders çalışıyordu. Nil ise sadece basit bir boyama kitabını boyamak için bile ölürdü. Çalıştığı test kitabının kapağını kapatıp oflayarak önündeki bilgisayara uzandı. Instagram uygulamasını açtı ve @bademsütü adlı hesaba girdi. işte oradaydı, kalbini mahveden adam. Kalbi artık kan değil katran pompalıyor gibi hissetti. Nasıl olurdu da tekrar barışırlardı? Dişlerini alt dudağına geçirdi ve fotoğrafa gülümseyen mutlu kıza baktı. "Geleceğim Melih." elindeki kalemi sertçe sıktı, "Geldiğimde seni mahvetmeden bırakmayacağım sevgilim." diye mırıldandı sessizce. Bu doğruydu. Melih hazlarını almış ve bedelini en acı şekilde ödemiş olacaktı. Bu yanlıştı, kazanç. Bu kazanç değildi. Nil ayağa kalktı. Gün içinde hazırladığı tatlıyı mutfaktan aldı. Şarkı söyleyerek odasına geri çıktı. Tatlı yedi, ders çalıştı, ağlayarak uyuya kaldı. O günün doğduğu gün olduğunu unutmuştu, sadece Melihle konuşmaya ihtiyacı vardı. Tüm dünya yanında durup onu teselli etse umursamazdı. Çünkü biliyordu savaşmak zorundaydı, ama Melih geçecek deseydi. Geçerdi. Nilüfer ölmek istedi, bataklığa açan çiçek ölmeyi diledi. Nil yok olmak istedi, hiç var olmamış gibi öylece silinip gitmek. Bu yüzden sevmezdi kameraları. Bu yüzden gülümseyerek kendi fotoğraflarını çekiyordu herkesten gizli. Çünkü yok olamayacağını kanıtlamalıydı kendine. Çünkü hatırlamalıydı bu dünya onu. Nil, yok olmak üzere olan ruhları yakalayıp saradı. Onu tutar ve karşıya geçiresiye kadar okşardı, severdi ve güven verirdi. Nil huzur verdikten sonra yok oluşa iterdi. Orada ne olduğunu kimse bilmezdi, herkes korkar kaçardı ondan. Nilüfer, aykırı açan çiçekti. .... Simsiyah dumanı tüten bir kahve, önüne ne zaman konulduğunu görmemişti, titriyordu. Artık ağlamıyordu. Nil'im olsa bu kahvenin tadı hakkında söylenirdi diye düşünüyordu. Nil'im olsa süt isterdi. Arkadan çalan şarkıya aldırış etmemeye çalışıyordu.
Her şey eksikti. Renkler gitmişti Dalgalar alıp götürmüştü. Hırçın dalgalardan koruyamamıştı. Hiç bir şeyi koruyamamıştı. Genç adam inleyerek öne eğildi. Üzerindeki battanniye sırtından aşağı kaydı. Çatır çatır yanan soba ve şarkının dansını kesen tanıdık bir ses ile öfkeden deliye döndü, ama tek kelime etmedi. Bunu ona yapan kadın gibiydi artık. "Sonunda evden çıkabilmiş." dedi Hayat hırsızı. En değerli taşımı çalan. "Ölüyordu diyorum ulan. Sen deli misin? Zor çıkardık denizden." dedi tanıdık bir başka ses. "Neden atlamış?" "Ne bileyim. Dalgalar götürmüş diye deli gibi bağırıp durdu. Yere yattı ağladı. Deli gibi tahta zemini okşadı." "O kızı silip atamadı bir türlü. Emin onunla ilgili bir şeydir. Ama geçecek, kurtaracağım oğlumu." Bir hışımla ayağa kalktı Melih. Sade kahve dolu bardağı bir zamanlar kahramanı olan babasına doğru öfkeyle fırlattı. "Alamazsın Nil'imi benden. Daha fazla olmaz. Öldüremezsiniz onu." Yaşlı savcı buna artık alışmıştı, sadece baktı. Zaten Melih Kahveyi çoğunlukla kendi üzerine dökmüştü. Ama bunu hissetmiyordu bile. Acilen başka bir konu açmaya çalıştı belki cevap alırım umuyduyla "Oğlum yeni bir proje yürütüyormuşsun. Tekrar çalışmaya mı başladın?" susmadan hızlıca devam etti. "Badeyi neden kovdurdun. Onunla tekra," Acıyla haykırdı Melih. Öyle ki yaşlı adamlar kulaklarını elleriyle sakınmak zorunda kaldı. "Neredeyse beni öldürüyordun baba!" diye haykırdı. Ölüm, Nil'in neden ölmek istediğini artık anlamıştı. Yaşamak imkansızken öylece durmak niyeydi? Herkes bir gün bir piyes yazardı. Nil son piyesini yazmayı seçmişti. Ve melih artık Nil'e çok benziyordu. |
0% |