Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.KAYIP ZAMAN

@kuklaci

Bir kaç saniye durdum ve önce elimdeki kitaba ardından masada açık duran bilgisayara baktım. Şifresini çözmek oldukça kolaydı. O tabii ki şifreyi doğum tarihi yapmayacaktı.

Tüm bu çabanın sebebi ise; Melih'in eve gelmemesiydi. Tahmin etmiştim ve beni şaşırtmıyor olması can sıkıcı olmaya başlamıştı. O sabah kalkmış ve odadan çıkmıştı, yokluğunu hissedince peşinden çıkmıştım, sabah sabah üst katta viski içiyordu. Benimle bir kez olsun konuşmadan eve bırakmıştı ve giderken açtığı şarkı yüzünden ağlama krizine girmeme izin vermişti.

İlk açtığında şarkıya bayılmıştım ve hatta çok iyi hissetmeme neden olmuştu.

"Gülüşüm kaldı yağmurunda" dediğinde gülümsemiştim.

"İçim yangın yokluğunda
Çok zor oldu aptallığımdan
Sevildim sandığımdan
Aptallığımdan Umudum kaldı gözlerinde
Kurtar beni burdayım, gitmedim de
İçimde binalar yıkılmış
Bir enkaz altında, inanmışlığım sana
" dediğinde kalbim batmaya başlamıştı. Deniz dingin dingin esmeye başlamıştı.

 

"Durmadan durmadan, kanar yaram"
Tüm çiçeklerden güzeldir papatyalar
Durmadan durmadan, kanar yaram
Tüm çiçeklerden güzeldir papatyalar
Biraz zaman
Biraz dayan"
tamam demiştim Nilüfer sakin ol. Dün sana anlattı, onu hiç sevmemiş zaten. Bunu takıntıya çevirme. Basit bit şarkı bir anlamı yok.

 

5 gün önce akşam saatleri;

Sonra bana şifreyi söyleyip eve bırakmıştı. Sakince vakit geçirmeye karar verip aklımdakilerden uzaklaştım ve netflix'i açıp Alice in Borderland adında bir diziyi izlemeye başladım. İlk iki bölümde diziye karşı büyük bir ilgi duymaya başlamıştım ama kalkıp akşam için sağlıklı bir şeyler hazırlamaya karar vermiştim. Melih dışarda yemek yemezdi. Acıkmış olmalıydı.

Dolaba astığı menüsünden bugünkü yemekleri hazırlamak için google'dan yardım aldım. Yemekleri hazırlamak bir kaç saatimi aldığında saat nerdeyse gece yarısını bulmuştu ama Melih hala gelmemişti. Belki gelmiştir ve duymamışımdır diye bütün evi dolaştım. Odasından bir tişört alıp üzerime geçirdim ve tekrar televizyonun karşısına kuruldum. Kalan 6 bölümü deliksiz izledim.

Aklımdan Melih'i silmeye çalışırken bir gözüm hep kapıdaydı. En başından kaybettiğim cephede hala savaş veriyordum. Kalan bölümler bittiğinde saat 4 olmuştu. Dizi oldukça keyifliydi. Keşke onunla birlikte izleseydik.

Devamını sonra izlemeye karar vererek tuvalete gittim. Yüzüme bir kaç bakım ürünü sürdükten sonra yattığım odaya geçtim. Oda batıda kaldığı için loş bir karanlık elde etmiştim. Kitaplarını karıştırırken bir kitabı sırtından çekip elime aldım. Son derece yıpranmış gözüküyordu. "Kaç kere okudun ki bunu?" gülümsedim. "Salaksın, sonunu bildiğinin peşinden koşulur mu?" kitabı masanın üzerine bırakırken yüksek bir ses ile yerimden sıçradım. Az önce kitabı alırken yanında çektiğim kitap yere düşmüştü. Kitabı almak için eğildiğimde yutkundum. 'Dorian Gray'in Portresi.' kitabı yerde bırakıp hızla doğruldum ve etrafıma bakındım. Gözlerimden yaşlar akarken saçlarımı yukarıya doğru topladım ve ardından serbest bıraktım. Odanın güvenli olduğundan emin olsam da tedirginlik hissi asla uzaklaşmadı. Geri geri yürüyerek uyuduğum kanepeye oturdum. Pencereden dışarıya baktım. Odada gezindi gözlerim.

"Git buradan. Bana ait burası." titrek sesimle bağırdım, gözlerimden yaşlar akıyordu.

'Ve sende bana aitsin.' kafamı iki yana salladım ve gözyaşlarımı sildim. saçlarım yüzüme yapıştığında onları geri atmaya çalışırken nefes almaya çalıştım. Ellerim çok fazla titriyordu. Durup ellerime baktığımda titremesini durdurmak için kendimi kastım. "Değilim ben kimsenin değilim." boğazımdan alamaya çalıştığım nefesler yüksek sesler çıkarıyordu.

'Bana aitsin ve beni yansıtacaksın. Sen kazandığını sanırken en büyük yenilgini verdin Nilüfer.' dudaklarımın arasından çığlık gibi kopan nefesler ve hıçkırıklarım birbirini takip ederken nefes alamıyordum. Nefesim yetmiyordu, beynime gitmeyen oksijen kafamın ağrımasına neden oluyordu. Sanki biri kafamın üstüne tonlarca ağırlık koymuştu. Bir anda yavaş yavaş sakinleşmeye başladım, önce nefes almaya sonra ise sessizce ağlamaya, ardından sadece inlemelere bıraktı göz yaşları yerini. Sonra ise sustum. Sustum. Sus tum.

'Düşün, bir damla kan. Her şeyi çözer. Sadece bir damla akacak, güzel bir uyku çekeceksin, beynindeki sesler susacak, güzel bir yemek yiyeceksin.' Kafamı şiddetle iki yana salladım.

'O sevgilin neden sekse bu kadar ihtiyaç duydu sanıyorsun. Onun senden ve benden farklı olduğunu düşünme sakın.' tırnaklarımı saç diplerime geçirdim. "Sus! Sus. Suuuus. Yalvarırım sus." kafama vurmaya başladım. Ardından ellerimi çekip kucağıma koydum. Hayır Nilüfer ona yenilme!

'Sadece adından 3 harf sildin ve kaçabildiğini sandın.' kendimi koltuğa bastırdım ve koltuğun kenarına tutundum, kafamı iki yana sallayarak ağlamaya başladım. Sonra tekrar nefes alamadım, tekrar ağladım, çığlıklar attım elimi ağzıma bastırdım. Melihe seslendim ve kimse gelmedi. Yine yalnızdım. Bunun içi onu suçlamadım.

Tekrar güneş batarken hala o koltukta oturuyordum ve bunun bir süresi sadece etrafı izlemekle geçmişti. Düşünüp duruyordum ama asla yerimden ayrılamıyordum. Keşke o diziyi izlemeye devam etseydim. "Melih! Neredesin. Gerçekten bu kadar saat beni hiç merak etmiyor musun?"

Tekrar uyandığımda güneş çoktan doğmuştu. Ben ise hala yorgun hissediyordum. Her yerim ağrıyordu ve acıkmıştım. Yerimden kalkmak için koltuğun kenarına tutundum. Kollarımda hissettiğim acıyla bakışlarım kollarıma döndü. Kollarımda kesikler vardı. Öyle derin ve büyük yaralardı ki belki de dikiş gerekiyordu. "Hayır bunu ben yapmadım." kafamı iki yana sallayarak inkar etmeye çalıştım. Ben bu kadar derin bir kesik açamazdım. Zaten uyumuştum ben yapmamıştım. Melih anlar diye yapmamak için direnmiştim.

Yerime yaslandım. Artık ağlamak istemiyordum. Bir süre ağlamamı dindirmek için çabaladım. Sonra ağlayarak yerimden kalktım ve Güçsüz adımlarla Melih'in masasına yürüdüm. Kitabı aldım ve incelemeye başladım. "180030" kenarı kıvrılmış sayfadaki sayı. Şifreyi bilgisayara girmeden önce elime diğer kitabı aldım. Dorian Gray'in portresi. Koltuğuna oturup şifreyi girdim ve uygulamalardan WhatsApp'ı bulup Yiğit'e mesaj yazmaya başladım.

Yiğit
"Melih telefonundan bu mesajı göreceğini biliyorum. Bilgisayarından yazıyorum."

"Lütfen eve gelir misin yardımına ihtiyacım var."

"Yiğit onu bulursan lütfen haber ver."

Mesajlarımı yazdıktan sonra elimdeki kitapla tuvalete gittim. Kitabı rafa koyup bir ilk yardım kit'i aramaya koyuldum. Kit'i bulduğumda yaralarımı sardım ve üzerimdekinden kurtulup bu sıcakta uzun kollu bir şeyler giydim. Çalışma odasına tekrar geri dönüp koltuktaki kanları sildim. Ayaklarımın pis olduğunu fark ettiğimde ellerimdeki kanlı peçetelerle gözlerim etrafta kesici bir şeyler ararken banyoya gitmek için kapıdan çıktım.

Bir adım daha atarken bir beden beni kollarının arasına aldı. Korku ile sıçradım ve ardından kokusunu aldığımda elimden düşürdüklerimi umursamadan ona sarıldım. Neredesin sen?" diye fısıldadı elleri saçlarımın arasına karışmıştı. "Bunu benim sormam gerekmez mi?" dedim sesim oldukça bitkindi. Ondan hiç ayrılmak istemiyordum, kollarının arasında kaybolmuştum tek elimi sırtından ileri çektiğimde pazusunu hissettim. Her zaman sıcak olan teni, sert vücudu ve keskin kokusu. İlacımdı.

"O kanlar ne?" dedi bir ses. Melihin geri çekilmesine neden olduğunda ondan nefret etmiştim. Görüş açım açıldığında etrafa baktım. Furkan, Yiğit, Buse, orta yaşlarda sarı saçlı çok hoş görünen bir kadın ve Melih'e oldukça benzeyen ama ondan daha yaşlı olan bir adam vardı. Bir de Bade denilen papatya çiyanı da buradaydı. Bir erkek için bir kadından nefret ediyordum evet çünkü o benimdi ve benim olana göz dikmişti bu kadın. Ben bana ait olanı paylaşmayı sevmezdim. Hem Bade Melih'i aldatmıştı, buna sevinmiş olmam benim suçumdu ama gene de mutluydum. Onun yaralarını ben sarardım sonuçta.

"Burnum kanadı da onu sildim." hala elimde olan kitapla eğilip düşürdüğüm peçetelerimi aldım.

"E yani bunun için mi kaç gündür tırıl tırıl seni arıyoruz biz?" sinirle nefesimi verdim ve peçeteleri soran Melihin yaşlı hali olan adamdan bakışlarımı ona çevirdim. "Ne saçmalıyorsun gene?"

Bade ağzını açtığında Melih onu susturdu. "Bade sana kimse gel bize yardımcı ol demedi. Yardımcı olmadın da zaten. Hadi çıkın siz. Furkan gece yarısına kadar beklet dosyayı. Baba Nil'e bir şeyler hazırlayabilir misin?" babası olduğunu tahmin ettiğim adam tam olarak babası çıkmıştı. "Buse odama geçip yarınki sınavına çalış."

Tekrar arkasına dahi bakmadı. Ne olduğunu anlamadım ve beni kolumdan tutup kapıya geri döndürdü. Kolumu tutuşu sertti ya da yaralarım çok acıyordu. Bilmiyordum. Çalışma odasına döndük ben son zamanlardaki favori mekanım olan koltuğa yerleşirken o pencereleri açmaya koyuldu. Odada kan kokusu vardı. Geri dönüp masanın üzerinden kan bulaşmış kitabını aldı ve ardından geri koydu. Ne yapacağını bilemeyen bir hali vardı.

"Melih gel şuraya bir otur öncelikle." bana döndü ve kaşlarını kaldırıp yanıma geldi, elimdeki peçeteleri alıp masanın altındaki çöpe attı ve ardından gelip yanıma oturdu. "

Neredeydin Nil?" ne olduğunu anlamamış bir şekilde ona baktım.

"Asıl sen neredeydin Melih?" dedim sert bir şekilde.

Derin bir nefes aldı. "Nil bak! 5 gündür. Siktiğimin 5 günü. Tek bir haber dahi alamadım. Her yerde seni aradım. Benimle oynama!" tavırları oldukça sertti ve konuşurken kendini tutmaya çalışır gibi bir hali vardı.

"Melih ben evdeydim." diye savunmaya geçerek ayağa kalktım. "Hayır tüm gün evdeydim; dizi izledim, yemek yaptım sana hatta." beni kolumdan tutup koltuğa çekti.

"Tamam şöyle yapalım. Tam olarak ne zaman dışarıya çıktın?" tekrar kalkmak için hareketlendiğimde kolumu sıktı ve

bu yüzümü buruşturmama neden oldu, bir kaç saniyeliğine kaşlarını kaldırdı ve elini gevşetti. "Melih 2 gündür falan seni bekliyorum ve evden hiç çıkmadım." dedim kesin bir dille.

Hırsla cebinden telefonunu çıkarttı. "Bugün ayın kaçı?" kafamı iki yana salladım. "Bilmiyorum ama günlerden pazar olması lazım." kafasını olumsuzca iki yana salladı. Telefonunu elime tutuşturdu. Takvim kısmında perşembe yazıyordu. Yutkundum ve kafamı iki yana salladım. Telefon titreyen ellerimden yere düştüğünde onu geri almak için eğilecektim ama Melih ellerimi sıkıca sardı. "Tane tane anlat. Benden ayrıldıktan sonra ne yaptın. Hiç bir şeyi atlama ve yalan söyleme." sinirli gözüküyordu.

Derin bir nefes aldım. "Senden asla ayrılmam. Sen benden ayrılmışsındır tekrar düşün." sinirle adımı ikaz etti. Şakası yok gibiydi.

"Hayatım bak şimdi. Sen benden ayrıldıktan sonra biraz oturup dizi izledim. 1 sezon izledikten sonra kalkıp buzdolabının üzerinde duran o kağıtta yazan yemekleri yaptım ama sen gelmedin." şüpheci bir şekilde ona baktığımda kafasını salladı ve devam et der gibi baktı. Ben devam etmeyince "Sonra?" diye sordu. "Sonrası yok, geldim uyudum." ellerini saçlarına geçirdi. "Nil! 4 gün uyumuş olamazsın." kafamı onaylamazca iki yana salladım. "1 gün uyudum zaten. Komik bir şaka falan mı yapıyorsun?" diye yükseldim, artık sinirlenmeye başlıyordum.

"Şaka yapar bir halim mi var?" diye gürledi neredeyse.

"Bağırma bana!" diye bağırdım sinirle. Ellerimi kurtarıp ayağa kalktım gözlerimden yaşlar dökülmeye başlamıştı bile.

Allahım lütfen bir kere tartışırken ağlamayayım.

"Ne sanıyorsun ya sen kendini? Benimle konuşurken sesinin alçak tutmak zorundasın. Sana karşı saygımı her zaman korudum Melih ve bir kez daha bir saygısızlığını görürsem," kime ne anlatıyordum ki. Salak herifin tekiydi. Arkamı döndüm ve odadan çıkıp salona geçtim. Salonda kimsenin olmadığını görünce mutfağa geçip gözlerimi sildim. Melihin annesi olduğunu düşündüğüm sarı saçlı kadın benim yerime oturmuş babası ise tezgahın önünde bir şeyler yapıyordu.

Annesi bana döndüğünde gözlerimi sildim. "Pardon acaba telefonunuza bakabilir miyim? Bugün günlerden hangi gün onu kontrol edeceğim." kadın kafasını sallayıp telefonunu uzatırken adam arkasını dönmüş bize bakıyordu. Telefonu aldığımda tekrar aynı tarihle karşılaştım.

Tanrım deliriyor muyum?

"Ne oluyor kızım?" dedi Melih'in babası.

"Nil hanım sadece 2 gündür kayıp olduğunu iddia ediyor ve bu süreçte ne yaptığını anlatmıyor." sinirle derin bir nefes aldım. Ona dönüp bağırmak üzereyken babası sözü devraldı.

"Tamam benim güzel kızım. Sen şimdi git cici cici makyajını yap biz sonra konuşacağız." ağlamaktan gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığım ana geçmem bir saniyemi almamıştı.

Melih "Noluyor baba ya?" gibi bir serzenişte bulunduğunda ciddiyetimi korumak için yumruğumu sıkıyordum. Babası "Çık lan dışarı it herif!" derken annesi "Arif!" diye ikaz ederek yerimden kalktı ve sandalyemi terk edip oğluyla birlikte mutfaktan çıktı.

"Otur kız şuraya fıstık." sesiyle kocaman gülümsedim. Yerime yerleşirken o da Melih'in sandalyesine yerleşti. Melih gerçekten de babasına çok benziyordu.

"Bak Nilüfer ben Arif Şanlı. Savcıyım ve ayrıca da baban oluyorum bundan sonra. Sen 5 gündür kayıpsın ve Melih o kadar korktu ki uyku uyumadı çocuk. Seni en son 5 gün önce gördüğünü söyledi. Sen 2 gündür onu görmediğini iddia ediyorsun doğru mu?" kafa sallayarak onu onayladım. "Eve baktık yoktun, ETS kayıtlarından baktık telefonun evde çıktı. Kamera kayıtlarında yoksun. Kalan 3 gün kaçırılmış bile olabilirsin ama bu hiç inandırıcı gelmiyor bana." onu onayladım.

"Öncelikle lütfen Nil olarak hitap edin. Kalan 3 gün hakkında hiç bir fikrim yok Arif bey fakat bu söyledikleriniz bana çok saçma geliyor." kafa salladı. Çok babacan bir tavrı vardı.

"Bana baba diyebilirsin kızım benim oğlanla durumunuz malum." bir anda tüm kızgınlığımı unutup gülerek ellerimi dudaklarımın üzerine kapattım. "Şimdi bana teker teker neler yaptığını anlatır mısın? Kızımı bulun diye karakolu ayağa kaldırdım da." gülerek kafa salladım. Muhtemelen Melih ve kendi babam dahil olmak üzere hiç kimse beni bu kadar sevmemişti.

"Melih benden ayrıldıktan sonra," bu noktada ikimizde kaşlarımızı çatmadan edemedik. "Ben eve girip biraz dizi izledim. Ardından mutfakta yemek yaptım ve salona dönüp kalan sezonun tamamını bitirdim." tek kaşını kaldırdı ve bana baktı.

"O it kötü mü davranıyor sana?" en mazlum bakışlarımla kafamı salladım.

"Yer yer." dedim elimi az çok anlamında sallayarak.

"Sorarım ben ona." hırsla kafa salladı.

Ardından bir süre bekleyip "Ne izledin sen?" dedi.

"Alice in Borderland'ın 1. sezonunu." şaşırmış gibi baktı.

"Benim kız da izliyordu onu. Böyle japon çirkin bir çocuğa aşık olmuştu." gülerek kafamı salladım.

"Chishiya aşırı zeki bende çok seviyorum." aslında aşıktım ama bunu söylemenin yersiz olacağını düşünmüştüm. Aşkım gözlerime yansımış olmalı ki başını eğdi.

"Yapma kızım benim evladımla o veledi aynı kefeye koyma. Taş gibi çocuk yetiştirmişim sende kendine aşık etmişsin." pardon der gibi kafa salladım.

"Sonra ne oldu." sanki kötü olduğunu hissetmiş gibi geciktirmişti bu konuşmayı. "Şey ben biraz kötüydüm de. Melih bilsin istemiyorum ama ruh halim pek iyi değildi." kafa sallarken gözlerinde şefkat vardı. Daha fazla diretir sanmıştım ama bunun psikolojik bir durum olduğunu düşünmüş olmalı ki "Tamam kızım siz şimdi bu gece kampa gidin o sırada ben olayla ilgileneceğim." ne kampı der gibi kafa salladığımda kapı açıldı ve içeriye Melih girdi ve baş işareti ile beni çağırdı.

Kalkıp peşinden ilerlerken koridorda Buse yanımızdan geçti. Yatak odasına girdiğimizde yatağın oturmamı söyledi ve arından gelip kolumu nazikçe tutup badimi geriye doğru çekmeye çalıştı. Elini tuttuğumda kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Bağırdığım için özür dilerim." öylece bakmaya devam ettim. "Çok endişelenmiştim." daha kasıntı bir konuşma olamazdı.

Kafamı yana yatırıp "Öpersen geçer." demem ise daha cıvık bir insan olamayacağının kanıtıydı. Garip olansa eğilip dudaklarıma dudaklarını bastırması ve alt dudağımı emmesiydi. Kafamı geriye çekip ona baktım.

"Lütfen bakma. Sardım ben." kolumu kaldırdı ve üzerine bir öpücük bıraktı. "Ne kadar derin." omuz silktim. "Tentürdiyot?" kafamı olumsuzca iki yana salladım. Yanına aldığı ilk yardım kitinden bir şişe ve pamuk çıkardı. "Baktım ama bulamadım ben. Eğer evde pamuk olduğunu bilseydim toniğimi sürerken acı çekmezdim." sargı bezini açtığında ilk önce bakışları değişti.

Şefkat silindi ve yerini öfkeye bıraktı. Yutkundu ve "Bu kadar çok ve derin olduğunu bilmiyordum." dedi. Sesi kısık geliyordu. Tentürdiyot'un kapağını açarken ellerinin titrediğini fark ettim. Fark etmemiş gibi davranıp yatağa uzandım ve kolumu kaldırdım. Koluma pamukla tentürdiyot döküyor ve ardından uzun bantlardan sarıyordu.

Son derece dikkatliydi. "Çok yorgun hissediyorum." diye mırıldandım. "3 gündür neredeydim acaba? Abimin beni tekrar kaçırma ihtimali var mı?" dudak büktü.

"O zaman onu sikmek zorunda kalırım." kıkırdadım, ardından odaya sessizlik hakim oldu.

"Bu gece seninle yatabilir miyim?" itiraf etmek zordu ama tentürdiyotun acısı zevk veriyordu. Kafa salladı sadece. "Ne zaman uyuruz acaba?" diğer koluma baktı ve onaylarca kafa sallayıp kolumu uzattım.

İşe koyulurken cevap verdi. "Yemekten sonra ne zaman istersen." kafa salladım.

"Biliyor musun baban bana kızım dedi?" dedim sırıtarak.

Ben esnerken o "Cana yakındır biraz o." diye mırıldandı. Esnediğimden dolayı dediği şeyi biraz geç algılayabilmiştim.

"Ne kampına gideceğiz biz?" bantlardan birini yapıştırırken

"İstiyor musun ki?" diye mırıldandı.

"Aslında şimdi şöyle; Eğer çok kalmayacaksak istiyorum çünkü orada duş alamayız ve pisleniriz bunu istemem ama doğayla iç içe olmayı isterim. Ama ben çok korkarım Melih böceklerden falan. Ayrıca çadırım yok ve olsa da asla yalnız yatmam yani seninle falan yatmam gerekir." ben tekrar esnerken o son bandı yapıştırdı.

"Gideceğimizi ve bize 1 çadır ayırmalarını iletirim." durdu ve ben bir şey demeyince sahte bir sinirle "Sen nereden biliyorsun benim bilgisayarımın şifresini?" diye sordu.

Kıkırdayarak cevap verdim. "Tahmin ettim ki!" neredeyse cıvıldamıştım.

"İmkansız!" diye serzenişte bulundu. Dizlerimin üzerinde doğrulup ona baktım. Neredeyse aynı boydaydık.

Kollarımı havaya kaldırıp hevesle anlattım. "Önce en çok okunan kitabı buldum. Çok yıprandığından anladım çünkü sen titizsin ve başka kitapları almazsın kütüphanene. Ardından sayfalarına baktım. Kıvırdığın sayfada bir sayı dizilimi vardı. Bu arada Dorian Gray'in Portresini de yanımıza alalım sana bir şey okuyacağım." kafa salladı ve ardından kafasını kaşıdı.

"Nasıl taşıyacağız koca portreyi dağa." kendimi yatağa fırlattım.

"Bu çok kötüydü!" gülerek İlk yardım kit'ini topladı.

O sırada Buse "Abi! Yemek hazır hadi gelin!" diye bağırdı. Ardından "Gelin bir gödermedir!" diyerek daha salona girmeden kızarmama neden oldu. Sanırsam kötü bir başlangıç yapmıştım ama hala bir şansım vardı.

Yemek masasında herkes sakince yemeğini yerken Buse heyecanla bir şeyler anlatıyordu. Yemekler oldukça lezzetliydi ve Babası Melih'in tabağımı doldurmadığını görünce bunu kendisi yaparken söylenmişti. Annesi ise oldukça sessiz bir kadındı. Gerekmedikçe konuşmuyordu ve güzelliği ile gözleri her hareketinde üzerine çekiyordu.

"E siz nasıl tanıştınız?" diye heyecanla sordu Buse. Melihle bakışlarımız birbirine dönü ve kafamı olumsuzca iki yana salladım.

"Siz çoktan bizim aramızda bir ilişki olduğunu düşünüyorsunuz ama ben Melihin buna hazır olduğunu sanmıyorum." diye mırıldandım.

"Bence Nil işin ciddiye bindiğini anladığı için kaçmaya çalışıyor." gözlerimi pörtleterek ona döndüm.

"Sen!" ağzım açık kalmıştı. Ne zaman yakınlaşsak yaşıma dem vurup, İnanmıyorum! "Sen sırf sana yaklaştım diye 2 gün eve gelmedin ve tüm bunlar bu yüzden başımıza geldi. Şimdi karşıma geçip bana?" ben sinirle konuşurken Buse kahkaha attı. "Ve ayrıca biricik eski sevgiline şarkı ithaf etmelerini unutmayalım." diye mırıldandım ona eğilip.

"Neler neler biriktirmiş içinde baba görüyor musun?" babası tatlı olduğumuz hakkında yorum yaparken ben dudaklarımı kıpırdatarak "İnanmıyorum sana Melih." dedim. Resmen ne dersem ben haksız çıkacaktım. Çeşitli manüpilasyon teknikleri ile beni ailesine kötü göstermeyi başaracaktı.

"Nasıl tanıştığımıza gelecek olursak." bir yalan bulacağına emindim. "Nil Tatuajenin tuvaletinden içeriye sızdı ve benim üyelerimden biriyle gece boyunca flörtleşti. O çocuğun sorunlu olduğunu bildiğim için peşlerinden gittim ve çocuk Nil'e saldırdı." dudaklarımdan bir hayret nidası çıkarken Melihin dizine sert bir tekme attım. Tam olarak karşımda oturduğu için müdahale edemiyordum. "Ardından bir şekilde evimdeydi işte. Bir defteri var; Yaşarken yapmak istediği şeyler. Porno yıldızı gibi sevişmek falan yazmış. O defterdeki maddeleri ancak benimle karşılayabilir. Ona yardım etmek istedim." Arif bey kahkaha atarken, Buse bana gerçek bir manyak olduğumu söylüyordu ve annesi ise bu benim oğlum değil bakışlarıyla tabağına bakıyordu.

"Ya Melih ya!" yerimden kalkıp salonun çıkışına yöneldim. Şansım falan yoktu. Artık hayırsız gelindim.

"Ne oldu ya gelsene buraya." diye bağırdı peşimden. Ben yatak odasına girerken. "Busenin daha soracak soruları var ama!" dediğini duymuştum.

Yatağın üzerine yüz üstü uzanıp kafamı gömdüm ve sessiz bir çığlık attım. "Harbi salak." dedim ama sesim çıkmamıştı ve ayrıca nefesim yorulmuştu. Kafamı kaldırıp yeni bir nefes aldım ve tekrar kafamı gömdüm.

Kapı açılıp kapandı ve "Nil." dedi sakince. Cevap vermedim. Belimden kavrayıp beni omzuna oturttuğunda ise elimi kafasına yasladım. O kadar ani olmuştu ki dudaklarımdan bir hayret nidası daha koparken başım dönmüştü.

"Napıyorsun Melih ya?" belimden tutarak düz döndürdü ve beni balık gibi havada tutarak bir süre durdu.

"Ya anlamadım salak mısın sen? O anne babanın yanında denecek şey mi?" beni havaya atıp geri tuttu. Çığlık atarak ellerimi ona doğru uzattım. "Benden annemlere yalan söylememi mi istiyorsun?" diye sordu dehşet ifadesi ile. Tam konuşacakken tekrar havaya attığında artık korku ile ona sarılmayı başarmıştım.

"Bir daha beni atarsan seni döverim bak." aynen Nil seni havada hamsi gibi atıp tutan adamı hemen şimdi döversin. "Ya uf ne biçim cümleler kurdurtuyorsun bana?" beni yatağa bıraktı. "Özledim seni. Özlemişim yani." dediğinde gülecek gibi oldum ama tuttum.

Umursamazca omuz silktim. "Annenler seni bekliyordur." dedim küs bir şekilde.

"Gitti onlar." dediğinde yerimde doğruldum. "Ne demek? Çok ayıp. Ya Melih beni niye çağırmadın. İyice kötü gelin oldum!" diye serzenişte bulundum.

"Kalkıp gitmeseydin." diyerek omuz silkti. "Hem hepsi seni sevdi. Annem iddialı kadınları sever. Babam seni kızı yerine koyuyor. Tartışmasız sana bayılan kişi Buse. Yeteri kadar sohbet edemediğiniz için üzüldü ve kalmak için yalvardı." boğazımdan gülen 'Hıh' gibi bir ses çıktı. "Kalsaydı ya." dedim.

"Yarın sınavı var." derken yanıma uzandı.

"Sen eski sevgiliye şarkı ithaf etmeler derken neyi kast ediyordun bakalım." üzgün bir şekilde ona döndüm.

"Melih ben ne kokuyorum?" durdu durdu ve dünyanın en saçma sorusunu sormuşum gibi. "İnsan." diyerek cevap verdi.

Ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Melih, Bade ne kokuyor?" nefesini sertçe verdi. "İnsan kokuyor ne kokabilir? Şu kızla kendini kıyaslamayı bırak artık." onu itekleyerek yorganı kaldırdım ve yatağın içine girdim.

"Siktir git bu gece burada ben yatacağım ve sen kanepede yatacaksın." yorganı üzerimden çekip yere fırlattı ve ardından üzerindeki tişörtü de çıkartıp attı. Yutkunarak ona baktım. Pazuları... Evet gerçekten kaslı olmak için çok çalışmış olmalıydı. Sayamadığım kadar şekilli... O adonisler gerçek miydi? Gerçekten uzun uzun inceleyesi geliyordu insanın. Bir kumandayı doğrultarak ışığı kapattığında kendimi en sevdiği oyuncağı elinden alınmış küçük bir kız gibi hissettim.

Tamam sakin ol salak kız. Zaten çok bir şey görmedin gözünün önüne getirmeye çalışmayı bırak. "Yatsana niye doğruldun." diyen Melihin üzerinden eğilip yerdeki tişörtünü kavradım ve bir kaç saniye elini karnına koyma fırsatı buldum.

"Giy şunu." diyerek tişörtü üzerine attım.

"Ya niye hava çok sıcak!" dedi muzip bir sesle.

"Giy dedim giy!" diye bağırdım.

"Ben soynuyorum mu? Hava sıcaksa." ateş basmıştı. Gerçekten sıcaklaşmıştı. Yüzüm alev almıştı.

"Soynama sakın! Yanarız sonra!" derken sesimi taklit etti ve ardından tişörtünü üzerine geçirmek için doğruldu. Bu sırada ellerimi gözlerimi üzerine kapattım.

"Bu aralar sana bir edep geldi. Ayıp demeler, yaşlılara saygı, sıfır yavşaklık." yastığı başımın altından alıp yüzüme kapattım.

                                                                                         ...

Boynumda hissettiğim nefesle uyandım. Boynuma kondurduğu öpücüğü hissettiğimde ise sessizce gözlerimi geri kapattım. Terlemiştim, elini kaldırıp boynumdaki ıslaklığı sildi ve ardından burnunu yaslayıp kokumu defalarca içine çekti. Elleri belime sarılmıştı. Boynuma eğilmek için başını yan yatırmıştı. Saçlarımı çekip boynumun çizgisinden çeneme bir öpücük kondurduğunda yutkundum. Kalbimdeki artık bir deniz değil bir attı ve şu noktada dört nala koşmadan edemiyordu.

Dudakları dudaklarıma uzandığında heyecanla nefesimi verdim. Aramızda bir santim kalmıştı ki "Aç gözlerini casus." dedi. Bu aralar üzerinde ayrı bir gıcıklık vardı. "Uyanık olduğunu biliyorum Nil. Nefesimi üflediğim andan beri kalbin çok hızlı atıyor." sona doğru sesi biraz kısılmıştı.

"Ya sen nereden duyuyorsun ki onu?" diye mırıldandım çatallı bir sesle.

"Kendini uyanmaya hazırlasan iyi edersin çünkü bir buçuk saate çıkıyoruz." bir buçuk saat derken saate bakmıştı. İnsan ilk uyandığında saate bakardı. Ne zamandan beri beni öpüp duruyordu? Keşke daha erken uyansaydım... Elimi kulağıma atıp "Saat kaç? Melih sen kulağımı mı emdin?" sona doğru biraz bağırmıştım.

Üzerimden kalkıp bana göz kırptı. "Saat kaçmaz?" dediğinde hala şok içinde kulağımı ovuşturuyordum. Ardından yan dönüp gözlerimi kapattım ve o odadan çıkıp mutfağa gittiğinde uyku mooduna geçmiştim bile.

Tekrar uyandırılıp zorla pansumana sürüklendim. Hiç ihtiyaç yoktu bence. Ama Melih'in uyurken kolumu da öpmüş olma ihtimali mutluluktan sarhoş etmişti.

Ardından üzerimi giyindim ve minik bir kıyafet bakım çantası hazırladım. Gerçi günün sonunda 3 tane çantam olmuştu. Kendi çantalarım taşınca Melih'in bana verdiği çantaya da dadanmıştı hatta.

Yola çıktığımızda ben dalgın bir şekilde yolu izlerken Melih telefondan bir kaç kişiyle sohbet ediyordu. Biraz gittikten sonra bir kaç arabayla korna ile selamlaşarak konvoy olarak sürmeye başladı. Bende ayılma kararı aldım ve cilveli ve tatlı şarkıları listeye ekleyip arabanın aynasından makyaj yapma kararı aldım. Önce 'Ben aptal mıyım?' dinleyerek güzel bir güneş kremi ve cilt makyajı geçtim. Ardından 'Ateşle Barut' söyleyerek Melihe yandan yandan gülücükler, öpücükler ve seksi göz kırpmalar fırlatarak hafif bir göz makyajı yaptım. Rimelimi çok hafif sürüp yeşil tonlarda bir far geçtim. Sonra da Serdar Ortaç'tan 'Ben adam olmam' dinleyerek bronzer, allık ve ruj sürdüm. Bence oldukça güzel olmuştum. Kombinim ise zaten her zamanki gibi mükemmeldi. Hoş, yeşil ve rahat olabilmek için şort etek ve crop üstü gömlek tercih etmiştim. Melih'in seçtiği takıları takmıştım ve beyaz spor ayakkabılarım her zamanki gibi benimleydi. Aynada kendime öpücük attıktan sonra yukarı doğru ittirdim.

Aynada kendime öpücük attıktan sonra yukarı doğru ittirdim
Bu kombin konforlu olmazsa orada değiştirirdim. 2 gece kalacaktık ve mangal olarak beslenecektik. Makyajım bitince biraz sıkılmaya başlamıştım. Toparladığım makyaj çantamı büyük çantama koyup hüzünlü şarkı açma girişiminde bulundum.

Ben bağıra bağıra Skapova 'başkası mı var?' söylerken Melih oldukça rahatsız görünüyordu. Kafat onu bu kadar rahatsız etmek yeterli hissettirmediği için Teoman 'Papatya' söyleyerek drama girmeye devam ettim. Sanırım dramlı şarkılarla bir problemi vardı çünkü pop dinlerken oldukça mutluydu. Bülent Ortaçgil ve Teoman coverlı 'Sessiz eller.' de dinledikten sonra birden Hepsi 'Üç kalp ' açıldı ve ben şarkının tüm sözlerini göndermeli göndermeli Melihe doğru savurdum. Bir ara kalbimi tutarak 3. kalp işareti bile yapmıştım.

Dramdan sıkıldığımı fark edince Barış Manço 'Gibi Gibi' açarak Melihe tatlış bakışlarla söyledim. Bu noktada o da keyif almaya başlamıştı. Hatta tekrardan direksiyonu sağa sola kırıp tatlı tatlı bana eşlik etmeye devam etmişti. 'Teni Tenime.' söylerken öyle bir cilve yapmıştım ki Melihin yerinde olsam arabayı sağa çekmiştim bile. Resmen küçük çaplı klip çekmiştim. 'Alt dudak' dinlerken sesini kısıp " Buse yüzünden bu şarkıdan bıktım değiştirebilir misin?" diye rica etti. Go sis... 'Sebastian' açtığımda ise kendine söven bir hali vardı. Atarlı giderli şarkım bittiğinde saat 9 olmuştu ve araba ormanlık bir alanda durmuştu.

Araziye en son giren araba olduğumuz için direkt indim aşağı. Arabadan indiğimizde solumuz göle bakıyordu sağımız ise daha yüksekti. O tarafta merdivenler ve ağaçlar vardı. Yerde beton kaldırımlar ile yürüme yolu vardı ve yolun sonu gölün üzerindeki iskeleye gidiyordu. Her yerde yemek yiyebilmek için masalar konulmuştu.

İner inmez vücudumu esnetip etrafa baktım. Her yerde otlar vardı ve sürekli etraftan sinekler geçiyordu. İlerde arabalarını park etmiş Bade, Yiğit, Furkan ve bir kaç arkadaşları daha vardı. Telefon çekmiyor diye bağıran Badeye tip bir bakış attım. Daha onların yanına geçmemiştik. Ben sanırsam telefonumu evde bırakmıştım. Uzun süredir elime almıyordum çünkü.

Saçlarımı ensemin üzerinden geriye atıp yanlarına ilerledim. Melih daha arabadan inmemişti.

"Günaydın." iyi bir girişti.

"Günaydın." diye cevap verdi Yiğit. Melih de arkamdan gelmişti.

"Hadi hiç oturmayın. Herkes bir işin ucundan tutsun kahvaltıyı hazırlayalım. Önce gerekli malzemeleri boşaltalım." elleri mutfak eşyası dolu bir sepeti tutuyordu.

"Mesele açlık olunca istikrarın gözlerden kaçmıyor." dedim sessizce.

Herkes bir şeyler yaparken ben masayı kurdum ve yeterli kadar çatal bardak koydum. Melih son derece erkeksi bir şekilde semaveri yakarken adının Melek olduğunu öğrendiğim benden kısa kahve saçları olan kız tüpte menemen yapıyordu.
Daha elit bir ortam beklerdim. Domates peynir kesen adamın adını tam olarak öğrenememiştim. Herkes bir şeyler yaparken Bade bir adamla oturmuş bir şeyler tartışıyordu ve bu oldukça sinir bozucuydu. Reçel kavanozundaki reçeli kaselere bölerken peynir tabağının yanına avucum kadar kuş konunca korkuyla sıçradım.

"Serçe parmağım kadar kuştan mı korkuyorsun?" diyerek gereksiz ve saçma fikrini belirten Melihi görmezden gelerek elimdeki plastik tabakla kuşu kovalamaya çalışıyordum. Sonunda hızla uçup gidince ellerimi başıma kapattım. Gittiğine ikna olduğumda ise rahat bir nefes vererek zeytinleri kaselere bölme işlemine geçtim.

Meleğin menemene yumurta kırdığını fark edince hızla atıldım. "Bana ayrı bir tabağa ayırabilir misin? Yumurta sevmiyorum da." bana dönüp gülümsedi "Tabii ki ayırayım." dedi. O menemeni ayırırken

"Yumurta yemeyen insan mı olur? Proteini nereden karşılıyorsun?" diye yine bana dalaşan Melih'e tekrar karşılık vermedim. Hala Semaverle uğraşıyordu. Masa neredeyse hazır hale geldiğinde Melek ve yanındaki Adam hala tüpün başında bir şeyler yapıyordu.

"Çay bardaklarını getirir misin?" diyen Melih'e sadece

"Gel al benim masayı korumam gerek." demekle yetindim. Bazen ona kötü davranasım geliyordu.

Melih kendisi gelip çay bardaklarını alırken Melek masaya karpuz tabağını getirmişti. Menemen ve kuymak da yerini bulduğunda hepimiz masaya oturduk.
Ben en köşede Melihin yanındaydım. O hala çayları dağıtmakla meşguldü.

Tabağıma bir miktar zeytin, peynir ve domates aldım. Kuymaktan da biraz koyup bir parça ekmekle çayımdan içerek iştahla yemeye başladım. Babam şu halimi görse kalp krizi geçirirdi. Masada eski kamp anılarını yad eden insanların arasında kıtlıktan çıkmış gibi yiyordum.

"İki günde etler bozulmaz mı?" diye sordum çayımdan içtikten sonra.

"E Nil'di dimi?" diye sordu Bade ile oturan adam.

Ben kafa sallarken Bade "O konuda kimse emin değil Cem." dediğinde gözlerimi ona diktim. Sinirle dişlerimi sıktığımı sonradan fark ettim. Nefes alarak sakinleşmeye çalıştım ve Cem denilen herife dönüp kafa salladım.
"Üst katta bir restoran varmış bizde ilk defa geliyoruz. Oraya yerleştirebiliyoruz. Hatta akşama ışıklandırma bile açabiliriz." dedi kafası karışmış bir şekilde.

Önüme döndüğümde saçım tabağıma doğru sarktı. Onu tutup çekerken Melih arkadan saçlarımı tuttu ve yan dönmemi sağlayıp bir araya toparlarken kulağıma doğru "Sen bana niye tavır yapıyorsun?" diye sordu. Bir yandan nereden bulduğunu bilmediğim tokayı takıyordu.

"Tavır yapmıyorum Melih." dedim gülerek. Saçımı acıtmayacak şekilde çekince açıklamaya koyuldum. "Bak hayatım seninle her zaman annen gibi ilgilenmemi bekleyemezsin. Bazen böyle görmezden gelebilirim ya da zevkine ters davranırım. Zaten uke gibisin peşinden koşturdun beni." uke derken parmaklarımla minik işareti yaptım.

"Yine başladın dengemi sarsmaya. Ayrıca uke ne ya?" dedi yüzünü buruşturarak. Güldüm; "Benim bir arkadaşım vardı Yaoi okuyordu bana anlatıyordu sonra. Psikolojisi bozuldu sonra onun tımarhaneye yatırdılar. Bana sürekli uke gibisin falan derdi." dedim saçımı toplamayı bitirdiğinde ona döndüm.

Yüzündeki ifade görülmeye değerdi. "Yemeğini ye yoksa seni arkadaşının yanına göndermek zorunda kalacağım." dedi.

Bir süre odaklanıp Melihin de ara sıra dahil olduğu sıkıcı sohbeti dinlerken yemeğimi yedim. "Nil neden hiç dahil olmuyorsun?" diye sorduklarında

"Ha?" diyerek ağzımdaki ekmekle başımı kaldırmıştım ki tabağımın tam önüne konan güvercin ile neredeyse çığlık atarak yerimden kalktım ve oturaktan zıplayıp semaverin yanına kaçtım. Masadaki herkes halime gülerken ben lokmamı çiğneyerek hala masada durup kuymağıma iştahla bakan güvercine bakıyordum. Sinirle bakışlarımı çektiğimde Melihin gülmek yerine güvercine tip bakışlar attığını fark ettim. Eliyle güvercini tek seferde kovaladığında bende geri dönüp yanına oturdum.

"Çok açım da ondan yemeğime odaklanmak istedim." dediğimde Melih benim olduğum her konuya yaptığı gibi bu konuya da dahil oldu.

"Sıkılır o böyle gündelik muhabbetleri sevmez." dedi.

Cem "Aynı sen abi, tavırları bakışlarını çevirişi, duruşu." cilveli, tatlı ve aşk dolu bir Melihtim sanırım.

"Sen niye o kadar inceledin ki?" diyen Melihe gözlerimi kocaman açarak döndüm.

"E yuh yani. Bak şu sağdan dön. Orada bir mağara olacak, birde ayı ailesi sen oraya çok güzel uyum sağlarsın." Melek kıkırdayarak başını sallarken Bade konunun ben olmasından sıkılmış gibi. "Ya gerçekten buralarda ayı var mıdır?" diye sordu korkuyla.
"Sen varsın ya!" dedi Furkan. Bade ona sinirle car car carlarken ben onlardan bağımsız bir şekilde Meleğin çok az konuşan eşi Orhan ile tatlı bir anısını dinlemeye çalışıyordum. Bade bunu büyük oranda mahvetse de zevkliydi.

Kahvaltı bittiğinde etrafı toparladık. Bir kaç kişi bulaşıkları yıkamaya giderken ben iskeleden balıklara simit atıyordum. Her attığımda aynı yere sayamayacağım kadar balık birden var oluyor ve simitten kokutucu parçalar alıyorlardı. "Wrak!" sesini duyunca iyice eğilip suya baktım. Suyun yüzeyinde çirkin bacaklarıyla yüzen yumruğum kadar bir kurbağa vardı. İskelenin kenarına tutunarak zıpladım "Ya Melih koş kurbağa var burada." Melek önden olmak suretiyle Orhan ve Melih ile iskeleye doğru geldiler. Melek aynı benim gibi ilk defa görmüş gibi koşarken Orhan düşmemesi için onu uyardı. Hepsi yanımıza geldiğinde bir süre kurbağaları inceledik. Bir anda bir kaç tane kurbağa olmuşu.

Çaktırmadan arkamı dönüp iskeleden indim ve arabadan çantamı alıp merdivenlere yöneldim. Yüzüme çarpan sinekle yüzümü ovuşturdum. Kocaman hayvan şekilleri olan heykeli geçir tuvaleti aramaya başladım. Kenarda uzun uzun binalar vardı ama uzaktaydılar. Göle yakın sayılmazdı. Orayı aşarak arı dolu bir ağacın yanındaki merdivenlerden indim. Köşede harabeye dönmüş bir araba vardı ve sonunda Bay WC yazıyordu. Arka ve daha ıssız olan taraf kadınlar için olmalıydı. Bir adım daha atıp merdivenlerden tamamen inecekken bir kolun belime dolanması ile kocaman bir çığlık attım. Öyle ki kuş bile irkilerek uçtu.

Beni yere bırakıp arkamdan sarılarak omzuma bir öpücük bırakan Melihe baktım. "Ya niye gizli gizli yaklaşıyorsun. Sessiz sessiz. Çok korktum ayı mıdır? Kurt mudur bu ıssız yerde." dedim hararetle.

"Hani bendim ayı. Hem sen niye bana haber vermeden gidiyorsun?" saçımı geri atarken merdivenlerden indim. "Ne deseydim çişim geldi mi deseydim? Hem üzerimdekiler hiç rahat değil." peşimden gelirken omuz silkti ve "Onları giyme dedim sana." dedi ardından beni durdurup duvara yasladı ve önümde eğildi. "Bak ayağını sinek ısırmış." dedi bilmiş bilmiş. Ayağıma bir fısfıs sıkmaya başladı. "Ya ne o? Ya sivilce falan yaparsa." alttan alttan bana baktı. "Sineklerin öğlen yemeği olmaman için sihirli bir iksir sadece." dedi Sıktığı fısfısı dağıttıktan sonra omuzlarıma sıkmam için bana verdi. Kollarım zaten malum nedenden dolayı kapalıydı.

Ben tuvalete girerken Melih dışarda beni koruma görevini üstenmişti. Ben pek iyi bir masa koruyucusu olamasam da onun beni koruyabileceğinden emindim. Tuvalet neyse ki temizdi ve üzerimi değiştirip eşofman takımımı giyinmiştim.

 

Melihin yanına çıktığımda gülümsedim
Melihin yanına çıktığımda gülümsedim. "Bu hırkayı senden çaldım biliyor musun?" diye sordum gülerek. Sabah gördüğü için hiç bir şey demedi. O umursamıyordu ama benim hoşuma gidiyordu.

Takılarımı tekrar çantaya yerleştirdik. Çantayı taşıma işlemini ona kilitledikten sonra güle oynaya kamp alanımıza geri döndük. Biz gittiğimizde çadırları kurmaya başlamışlardı. Yanlarına vardığımızda Melih 'bizim' çadırımızı kurmak için çalışmaya başladı. Bu durumdan hiç anlamasam da yanına dikilip bir asker edasıyla onu izledim.

"Birinci adımda çadırı kuracağımız alanı seçmeliyiz. Çoğu kampçı bunu önemsemez ama önemli bir adımdır." anlayışla kafa salladım ve etrafa bakınmaya başladım. Meleğin bizi gülerek izlediğini fark edince ona bir gülücük gönderdim.

"Burası olur mu?" diyen Melihe döndüm. Ağacın altında göle yakın bir yeri göstermişti.

"Olmaz göle çok yakın gece kurbağa gelir oradan." derken elime konan sineği kovaladım. Elimle rastgele bir yeri işaret ederek

"Burası olsun!" diye bağırdım.

"Orası olmaz Nil. Aklını kullanmıyor musun? Sabah çadırda uyumak istersen güneş vuracak. Ağacın altında bir yer olmalı." omuz silktim ve "Madem ben geri zekalıyım bana niye soruyorsun? Kur işte istediğin yere?" sinirle söylendim.

Dönüp oturacaktım ama "Buraya dön tıp dehası. Bana yardım etmezsen gece seni kurbağalara ve bahsettiğin ayı ailesine yem etmek pahasına dışarıda bırakırım." ayağım havada kalmıştı. Tehdidi baya göz korkutucuydu. Bade ile koyun koyuna yatmamak için geri döndüm. Sonunda hem gölge hem de göle uzak bir konum seçtik.

"İkinci adım ise çoğu kampçının atladığı en önemli adımdır. Çadırı kuracağımız alanı temizlemeliyiz. Yere zaten bir şeyler sereceğiz ama bir bakıma bu önemliydi sanırsam." neden önemli olduğunu hatırlamaya çalışıyordu.

Boş boş konuşurken buna oldukça inanıyor gibiydi. "Belki de çadıra bir zarar gelmemesi içindir." diye susması için bir şeyler salladım.

"Elbette bunun için. Sadece seni denemek istemiştim." dedi sakince. Yerdeki her şeyi temizledikten sonra çadırı açıp yere serdik. "İç tenteyi dış tenteye bağlayacağız." itaatkar bir edayla kafamı salladım. Lanet olası tentenin ne demek olduğunu bilmiyordum ve öğrenmeye niyetli falan değildim. O tenteleri bağlarken ben başında dikiliyordum.

"Çubukları geçirmeme yardımcı olur musun?" dediğinde yere eğilip onu izleyerek taklit etmeye çalıştım. En başta oldukça başarılı gidiyordum fakat sonrasında ne olduğunu anlayamadığım şekilde işler karmaşıklaştı. Onun çubukları birbirine tutunurken benimkiler büyük bir savaştaymış gibi sadece birbirinin ucuna çarpıyordu. Çadırın alakasız bir ucundan çubuk çıktığında alt dudağımı ısırarak bir çubuğa bir elime baktım.


Melih yanıma gelip oturdu "Bu işi bu kadar karmaşıklaştırmayı nasıl becerdin?" dedi. O kadar haklıydı ki. Sökülen uçtan çubukları tek tek çıkarırken orasının sökülen kısım olduğunu ve asıl kısım olmadığını anlayınca bana aşırı tip bir bakış attı. "Şey benim beynim farklı çalışıyor." diyebildim sadece. Benim aksime hızlı ve başarılı bir şekilde uçları takarken bir zabıta memurunun merdivenlerden indiğini gördüm. Gözlerim kocaman pörtlerken çok sert bir şekilde Melihi dürttüm ve yerimden kalkıp zabıtaların yanına gittim.

Cem zabıtlarla konuşmaya başlamıştı bile "Adam sizden para istedi mi?" Cem zabıtaları oturmaya davet edip karşılarına oturdu. Hemen Cemin yanında yerimi aldım. Melihin delici bakışlarını görmezden gelerek "Evet araç başı 500 lira verdik." diyerek atladım. Aslında ben değil onlar vermişti ama olsundu.

"Ya şimdi şöyle. Burası ücretsiz bir yer ve daha önce bir kaç kez bu şekilde ihbar aldık biz. O yüzden kontrole çıktık." ben paramızı alan haini gambazlamak için hevesli bir şekilde atlayacakken Melih benden hızlı davrandı. "Aslında biz para verdik ama şöyle ki onların dolaplarını, elektriğini ve hatta tuvaletlerini kullanıyoruz. Adam bizden burası ücretliymiş gibi bahsetti o ayrı ama elinde olanı paylaşmaktan da çekinmedi." bu nasıl saçma bir savdı? Adam bizi dolandırıyordu resmen. Elektrik, tuvalet ve hatta buzdolabını paylaşmak araç başı 500 tl olamazdı.

"Bizim bir dilekçe yazmamız gerekiyor. Sizde imzalarsanız iyi olur çünkü yine de burası ücretsiz." hızla kafa salladım.

"Ben imzalarım!" Melih sinirle dişlerini sıktı.

"Biz imzaladığımızda adımız falan gözükmeyecekse olur. Burada bir usulsüzlük varsa boynumuzun borcudur fakat tatil yapmaya geldiğimiz yerde başımıza bela almak istemeyiz." dedi. Bu nasıl bir kasıntıdır? Dolandırıldın sen! Boynunun borcuymuş. Sanki silah taşıyıp savaşacaksın sadece bir imza atacaksın abartma. "Yok abi adınız falan gözükmez." dedi adam.

Adam dilekçeyi yazarken Melih beni çadır yapma bahanesiyle kenara çekti. "O kağıdı imzalamayacaksın Nil!" kollarımı bağladım. "Sana ne be? Bak söylerim tutuklar seni zabıta git başımdan." dedim umursamazca.

O çadıra eğilip bir şeyler yaparken ben yazılan dilekçeyi incelemek adına geri döndüm. Bin bir zorluklar dilekçeyi imzaladığımda çadır çoktan hazırdı. Herkes bir yerlere yığılırken Cem, Yiğit ve Orhan mangalları yapmaya başlamıştı. Melek, Melih ve Bade ise masada bir şeyler hakkında çalışıyorlardı. İş hayatı işte..

Yemekler yenirken oldukça sessizdim. Kendime sadece sucuk ekmek almıştım. Sadece gecenin gelmesini bekledim. Akşam olduğunda ateş yakmaya başladılar ve çay demleyeceklerdi. Ateşte patates pişireceklerdi. Onlar tüm bunları yaparken ben Melihi zorla çadıra çektim. "Ne istiyorsun Nil. Akşamları kampın en güzel zamanıdır. Uyumaya kalkma sakın." söylenmesini umursamadım.

"Telefonunun ışığını yakar mısın?" dedim geniş çadırda bağdaş kurarken. "Sadece sana bir şey göstereceğim ve sonra gider patates yeriz." ışığı yaktığında onu net bir şekilde görebilmek beni mutlu etti.

"O ne?" diye sordu ellerime bakarken. "

Hayatımda okuduğum tek kitap." dediğimde kahkaha attı.

"Ne bekliyorsun tebrik falan mı? Gerçekten hak etmişsin ama kitabımı çalmasaydın keşke." gülerek ona döndüm.

"Ya dalga geçme de dinle." anlat der gibi kafa salladı. Aşırı meraklıydı gerçekten.

"Bu benim babamın asla elinden düşürmediği bir kitaptı. 'Dorian grayin portresi.' Sürekli bunu okurdu. Bende bir keresinde o evde yokken görmüştüm ve çok merak ettiğim için oturup okudum. Saatlerce aralıksız okuyup bitirdim ve kitap okumayı o gün bıraktım. Kitaplara inanmayı da. Eskiden babam gibi kitap kurdu olacağımı sanırdım. Hep imrenirdim ama ilk okuduğum kitapla bu son buldu." beni dinlerken gerçekten meraklı gibiydi.

"Seni bu kadar hayal kırıklığına uğratan ne oldu?" dedi merakla.

Omuz silkmekle yetindim tekrar kitabın kapağını açıp bacaklarının arasına girdim ve sırtını göğsüne yasladım. Anlık yakınlığım onu dumura uğratmıştı ama ben devam ettim. "Tekrar inceledim ve sana okumak istediğim yerler var. Sende altını çizmişsin zaten." Sayfaları karıştırmaya başladım.

"Bir keresinde bana 'Beni etkiliyorsun ama sakın iyi anlamda olduğunu düşünme demiştin.'" sonra okumaya başladım. "Çünkü birini etkilemek ona kendi ruhunuzu vermek demektir. Etki altında kalan kişi kendi düşüncelerini oluşturamaz ya da kendi tutkularıyla yaşayamaz." burada ara verdim ve kendi fikrimi kattım. "Evet haklıydın seni kötü anlamda etkiliyordum çünkü iyi anlamda etkilemek neredeyse imkansızdı. Kendi istemlerini ve tutkularını geri plana atıyordun çünkü seni sıkıldığın şeylerden uzaklaştırıp farklı ve yeni şeylere yönlendirdim." ardından okumaya devam ettim. "Erdemli yönleri ona gerçek gelmez. Günah denen bir şey varsa günahlarını da ödünç almıştır o. Bir başka kişinin müziğinin yankısı, onun için yazılmamış bir rolün oyuncusu olur. Hayatın amacı kişinin kendini geliştirmesidir. Kişinin kendi doğasını yaşaması." burada durdum ve ona baktım flaşı arkamdan tutarken ve bana öyle bir ifade ile bakarken oldukça karşı konulamaz duruyordu. Sanki ilk defa kendi dilini konuşan birini görmüş gibi. Devamını onun okumasına izin verdim.

"Her birimiz bu yüzden buradayız. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkuyorlar. En büyük görevin kişinin kendisine borçlu olduğu görev olduğunu unutuyorlar. Tabii ki hayırseverler. açları doyurur, dilencileri giydirirler. Ama kendi ruhları açlıktan kırılır ve çıplaklardır. Cesaret ırkımızı terk etmiş. Belki de buna asla sahip değildik. Ahlak kurallarının temeli olan toplumdaki o korku ve dinin sırrı olan Tanrı korkusu... Bizi yöneten iki şey budur."

Sayfaları tekrar çevirmeye başladım. "Bak burada Lord Henry, Dorian Gray'e gençliğin ne kadar kısa sürdüğünden bahsediyor." eğilip dikkatle okudu. "Bizler gençliğimizi asla geri alamayız. İçimizde atan o mutluluk nabzı yirmi yaşında yavaşlar. Uzuvlarımız körelir, duyularımız çürür."

"Ne kadar korkunç değil mi? İşte sana bu yüzden yaşayalım diyorum. Tanrı bizi dünyaya gönderdiyse bunun bir nedeni olmalı." dedim neşeyle.

"İkimizde 20 yaşını geçtik Nil." dedi ama sesi her zamanki gibi sıkılgan değildi.

"Her aşkı sonsuza kadar sürmesini sağlamaya çalışarak mahvederler." diyerek yan sayfadaki yazıyı okudum. "O halde arkadaşlığımız bir kapris olsun." diye yanıtladı beni. "Bir kaprisle ömür boyu süren tutku arasındaki tek fark kaprisin biraz daha uzun sürmesidir." diye mırıldandım.

Bir süre gözlerinde gezindi gözlerim. O da gözlerini gözlerime mühürlemişti. Gözlerine bakmak sadece güzelleşmek ve güzelleştirmek için çabalamak gibiydi. Gelecek için sözler vermedik. Geçmişe uzanmaya çalışmadık. Zaman denilen şeyi yok ettik. Sadece gözlerimiz vardı.

En sonunda önüme döndüm. Bir kaç sayfa çevirdim. "Bak buraya çok güldüm işte." okudum. "İnsanların bana aptal çocuk demesine de izin vermem." sırıtarak kafa salladı. "Aynı sen." dedim kıkırdayarak. "En azından ben başarıyorum. Sense sana aptal denmesinden zevk alıyorsun." diye yerdi beni.

Arkamızdan bir ses geldi. "Çaylarr ve patateslerr oldu çifte kumrular. Orada romantik romantik kitap okumayın da gelin." Yiğitin sesiydi bu. Sanırım gölgemizden görmüştü kitap okuduğumuzu.

Yerimden kalkarken Melih beni durdurdu. "Nereye?" dedi hayretle.

"O kadar söylendin patates yiyeceğim diye. Olmuş işte gel hadi." dedim zevkle.

Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi umutsuzca yerinden kalktı ve peşimden geldi. Asla bu çadırı terk etmek istemiyordu. "Devamını da okuruz dimi?" diye güvence bile almaya çalışmıştı benden. Ona kafa sallamakla yetindim ama o sırada çadırdan çıkmakla boğuştuğum için görememişti muhtemelen.

Sonunda kafamla birlikle vücudumu dışarıya atmayı becerdiğimde ayaklarıma Melihin kocaman terliklerini geçirdim. Farklı bir terliğim olmadığı için yanımıza bunları almıştık. Melihi beklemeden cayır cayır yanan ateşin yanında oturan insan topluluğuna doğru yürüdüm.

Orhan ateşin başında kendi sandalyesinde oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu. Melek hemen onun önüne oturmuş verdiği patatesleri kesiyordu. Yiğit masanın diğer tarafında çayları doldururken Bade, Cem ve Furkan ateşin yanına oturuyorlardı. Gölün sesini bastıran yüksek kurbağa ve böcek sesleri gülümsememe neden oldu ve Yiğit'in yanına oturup bir tane çay kaptım. İçine şekerimi döküp karıştırırken Melih de yanıma kuruldu. Göl ve ateş tam karşımızda kalmıştı.

Furkan bir anda gelip "Burada çay mı içeceğiz agalar ya?" diyerek beyaz karton bir kutuyu masaya pat diye koydu. Açtığında içinden buhar çıktı ve masaya içki şişesi olduğundan emin olduğum şişeleri dağıtmaya başladı. Bana uzattığında ona çayımı gösterdim ve çayımdan bir yudum aldım. Bade yanımıza gelip çok boş olmasa da boş olan Melihin yanına oturduğunda sakince bana sokulması için Melihi cımırdım. Hızla benim yanıma kaydı.

Artık bir tarafta Yiğit, Melih, Bade ve ben otururken yan tarafta özel sandalyesiyle Orhan oturuyordu. Tam karşımızda da Melek, Cem ve Furkan. "Her zamanki oyun abi. Herkes biliyor başlayalım." dedi Furkan.

"Nil bilmiyor ve sen Nil'in bilmediğini gayet iyi biliyorsun. Adam ol döverim." dedi Yiğit. Gülümsemeden edemedim.

"Nil içmiyor ki oynayamaz." dedi Melih vesvese veren şeytan gibi.

"Oldukça basit. Duyduğun şey sende olumlu bir his uyandırıyorsa içersin. Uyandırmıyorsa içmezsin ama adın söylendiği anda tek kelime edemezsin ve bazı cezalar var. Oynarken anlarsın." dedi Melek. Kafa sallayarak onayladım ve önüme bırakılan şişeyi elime alıp Melihe hırslı bir bakış attım.

"Ben başlıyorum o zaman?" dedi Orhan "Melek çocuk yapalım." Melek ne geleceğini bildiği için sanırsam patates yemeye odaklandı ve tek kelime dahi etmedi. Ayırdığı patatesin bir parçasını istedim.

Orhan nefesini verirken Melih konuştu. "Nil çadıra dönelim." elime bırakılan patatesi aynı umursamazlıkla yemeye devam ettim.

"İç iç onun yanında güzel gider." uzanıp çayımdan bir yudum aldım. Bu sırada masadaki Melek hariç herkes yavaş yavaş içkisini yudumluyordu. Bunun yasak olduğunu düşünmüştüm.

"Furkan hani kör kütük aşık olduğun bana yavşayan şu kız vardı ya?" Furkan hızlıca içkisinden bir yudum alırken duyduğu ile ağzındakini yere püskürttü. Masadaki herkes kahkaha atarken bunu sıkıcı bulmuştum.

"Cem lise de bana çıkma teklifi etmiştin." Badeye baktığında ona değer verdiğini görebiliyordum. Cem yutkundu ve bir kaç yudum içti. Bade gülümseyerek şişeyi kafasına dikti.

"Melih." dedim merakla. En merak ettiğim şeyi cesaret edip soramadım. "Hala bana dövme yapmak ister misin?" diye eğlenen bir ses tonuyla sordum. Önce bir kaç yudum içti ve ardından kulağıma eğildi.

"Biraz düşündüm de eğer çabalarsak o aşırı seksi yerlerini bulabiliriz." duyduğumdan memnun bir şekilde.

"Konuşup kuralları çiğnedin." diyerek diğerlerine baktım.

"Vereceğin cezayı sen seçiyorsun." dedi Cem bana. Kafa sallayarak önümdeki şişeye uzandım ve açmaya çalıştım. Ardından beceremeyip Melihe açtırdım. "Ceza cidden şişeyi açması mı?" dedi Bade merakla. Sarhoş olmaya başlamıştı.

Hayır Bade, sadece bunu ayık kafayla yapamam.

Şişeyi kafama dikip yarısına kadar içtim ve indirip bir kaç saniye bekledim. Hiç bir etki etmemişti ve kızarmıştım. Tek bir anlık bir cesaretle kendimi Melihin kucağına atıverdim. Melih öne eğilip beni yakaladı ve rahat bir pozisyona getirdi. "Bunun ceza olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu herkesin içinde. Ellerimi yüzüme bastırdım.

"Hayır sadece kıçım hiç rahat değildi ve herkes çok sıkışmıştı. Biraz kay da rahatça otursunlar." dedim sesim utanç dolu ve güleç çıkıyordu." kulağına eğilip fısıldadım. "Ayrıca bu Yaşadım Demek İçin Yapılacaklar listemdeki maddelerimden biri." ben kucağındayken yana kaydı ve başımı omzuna yaslamışken Yiğitle göz göze geldim.

"Siz tam olarak nesiniz?" diye sordu Cem gülerek. "Kapris!" dedik aynı anda. Cem muhtemelen anlamamıştı ama ona döndüğümde Melih ellerimi tutup yüzümden çekti. Arkadan bir kaç ses geliyordu.

"Kocaman olmanı bu yüzden seviyorum üşüyordum ben burada sıcacık kaldım birde rahat ve konforlu. Şey güvenli gibi de ama tam emin olamadım şu an. Ayı ailesi gelse mesela beni yem eder misin ki?" gülerek kafasını sallarken yarım şişesini masaya bıraktı.

"Kesinlikle seni bal diye mideye indirmelerine izin verirdim."

"İçmeyecek misin?" dedim merakla.

"Sen daha sağlıklı ve daha çok kafa yapan bir maddesin. Senin tadına bakmayı umuyordum." gülerek kafa salladım ve ardından kolumu kıvırıp ona açtım. Sadece yemesi için ona uzatacaktım ama bantları görünce hızlıca geri kapatmak için çabaladım. Melih kolumu nazikçe yakalayıp minik bir öpücük bıraktı.

Ardımızdan havlama sesi geldiğinde Melihle eş zamanlı olarak bakmak için döndük. Beyaz bir köpek çadırımızın önündeydi. "Bakayım ben hem kemikleri de vereyim." diyerek beni masanın yanına bıraktı. Gidip köpeğin başını okşayışını ve ona yemek verirken gülümsemesini seyrettim.

Gülerek dönüşünü izlerken ensemde bir nefes hissettim. Döndüğümde bana bakan Yiğit şüpheci bir sesle "Söylesene Nil. Hala hedefin Melih mi?"

Başka yer başka zaman;

"Bütün gece o kızla sohbet etti!" diye cırladı kahve saçlı kız.

"Sessiz ol Bade seni duyabilir." dedi Dracula gibi giyinen genç adam.

"Bu ödül yıllardır Melih'in hedefiydi." yanımda duran orta çağdan herhangi biri gibi görünen Yiğite baktım. Benimle sohbet etmeye çalışıyordu.

"Herkesin hedefleri vardır kaldı ki metininin edebiyatla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Sadece gözlem yapmış."

"Edebiyat bilmeden gözlem yapamaz ki."

"Evet fakat edebiyat gözlemlediğini yorumlayıp edebi bir dille aktararak yapılır. Bu düpedüz bilimsel bir yorum gibi."

"Hedefler demişken senin hedefin ney?"

"Benim hedefim o." dedim sahnede ödül konuşmasını yapan Melihe bakarak.

Şu an;

Sertçe yutkundum ve bunu başkası duydu mu diye etrafı kontrol ettim. Tam o anda bir masaya şişeyi vurdu. Şişe kırıldı. "Melih!" dedi Bade sinirle. Cam sesi hepimizi yerinden kaldırmıştı ve Bade sarhoş görünüyordu. "Seni hala geri istiyorum." kırık şişeyi ona uzattı. Kırık şişeden bir şey içilmezdi neyse ki. Aylak aylak oturak kısmından bacaklarını geçirdi ve bir kaç metre ötedeki Melihe doğru yürüdü. "Söylesene daha henüz üniversite okuyan bir sürtükten ne istiyorsun?" diye haykırdı ona doğru. "Oysa senle ben en iyisiydik. Eskiden ben olurdum kucağında." diye bağırdı ve bu dudaklarımın kıvrılmasına sebep oldu. "Tıp okuyor o. Doktor olacak. Sen ya sen. İğrenirsin!" dedi hayal kırıklığına uğramış gibi. Bu gülüşümün solmasına neden olurken Furkan Badeyi çadırına götürmeye çalışıyordu.

Cemin büyük bir sinirle Melihin üstüne yürüdüğünü fark ettiğimde damarlarım alev aldı. Deniz söndü ve yerini cayır cayır ateşe bıraktı. Tüm uzuvlarım aynı endişe ile tutuştu. Hızla hareket edip onun önüne geçtim ve aralarında çok az mesafe varken daha hamle yapmaya kalkmadan onu ittirdim. En azından durdurdum.

Melihin eli hemen beni çekmek için koluma yönelmişti "Sakın!" diye tısladım. Sesimden duyulan tek şey öfkeden ibaretti. "Bu senin sorunun Melihin alakası bile yok!" dedim öfke ile.

"Tam bana kapılacakken sen geliyorsun ve," cümlesini bitirmesine izin vermeden onun bağırmasına karşılık gürledim.

"Melihin geldiği falan yok Bade Melihin etrafında dönüyor sonrada seninle eğleniyor." sakinleşmek adına derin bir nefes akmaya çalışırken Cem beni yakamdan kavrayınca kafamı sertçe burnuna çarptım. İnleyerek bir adım gerilediğimde "Nil!" diye endişeli bir sesle beni tutup çekmeye çalıştı. "Cem bak seni sevdim ama Badeye olan sevgin Melihi ilgilendirmez artık. Senin ilişkin, senin sevgilin, senin sorunun." Melih beni çekip arkaya götürmeye çabalarken Cem gideceği hakkında saçmalıyordu.

Melih beni neredeyse çadıra fırlattı ve sonra kendisi girdi. Emekleyerek hırsla kendi yerime yattım. O da benzer bir hırsla fermuarı kapattı. Mutfağa giden Haluk ve Meltem gibi kendimizi fazla izole ettiğimizi sanıyor olmalıyız ki tartışmaya başladık.

"Sen neden önüme geçiyorsun sana ne?" neredeyse çadır yıkılacaktı.

"Ne yapsaydım sana vurmasına izin mi verseydim?" diye cırladım.

"Sence adamın gözü mü görüyor?" diye çadıra ve kulaklarıma işkence etti.

"Bana ne kimse vuramaz öyle benim kaprisime. İzin vermiyorum!" dedim sinirle. Bir kaç saniye bekleyip sırıttı. Sanırım hoşuna gitmişti. Sonra ile tekrar yükseldi.

"Benim kaprisimin yakasını tuttu ama. Ben gidip adamı dövsem şimdi çok mu sevinirsin?"

"Ama bende ona kafa attım. Ne güzel attım dimi? Senin öğrettiğin gibi attım." diyerek ona yaklaştım ve kazağının üzerinden sarıldım.

"Ben sana hiç kafa atmayı öğretmedim ki." dedi ama hoşa gitmişti. "Harbiden ne güzel kafa attın öyle." dedi şaşkın şaşkın. "Aferin lan koru böyle kedini!" dedi sanki askerlik arkadaşı ile konuşuyormuş gibi. Ters bakışlarımı yere çevirdim.

Ondan ayrılıp üzerimde ağırlık yapan hırkayı çıkardım. Artık sadece bantlarım ve kısa kollu bluzum ile kalmıştım. Ona döndüm sakince.

Üzerime eğildi ve dudağımın kenarından öptü. "Bir daha sakın böyle bir şey yapma." kafa sallarken tenim tenini okşadı. Dudakları aşağı kaydı ve bir süre boynumda gezindi, yavaşça beni yatırdı ve karnıma kafasını yaslayıp kafasını batırdı. Öptü ve kafasını sürttü. Kıkırdayarak dizimi kendime çektim. "Gıdıklandım." dedim sinirle. "Velet! Seksi bir şeyler yapıyorum burada." diye serzenişte bulundu.

"Cemle ne zamandan beri tanışıyorsunuz?" dedim merakla. Liseden beri.

"Lise." diye yanıtladı umursamadan.

"Melek ve Orhan? Orhan çok sessiz biri." dedim garipsediğimi belli eden bir sesle."

"Sende en az onun kadar sessizsin. Onlar üniversiteden farklı fakültelerden. O zamandan beri sevgililer." dedi yine umursamayarak.

"Melek çok tatlı kız." dedim gülümserken.

"Evet keşke sende olsan." dedi. Derin bir nefes aldım ve ona vurmamak için kendimi sakin olmaya ikna ettim.

"Hani baldım ben." dedim sonsuz derecede haklı olduğuna inandığım argümanımı sunarken.

"Acı bal." dedi gülerek.

Ağzının ortasına sert bir sille vurdum. Ayaklarımı çekerek çadırın diğer tarafına gittim ve kollarımı kendime sarıp yattım. "Tamam gel sana Melek hakkında bir sır vereyim barışalım."

"Çok net adamsın salak herif. Sinir ediyorsun sonra asla çabalamadan şıp diye aklımı çeliyorsun." ona doğru emekledim ve yanına gidip bağdaş kurdum.

"Ne sırrı?" dedim tek kaşımı kaldırıp kafamı sallayarak. Gülerek üzerime eğildi. "Melek hamile ve bunu Orhan'a söylemek için geldi kampa." o yüzden gece hiç içmemişti demek. Elimi dudaklarıma bastırıp kıkırdadım.

Bana olan bakışını görünce içim gıdıklandı. Sanki gülerken her şey güzeldi ve cenneti ona vaat ediyordum. Ellerimi koyduğumda ise kaşları pat diye çatıldı. Ellerimi indirip ellerinin üzerine koydum ve sonra birden üzerimdeki bluzu çıkardım.

Kıkırdayarak ona bakarken "Çılgın şey seni, bu karanlıkta çok görüyorum ya şu an." diye isyan ettiğinde daha çok gülmeye başladım. İleriye doğru eğilip kıkır kıkır güldüm. Ardından derin bir nefes alarak doğruldum.

Dudaklarımı dudaklarına bastırdım ve kollarımı boynuna doladım. Dudaklarıma büyük bir açlıkla karşılık vererek dilini çizgimde dolaştırdı. Dilini içeriye yolladığında dilini emmeye çalıştığım için hemen geri çektim ve alt dudağıma minik bir ısırık bıraktı. Diliyle bunu telafi eder gibi üzerine bastırdı. Geri çekilip derin bir nefes alırken sırtımı okşuyordu.

Ben onun üzerine eğilmiştim ama bu durumu tersine çevirdi ve üzerime doğru yattı. Beni tamamen geri yatırdığında kollarım hala boynundaydı. Dudaklarımdan çeneme kaydığında ellerim aşağıya gitti ve tişörtünü çekiştirdim. Boynumda ilk defa yaşam bulmuş gibi sürtünürken, öperken ve koklarken huylanarak altında kıvradım. Ellerim artık sadece tişörtünü sıkı sıkı tutuyordu.

                                                                                                 ...

"Melih!" dedim sessizce. "Melih uyan çişim geldi." diye ikaz ettim. Hala üzerimde uzanıyordu ve tişörtünü sıkmaktan ellerim acımıştı.

"Hmm?" diye bir ses çıkardı. Altından sıyrılıp üzerime bluzumu ve hırkamı geçirmeme dakikalarımı almıştı. Melihi sertçe dürtmeye başladım. "Kalk yoksa çadırına çişimi yapacağım şimdi." bir anda kalktı ve yeni uyanmış sesiyle "Gidelim." dedi. Yutkunmadan edemedim. O ses neydi öyle?

Fermuarı açarken "Akıllı bıdığa bak ya. Nereden buluyorsun sen öyle şeyleri. Nasıl akıl ettin de dedin öyle pat diye gidelim." diye söyleniyordum. Peşimden çıktığında neredeyse koşarak merdivenleri tırmandım ve köpeği bile umursamadan heykelleri geçtim. Merdivenlerden indim ve kendimi tuvalete atarken son derece korkuyordum çünkü Melih aşırı geride kalmıştı. Ama çişim de çok vardı. Sonunda rahatladığımda ellerimi yıkayıp çıkmıştım. Kapıda Melihle burun buruna geldim.

"Neredesin ya sen? Niye geldin buraya beni korumak için. Ben çişimi yaparken korumalıydın." diye esneyerek söylendim.

Telefonu çalıyordu. "Babam arıyor açsana ben de gireceğim." diyerek kadınlar tuvaletine yöneldi. "Diğer taraf geri zekalı." diye bağırdım. O tuvalete girerken telefonu yanıtladım.

"Alo Arif bey."

"Alo Nilüfer kızım sen misin?" dedi şaşkınlıkla.

"Evet şey Melih lavaboda da." boğazını temizledi.

"Bende senin hakkında aramıştım kızım. Hakkında araştırma yaparken bazı şeylere ulaştım da yarın sabah ofisime gelebilir misiniz?" korkuyla derin bir nefes aldım. "Bak kızım korkmana gerek yok olanları merak ediyorum sadece biliyorum bu senin için de zor." yutkundum.

"Arif bey çok çekmiyor ama sabah dönmemiz gerektiğini seçebildim. Melihe derim şimdi bir ses geldi de korkuyorum kapatmam gerek." diye normal bir tonda konuştum.

"Nilüfer kızım!"

"Alo duyuyor musunuz?" telefonu kapattım ve korkuyla kalbime yasladım. Göğsüme yasladığım telefonu hızlıca kaldırarak ellerim titreye titreye 'babam' olarak kaydedilmiş kişinin numarasını engellemek için tuşa bastım.

 

Kabus başlıyor...

 

Olanlar hakkında bir fikri olan var mı?

Loading...
0%