Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.ŞEYTANI ANLAMAK

@kuklaci

Yaşama hevesi neydi? Merak etmek derdi babam. Evrene karşı merak ettiğim ne vardı ki benim? O sormamı istiyor diye sorardım ben soruları. Ama kendimce merak ettiklerim de vardı elbette.

Tanrıyı merak ediyordum. Tanrıya sormak istiyordum. Neden herkesin şefkatle bahsettiği ellerini hiç saçlarımda hissetmediğimi.

Şeytanı? Ben şeytanı anlamıştım zaten.

Hayatım başkaldırıyla geçmişti. Tıpkı şeytan gibi. Ben yaptığım tüm başkaldırıların bedelini ödemiştim. Şeytan gibi. Ben etrafta olan her şeyden sorumlu tutulmuştum. Tıpkı insanların her günahı işledikten sonra şeytanın boynuna yüklemesi gibi.

"Git şu yüzü yıka gel! Şeytandan farkın yok." demişti babam bir kahvaltı sofrasında. Sanırım anneme olan nefretinin de bedelini de ben ödemiştim. Şeytan da hep nefretin bedelini ödemez miydi? Ne de olsa kullar hep şeytana uyardı ya.

"Yıkadım baba." incecik bir sesle söylemiştim o zaman bunları. Yıkamıştım, saçımı özenle örmüştüm belki bir kez okşar diye hep gözünün içine bakmıştım. Ardından göz yaşlarımı tutamayacağımı fark edip sert bakışları eşliğinde yüzümü yıkamak için kalkmıştım. 12 yaşındaydım. Günlük tuttuğumdan tarihini biliyorum, ama zaten o iğrenen bakışları unutamazdım.

Babam kadınlardan nefret ederdi.

Babam tanrıya benzerdi ve ben yaşayarak ona başkaldırmak istemiştim.

Evet hayatım boyunca hep tanrıyı merak etmiştim. Ben günahımı işleyip bedelini ödeyen aciz bir başkaldırı, sönmek üzere olan bir kibritten ibarettim. Ve o benim cesaret edip işleyemeyeceğin günahların tümüydü.

Cezalandırmak nasıl bir his? Tam karşımda bana tek gözüyle bakan ve elleri boğazıma dolanmış adama bakarken korku yoktu. Babamla kaç defa bu pozisyona gelmiştik, saymamıştım. Tek hissettiğim; çekildiğim, beni kıskansın diye hiç etkilenmediğim birileriyle flörtleşecek kadar alçaldığım adamın babama benzemesiydi. Tanrı gibi, cezalandıran taraf olmasıydı. Yargılayan taraf.

Korktum, Melihten korktum. Yaramı şefkatle saran adamdan korktum. İlk defa bana biri şefkatle dokunmuştu oysa. Tek odaklanmak istediğim bu iken yüzümdeki yaraların sebebinin tek gözüne bakıyordum. Dövmenin üzerini dağlamak. Onun toplumda dışlanılması için yapılan bir şeyden ibaretti. Belki de sadece mekanına uyuşturucu soktuğu içindi.

Bu adam Melih'in kovduğu biri. Onu mekanımıza alamayız.

Tanrı şeytanı kovmuştu. Bedelini masum çocuklar ödemişti.

Ama hayır. O benim cesaret edip işleyemeyeceğim günahlardı. O günahları cezalandıran değil.

"Konuşsana sürtük, orada olmak nasıl bir his? Benim artık asla erişemeyeceğim yerde?" ciğerlerime gitmeyen oksijenin sebebi olan eller daha sıkı sarıldı boğazıma.

Görüntüm bulanıklaşırken düşünmemek istedim, onun dediklerini duymamaya çalışarak içimden bir şarkı mırıldandım. Teoman konserinde bu şarkıyı çalmamıştı ama beni ezberimdeydi.

Tanırsınız benim gibilerini boş sokaklardan
Çizgilere basmadan yürümeye çalışan insanlardan
Ama dün akşam dedim ki kendi kendime
Kendi kendime
Düşünme!
Düşünme!
Kim anlamış ki sen anlayasın böyle?

Boğazımdaki eller boynumdan ayrılırken hala nefes alamıyor olmamın sebebi krizi engelleyememekti. O an aklıma gelmişti işte. Keşke başından şarkı söylemeye kalkmasaydım kafamın içinde.

"Baba!" diye feryat etmeden 2 dakika önce ders çalışırken önümdeki laptopta 'Zamparanın Ölümü' çalıyordu, nakarata eşlik ederken kapı sertçe açılıyordu içeri babam giriyordu. Elleri saçlarıma dolanırken nefesindeki alkol kokusu çok netti. "Böyle şarkı söyle diye mi aldım ben bu laptopu sana, derslerini düzelteceğine hala şarkı söyle diye mi? Rezil ettin beni rezil!" saçlarımdan tutarak kafamı defalarca laptopa vururken bildiğim tek şey o gün sorunun ders notlarım olmadığıydı. Ortalamam 100'e yakındı çünkü.

Babam sadece beni dövmek istemişti ve dövmüştü.

"Baba!" diye haykırıyordum bu sefer gerçekten. Anne demem yasaktı benim. Yardım çığlıklarım ve boğazımdan bir türlü geçmeyen oksijen beni daha fazla panik olmaya itiyordu. Bir el terli anlımı siliyordu. Yavaş yavaş sesleri duymaya başlıyordum.

Biri çığlık atıyordu. Boğazım acıyordu, çığlık atan bendim. Bana sarılan kollarda tanıdık ve güvenli kokuyu hissettim. İkinci kez, ikinci kez ve bu sefer saçlarımda gezindi şefkatli eller.

İlk kez saçlarım okşandı, abim ya da babam değil bana yabancı bir adam. İlk kez sevgiyi yabancı bir adamın parmak uçlarında hissettim.

Salvatore.

Çığlıklarım kesilirken ağlamam yavaşladı. "Sakinleş Nil." şefkatli sesini kulaklarımda işittiğimde, ağlamam kesik kesik inlemelere dönüştü, arkadan buğulu sesler geliyordu. "Ne oldu şimdi?" diyordu kızın biri, "Fırat seninki manyak çıktı." diyordu diğeri. "Aklından sorunu var herhalde." dedi bir başkası. Aşağılanma hissi her yanımı sardı.

Duymak da istemiyordum. Vücudumda sıcaklık hissettiğimde bacaklarıma sarılan ceket ile havalandığımı hissettim. "Gidiyoruz buradan tıp dehası." başımı omzuna yasladığımda huzuru hissettim. Ne kadar çok şey hissetmiştim bir gecede.

Araba koltuğuna yatırıldım, bir kaç saniye sonra diğer taraftan kapı sesi geldi.

Bir kaç saniye sadece nefes sesini dinledikten sonra onun kalın sesini duydum. "Nil sen yaşamak istemiyorsun. Yarınlar yokmuşçasına yaşamak istiyorsun."

Yarının hesabını ver, hesap ver, hesap ver. Hesap vermek için mi yaratıldım ben?

"Yarınlar var mı? Kanıtlayabilir misin? Çok zekisin ya sen..." titrek sesimle söylediğim son sözlerdi bunlar. gözlerim kapandı ve bilincim yok olurken bir şeyler dediğini duydum ama çözemedim.

                                                                                                 ...

Gözlerim yavaş yavaş aralanırken rahatsız bir pozisyonda olduğumu hissediyordum. Sımsıcaktı ve oturduğum koltuktan ısıtma geliyordu. Arabadaydık sanırım ama yüzüme vuran ışıktan dolayı güneşin doğmuş olması dışında bir şey düşünemiyordum. Sanırım rüyadaydım çünkü en son gece yarısıydı. Belki de güneş çok hızlı doğmuştu. Ya Apollon dünyaya indiyse?

Saçmalamayı kes ve gözlerini aç salak.

Haklıydım. Gözlerimi araladığımda hala arabada olduğumuz ve cidden yüzüme güneşin vurduğunu fark ettim. Yan döndüğüm koltuktan yavaşça kalkarken sırtımdaki ceket ayaklarımın ucuna düştü. Anlamsız bakışlarla bir otoban yoluna ve Melihe baktım

"Günaydın." dedi sadece düşünceli bir sesle.

"Neredeyiz? Neden eve gitmedik?" bakışlarına yoldan ayırmadan düz bir sesle cevap verdi. "Aliağa'ya geldik bile, uyandırmak istemedim." gözlerim kocaman açıldı. "Ne? Neden? Yoksa kriz geçirdim diye beni abime geri mi vereceksin?" bakışlarını yoldan ayırmadı, endişeyle sorduğum komik soruya gülmesini beklerken kafasını iki yana salladı. "İlerde bir yerde durup kahvaltı yaparız, sonra alırız kıyafetlerini, saat çok erken." yutkundum.

"Acelesi yoktu, neden hemen geldik?" bakışlarını ilk defa bana çevirdiğinde gün asıl şimdi doğmuş gibi hissettim. Ne yaptığım ilk defa aklıma geldi, utançla başımı öne eğdim.

"Üzgünüm, ben. Orada dışlanmış hissedince bir anda oldu. Ya ben kırılacağımı hissettiğim için kırdım işte Melih. Ben böyleyim üzüleceğimi anlarsam buna izin vermeden ben üzerim..." bakışlarımı tekrar yüzüne çıkardığımda ilk başta yüzünde anlamaz bir ifade oluştu. Sonrasında histerik bir şekilde güldü. "Ha şu Fırat pezevengini diyorsun." dişlerini sıkıp kafasını aşağı yukarı salladı. "Fırat ve Nil, ne kadar uyumlu ama değil mi? Dicle neler yapıyor bu arada?" dedi alayla ardında hırsla "O herifi sikerim var ya." dedi dişlerinin arasından, istemsizce gerilmişti.

"Niye ya gay misin?" onu yumuşatmak için marifetmiş gibi söylediğim şey daha da sinirlenmesine neden oldu. Bana uzun ve sert bakışlar attığı bir sürenin sonunda daha kısık bir sesle tırnaklarımla oynayarak "Kaza yapacağız." dedim.

Araba yavaşlayarak durduğunda bana bir şey demeden arabadan indi. Tripliydi sanırım prenses. Kapıyı açmak için elimi uzattığımda kapı açıldı. Şaşkınlıkla kapıya döndüğümde "İnsene Nil ne bakıyorsun?" dediğini duydum. Tahammülü yoktu.

Şu adama da prenses dedin ya utan!

Sanırım daha çok gay dediğim için utanıyordum...

Hemen utanmalıydım. Arabadan indikten sonra başımı bir kaç saniye yere eğerek utandım. Kapımı kapatan Melih bana muhtemelen çoğunlukla yaptığı gibi anlamsız bakışlar atıyordu.

Kafamı kaldırıp melül bir ifadeyle "Melih?" dedim harfleri uzatarak. "Ne var?" kapımı açmasa söverdim ama küfürlerimi yutarak sorumu sordum. "Benden utandın mı?" kaşları çatılıp bakışları sertleşirken ürkmüştüm, bana kötü kötü bakmasa olmaz mıydı? Asla düşmanı olmak istemezdim. "Ne dedin?" az önce kısık çıkan sesimin yok olduğunu hissettim. "Tüm arkadaşlarının önünde kriz geçirdim ya?" sesimi duyduğundan şüpheliydim.

Bu sürecin kısa sürdüğünü sanmıyordum, İzmir Aliağa arası 1 saatti, en son gece saat birdi. Güneş doğduğuna göre beni sakinleştirmenin uzun sürdüğü aşikardı.

"Yürü şuradan salak kız!" dediklerimi ciddiye bile almıyor muydu? Yüzüne baktığımda saçmaladığımı düşündüğünü fark ettim.

Çok fazla şey vardı. Boğazımdaki parmak izleri, kriz geçirmem ve arkadaşlarının söylemleri. Kafasına takılan daha çok bunlar gibiydi ve benden utanmamıştı. Onu rezil ettiğimi düşünmüyordu.

"Karar ver sende salak mıyım değil miyim?" kolumdan tutarak beni peşi sıra yürütürken kokusu tekrar burnuma dolmuştu. Geldiğimiz yer oldukça sıcak bir izlenim veren restorandı.

                                                                                        ...

Restorandaki adamın kaba davranışlarından dolayı poğaça alıp devam etme kararı almıştık. Zaten Melih hazretlerine layık değilmiş. Neymiş? Manzarası kötüymüş, mekan çok basıkmış.

Yolun devamında Barış Manço şarkılarıyla Melihin umursamaz ifadesine rağmen neşemi sürdürmüştüm.

Bir ara 'Gibi Gibi' açıp sözleri çok büyük bir anlamla ona cilvelenerek şarkıya eşlik ederken pat diye şarkıyı değiştirmişti. Ama çoğunlukla neşeli halim onu da neşelendiriyordu.

Ona evin yolunu tarif ederek bir blok öteye arabayı park etmesini sağladım. Eliyle uzanıp radyoyu tamamen kapattı ve bana dönüp derin bir nefes aldı. Sanki birazdan zor bir konuşma yapacakmış gibi.

"Nil konuşmamız gerek." kafa salladım.

"Konuş hayatım." kafasını iki yana salladı.

"Bak senle ben olamayız tamam mı? Şu tavırlarından vazgeç. Beni kıskanma. Kıskandırmaya da çalışma. Umut falan besleme bana karşı. Bu olayı ev arkadaşı fantezisine çevirmeye de çalışma. Bir çocukla işim olmaz benim. Sadece zor durumdasın diye yapıyorum tüm bunları." abimin motorunun olduğu yeri yokladım, evde değildi demek ki. Dediklerini umursamadan arabadan indim. İnerken bir şeyler demeye çalıştı ama pek dinlemiş sayılmazdım.

Boş kelimelere zamanımı ayıramayacak kadar önemliydi vaktim. 5 dakika sonra ölmeyeceğimi kim bilebilirdi.

Apartmanda merdivenleri çıkarak bizim kata geldim, peşimden geldiğini duyuyordum. Ayakkabı dolabını açıp içinde hep duran zor günler için kullandığım anahtarı aldım. Melihin yüzüne baktığımda afallamış halinin sebebini merak ettim.

"Ayakkabılarını çıkarma." diyerek peşimden onu da sürükleyerek kapıyı kapattım ve anahtar yanıma aldım. Odama geçmeden önce abimim kocaman seyahat bavulunu ve küçük bir bavul daha aldım. Melihe bavullarda büyük olanı iteleyip küçüğünü odama sürükledim, Büyük olanı açtırıp bütün kıyafetlerimi içine doldurmaya başladım.

O kadar mutluydum ki. Bütün kombinlerimi almıştım. Eteklerim, croplarım. Ya giyemeden ölürsem diye hep üzüldüğüm elbiselerim, Topuklularımdan bir kaç tane aldıktan sonra iç çamaşırı dolabımdan kırmızı dantelli bir tanesini içine koyarken Melihle göz göze geldik. "Seni unutmuşum." şaşkın bir bakış attı. "İç çamaşırı sorun değil de az önceki elbiseyi öpmen garipti." ne zaman öpmüştüm be? Omuz silkip çorap, şapka, parfüm ve takı ne alırsa dolasıya kadar bavulun içine attım.

Bavulu kapatmak için eğilmem gerekiyordu ve bu elbiseye uygun bir durum değildi, kafamla bavulu işaret edince bana anlamsız bakışlar attı. Elbisemin eteklerini tuttuğumda sinirli bir nefes verdi. O eğilip homurdanarak bavulu kapatırken bir anda bir ses duyuldu. Kapı sesi. İkimizde bir kaç saniye donup kaldık ve emin olmak için sessizce kapıya baktık. Kapının kapanma sesini duyar duymaz gözlerimiz kesişti. Ben afallamış bir şekilde etrafa bakarken Melih bir anda dolabı açtı ve en alt köşeye valizimi üzerine içi boş olan küçük valizi yerleştirdi. Ne yaptığını anlamaya çalışarak onu süzdüm. Valizleri iyice yerleştirip beni de tutarak dolaba itti ve kendisi de peşimden girerek kapıyı örttü. Dar olan dolap valizler nedeniyle iyice sıkışmıştı. Ellerim dolabın köşesine yaslıyken sırtım göğsüne çarptı.

"Aynen abi, en fazla birkaç güne döner. Bu sefer neler yapacağım ama ona, iyice şımardı. Görecek beni atlatmak neymiş. Yüzünde yaralar falan varmış öyle dediler. Şimdiye pes etmiştir de gurur yapıyordur." abimin sesi kulaklarıma dolarken kafamı çevirip Melih'e baktım. Sessizce nefesimi verirken karanlıkta gözlerimiz kesişti, ne düşündüğünü anlamak isterdim. Bana acıyor muydu?

Bir dakika. Hassiktir!

"Tamam abi valizi alıyorum ben. Duşa gireceğim önce." diyen masum abime acıyordum şu dakika. Elimi Melihin damarlı elinin üzerine koyup sıktım. Sertliğini tamamen kalçamda hissettiğimde ne yapacağımı bilemedim. Biraz uzaklaşması için onu kalçamla ittirmek ise daha saçma bir karar olmuş olmalı ki saçıma asıldı. Göz göze geldiğimizde bana küfür eden gözlerle bakıyordu. Ben ise sinirliydim.

"Off neredesin be kızım." dolaptayım be abi. Dolapta.

Yataktan gıcırtı sesi geldi ve ardından kapı kapandı. Hızla Melihi ittirerek arkama döndüm, hala dolaptan çıkmış değildik ama kapı aralıktı.

"Bak senle ben olamayız tamam mı? Şu tavırlarından vazgeç. Beni kıskanma. Kıskandırmaya da çalışma. Umut falan besleme bana karşı. Bu olayı ev arkadaşı fantezisine çevirmeye de çalışma. Bir çocukla işim olmaz benim. Sadece zor durumdasın diye yapıyorum tüm bunları." sanki bir ayıyı taklit eder gibi ağzımı eğerek kabaca onun gibi konuştum. Dolap kapağını kafamın üzerinden kolunu koyarak ittirirken ben hala söyleniyordum. "Höö! Gerizekalı. Daha hislerine sahip çıkamıyorsun, birde bana laf yapıyorsun." Dolaptan çıkıp diğer eşyalarıma ve oje kutuma yöneldim. Hepsini küçük valize tıkarken cilt bakım ürünlerinin banyoda olduğu aklıma geldi ve iyice sinirlendim.

"Dinlemediğini sanıyordum ama harfi harfine ezberlemişsin." oje kutumdan sonra diğer tüm ürünleri küçük valizime attım. Neyse ki Dyson'ım odamdaydı.

Küçük valize onu da attıktan sonra yatakta oturan Melihin üzerine muzipçe eğildim ve bacak arasına dizimi ona değmeyecek şekilde koydum. "Etkilenmediğini sanıyordum." yutkunup gözlerime baktı. Dudaklarıma bakmamaya çalışıyordu. "Gidelim Nil vakit yok." ayağa kalktığında bende onunla doğrulmak zorunda kaldım. Kokusu ilk defa bu kadar net burnuma dolarken kalbim hızlandı. Gerçekten kalp atış sesimi duyuyor olabilir miydi?

Aslında normalde başka biri olsa çok sinirlenirdim. Ama onu düşününce, sırf benim için neler yapmıştı. Kriz geçirdiğimde bile. Şu an abimden kaçtığımı ve onun bana zarar verdiğini sanıyordu ama aslında abim bana çok fazla el kaldıran biri değildi. Yani o tokada kadar hiç. Babam gibi değildi o.

Duştan su sesi gelmeye başladığında valizleri alarak sessizce çıktık. İki valizi de taşıyordu ve hiç zorlanmıyordu. Önden geçerek kapıyı sessizce açtım ve o geçtikten sonra aynı sessizlikle kapattım. Ardından önüne geçip hızlıca merdivenleri inip demir kapıyı da kapattım. Arabaya valizleri yerleştirirken ikimizde oldukça sessizdik.

Sanırım utanmıştı, kıyamazdım.

Bir anda kolunu tutmamla kapıyı bırakıp beklentiyle bana döndü. "Utandın mı sen?" alaycı ifademe karşı umursamaz ifadesini tekrar takınmıştı. "Sana onları dedikten sonra biraz garip bir durumdu. Ama hayır, senin gibi ergenlikten yeni çıkmış bir deneyimsiz değilim ben." kapıyı kapattı ve bana döndü.

"Ama tatlım. Ergenlikten yeni çıkmış bir deneyimsize yükseldin az önce." ellerimi havada şıklattım. Arabanın diğer tarafına yöneldim ve koltuğa yerleştim.

Sürücü koltuğuna yerleşti ve bir sigara yakıp arabayı çalıştırdı. "Saçım sigara kokacak lütfen söndürür müsün?" mahalleden çıkarken omuz silkti.

"Sana bir sürprizim var ben olsam bana iyi davranırdım." heyecanla yaslandığım koltuktan zıpladım ve ellerimi çırparak "Ne sürprizi?" diye çığırdım. Neşeli davranmaya çalışıyordum ama üzerime yapışmış olan geçmişten kurtulamıyordum. İfadem üzerime eğrelti duruyordu ve bunun farkındaydı. Normalde onunla saatlerce dalga geçerdim ama bu böyle bir güne denk gelmişti. Abimi dinlemek daha da üzülmeme neden olmuştu. Ne düşünüyordu acaba?

"Ne bağırıyorsun kızım? Sürpriz işte söylersem sürpriz olmaz ya?" oflayarak yerime yaslandım. Adama cilvelenemiyorduk.

Yorgun hissediyordum, kriz beni etkilemiş olmalıydı. Biraz şekerlemeden bir şey olmazdı.

"Dengemi bozuyorsun Nil. Seni mutlu edecek bir şey." bana verdiği tepkiden dolayı pişman olmuş gibiydi. Tüm arsızlığımla asla kırılmadan uyumak için yerime sindiğimi bilse ne derdi acaba?

                                                                                     ...

"İşte sonra bir içmişiz kızım 3 gün baygın yattım." Şeyma'nın anlattıklarını kafamı sallayarak onayladım. Sahte bir gülümseme kondurup onayımı taçlandırdım ki sıkıldığımı anlamasın.

"Sende taş gibi kızsın kapattın kendini eve gelsene bizim ortama. Ot bile var sana bedavaya veririm bak." bana ısrar eden gözlerle bakarken konunun nasıl bana geldiğini anlayamamıştım. Öncelikle tatlım kendimi eve kapatan ben değilim. Beni eve kapatan babam.

"Nilüfer! yine aynı konu mu? Babanın bir şeye karıştığı yok. Sen biraz cilve yapsan hemen ikna olur o adam. Sen işi bilmiyorsun." nefesimi sertçe verdim. Buraya biraz eğlenmek için gelmiş ve gelmek için babamın gazabına uğramıştım. O ise geldiğimde beri ya çok güzel anılarını anlatarak hayatı kaçırmış gibi hissetmeme neden oluyor ya da benim abarttığımı söylüyordu.

Evet mükemmel sevgilinle mükemmel bir ilişkin var ve ben erkeklerden kaçıyorum çünkü ailemize yakışır hareket etmeliyim. Evet dün gece babanın parasıyla bir parti düzenledin ve deli gibi içtiniz ben ise babamın iş yemeğinde göz boyamaya çalışıyordum. Ondan sonra eve geçip üniversite sınavı için saatlere ders çalıştım. Müzik dinlemem yasak bu arada odağımı yitirmemem gerekiyor.

Ve maalesef evet. Sizin kolayca elde ettiğiniz şeyleri yaşamak için benim savaşmam gerekiyor ama yenileceğim bir savaşa ihtiyacım yok. Belki de ölmeliyim.

"Kızım bir şey desene daldın gittin." bir kaç saniye boynuma odaklanıp ardından yüksek bir sesle bağırdı "Oha! Senin o boynundaki morluk mu? Bizim haberimiz olmadan kimlerle ne haltlar yiyorsun kız sen?" elini boynuma uzattığında geri çekildim ve elimi boynuma sardım.

Dün babamı arabada biraz kızdırmıştım.

Ardından sahne değişti.

Bir anda arabada babamın yanında ön koltukta arabanın camına yaslanmış halde buldum kendimi. Normalde ön koltukta oturmayı severdim ama babam sürerken bundan haz almazdım. Gözünün görmediği ve bana ulaşamayacağı bir konum daha güzeldi. Gece seyahatlerine bayılırdım. Zaten bana gece yasaktı. Babam camdan bile bakmamı pek hoş karşılamazdı. Zaten orada genelde korumalar olurdu.

"Eve gidince o yüzündeki abartılı makyajı çıkar ve sorularını bitir." hiç konuşmamayı tercih ederdim aslında. Yarın çıkacağım için susmam gerekirdi ama canıma da tak etmişti.

"Madem sorularımı bitirmemi istiyorsun o zaman beni tüm gün peşine takma. Ben nasıl çözeyim gece yarısından sonra 200 soruyu." sesimi sakin tutmaya çalışarak söylediklerime karşı sesi yükselmişti. "Çöz diyorsam çöz Nilüfer! Nasıl çözeceğini ben bilmem. Tıp kazanacaksın." dişlerimi sıktım.

"Tıp istemiyorum!" kelimeleri bir anda ağzımdan kaçmıştı. Korkuyla ona döndüğümde tek eli direksiyonda yolu kontrol etmeye çalışırken diğer elini bana uzattığını gördüm. Korkuyla geri çekilmeye çalışırken boğazımdan yakaladı ve sertçe sıkarak beni ileriye doğru çekti. Koca eli boğazımı sarmalarken gözümden yaşlar dökülmeye başlamıştı bile. Arabayı sağa çekmişti. "Bir daha sakın bunu dediğini duymayacağım. Tıp okuyacaksın Nilüfer." gözümden yaşlar akmaya devam ederken başımı aşağı yukarı salladım.

 

"Nil!" huzur dolmamı sağlayan bir ses. Sanki hırçın dalgaların arasında kaybolduktan sonra güvenli limanıma sığınmışım gibi. Elleri yüzümde gezinirken titrek bir nefes kaçtı dudaklarımdan. Parmağını dudağıma bastırdı. "Korkma o burada değil. Sana zarar veremez."

Benim adım Nil'di. Anlamı önemsiz. Ben bir çiçek değildim. nymphaea cyanea; mavi lotus demekti. Çoğu dinde mükemmel anlamına gelirdi. Babam her zaman en güzelini isterdi. Mükemmel olanını.

Ben kusurlardan ibarettim.

Nil Nehri'nin suları ölüler için bir geçiş, ruhlarının barındırıldığı yer olarak görülüyor.

"Kalk hadi. Seni çok güzel bir yere getirdim." o yanağımdan akan göz yaşını silerken kalkmak istemedim. Utanıyordum. Sürekli ağlamaktan, ona yük olmaktan.

Ben yaşamak istiyordum ama yaralı ruhum buna izin vermiyordu.

Sessiz fısıltısını duydum. O kadar sessizdi ki. O fısıltıda intikamı arzulayan emareler bulmak canımı yaktı. "Kim yaktı senin canını bu kadar?" o intikam istiyorsa ben ne yapacaktım. Kime hesap soracaktım.

Şaşırmış olmalıydı. Hayatında hiç bu kadar sürekli ağlayan. Titreyen krizlere giren birini görmemiş olmalıydı. Ama ben iyiydim. Mutluydum artık.

Yavaşça geri çekildi ve ardından soğuk hava bacaklarıma vurdu. Kapıyı açmıştı, arabadan inip geri kapattı.

 

 

 

 

Evetttt Yine gece 3, yine ben!

Bugün ilk defa yazdığım şeyden memnun kaldım ve bunu birilerine sunmak için plan yaptım.

Ben hayatım boyunca kabullenilmemiş biriyim milyonlara ihtiyacım yok bir kişi bile beni duysa, görse, anlasa yeter.

Ben okunmak popüler olmak istemiyorum. Ben anlaşılmak istiyorum.

 

Loading...
0%