@kuklaci
|
Arabadaydık. Kaç saattir yolda olduğumuzu bilmiyordum. Beni sadece bağlayıp koltuğa yatırmışlardı. Arabada hiçbir ses yoktu. Nereye gittiğimizi ve neden kaçırıldığımı bilmiyordum. Tek bildiğim, iğrenç bir hayatta kalma politikasına sahip olduğumdu. Yaşamak, bu değildi kesinlikle. Neden böyle olmuştu ki? "Kızı depoya indirin, korkutun biraz ama sakın zarar vermeyin." uyanık olduğumu çaktırmamak için mimiklerimi sabit tuttum ve bir adamın beni kaldırdığını hissettim. "Çok da güzel kızmış lan." dedi başka bir ses. Soğuk hava cildimi yalarken ürpermeden edemedim. Teşekkürler canım. Sus Nil sus. "Lan, boşa hayallere dalma! Patron bu iş için yüklü para almış. Aşırı zengin bir herifin yakınıymış. Kılına zarar gelse yakarlar bizi." adam beni asfalt bir zemine bırakırken arkadan biri bir demire bağladı. Off abi! "Lan o zaman neden kaçırdık amına koyayım?" dedi diğer adam. Düzgün konuşsana be! Yanıma çantam olduğunu düşündüğüm ağır bir şeyi bıraktı. "Bilmiyorum abicim, bilmiyorum. Al o çantayı oradan, kız çakmasın durumu." off, çantaya ihtiyacım vardı. Etrafımdan yürüme ve takırtı sesleri gelirken düşünmeye çalıştım. Tamam amaçları zarar vermek değil, korkutmaktı. Abim bu sayede eve döneceğimi sanıyorsa yanılıyordu. "Nasıl uyandıracağız bunu?" dedi en başta bana iltifat eden. Pekala, bu bir iltifat değildi. aptallığı kesmeliydim. Aklım bir karış havadaydı. Yani, en azından abim burada olsa bunları söylerdi. Güzelliğimi kıskandığı içindir herhalde. "Kova ile su dökelim?" dedi diğer adam. Hava buz gibiydi ve üzerimde sadece elbisem vardı. Dalga mı geçiyorlardı? "Saçmalama oğlum! zaten zarar vermeyin demişler ayılmasını bekleyelim. O zaten bağırmaya başlar, o zaman geliriz. Hem, karanlık depoda daha çok korkmuş olur." evet, işte bu. "Ben tesise geçiyorum valla, sen nöbet tut bu sefer." dedi iltifat eden adam. O çıkıp giderken diğeri de çıkmış gibi adım sesleri duydum ama çıkmamış olma ihtimaline karşı biri süre daha aynı pozisyonda durdum. Bu ne saçma işti böyle. Gözlerimi açtığımda depoda kimse yoktu. Öbürü arabaya gitmiş olabilirdi belki de. Etrafımı incelemeye başladım. Çok büyük bir depodaydım. Arkamdaki boruya bağlanmıştım ve ellerimde önden bağlıydı. Ne yapacağımı düşünürken dün tırnaklarımı törpülerim diye cebime attığım törpüyü fark ettim ama ceketim yanımda değildi. Kaldı ki ellerim arkadan bağlıydı. Etrafıma baktığımda beni çözecek hiç bir şey yoktu. Cebimdeki hayal kırıklıklarını kullansam işe yarar mıydı acaba? Kendimi sertçe öne iteklediğimde borunun yerinden oynadığını fark ettim. Kafamı sağa çevirdim ve borunun kırıldığı noktayı bulmayı çalışarak tekrar kendimi öne ittirdim. Çok hafif bir açıklık vardı ama halledebilirdim. Kendimi sağ tarafa ittirirken demir borunun daha çok kırılması için uğraşıyordum. Yana kaydıkça biraz daha öne gelmeye başladı ve sonunda en sona gelince arkadan nasıl bağlandığını görmediğim iplere bakmaya çalıştım. Çok sıkıydı ama borudan geçersem bir önemi kalmazdı. Kendimi yapabildiğim kadar öne çektim ve ardından elimle boruyu tutarak çekiştirmeye başladım. Elim çok acıyordu. Yanağım, kaşım, her yerim acı içerisindeydi. Demiri bırakıp hızla ellerimi geçirmeye çalışırken elim iki demir arasında sıkıştı ve acıyla inledim. Acıma rağmen elimi çekiştirdim ve sonunda kurtulmuştum. Tek elimle diğerini ovuşturarak acımı dindirmeye çalıştım. Ellerim hala birbirine arkadan bağlıydı ama en azından boruya bağlı değildi. Hızla ayağa kalkıp çantamı ve ceketimi aradım. deponun diğer taraflarına baktığımda arkada bir pencere gördüm ama çok yüksekti. Köşede tozlu jeneratörün üzerinde çantamı ve ceketimi bulduğumda ellerim arkadan bağlı olduğu için geriye dönerek ceketimin cebine ulaşmaya çalıştım ama imkansız gibiydi, ellerimi öne almanın hiç bir yönü yoktu öyle sıkı bağlamışlardı ki. Kapı açıldığında yakalandığımı anlayıp sakince arkamı döndüm. Kalbim dört nala koşarken Başarısızlık hissi beni vurdu. Gözlerim o tanıdık bedenle karşılaştığında ise umut ışıkları tekrar yandı. Koca depoyu 5 adımda aşarak yanıma geldi ve kollarımı çözdü. Ellerim önüme gelirken hala şaşkınlıkla ona bakıyordum. "Melih!" sevinçli sesime karşı elini ağzıma bastırarak susmamı işaret etti. Ceketimi üzerime geçirdim ardından çantamı takıp onu takip ederek pencerenin önüne geldim "Ayakkabılar pis değil dimi?" diye fısıldadı. Kaldırıp botlarıma baktığımda çamur falan yoktu ona da göstererek emin olmasına neden oldum. Ardından ellerini aşağıda birleştirerek basmamı istedi oraya basıp ardından omzuna bastım ve sonunda yukarıdaydım. pencerenin pervazına tutunup kendimi aşağı saldım ve yere indim etrafa bakarken dağın tepesinde olduğumuzu fark etmiştim. Bir kaç saniye sonra o da geldiğinde ona şaşkınlıkla baktım. Sonunda dayanamadım ve sordum "Sen nasıl geldin?" cevap olarak beni arasına alıp deponun kenarına yapışarak yürümeye başladı. Sanırım şu an cevap veremezdi. Tam köşeye geldiğimizde durdu ve beni de peşinden durdurdu. "İyi abi iyi de sanki biraz hırpalamışlar kızı sol yanağı morarmış kaşı patlamış." az önceki adam telefonla konuşuyordu sanırım. Telefondaki bağırma sesleri bize kadar ulaştı ne dediğini duymak isterdim ama Melih beni tutarak diğer taraf sürüklerken son duyduğum "Abi yemin ederim biz bir şey yapmadık." diyen adamın endişeli sesiydi. Sanki kendisi hiç vurmamış gibi millete hesap mı soruyordu? Melih beni diğer tarafa yürüttü ardından ormanlık bir yokuş gördük ve tam olarak oraya yürüyorduk. Tahminime göre buradan aşağı inince yol vardı fakat yokuş çok dikti, ben dikkatli bir şekilde ağaçlara tutunarak inmeye çalışırken o çoktan inmişti. İnsan bir yardım eder dimi. Neyse ki ayaklarımda notlarım vardı. Kahrolsun kısa olmak. "Sen beni nasıl buldun?" Melih'in yanına zar zor indiğimde dağ yolunda kenarı park ettiği motoruna yürüdük. "Sen barıma nasıl girdin?" utançla dudaklarımı dişledim. "Arkadan tuvalet camından girdim." aferin sana der gibi kafa salladı. "Sana müstahak da!" dedi hiddetle işaret parmağını bana uzatarak. Sonra sakinleşmek için derin bir nefes aldı. "Bir dostum geldi Tatuaje club'dan çıkan bir kadının kaçırıldığını söyledi, kayıtlara baktım plakayı izlettim." kaşlarım çatıldı bana uzattığı kaskı almak yerine ona yaklaştım. "Adı neden öyle garip bir şey? Plakayı nasıl izlettin? Neden beni tanımadığın halde kurtarmaya geldin?" sıkılgan bir nefes verdi. Ellerinin yaralı olduğunu fark edince şaşkınlıkla "Ellerine ne oldu?" diye bir soru daha yönelttim. "Tatuaje İspanyolca dövme demek. Babam savcı plakayı o şekilde izlettim. Seni kurtardım çünkü o herifler hayatını mahvederdi. Ayrıca küçük ajan o güvendiğin herife söyle Tatuajeyi kimseye vermem." ona beni kaçırtanın abim olduğunu söylemeyecektim. İyi olmuştu bir bakıma. Ajanlık mevzusu da neydi böyle? "Bin şimdi!" dedi hırsla. Kafa salladıktan sonra ona teşekkür etmek için ağzımı açtım ama başımın döndüğünü hissedince tutunacak bir yer arayarak geri kapattım, gözlerim kararırken dediklerini tam olarak duyamıyordum bile. Başıma saplanan derin bir acı vardı. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu ve dengemi kaybediyordum. ... Yumuşak bir zeminde yatıyordum, Kahkaha sesi duyuyordum, çok hoş bir tınıydı sanki bir lirden çıkmış gibiydi. Ben gülsem horoza benzerdi sesim. Gözlerimi zar zor araladığımda kapısı kapalı bir odada yatıyordum. Çarşaflar simsiyahtı ve çok bu çok rahat hissettiriyordu, çift kişilik yatakta tek başıma yatıyordum, tam karşımda bir dolap vardı. Kafamı çevirdiğimde kolumdaki serumu gördüm, korkuyla hemen yataktan kalkarak koluma baktım, resmen kolumu delmişlerdi. Melih'in adını seslendiğimde odaya geldi. Soran gözlerle ona bakarken güldü, neşeli bir ifadesi vardı. "Serumun bitmiş porno yıldızı." şok içerisinde elimi ağzıma götürdüm. "Çantamı mı karıştırdın?" yanıma gelip kolumdaki serumu çıkardı yavaşça, kolumu kasmamaya çalışarak gözlerimi kapatıp dişlerimi sıktım, tamam beklediğim kadar kötü değildi. "Açlıktan bayılmışsın porno yıldızı sorun yok." rezil olmuştum. "En son dağdaydık?" dedim kafam karışık bir şekilde. "Dağda sen bayıldıktan sonra adamlar yokluğunu fark etti. Beni en zor durumda en saçma şekle sokmayı başardı tebrikler. Seni kendime çantandaki iple sıkıca bağlayıp indim koskoca dağı." ister istemez gülesim gelmişti ve hissettiğim her şeyi hemen yansıtan ben bunu da yansıtmıştım. "Gel hadi bir şeyler ye." lanet olası yemek zamanı. Adama aç değilim desem ayıp olurdu şimdi, peşinden ilerledim. "Seni kim kaçırdı biliyor musun?" diye sordu salonda ilerlerken. "En büyük düşmanım." dediğinde duraksadım. Rastlaya rastlaya abimin düşmanına mı rastlamıştım. İkimizin de ortak düşmanı olduğuna göre müttefik olabilirdik. "Barımda uyuşturucu döndürmek istiyor." kafa salladım sadece. Yapardı. "Lakin sana biraz iftira atmış oldum ajan falan değilsin. Olamayacak kadar aptalsın zaten." umarsızca omuz silktim. Mutfağa girdiğimizde bir börekçiden sipariş edilmiş börekler ve benim kestiklerimin aksine simetrik kesilmiş domatesler masada duruyordu. Ben masaya oturduğumda o mutfaktan tekrar çıkıp sonra tekrar kapıya geldi, hala siyah elbisemle masada ne yapacağımı bilmeyen şekilde tek başıma otururken bir anda kameramla beni çekmeye başladı. "Sony Dcr miydi bu? Çok hoşmuş." kafa salladım, sonra kamerayı kapattı ve gelip yanıma oturarak kamerayı masaya koydu, çatalı elimden alıp böreğe batırdı ve tekrar elime verdi. "Anlat, neden o gün Tatuaje Club'a izinsiz girdin, ailen nerede senin?" lokmamı bitirdikten sonra anlatmak için kafa salladım ve çiğnemeye devam ettim. "Ben evden kaçtım, yani bir nevi gitmek zorunda kaldım. 5 ay önce babam öldü, bende abimle yaşamaya başladım, babamda abimde çok kısıtlayıcılardı. Bir gün tatsız bir olay yaşandı ve o evde artık duramayacağımı hissettim. Ardından abime onu sildiğimi söyleyip çıktım gittim." "Bunları defterine bakarak tahmin etmek zor değil. Tek tük tuttuğun günlüğüne göre aptal olduğun belli zaten ama neden sanki son 3 ayın varmış gibi davranıyorsun, daha önünde uzun bir hayat var yaşayacak çok şeyin var niye bu acelen?" beni merak etmesi çok garipti. Şu an benden hala şüphelendiği için beni sorguluyor olabilir miydi? "İşte bu da senin aptallığın. Bana yarının garantisini verebilir misin? Beni hep yarın için sabır etmeye ittiler ya yarın burada olmazsam? Söylesene hiç uçurtma uçurmadan, denizde eğlenmeden, aşık olmadan, sevişmeden ölmek. Bu hayatı yaşamış değil de sadece nefes almış olmak ister miydin? Sen şanslısın, bir barın var defalarca sarhoş oldun, kendi evin var yakışıklısın, zengin de duruyorsun deniz senin için sıkıcıdır bile." lütfen beni anla bana gülme, beni anla. "Peki ya böyle ne yapacaksın? Açlıktan bayılmışsın baksana, paran yok. Evin yok." sonunda biri halimi görmüştü, artık ikimizin evi var Melih. "Sen neden benden şüphelenmeyi bıraktın?" dedim merakla. "Tek bir düşmanım var ve o da seni kaçırdı. Yeni üyeme zarar vermek için." "Ya tam da böyle düşünmen için kaçırdıysa." "Ya da aptal kız kardeşini kaçırmıştır." zorla yutkundum. "Abin sana zarar mı veriyordu?" ağzıma bir parça börek attım ve yavaş yavaş çiğneyerek yuttum. "Film izleyelim mi? "Adın ne?" adımı biliyorsun. Adım Nilüfer. "Adım Nil. Film izleyelim mi lütfen. Bana yardım ettin sen, en azından bir anımız olsun." onun bu kadar yumuşak biri çıkacağını hiç beklememiştim. Aslına bakarsak sert bir yüz ifadesi ve tek düze bir sesi vardı fakat ben şimdiye beni kovacağından emin sayılırdım. Dahası sanırsam sadece düşmanının kız kardeşi gözüyle bakıyordu şu an. Uyuşturucuya karşı olan biriydi belki de beni abimden korumak istiyordu. "O börekler bittiğinde filmi seçersin. İşim var yarım saate dönerim, kilitli odaları açmaya çalışma, böreği dökme fark ederim." kafa sallarken neşeyle el çırptım. O gittiğinde masadan kalkıp üzerime rahat edebileceğim bir şort ve tişört geçirdim, ona güvenim tamdı. Sanırım gerçekten aptaldım, o yaşadığımdan sonra güvenmemem gerekiyordu. Ama ben hiç yaşanmamış gibi eski rahatlığımda devam ediyordum. Regl yüzünden çok kötü hissediyordum fakat izin almadan duşa giremezdim, sadece yeni bir ped taktım. Hiç bir sorun yoktu büyük ihtimalle ağzıma lokma atmayı unuttuğum için vücut yorgun düşmüştü. Mutfağa dönüp yarım saatten fazla harcayarak anca börekleri bitirebildim. Salonun aynasında yüzümü incelediğimde bok gibi göründüğüme karar kıldım. Salon çok hoş dekore edilmişti ve kocaman bir televizyon onun yanında da Playstation 5 vardı. Tam karşısında kanepe ve arka tarafta yemek masası vardı. Ev çok büyüktü. Aslında abimde çok zengindi ama ben uyuzluk için apartman dairelerimizden birinde yaşamakta ısrar edince daha gösterişsiz bir eve taşınmıştık. Çantamdan makyaj çantamı çıkarıp yüzümdeki yarayı kapatmaya çalıştım ve film için hoş bir eyeliener çekerek onun üzerine mısır kabı çizmeye çalıştım. Yanımdaki tek ruj çöp olduğu için başka hiç bir şey yapmadım ve koltukta film düşünerek oturmaya devam ettim. Kapı açıldığında hava iyice kararmıştı. "Sonunda geldin!" Melih salondan içeri girdiğinde bana kaşlarını çattı, hayır salona girdiğinde zaten kaşları çatıktı. Sanırım gergindi. "Gitmemen iyi olmuş, yüzün için krem aldım." kaşlarımı çatarak dudak büzdüm. "Film izleyecektik ya." aklına şimdi gelmiş gibi yüzünü serbest bıraktı ardından bahane bulacak gibi bir hava yaydığında hemen atıldım. "Ya Melih lütfen, hem film çok uzun değil. Hem bak makyaj bile yaptım film için, yarayı kapatırken çok acıdı lütfen. Sen benim ilk arkadaşımsın." Koltukta doğrulmuş onun kolunu tutuyordum. İkna olmayacak gibi baktığında. "Hiç sinemaya gitmedim ben. Bir kere çocuk filmi izlemiştim ama babamdan gizli gizli olduğu için pek bir şey anlamamıştım." "Pekala." dedi ikna olmuş bir sesle. Kaşları hala çatıktı ve yorgun görünüyordu. "Bir Küçük Eylül Meselesi aç, geliyorum." Mutfağa koştum ve sabah baktığım malzemelerle patlamış mısır hazırlamaya başladım. 5 dakika içerisinde hazırdı her şey, salona taşıyıp kameramı da alıp geldim. Kameramla etrafı çekerken "Çok güzel bir ortam oldu." Melih mısırları ağzına tıktıktan sonra şöyle bir yorumda bulundu "Bu film bok gibi." hemen itiraz ettim. "Ya hayır çok güzel ben eminim göreceksin." sıkılgan bir şekilde nefesini verdi. "Eğer ağlarsan bu geceyi sokakta geçirirsin." sinirle kaydı kapattım, romantik bir akşam olmalıydı. İlk arkadaşım, ilk filmim. İlk arkadaşım biraz huysuz biriydi. Film başladığında her şey mükemmeldi, o sürekli kadın karakter hakkında homurdanıp dururken bende kendimce yorum yapıyordum, sürekli durdurup tepki veriyor ve gülerek devam ettiriyordum. Bazen durdurup o olaya benzer anımı veya hayalimi anlatıyordum. Beni dinliyor muydu bilmiyordum ama sus dememişti. Sadece hiç bir şekilde cevap vermeden devam ediyordu. Mesela "Eskiden İstanbul çok güzelmiş şimdi çok gürültülü." demiştim filmin en başında, bir süre bana bakıp sonra filmi başlatmıştı. Filmin iki zaman arasında gidip gelmesi çok güzeldi ve son derece eğleniyordum. Son 15 dakikaya kadar. Dişlerimi sıkarak ekrana baktığımda durumu anlamıştım ve ona döndüğümde onun çok daha öncesinde fark ettiğini gördüm. Ağlamamak için dudaklarımı birbirine mühürleyip elimi ağzıma bastırdım ama gözden akacak yaş durmadı tabii ki. Yaşlar art arda akarken burnumu çekmemek için ekstra çaba sarf ettim çünkü burnum akıyordu ve ağladığımı fark ederse beni sokağa atardı. "Sakın orada elini ağzına bastırmış ağlayan bir kız bulmayayım Nil." dudaklarımdan hıçkırık kaçtığında artık her şey için çok geçti. Çenemden tutarak yüzümü kendine çevirdi "İyy sümük." diyerek elini geri çekti. Burnumu Tişörtümün içine sildiğimde ise bana bir yaratıkmışım gibi bakarak "İğrençsin." dedi. Ağlamam şiddetlenirken filmi izlemeye devam ettim ama her şey gittikçe daha kötü bir hal alıyordu. Ağlamamı durdurmaya çalışırken ne olup bittiğini anlayamamıştım bile. Eding başladığında ona döndüm ve ağlayarak "Lütfen beni dışarı atma." dedim. Ağlamam daha da şiddetlenirken kafa salladı. "Önce şu sümüklü şeyi çıkar." ellerim tişörtün eteklerine gidince hemen kafasını iki yana salladı. "Banyoda çıkar aptal Nil. Çantanı da al." az önce adamın önünde soyunmaya kalkışmıştım ama önemli değildi. Tek Eylülün ağzından o lafı hiç duyamamıştı... "Bana aptal deme. Ben sadece yıllar sonra silinip gidecek biriyim, bana verilen hayatın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Tanrıya verilebilecek en iyi hediye bu değil mi zaten? Bu yüzden hep umut edeceğim ve hep güveneceğim. Sana kalırsa aptallık bana kalırsa yaşamak bu. " arkamı dönüp banyoya ilerlerken muhtemelen benden duyduğu ve duyabileceği an mantıklı kelimeleri duymuştu. Genelde ojemin renginden falan bahsederdim çünkü. Gülme sesini duyunca bunun umurunda olmadığını anlamak daha çok ağlamaya başlamama neden oldu. Banyoda biraz ağladıktan sonra tekrar pedimi değiştirdim. Pijamalarımı giydikten sonra akmış makyajımı çıkardım ve kapıdan çıktım. Artık eski ben olabilirdim. Acı ve göz yaşı hayatımda bu kadardı benim hayatımda. Salonda gözlerim Melihi aradı ama yoktu. Işığı açık olduğu için mutfağa geçtiğimde orada bilgisayardan bir şeyler yaptığını gördüm. Önünde bir yazılım geliştirme programı açıktı. Acaba kaç dil biliyordu. Ben Python eğitimi almıştım ama çok az biliyorum. Bu farklı bir dildi. "Hii yoksa sen hacker mısın?" yalan yok iyi para getirirdi. "Çalışırken rahatsız edilmekten hoşlanmam." ama ben rahatsız etmekten çok hoşlanırdım. Yemek masasındaki bilgisayarı kenara itip masaya çıktım ve bacaklarımı aşağı sarkıttım. "Okan'a ne oldu o gün. Bana zarar verdiğini anlamak zor değil arkadaş kalmaya devam mı edeceksin? Sonuçta sen onun gibi biri değilsin." güldü hoşuna gitmişti. "Nasıl onun gibi değilim?" laptopun arkasından sigarasını aldı ve dudaklarına yerleştirip alttan alttan bana baktı. Arkadaki zippoya uzanıp üzerine eğilerek sigarasını yaktım. Kokusunu ilk defa bu kadar derin duyuyordum. İnsanların kendilerine has kokuları vardı ve onunki o kadar yumuşak ve sıcaktı ki. Sigarasını yakıp çakmağı gösterdim. "Çok romantik. Şöyle onun gibi değilsin, o bana aklını kaybedip şiddet uyguladı fakat sen benim kaçırıldığımı fark edip kurtarmak zorunda olmadığın halde kurtardın. Beni bara almadın çünkü Okan gibileri orada bana zarar verebilirdi ve halime bakılırsa verdi zaten." konuşurken zippoyla oynuyordum fakat o konuştuğunda bunu yapmayı bıraktım. "Demek bazen mantıklı düşünüp konuşabiliyorsun. Okan konusuna gelirsek o gün senin peşinden gelmeden önce madde kullandı o, kriz geçirmesine neden oldu. Yaptığı cezasız kalmadı. Mekanıma uyuşturucu sokması da cabası." dudaklarının arasındaki yarsısı bitmiş sigarayı çektim ve dudaklarımın arasına koydum. O sinirle nefesini verirken ben içime derin bir nefes çektim ve ardından öksürerek geri bıraktım. Sigarasını parmaklarımın arasından çekiştirerek aldı. "Ben bu gece burada kalabilir miyim?" diye sordum merakla. "Bak Nil, sana aptal dememi söyledin ama mantıklı davranmıyorsun. Evden kaçmışsın, evdeki sorunlarını bilemem belki ama şu an yapman gereken önündeki listeyi tamamlamak değil üniversite sınavına çalışmak," ona alaylı bir bakış attım. "Sözünü balla kesiyorum ama ben o siktiğimin tıp fakültesine gitmek istemiyorum. Üniversiteyi kazandım fakat babamın istediği bölümdü ve beni kan tutar." sigarasından son nefesini alırken oldukça sıkılgan görünüyordu. "Demek istediğim bu değil. Kendini tehlikeye atıyorsun, alkol içmek seni mutlu etmeyecek. Hayatının aşkı sandığın adam hayatını mahvedecek. Uyuşturucu iyi bir şey değil. Hayatını bu şekilde yaşayamazsın." ofladım. "Nereden biliyorsun uyuşturucunun iyi olmadığını kafan uçuyor işte, nereden biliyorsun hayatımın aşkının beni mutlu biri yapmayacağını, sen bunların peşinden koşmaya değer bir hayat görmemişsin ama ben yarın ölme ihtimalimi bilerek bu günü deli dolu yaşıyorum." zipposunu ve paketini alarak kapağını kapadığı laptopunun üstüne koyarak ayağa kalktı. "Uyuşturucu dediğin andan beri dinlemedim." omuzlarım çökerken gitmemesi için onu durduracak bir teklif sundum, muhtemelen reddedecekti. "Kendime bir hayat kurmamı istiyorsun madem bana yardım et." tek kaşını kaldırarak yakışıklı yüzüyle ne yardımı der gibi sordu. "Abim peşimi bırakmıyor, burada güvende olduğumu bilsin, ben iş bulup kiraya yardım ederken tıptan ayrılıp sınava tekrar girip hayalimin mesleği için çalışayım. Yaşamanın peşinden koşarken senin de dediğin gibi hayat kurayım." bu teklif hiç hoşuna gitmemişti. Hayatından çıkmamı istiyordu. Hayatını altüst etmek istiyordum. "Burası bana ait bir ev, kira olsa da paran yetmez." arkasını dönecekken onu durdurarak tekrar söze girdim. "Bana bir oda ver. Evde kartımda bursumdan biriken iyi bir miktar var, işe de girerim. Sadece gizlice eve girip kalan eşyalarımı almam gerek." sinirlenmeye başlamıştı. "Neden gidip saha makul bir ev arkadaşı bulmuyorsun?" kafamı yana eğip kedi gibi baktım. "Çünkü sen beni kurtardın, benimle alay etmedin. Birde zeki ve çeviksin baya işe yararsın, birde gerçekten ilk arkadaşımsın tabii Oscar'ı saymazsak." kaşları çatıldı "Oscar kim?" güldüm ister istemez. "Evde pek oyuncak bebeğim olmazdı ama bir tane ten rengi dinozor vardı ben onu kertenkele sanıp adını Oscar koymuştum, 1 saat çizgi film izleme hakkım olurdu çocukken." ifadesi gevşerken dudaklarında bir tebessüm oluştu. Tebessümü silindi. "Hem seninleysem abim peşimi bırakır." dedim daha mantıklı olmaya çalışarak. En çok bu yüzden ona tutunmak istemiştim, beni gerçekten dinliyordu. "Kalan saatlerde ne yapıyordun?" lanet olsun ki ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. derin bir nefes alırken ilk defa susmak istemiştim. "Toplu alanlarda nasıl davranıp nasıl yemek yemem gerektiğini ya da ilerde nasıl bir eş olacağımı öğreniyordum, çok saçma değil mi 7 yaşındaki çocuk nasıl davranacağıyla ilgili ders alıyor?" dediklerime tekrar sinirlenmişti, kaşları çatıldı gene. Güldüm bu haline, elimi alnına uzatınca bakışları ne yaptığımı anlamak istercesine elimi buldu. "1 dakikada sayamadığım kadar çok kaşlarını çattın, erken yaşta kırışacaksın bak yapma ama." elinde laptop'u sallaya sallaya çıktı bir anda mutfaktan. İnsan bir cevap verir köpek herif. Kapı çaldığında salona ve oradan da koridora çıktım, Melih ortalıkta görünmüyordu. Kapıya yöneldim ve kapı dürbününden dışarı baktım. Kapıda platin saçlı kırmızı ruj sürmüş saçları sağlıksız gözükse bile dürbünden bile çok güzel görünen bir kız vardı. Benden çok daha güzel... Kapının karşısındaki aynadan kendimi inceledim. Kahve saçlarım vardı benim. Uzunlardı, uzaması için çok fazla para dökmüştüm, sürekli bakım yaptığım tenim bembeyazdı, o kadar güneş kremiyle ve güneşten kaçma çabasıyla normaldi, sağ tarafımdaki yaralar hala duruyordu, Abim hep çok güzel bulurdu beni. Ben sevmezdim ama görünüşümü. Kapı ısrarla çalıyordu. Elim kapının kulpuna gittiğinde yenilmiş hissetim. Elim kapının kulpuna gittiğinde yenilmiş hissetim
Nil'e model seçtim, aşırı kalitesiz oldu fotoğrafı ama kız aşırı Nil vibeı verdi o an, . Çünkü kızın çok az fotoğrafı var... Ama nedense seçtim işte garip... Ama fotoğrafı buraya koyamıyorum. Merak ederseniz instargramdan yayınlaybilirim. Off Nil çok hayat dolu bir karakter beni çooook yoruyor. Melihde tam ben... Siz daha Melihi tanımıyorsunuz ama çok derin bir dünyası var onun, umarım yasıtabilirimm.
Aşırı heyecanlıyım yorumlarınızı çok merak ediyorumm... Nili'n duygu değişimi aşırı karmaşık anlıyorsunuzdur umarım. |
0% |