@kuklaci
|
Gözlerimi aralarken benim tarafıma geçip arabanın kapısını açtığını görünce doğruldum. Doğrulduğum anda ise çığlık attım. Hızlıca aralanan kapıdan aşağıya atlayıp yüksekte bulunan dönme dolabın izinden lunapark olduğunu tahmin ettiğim dinozor kafasına doğru koştum. Sonra geri dönüp zıplaya zıplaya Melih'in yanında koştum. Ellerim havadayken etrafında bir anda duraksadım. Ona sarılmamdan hoşlanmayabilirdi. Durup ellerimi birbirine çarptım ve alkışladım. Hevesim içimde öyle bir coşkuya sebep olmuştu ki sanki içime bir deniz gelmiş dalgaları kalbimden taşıyordu. "Melih nereden bildin ya?" gözlerime batığında gülüşü dudaklarından can buldu. İşte o an ilk defa yaşıyormuş gibi hissettim. Çünkü bana beni yaşatmak istiyormuş gibi bakıyordu. "Listene baktım ya tıp dehası." elimi ağzıma atıp kıkır kıkır kıkırdadım. "Ya. Sende lunaparka götüreyim mi dedin? Bu yaptığını kimse yapmaz biliyorsun değil mi?" cevap vermek için ağzını araladığında muhtemelen geçmişteki olaylardan ya da benim için çabalamadığından falan bahsedecekti ve o sadece eylemleri ile harika bir insandı. Ağzını açtığında pek sevimli değildi. Elinden tutup onu gişe bölümüne doğru sürükledim. Daha doğrusu ben küçük adımlarla koşuyordum ve o büyük adımlarla hemen yanımda yürüyordu. Gişelere geldiğimizde paraları ödeyip biletlerimizi aldı. Burası pahalı bir yerdi ama bunu asla umursamıyordu. Biraz utanmıştım ama utancım kısa sürdü çünkü kapıdan girdiğimizde ve bu sefer ondan bağımsız bir şeklide koşmaya başladığımda her şey bir rüya gibi gelmişti. Bütün oyuncakların etrafında koşturuyor ve neyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, kitaplarda okuduğum gibi bir şeydi. Bir anda durup derin bir nefes aldım ve ilgiyle kafamı yukarıya kaldırdım. Bir çember halinde oturakların üstünde oturan insanlar vardı bir anda yükselen aletle çığlık atan insanlara bakıp elimi ağzıma kapatarak güldüm. Arkama baktığımda 1 metre ötemde Melih'i görmek içimin ısınmasına neden oldu. Neredeyse dakikalardır oradan oraya koştuğum halde beni takip mi etmişti? Dönüp yanına yavaş adımlarla yürüdüm. Çok koşmuştum. "Sınırsız hakkımız mı var Melih?" diye sordum i harfini uzatarak. Huysuz bakışlarıyla onaylar şekilde kafa salladı. "Önce yemek yeseydik keşke." diye mırıldandığında kafamı onaylamaz şekilde salladım. "Üzerine kusardım o zaman." baş parmağımı garip alete doğru kaldırıp "Buna binelim!" diye sızlandım. Israrcı bir tavır takınmaya çalıştım çünkü ne yaparsam yanıma binmeyecek gibi bakıyordu. "Adalet kulesi onun adı." dedi öğretici bir tavırla. Kimin umurundaydı oyuncağın adı? Oyuncaktaki az önce çığlık atan insanlar indiğinde oyuncağa binmek isteyen insanlar alete koşmaya başladı. "Hadi sıramızı kapacaklar!" Melih'in elinden tutup koşarak oyuncağın girişini aradım. Bir kız tam olarak benim yanımda kapıya hamle yapacakken ondan önce sıyrılıp kapıdan geçtim. Bu hamle elbette ki Melih'in elini bırakmama neden oldu ve Melih arkadaş grubunun arkasında kaldı. Oyuncağın merdivenlerini tırmanırken bir grup zaten oyuncağa binmişti. Arkama döndüğümde eğlence ile sohbet eden grubun arkasında Melih'in somurtarak bana baktığını gördüm. Dertli başım. "Pardon geçebilir miyim?" evet en önden en arkaya geçiyordum çünkü huysuz dinozorum arkada kaldı. Kızıl saçlı kızın yanından geçerken üstün bir bakış attım çünkü az önce kapıdan ondan önce geçerek onu yenmiştim. 6 kişinin arasından sıyrılarak geçtim en sondaki çocuğun yanında geçerken ise yeteri kadar yer açmadığı için gereksiz fazladan temas etmek zorunda kalmıştım. Yüzümü buruştururken Melih beni kolumdan çekerek yanına aldı. Bu andan kurtulup Melih'in kokusuyla kutsandığımda içime tekrar huzur doldu. Ters ifadesi daha da tersleşmişti. "Nil ben binmem buna." dudaklarım büzüldü. "Sensiz eğlenemem ki! Hem korkuyor musun? Lütfen korkma her şey hesaplı burada bir şey olmaz sana." gözlerine yoğun bir istekle bakarken Melih'e döndüğüm için arkamda kalan çocuğun gruptan bağımsız güldüğünü gördüm. Bu liseli velet elimde kalacaktı. "2 kişi daha lazım." Oyuncağı çalıştıran görevli bize doğru seslenince kızıl saçlı kız "Abi biz grup olarak bineceğiz diyerek teklifi reddetti. Hemen ellerimi hava kaldırıp "Biz geliriz!" diye bağırdım. Başımı Melihe çevirmeden tekrar grubun arasından sıyrılarak merdiven basamaklarını tırmandım. Bekleme kısmını oyuncaktan ayıran kapıya geldiğimde arkamı döndüm ve kızıl saçlı kıza tekrar üstünlük belirten bir bakışla gülümsedim. Kafamı Melih'e çevirdiğimde hala orada duruyordu. Israrı bakışlarla baktım. "Sanırım arkadaşın seni yalnız bırakmak da ısrarcı. Eşlik etmemi ister misin?" ucube çocuk elimde kalacaktı. Kızıl saçlı kız az önce attığım bakış ve gülüşün aynısını bana atınca kaşlarım çatıldı. Ama yaptığı işe yaradı ve Melih çocuk harekete geçtiği anda onu durdurup insanların arasından bana doğru ilerlemeye başladı. Gülerek oyuncağa doğru ilerledim ve cebimdeki telefonu eşya dolabına bırakıp koltuğa oturdum. Melih yanıma otururken herkesin kemerini bağlayan abi bizimkini de bağladı ve sağlam olduğundan emin oldu. Bakışlarım ona döndüğünde Melih son nefesini veriyor gibi nefes alıyordu. Önümüzde kalan atlı karıncaya bakıp tatlı tatlı sordum. "Atlı karıncaya da biner miyiz?" gözlerini kapadı ve ellerini demirden kemere yasladı. Büyük elleri kemeri parçalamak ister gibi sardı. "Binmeyiz sanırım?" gülerek nefesini verdi. Kule bir anda yükselmeye başladığında hissettiğim basınçla geriye yaslandım. Bizi aşağı düşürerek korkutacaklarını sanıyordum lanet olası bu şekilde yükselterek değil. Bir anda İstanbul boğazı ayaklarımın altına serilince duyduğum çığlığın bana ait olduğunu bile fark etmemiştim. Şen kahkahaları, gülüşen insanları, konuşmaları, martı ve karga seslerini, çığlıkları duyuyordum. Fakat duyduğum bir çığlık bütün sesleri geçti ve bütün korkumu unutturarak hayatımda attığım en büyü kahkahayı atmama neden oldu. Melih yanımda kolunu koparmışız gibi bağırıyordu. Kahkahalarımın ardı arkası kesilmezken onun sesi kesildi ve eli sıkıca elime dolandı. Yükselen oyuncak aşağı yukarı hareketini bitirip en tepede durduğunda gülüşüm kesildi ve dudaklarımda bir tebessüme dönüştü. Manzaraya odakladığımda bu dünyanın en iyi şeyiydi, Roller coasterda tam en tepede çığlık atan trendeki insanlar, deniz, manzaralar. Gözlerini açmasını söylemek için ona döndüğümde ise aslında dünyanın en güzel şeyini o an gördüm. Gözlerim gözlerine pelesenk oldu. Kahrolası gülüşüme takılmıştı. Orada kalmıştı, sadece dudaklarıma bakıyordu ve sonra gözlerini gözlerime kaldırdığında kalbim artık hızdan, basınçtan ya da yüksekten değil onun bu an kadar güzel gözlerinden dolayı hızla atıyordu. İçime akıttığı deniz en dalgalı ve hırçın haliyle göğüs kafesimi aşındırıyordu. "Melih, yaşıyorum!" gülüşüm onun dudaklarına bulaştı oyuncak tekrar hareket ettiğinde dikkati dağıldı ve aşağı baktı. "Nil ölüyorum!" diye bağırıp gözlerini kapadığında güldüm ama bu sefer elim refleksle yüzüme gitti. Elimi daha sıkı kavradığında elimi ağzıma kapatamamıştım. "Gözlerini aç korkusuz korkak çünkü sadece yavaşça aşağı iniyoruz ve bu manzara görülmeye değer." dedim ayaklarımın altındaki manzaraya bakarak. Dudaklarının arasından fısır fısır konuşmaya başlayınca ona döndüm. Neredeyse inmek üzereydik ve o dua ediyordu. Kafamı olumsuzca iki yana salladım. "Tanrım buradan indiğimde daha fazla dua ezberleyeceğim. Lütfen bitsin bu!" Kıkırdayarak Melih'in kemerini açan görevliye baktım. Melih bacaklarının arasında hissettiği elle lan diyerek gözlerini sonunda açtığında görevli işini bitirip bana geçti. O inerken bende peşinden koştum. Bu sefer hızlı adımlarla yürüyen o ve peşinden koşturan bendim. Çıkışa doğru gittiğini gördüğümde onu köşedeki banka doğru sürükledim. Banka oturduğunda sinirli gözlerini bana dikti. "Çıkalım buradan." gözlerimi kocaman açtım. "Saçmalama Melih o kadar para verdik. Hem delirdin mi? Sınırsız hakla istediğimiz her şeye binebiliriz. Neden şimdi çıkalım?" bana dediğim her şeyi sonsuza kadar reddeden bir ifadeyle baktı. Tamamen sert ve katı bir tavırla "Çıkıyoruz Nil!" dedi. İtiraz kabul etmez bakışları ile dudaklarımı büzdüm. Dolan gözlerimi saklamak için kafamı onaylar bir şekilde sallayarak yere eğdim ve arkamı dönüp kapıya doğru ilerdim. Etrafı bulanık görüyordum çünkü yaşlar bulanıklaştırmıştı. Buraya gelip tek bir alete binme şansım olduğunu bilseydim farklı bir şey seçerdim. Haklıydı sonuçta onun parasıydı. İtiraz edersem beni burada bırakıp gidebilirdi mesela. Hızlı adımlarla çıkışa ilerledim. Bileğime dolanan bir elle duraksadım ve önüme geçtiğinde kafamı yukarıya kaldırıp ona bakmam için elini çenemin altına yerleştirip yukarı ittirdi. Neden ki? Benim üzülmemi neden önemsiyordu? Kafa sallayıp onu onayladım. Gözleri istediğini alabilmiş gibi değildi. "İstersen sen seç?" omuz silkti. "Gondol var bak. O çok yükselmiyor." omuz silkti. Çocuk gibiydi. Bileğimi bırakmadan gondola ilerlemeye başladı. Çok sıra yoktu. Onun yönlendirmesiyle en arkaya bindik. Sallanmaya başladığında ayağa kalktım ve ellerimi kaldırıp kendimi öne doğru bıraktım. Belime dolanan elleriyle şok içerisinde ona döndüm. Sıkı sıkı tuttuğu demiri bırakmış belime delirmiş gibi sarılmıştı. Gondol geriye doğru yattığında yanına oturdum. Bakışlarında gördüğüm tek şey 'buraya oturmazsan' ile başlayan tehditlerdi. Eğer ellerin hep belimde kalacaksa otururum çünkü bu bana gondolda ayakta olmaktan daha büyük bir adrenalin sağlıyor. Ellerini belimden ittirip tekrar ayağa kaktım ve her yükseldiğimizde aşağı sarkarak kıkırdadım. Her alçaldığımızda ise geriye doğru yatarak gökyüzünün tadını çıkardım. Gondoldan indiğimizde ona hitaben konuştum. "Sıkıldığını biliyorum ama binmek istediğim son bir şey var. Seni zorlamıyorum bana katılmak zorunda değilsin." her zamankinden ciddi halimi takındığımda bu onu geriyordu. Konuşmam benim kadar onu da rahatsız hissettirdi. Tıpkı babamla konuşuyor gibi kusursuz bir diksiyonla, şartlarına baş kaldırmaya çalışmadan. Bana dönmeden bir kez dahi bakmadan neye binmek istediğimi anladı ve Roller coaster'ın yolunu tuttu. Girişi bulmak biraz zor oldu. Diğerleri gibi değildi. Sakin bir köşedeydi ve tünel gibi etrafı ağaç dolu bir yoldan uzun uzun yürümek zorunda kalmıştık. Vardığımızda Önümüzde epeyce uzun bir sıra vardı ve oyuncak 10 dakikada bir çalışıyordu. En fazla 8 kişiye yer vardı. Koltuklarda oturan kişiler dakikalarca beklerken ben merdivenlere yasladım. Dikdörtgen bir şekilde dönen merdivenlerde bekleyen uzun bir sıra vardı. Önümüzde ise liseliler. Sanırım okul gezisiyle gelmişlerdi. Melihin büyük eli omzuma dolandı. Yüzüklerle dolu parmaklarını hissettim. Beni dayandığım demirlerden geri çekip demirlere kendisi yaslandı ve beni kendine doğru çekti. Daha epey uzun bir sıra vardı. Elini belimde hissettiğimde denizin taşacağından koktum. Tıpkı gözleri gibi. Sanki Melih'in ağlaması gibi imkansızdı ama deniz taşacak ve kalbim göğüs kafesimden dışarı fırlayacak gibiydi. Kokusuna odaklanmaya çalıştım. Kalbimi unutmaya çalıştım. Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır, Neydi ki bu şiirin devamı? Unutmuştum. Çığlık sesleri başladığında ve trenin sesi yankılandığında oyuncağın çalıştığını fark ettim. Kafamı kaydırıp kolunun altından trenin geçeceği alçaktaki raya baktım. Biraz sonra tren o raydan geçerken ters dönünce çığlık seslerini duydum ve orada yalnız olmamak için bir dilek diledim. Sonra dilediğim dilekten vazgeçtim. Dilekler kabul olmazdı zaten. Bir koşul sundum kendi kendime. Orada yalnız olmazsam Melihle barışacağım. Alay etti içimdeki ses benimle. Hemen sigarasından bana uzatıp birde çakmağı verdi. Sigarayı yakarak çakmağı ona uzattığımda arkadaşıyla yer değiştirip bir basamak aşağı indiğini gördüm. Sigarayı öksürmeden içmeye çalışarak ona döndüm. Tekrar önüme döndüm. "Biz yaşıtız." diyerek kaçamak bir cevap verdim. "Sigaraya alışık değilsin sanırım." diyerek konuyu değiştirdi ama bir şey dememe izin vermeden tekrar "Ne? Sen kaç yaşındasın ki?" diyerek soludu. Ve buna da cevap vermeme izin vermedi. "Liseli gibi görünüyorsun?" bu nasıl bir hakaret tufanıydı... Çalışan trenden inenler çoktan alanı terk etmişken tekrar birileri alınmaya başlandı, sona sadece liseli grup ve ben kaldım. Birde eğer gelecek olursa o. "Yok çok daha büyüğüm." tamam aynı yaşta olduğumuz bir yalandı ama okula geç başlamam ve tıp kazanmak için babamın zoruyla mezuna kalmam ile süreç baya uzuyordu. Aramızda çok yaş var sayılmazdı. Melihle. Beklemeye devam ederken adını söyleyen ama çoktan unuttuğum çocuk bana bir şeyler anlatıyordu. Onu pek dinliyor sayılmazdım. Havalı olduğunu sandığı bir şeylerden bahsediyordu ve bende "woooow. Çok iyiymiş." gibi tepkiler veriyordum. Bunu genelde beklenti ile bana baktığında yapıyordum. Sonunda son grup da trenden indiğinde sıra bize geldi. Merdivenleri çıkarken çocuk bir anda bana döndü. "Bu arada bende telefonun kalmış. Yani bende değil dolapta." ona kısaca teşekkür edip telefonu dolaba koymasını rica ettim ve arkama baktım. Belime parmaklarının ucuyla temas etti ve benimle birlikte çıkmaya başladı. Yaşasınnnnn! En öndeki trene adım atıp onun içinde yer ayırmak için yana kayacakken yana liseli velet oturunca gözlerimi kocaman açıp arkaya baktım. Kızıl saçlı kız! Melih onun yanında oturamazdı. Bu düpedüz yenilgiydi. Kolumdan geri doğru çekildim trenden nazikçe indirildim. Önüme geçen Melih çocuğu yakasından kaldırıp sakince arka vagona doğru itekledi ve onun oturduğu kısma oturdu. En sevdiğim yanı buydu. Bana şu an çok sinirli olmalıydı ama her zamanki gibi nazikti. Onun yanına oturdum ve gülümseyerek ona döndüm. "Umarım korkmuyorsundur. Eminim çok eğleneceğiz." Bana yandan tip bir bakış attı. "Sen şizofren misin Nil?" Şaşkınlıkla gözlerimi açtım ve ona ayıplayarak baktım. "Niye öyle diyorsun ki?" Derin bir nefes verip kafasını arkaya yasladı. "Kafanı arkana yasla ve tren durasıya kadar kaldırma." Dediğini yapıp kafamı yaslarken elimi ona uzattım. "Neden ki?" Sabır çeken bir nefes aldı. "Çünkü tıp dehası. Boynunu incitebilirsin ve bu her yerde kocaman yazılarla yazıyor ama doğru sen o itin ne kadar iyi drift attığını dinlemelisin değil mi?" Şaşkınlıkla bir yanıt daha verdim. "A drift mi atıyormuş? Ya Melih, sende atıyor musun? Ben de öğrenmek istiyorum. Ben arabayken de atsana. Bana da öğretsene." artık sadece derin nefesler alıyordu. Kemerimizi kapatmaya başladıklarında iyice gerildim. Ellerine bir alet alıp tekerleğin ateşine baktılar. "O şeyler iyi sonuç vermiyor. Kol altına koyulandan yapsalardı keşke." Melih bana tahammül etmek ve gülmek arasında kalmış gibi baktı. Sinirli olduğundan sadece dudak büktü. Pekala... Anlaşılabilir. "Fırlatıyorum." diyen abi ile öne doğru yavaşça hareket edip duraksadık. Bu saniyeler arasında çığlık atan tek kişi olmak biraz utanç vericiydi. "Melih lütfen elimi tut çünkü bundan deli gibi tırsıyorum." bana döndü ve gülümsedi. "Ceza olsun sana." tripliydi ama "Kafanı sabit tut." diye de uyarmadan edemedi. Bir anda tren öne gidince bir saniye dahi beklemeden en tepeye tırmanınca çığlığım dudaklarımın arasında kendi özgürlüğünü ilan etti. Melihin eli elime neredeyse kırarcasına dolandı ve sımsıkı tuttu. Yükseldiğimiz raylarda saniyelik olarak denizi görüp tekrar aşağı yuvarlandığımızda asla durmayan dudaklarım daha sesli haykırdı. Bu kesinlikle dünyanın en eğlenceli şeyiydi. Kocaman bir kahkaha atasım vardı ama bu basınçta bu imkansızdı hızla rayların altından geçtik ve daha küçük bir bayırı atlattık, bayırdan iner inmez tepe taklak olduğumuzdan Melih'in yüksek sesli küfürlerini işitmeye başladım. İşte böyle aslanım. Küfrünü tövbesine karıştırırlar insanın. Raylardan bir sağa bir sola yatarak geçmeye devam ettik yan yatıp uzun bir yol kat ettiğimiz kısımda kafamı tutmakta zorlandım. Tekrar yükseldik ve bu sefer diğer taraf yan dönelim derken tepe taklak olduk. Bu sefer gerçekten ters dönmüştük. "Allahım!" diyen kişinin Melih olması kahkaha atmama neden oldu düzlüğe çıktığımızda ellerimi havaya kaldırdım. Ve neşe dolu bir çığlık attım. Bu defalarca kez tekrarlandı ve bize kısa gelen bir sürede tekrar tekrar oradan oraya dönüp durduk. "Nil!" diye bağıran dinozorumu görmezden gelmeye çalışırsak çok eğlenmiştim. ... Kaşlarımı çatıp çizimime geriden baktım. Her zaman eksik yanları var gibiydi, eğilip ince bir yaprak daha ekledim, sanatımı yaratmaktan çekinmedim. Artık çekinmiyordum. "Ne yapıyorsun orada sen?" duyduğum hiddetli sesle irkilip elimdeki lastik kalemi yere attım ve hızla bir adım geri attım. Ardından önüne geçir sanat eserimi gizledim. "Biri buraya lastik kalemle yazı yazmışdıdıda. Bende çirkin olduğu için güzelleştireyim dedim." kekelemeseydim inanırdı aslında... "Sadece geç arabada bekle dedim Nil. Yerinde durmuyorsun. Küçük çocuğum varmış gibi hissediyorum. Bu kadar yorulduğumu hissetmemiştim. Ne yazmışsındıdıda. Çekil bakayım?" dudağımı büzüp yana kaydım. "Sadece camlar değil, hayatımız film!" dedi yazıyı okuyarak. Bu ne cilve? Omuzlarımdan tuttuğunda başımı kaldırıp ona baktım, gerçekten öfkelenmişe benziyordu, bu az önceki gibi değildi, bir şey fena halde canını sıkmıştı sanki. Acaba arabasını sandığımdan fazla mı önemsiyordu? Bana doğru bir adım atınca bende bir adım geriye attım ve kafasını dağıtmak için "Bak nilüfer de çizdim oraya, hem oraya yetişmek nasıl zordu biliyor musun? çizim yapmak için konfor," sesim kesildi çünkü artık arabaya yaslanmıştım ve neredeyse bir adım önümdeydi. "Ne oldu? Gene yaptım ya?" bana çok dikkatli baktığı için dilim sürtüşmüştü. "Nil sen oyun mu oynuyorsun benimle? Şakasına değil gerçekten yorucusun." ifadem toparlayamayacağım bir şekilde afalladığında kafasını yukarıya kaldırıp derin bir nefes daha aldı. "Bak işte bundan bahsediyorum. Bir an mutlu ve yakınsın, bir an soğuk ve uzak, bir an kırılgan ve üzgünsün, bir an kırgın ve öfkeli. Ben anlamıyorum. Bütün ayarlarımı alt üst ediyorsun. Evet senden etkileniyorum ama sakın bunun iyi anlamda olduğunu düşünme." Aşk zaten iyi bir şey değildir ki sevgilim. Ruhunu ihtilal eder ve asla geri dönüşü olmaz. Onu anlıyordum, ben biraz böyleydim, ruhum büyük bir acı çekiyordu ve hızla değişen anlara sahiptim. Birde aşk böyleydi, ayarlarınla oynardı. Bunu onu ilk gördüğüm o anda fark etmiştim. Parmak uçlarımda yükseldim ve ona tutundum, ben uzun süredir ona tutunuyordum sanki. Elimi ensesine yasladım ve dudaklarımı dudaklarının üstüne yasladım, gözlerim kapanırken kokusu ciğerlerime doldu ve dudaklarımı dudaklarına sürttüm. Bir an, sadece bir an için beni öpeceğini sandım, beni öpecekti ve bir daha hiç bırakmayacaktı. Ama o kollarımı tutup aşağı indirdi ve beni nazikçe ittirdi, evet o alışık değildi. O hep kesinliğinden emin olduğu şeyleri yapardı, benimle roller coaster'dan aşağı uçmayı kabul etmesi bile mucizeydi. Ama bu kadardı. Gerçek hayatta ellerimi tutup uçurumdan atlamazdı. "Ne yoksa göz yaşlarına falan mı boğulacağımı zannettin? Bloom queen ya. Biliyor musun hep kızıl saçlı olmak isterdim onun yüzünden? Yani turuncu falan." bana gerçekten hayret içinde baktı. Az önce dudağına yapışmıştım ve şimdi de ona çizgi filmden bir replik söyleyip karaktere olan sevgimi belirtiyordum. İşte bu... Anlaşılamazdı. Üzerime eğildi ve dudaklarımızın arasına bir parmak mesafe kalınca durdu. Az önce onu öperken, hayır bu bir öpücük bile sayılmazdı, dudaklarımı onunkilere bastırırken hızlanmayan kalbim delik deşik olmuş gibi bir o yana bir bu yana savrulmaya başladı, deniz yine işini yaptı ve sanki kalbim taştı. "Bana ne yaptığını bilmiyorum ama," durdu ve dudaklarıma bakıp yutkundu. Bunu söylemek onun için zormuş gibi bekledi. "Sadece gülüşünü gizleme diye ellerini tutasım var." diye mırıldandı. Sadece... Sadece gülüşümü gizlemeyeyim. Bu yüzden ellerimi tutmak istiyor... Teşekkürler diş bakım rutinim. Hayır komik değil. Ölecek miyim? Zorlukla yutkunup başımı önüme çevirdim ve nefesimi düzene koymaya çalıştım. "Sen kızardın, sen utandın mı? Senin utanman var mıydı?" konuyu değiştirmek için sorduğu sorularda kendi sesi asıl onun utandığını ele veriyordu. Hissettiğimle elimi eline sarıp ona tutundum. "Melih, Melih! Ölüyorum. Melih şimdi ölemem, kalp krizi bu." kalbim çok kötü olmuştu. O ise çok ayrı bir telden çalıyordu. "Dinozor nerede?" ona bakıp şaşkınca "Burada ya?" o nereden biliyordu ki bunu? Oha yoksa iç kafa sesimi mi okuyordu? Önümden çekilip arabanın ön kısmına gitti. Akşam olmuştu ve lunaparktan hala çığlıklar geliyordu. Peşinden ilerlediğimde elinde tuttuğu tanıdık şeyle yerimde zıplayıp alkışlamama neden oldu. "O benim dinozorum mu?" kafa salladım, elime yeşilli kırmızılı sarı gözleri ve kanatları olan çirkin deriden dinozoru kendime çekip sarıldım. "İyi yöntem valla. Lunaparkın çıkışına oyuncakçı yapmak ve oradan geçmeden kimse çıkamıyor. Sonra çocuklar oyuncak istiyor." Kafa salladı. "Sende istedin." Bende kafa salladım. "Nereden anladın?" Gülümsedi "Çok da saklarmış gibi bakmıyordun." Kapılıyorsun işte yalan söyleme, gerçekten bakmayan görmez düzenbaz gözleri. "Ben büyük olan dinozoru da istiyorum." kaşlarını çattı ve düşünmeye başladı. "Orada başka dinozor yoktu." seni kastediyorum salak. "Orada değil zaten." ne dediğimi anlamamıştı ama yorgun olduğu belli olan halinden dolayı sorgulamadı da. Kafasıyla peşinden gitmemi işaret edip arkasını dönüp arabaya bindi. Ben peşinden gidip arabaya binmeyince ise kornoya iki kere basıp beni çağırdı. Ellerimi kulaklarıma bastırıp peşinden gittim. ... Önümdeki lotus kokulu parfüme ve elimdeki poşete baktım. Gerçekten o kızıl kızdan papatya kokusu aldın diye kokunu değiştiremezsin Nil? Değiştirirdim. Çok pahalı olmasını umursamadan parfümü alıp kasaya geçip bekledim. Ödeme yaparken her zaman geriliyordum. Kredi kartımı okutup geçtim ve iyi günler diledim. Elimdeki poşete Gratisten lotus kokulu ne bulabilirsem doldurmuştum. Sonunda dönmüştük ve ben dönerken de uyuduğum için çarşıda inip bir kaç bir şey almıştım. Melih yorgun olduğu için evine geçmişti. Yeni aldığım gözlükle havalı havalı yürürken birden gördüğüm mağaza ile durdum. Önümde kocaman kocaman tuvaller ve fırçalarla dolu bir mağaza dururken kendimi içine atmamak için bir nedenim yoktu. Dakikalar birbirini kovalarken bir kaç tane tuval bir boya ve bir fırça seti edinmiştim bile. Babama hiç dememiştim bile resim yapmayı sevdiğimi. Yaptığım resimleri görse çıldırırdı. Zaten evde bulundurmazdım yaptıktan sonra o görmesin diye çöpe atardım. Şimdi bakınca onun parasıyla resim malzemeleri alıyordum. Hayatın cilvesi işte. Hayatını para kazanmaya adayan adam göçüp gitmişti ve geriye sadece parasıyla sefa süren beni bırakmıştı. Tuvalleri üst üste koyup üzerine poşetleri koydum, bu şekilde eve geldikten sonra zor bela kapıyı tekmeledim. "Melih!!!" kapıya sert tekmeler atmaya devam ettim. Kapı açıldığında dengemi kaybettim ve öne bir adım sendeledim elimdekiler yere devireceğimi anlayıp yere eğildim ve her şey yere saçıldı. Sinirle kafamı kaldırıp baktığımda karşımda saçı başı dağılmış ve yataktan kalktığı belli olan, huysuz bakışlarla bakan Melih'i gördüm. "Şifreyi sana mesaj atmıştım." yerden kalkıp eşyalarım kırılmış mı diye daha kontrollü bir şekilde eğildim. "Elim doluydu." diye sakince açıklarken tuvalleri ona uzattım. "Tuvalleri odama koy." tuvalleri bıkkın bir nefes vererek kavradı ve arkasını dönüp bir kaç adım attı. O sırada bende poşetlerimi toparlayıp doğruldum ki duraksadığını gördüm. Kapıyı kapatıp sorgulayan bakışlarla ona baktım. "Senin odan yok ki?" dedi arkası dönük bir şekilde. "Çalışma odan işte Melih! Salondaki kanepede mi yatayım, orada mı giyineyim?" kaşlarını çatıp bana döndü. "Ben nerede çalışacağım?" sinirle derin bir nefes aldım ve yürüyüp elinden tuvallerimi kaptım. Çalışma odasına tuvallerimi koyup kenardaki sehpanın üzerine malzemelerimi dizdim. Ardından salona gidip eşyalarımı aldım ve valizi kanepenin ardındaki alana yerleştirdim. Sonunda işim bitmişti. Kendimi kanepeye atıp biraz rahatladıktan sonra sıcaktan bunaldığım için evin en sevdiğim alanı olan mutfağa geçtim. Kavanoz büyüklüğünde bir bardağa küçük buzlar ve şeker ekledim, ardından aldığımız Coco pocs ve yulaftan ekleyip süt şişesini bardağa devirdim. Kullandıklarımı kaldırıp dolu bardağı zor bela döke döke karıştırdım ve salona geçip ayaklarımı kanepeye uzatıp zevk ile yemek için güzel bir dizi seçmeye çalıştım. Uzun bir süre dizi seçemeyince Teen Wolfu açıp izlemeye başladım. 3. Sezondan rasgele bir bölümdü bu. Buz dibi olmuş atıştımalığımı yerken oldukça keyifliydim ama pis hissediyordum. Acilen duş almam gerekiyordu. Bunu bir kenara yazıp Stiles'ın gelmesini bekledim. Ona aşıktım ve o zamanlar en yakınım olan kız da Derek'e bayılırdı. Bunu hatırlamak hüzünlü bir tebessüme neden olurken dövüş sahnelerini ilk günkü heyecanımla takip ettim. Bölüm bittiğinde elimdeki boş bardağı ve kaşığı bulaşık makinesine yerleştirdim. Banyoda aynanın karşısına geçip salondan aldığım ürünlerle yüzümü yıkadım. Makyajım çıktığında yaraların neredeyse geçmeye yüz tuttuğunu fark ettim. Duşa girip yeni aldığım lotuslu losyon ve şampuan ile güzelce yıkandım. Duştan çıkmak zorlaştığında suyu soğuğa getirip kendime bir süre eziyet ettim. Çıkmaya ikna olmak o artık daha kolaydı. Sarınacağım bir havlu kalmadığını fark edip çekmecelere baktım ama halı ıslanıyordu ve üşümüştüm. Üzerime Melihe ait olduğunu tahmin ettiğim bordo bornozu geçirip benim yatak odam ama Melihin çalışma odası olan odaya koştum. Kapıdan girdiğimde masada gözlüğünü takmış elindeki kalemi çeviren Melihin olmasını kesinlikle beklemiyordum. Boğazımı temizleyip dikkatini üzerime çektim. "Üzerimi giyineceğim de çıkar mısın? İstersen kal tabi ama sen bilirsin." kafa sallayıp ayağa kalktığında bende içeri tam olarak girdim. Bana dönüp duraksadı. "Havlumu neden giyiyorsun?" sesinden rahatsız olduğuna dair bir ibare yoktu. "Başka havlu yoktu da." kızmasın diye sesimi çekingen çıkarmaya çalıştım. "Nil ben onu çıplakken giyiyorum." masumane bir şekilde kafa salladım. "Sende çıplakken giydin." En sonunda sinirle soludum. "E yani ne yapalım Melihciğim hoş geldin Melih junier mı diyelim? Atarsın makineye yıkanır ne var?" yanaklarının üzerinin kızardığını fark edince gülerek ona baktım. "Kızardın sen, domatese döneceksin." Çıkarken "Çok genişsin." gibi saçma bir şey söyledi ve beni odada kahkahalar içinde bıraktı. İpek iç çamaşırlarımı giyince dünyanın var olduğunu tekrar fark ettim. Kendi kıyafetlerimden takım pijamamı giydim ve kendimi kanepeye bıraktım. Işığa rağmen gözlerim kapanırken kendimi kalkıp yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçalayıp nemlendirici sürmek konusunda ikna etmeye çalışıyordum. En azından saçlarımı taramalıydım. Bacaklarımı kendime çekip iyice küçüldüm uykuya doğru çekildim. , . - ! ? = / Melih'in adımı seslenmesi ile uyandım, uyanmak istemediğim için gözlerimi kapalı tuttum ama ısrarla sesleniyordu. Git başımdan gibi sesler çıkardım ama bir anda çekilmem ve havaya kaldırılmam ile gözlerimi telaşla aralamak zorunda kaldım. Ayaklarım yere değdiğinde ayaklarımı refleksle yukarı kaldırdım. Başım dönerken koluna sarıldım. Önüne beni tavuk gibi tutarak odadan çıktı ve koridorda yürüdü. "Beni evden atıyor musun?" "Seni sağlıklı bir yaşama davet ediyorum." mutfağa gelince beni sandalyeye bırakmak için eğildi ama sonra duraksadı ve baş köşedeki sandalyeye oturttu. Ardından önüme bir tabak sertçe kondu. O zaman kadar ne arada elimi kafama yaslayıp uyuduğumu anlamamıştım. "Efendim? Ne bizim mekanda mı? Benim dinlenmem gerekiyor gelemem Bade. Sonra hasret giderirsin benimle." anında gözlerimi araladım ve kaşlarımı çatıp ona döndüm. Hasret? İnşallah bu Seyyan hanım Hasrettir... Masadaki telefonu havaya kaldırıp ters bir bakış attı. Asla yapmayacağım bir şekilde basitçe tuzağına düşmüştüm. En kötü anımda uyurken yakalamıştı beni. Uyuyana yılan bile dokunmazdı. "Nasıl oluyormuş küçük hanım." yüzümü buruşturdum. "Küçük hanım ne ya? Ayrıca ben mekan dedin diye baktım sana. Geçen gittiğimde dayak yemiştim ve listeme o maddeyi yazarken emin ol bunu düşlememiştim." Okan... Bana sadece bir kaş hareketiyle yemeğimi yemem gerektiğini söyledi ve ardından tabağına odaklandı. Hayır Mel. sen bu değilsin. "Yine de gelecek misin? Karalığımla tanışınca arkana bakmadan abine mi koşacaksın yoksa?" gözlerine bakarken dudaklarımda büyük bir gülüş parıldadı. Deli gibi kahkaha atmak istedim ama sadece sessizce kıkırdadım. Benim yağmurumda gezinemezsin, üşürsün.
0,43
|
0% |