@kuklaci
|
"Ne diyor?" arkamdan gelen sesle içimde korkudan bir deprem yaşandı fakat ona yansıtmadım. "Melih ben çok huzursuz oldum." dedim ona dönerken. Dikkatlice ellerini yıkarken bana bakıyordu. "Gitsek olmaz mı? Yarın sabah herkes gergin olacak. Hem aynı zamanda eski sevgilinle yüz yüze gelmek istemiyorum." çeşmeyi kapatıp ellerini yanındaki kağıt havluyla sildi. "Hem de listemdeki maddeleri seninle gerçekleştirmek istiyorum." ona doğru bir adım attım ve kollarına tutunup başımı göğsüne yasladım. "Önce bir pastel boya alalım ve yerlere güzel çiçekler çizelim. Sonra bir motor yarışına gidelim çünkü kay kay festivali bulamayız." lütfen kabul et! "Hayır." dediğinde yutkundum. Gözlerine baktığımda saf huzursuzluk ile karışmış öfke gördüm. Sonra yavaşça değişti ve hislerini gizledi. "Buluruz tıp dehası. Öyle şeyler gizli gizli yapılır, bir kaç şey duymuştum ama sadece kay kay değil her türlü yarış dönüyor." gözlerimdeki yaşların geri çekilmesini beklerken kafa salladım. "Benim gerçekten seninle birlikte yapmak istediğim çok şey var." diye fısıldadım. "Hepsini tek tek yapacağız Nil. Uzun bir yol var önümüzde. Kanıtlayamam ama biliyorum." Kafamı kaldırıp dudak büktüm ve "Aslında kanıtlarsın." dedim cilveyle. "Nasılmış?" dedi kendimi kullandırtmam edasıyla. Bir istek gelecekti ve bunu biliyordu. Şu an söylersem hayatta kabul etmeyeceğini anladığım için kollarına tutunan ellerimi omuzların doğru sürükledim. Tek elim pazusunu okşarken diğeriyle omzunu sıkıca kavradım ve parmak uçlarımda yükselerek dudaklarının üzerine bir öpücük bıraktım. Geri çekildiğimde bana bıkkın bir bakış attı. "Bu durumdan çok sıkıldım." dediğinde sinirle kaşlarımı çattım. "Sen öpüşmeyi bilmiyorsun." dedi bana suçlayıcı bir edayla bakarak. Belimden kavrayarak bana destek oldu ve eğilerek aramızdaki mesafeyi aştı dudaklarını dudaklarımın üzerine yasladı dilini dudak çizgimde gezdirirken zaten belim kadar olan eli bel çizgimde dolaşıyordu. Bir anda tüm bedeni üzerime çullanmıştı sanki. Her yerim onunla dolmuştu. Öpüşmek değiş istila etmek gibiydi. Dudaklarımı emen dudaklarını, kalçamda ve saçlarımda gezinen parmaklarını, dudaklarımı hangi ara araladığımı, parmaklarımın onun vücudunda, kaslarında, saçlarında ve ensesinde hangi aralarda gezindiğini takip etmekte zorlanıyordum. Beni lavabonun yanındaki kuru zemine oturttuğunda oraya ne ara gittiğimizi anlamamıştım. Bacaklarımın arasına girdi ve tekrar dudaklarımı hedefi haline getirdi. Neredeyse onunla aynı boydayken öpüşmenin daha kolay olduğunu anladım. Elleri bluzumun altında sırtıma sızdığında artık kıvranmaya başlamıştım. Hafif bir inilti çıkartarak kafamı kaldırdığımda içime derin bir nefes çektim. Hava soğuktu. Çeneme bir öpücük bıraktı. "Bundan sonra bana bir şey yaptırmak istediğinde bunları dene." kafamı sallarken burnu boynuma sürtüyordu. "Emin ol başarılı olacaksın." büyük eli boynuma değen uzun saçlarımı omzumun arkasına attı. "Listendeki maddeleri değişti Nil." dedi bir anda sinirle. Ne olduğunu anlamaya çalışarak ona baktım. "Her neyse, şimdi yola çıkalım arkadaşımı sabah ararım eğer bir şey yok derse balığa çıkarız. Varsa festivale geçeriz. Bir ara da motorumu getiririm sana kullanmayı öğretirim. Gelinlik denemek gibi bir şey de vardı sanırsam." gözlerim büyüdü. "Hepsi aklında mı?" bir şey demesine izin vermeden devam ettim. "Melih üşüdüm! Hadi beni arabaya kadar kucağında taşı." kafa salladığında sevinçle kollarımı havaya kaldırdım. Birden baş aşağı dönmem ile saçlarıma asıldım. Yere değeceklerdi. "Ya ne yapıyorsun?" diye bağırdım. "Koskoca çadırı tek başıma toplamam. İyice şımardın sen." dedi merdivenleri korkuyla sırtına sarıldım. "Aha lan kurbağa." dediğinde gerçekten de aşırı yakından bir kurbağa sesi geliyordu. "Melih!" diye bağırdığımda ışığın altındaki kurbağayı fark edip bakmaya başladı. Ardından arkasını dönüp beni aşağı daha fazla sarkıttı "Şimdi bir zıplasa o güzel yüzünü bir yese." kurbağadan uzak durmaya çalışırken tırnaklarımı bacaklarına batırdım. "Ya Melih seni öldürürüm!" diye sessizce bağırdım. Kurbağa öteye doğru zıplarken çığlık attım. Zavallı kurbağacık o da korkmuştu. Beni geri kaldırıp tekrar sırtına getirip yürümeye başlarken oldukça keyifliydi. "Şimdi görürsün sen!" hınç ile poposuna bir tane geçirdim. Sinirle "Bak Nil!" diye soludu ve ardından o da ona göre hafif bana göre sarsıcı bir darbeyle popoma vurdu. Hınçla kısık bir çığlık atıp aşağı sarkmak için debelendim ve ardından dişlerimi sertçe kalçasına geçirdim. Bir anda fırlatılırcasına geri çekildim ve yere basmaya başladım. Kendim gelirken tekrar derin bir nefes aldım. "Ne yaptın lan az önce." dedi şaşkın bir şekilde elini poposuna atmıştı. Elimi korkuyla ağzıma atıp arkamı döndüm ve merdivenlerden aşağı koşmaya başladım. Peşimde olduğunu hissediyordum. Şahsen benim götümü ısırıp kaçsalar bende peşlerine düşerdim. Sessiz olmaya çalışarak çadırların arasından koşarken belime dolanan eliyle bir anda kendimi kucağına buldum. Neyse ki bu sefer düzdüm. Yüz yüze bakıyorduk ve bu hazır olduğum bir yüzleşme değildi. Hala şaşkın olan yüz ifadesine karşı kıkır kıkır güldüm. Kaşları çatıldığında elimi ağzıma kapadım ve gülmemi durdurmaya çalıştım. Bana bir kaç dakika önce verdiği taktiği hatırlayarak dudakların uzandığımda dudağımı dişlerinin arasına kıstırdı, acımamıştı ve daha çok gülesim gelmişti bu yüzden kafamı geriye atarak sessiz olma çabalarıyla gülerken dişlerini boynumda hissettim ve acıyla inledim. Elimi boynuma atıp ovuşturdum. "Ne yapıyorsun be?" dedim sinirle. Resmen boynumu delmişti. "İzin kime ait olduğunu sorarlar altına bir imza mı bıraksam?" diye sordu. Pardon sormadı resmen kendi kendine düşündü. Sonra birden beni ters çevirip havada tuttu ve popomu ısırdı. Tekrar düzelirken bu sefer elim popomdaydı. "Ne yapıyorsun ya?" sinirlenmeye başlıyordum ama! "Avımı yakaladım karnımı doyuruyorum." gururla gülümsedi. "Dişe diş kana kan." kaşlarımı çatarak beni yere bırakması için çırpındım. "Yardım falan etmeyeceğim kendin toparlan." canım acımıştı resmen. Yere iniş yapıp arkamı triple döndüm. Ben giderken "Zaten yardım edince daha da zorlaştırıyorsun." diye söylendiğini duydum ama umursamadan çadırdan çantamı ve kitabımı alıp arabaya gittim. Yan koltuk prensesliğimin hakkını vererek Melih daha arabaya gelmeden uykunun kollarına kendimi bıraktım. En azından ısırmazdı. . - . - . - . - . - . "The Horsemans." dedi bana bakarak. "Zengin biri tarafından oluşturulduğu belli çünkü bayağı maliyetli ve detaylı derecede düşünülmüş bir iş." diyerek anlatmaya devam etti direksiyonu çevirirken. "Buraya bir kaç kere motor yarışı yapmak için özel bir zarf ile davet almıştım fakat mesleğime odaklanmayı tercih ettim. Katılmak için bir sürü seçenek var. At bile sürebiliyorsun. Zaten bu yüzden atlılar demişler. İlk önce at yarışları yapılıyormuş, sonra pist kurulmuş ve motor, kaykay ve paten yarışları açılmış." esnerken ağzımı kapatıp aynı zamanda kafa salladım, kavşaktan döndü. "Devasa bir ekranı var ve yarışları her alanda durup izleyebilirsin fakat tehlikeli olduğu için biz ekranın önünde dururuz." bunun olacağından emin olmak için yandan bana baktığında kafa sallamakla yetindim. "Her tabakadan insan hem yarışlara hem de izlemeye gelebilir fakat iyi de bir güvenliği var. Polislerin peşinde olduğu bir organizasyonmuş bir zaman, ama bir kaç yıl önce turistleri bile çekmeye başlayınca çok da üstüne düşülmemiş." Tehditkar bakışları bana döndü. "Ve Nil eğer orada bilmediğin bir madde kullanmaya kalkarsan hiç görmediğin bir Melihle tanışırsın." ses tonunun soğukluğu beni ürpertirken çatallı bir sesle "O maddeyi defterime 19 yaşında yazmıştım." demekle yetindim. Gülümseyerek ona baktım "Keş herifin teki bana bunun mükemmel hissettirdiğinden bahsetmişti." yutkunup yola odaklandı. Kaşları çatıldı "Nasıl bir adamdı?" omuz silktim. "Sadece bir saat sohbet ettiğimizde kalbimi avuçlarına veremeyeceğimden emindim." yüzü sabit bir hal aldı. Hiç bir duyguyu yansıtmıyordu. Genelde böyle olduğunda bir şeyleri saklamak istemez ama göstermekten de sakınırdı. "Yani seni kırdı mı?" derken sesinde öfkenin emareleri vardı. "Hayır tabii ki bir erkeğin kalbimi kırmasına izin vermedim." o yüzden babamda kemiklerimi kırmayı tercih etti. Kara mizah. "Senin sağduyulu bir insan olmadığına emindim. Şaşırtıcı oldu." derken biraz daha rahattı. "Eğer senin gibi her şeyimi göstere göstere yapsaydım asla bir sihirbaz olamazdım." "Sen sihirbaz değil hırsızsın." dedi kaşlarını gülümseyerek. "Her sihirbaz elbet bir hırsızdır. Önce insanların dikkatlerini çalarlar ve bambaşka yerlere odaklarlar. Sonra belki isterlerse cüzdanlarını, kemerlerini ve hatta hayatlarını." diyerek kendimi koltuğa iyice yasladım. "Sen gerçekten sanılandan daha tehlikelisin ve bunu sadece o deli deli bakan gözlerin ifşa ediyor. O kadar iyi saklıyorsun ki kendini." "Öyle mi ben senle 1 saat geçirdiğimde kalbimi ellerine bırakamayacağım kadar tehlikeli olduğunu anlamıştım." dedim alaya alarak. "Fakat kalbin avuç içlerimde." dedi kadifemsi sesiyle. "Bazen karşı koyamıyorsun işte." ona doğru eğilerek fısıldadım. "Mesela hayatın parmak uçlarımda." Ben söylemedim ve zaten o biliyordu. Nasıl ve neden bende anlamamıştım ama peşimden geliyordu. Nereye sürüklersem oraya geliyordu. Tüm hayatını ve çalışmalarını bırakmış izimden yürüyordu. "Sen hiç uyumadın. Ne yapacağız? Ben mi kullansam?" omuz silkerek bana döndü. "Yarım saate varırız. The Horsemans otellerinde konaklayacağız. Ne kadar istersen artık. Zaten orada bize bilgi verirler hangi gün hangi etkinliklerin olacağına dair. Güzel mağazaların olduğu bir merkezleri de var." adamlar işi buradan yürütmüşlerdi demek. - . - . - . Otele vardığımızda geniş bir alana arabayı park ettik. 3 katlı ama asla mütevazi olmayan bir oteldi. Yanımıza gelen vale arabamızı park ederken başka biri bavullarımızı odamıza çıkardı. Bu sırada iyi görünümle kırmızı bir ceket ve beyaz gömlek giyen bir adam bize oteli tanıtıyordu. "Alt kattan yürüyen merdivenlerle alış veriş merkezimize ulaşabilirsiniz. Açık büfemizden istediklerinizi istediğiniz miktarda telefonun üzerindeki numaradan odanızın numarasını söyleyerek sipariş ederseniz size ulaşması en geç 20 dakika sürecektir. Acil bir ihtiyacınız olursa," Melihin eline bir kart tutuşturdu "Bu numaradan bana ulaşabilirsiniz, sizinle özellikle ben ilgileneceğim. İsterseniz yemeğinizi yemek yeme salonlarında da yiyebilirsiniz. Havuzumuz da mevcut fakat çok yakında bize ait bir sahil de var," derken Melih adamın sözünü kesti. "Tamam bunları merak edersek sonra arayıp sorarız Rıfat. Bizim artık dinlenmemiz gerekiyor." Rıfat beye teşekkür ederken Melihin peşinden ilerledim. "Neden öyle diyorsun adama?" diye çemkirdim. "Susmak bilmedi herif." dedi sinirle. "İşini yapıyor o da. Ayıp ama insanlara hiç kibar davranmıyorsun." diye azarladım onu. "Ne yapayım Nil? Dün geceden beri bütün yol uyuyan sensin. Gram uyumadım onu mu dinleyeyim?" derken bir yandan kartı kapıya okuttu. "Çünkü ben sana hiç teklif etmedim. Zaten çok iyi bilirim de ben araba kullanmayı. Drift atarız." diye çıkıştım. Dirft kelimesi ona iyi gelmemişti. "Götünün üstüne otursaydın o zaman." bir an duraksadı ve "Neler dedirtiyorsun bana ya?" diye homurdandı. "Isırdın ya götümü! Hem adam boynuma garip garip baktı nasıl duruyorsa?" diye tekrar sinirlendim. "Hangisi o?" diyen sesini algılamakta zorlandım. Kapı kapanırken manzaralarım şayet oldukça hoştu. "Saray yavrusu gibi." dedim hayran hayran. Burası hayatımda gördüğüm en büyük odaydı. Çift kişilik kocaman beyaz örtülerle dolu bir yatağı vardı. En köşede hiç bir izolasyonu olmayan bir jakuzisi vardı. Makyaj masası yatağın yanındaydı. Çalışmamız için bile bir alan yapmışlardı. Gözlerimi ona çevirdiğimde az önce inceleme fırsatı bulduğum asıl saray yavrusu olan omuzlarının aksine sayamayacağım kadar bölmesi olan kaslarına odaklandım. Sırıtarak ona doğru ilerledim ve arkadaki jakuziyi gösterip "Resmen adamlar alın sevişin diye yer yapmışlar." dedim. Kafamı kaslı göğsünden gözlerine doğru kaldırdığımda dudaklarında hafif bir kıvrılma sezdim. Tekrar tek düze bir ifade takındı ve "Sen sevişebilirsin benim uykum var." sırıtarak "Rıfat beyi mi çağırsak?" diyene kadar her şey iyiydi. Gerçekten her şey çok iyiydi. Sonra yüzü sinirle kasıldı ve arkasını dönüp yatağa ilerledi. Pantolonunu çıkarıp yatağın kenarındaki sandalyeye koyup örtünün altına girdi. Dudağımı büzüp biraz orada durdum. Sanırım ben şeydim. Biraz salak, bariz salak. Ayrıca geniş... Gavatar... Şu an yanına gitmesem iyi olurdu çünkü bayağı densizlik etmiştim. Ama ne yapayım o da hep benim seksi olmadığımı söylüyordu. Bir kadın bu kadar reddedilmeyi kaldırmamalıydı. Bir erkek de kaldırmamalıydı fakat bir kadın için çok daha farklıydı. Tamam belki de eşit derecede zordu hiç erkek olmamıştım ve bunun bir önemi yoktu. Sonuç olarak bir miktar özür dilemem gerekiyordu. Önce jakuziyi yerine banyoyu kullanıp güzel bir duş aldım. Tekrar döndüğümde uyumuş olduğunu görünce hiç ellemeden üzerime şort ve uzun bir tişört geçirdim. Her yerimdeki ısırıklar ve pisliğim hakkında uzun uzun yakınmak isterdim. Lakin birincisi kampa gitmeyi seçen bendim, ikincisi bana küs olduğu için tek laf edemezdim. Uzun ve güzel bir bakım yaptıktan sonra kendimle ilgilenmenin verdiği huzurla tüm eşyalarımızı dolaplara yerleştirdim. Ardından hiç girmediğim mutfağa geçtim ve masayı kurmaya başladım, yemeği daha sipariş etmeden bunu yapmanın saçma olduğunu fak edip yatak odasına geçtim.. Yatağın hemen yanındaki telefonun yanına sessizce eğildim. Menüde neler olduğunu öğrenmek için numarayı tuşladığımda normalde bir internet sitesinden bakıldığını fakat bana yardımcı olabileceğini söyleyen tatlı bir kadınla uzun ve sessiz bir konuşma yaptım. Yemeğin yanına mum rica ederken çok utanmıştım fakat zaten masalarda da varmış ve göndermesine sorun olmazmış. Tekrar mutfağa geçtiğimde burası yatak odasından çok daha güzeldi. Kocamandı ve yemek masası ahşaptı. Duvarlardan biri camdan oluşuyor ve güzel bir bahçeye bakıyordu. Balkonu ise en sevdiğim kısım olmuştu çünkü bir salıncağı vardı. Masayı düzenledim ve sessizce tekrar yatak odasına geçip kapıyı açıp beklemeye başladım. Gelen tekerlekli masayı teşekkür ederek içeriye alıp yemekleri mutfağa taşıdım. Her şey düzenli ve lezzetli bir şekilde dururken tekrar yatak odasına yöneldim. Kadifemsi teni yorganların altına gizlenmişti ve ne kadar çoğunu görebilsem o kadar hoşuma gidiyordu. Sessizce yorganın altından yanına doğru kıvrılıp dönerek tam olarak üzerine uzandım. Kafamı göğüs kafesine gömüp yüksek bir sesle öptüm ve ardından kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Gözler açılmıştı. "Nasıl bu kadar hızlı uyanabildin?" diye sordum sanki hayatıma en merak ettiğim şey buymuş gibi. Önce tatlı tatlı güldü ve "Hayatımda uyuduğum en güzel uykuydu ve daha güzel uyandığımı da hatırlamıyorum." dedi sonra birden yüzü düştü ve "Sen rahatsız ettiğin için hemen uyandım." dedi. Kafamı tekrar çıplak göğüs kafesine yaslayarak kaslarını okşadım. Bir süre sadece öyle kalırken kirpiklerim kalp atışlarına çarptı. "Acıkmadın mı?" dedim biraz sonra sakin bir ses tonuyla. "Söylerim birazdan." dedi yine tek düze bir sesle. "Ya Melih ben cidden," doğrulup yüzüne baktım. Saçlarım yüzüne dökülüyordu. "Sen cidden ney?" omuz silktim ve çenesine bir öpücük bırakıp boynuna kafamı gömdüm. "Üzgünüm." dedim boğuk bir sesle. "Bir dakika dur." diyerek beni kaldırıp yana yatırdı ve yüz yüze bakmamızı sağladı. "Sen ne demeye çalıştın öyle diyerek?" dediğinde suçlu bir nefes aldım "Şaka yapmaya çalıştım." dedim kendimi kınayarak. "Öyle şaka mı yapılır?" yutkundum "Yapılmaz." dedim suçlu suçlu. "Ama şey sende Lunapark'da bana bağırıp sonra özür dilememiştin mesele." dedim bana neler çektirdiler der gibi. "Dinozor almıştım ya." dedi sinirle. "O zaman mutfakta bir buluşmamız var ve vaktimiz yok." diyerek ona göz kırptım. Bileğimi kavramasıyla yataktan kalkma fikrinden vaz geçip ona döndüm. "Neden babamı engelledin?" dudaklarımı birbirine bastırdım ve yutkundum. "Nasıl?" diyebildim sadece. "Babamla konuştun ve ne dediğini sorduğumda konuyu değiştirdin. Neden?" kafamı belli belirsiz iki yana salladım. "Ben," sözümü kesip "Sakın bana bir daha yalan söylemeye kalkma çünkü sana kızgın kalabilmenin ne kadar zor olduğu hakkında bir fikrin yok." dedi sertçe. Kalbim delicesine atıyordu. Yakalanmanın verdiği ağırlık ile sık sık nefes alıyordum. "Şimdi söyle!" doğruldu ve yatakta bağdaş kurup gözlerime baktı. "Baba," doğrulurken bir bahane sunmak için ağzımı açtım ama dirseklerimin üzerinde kalmama sebep olacak bir tonda. "Nil sana babamı sormuyorum!" diye gürleyince sadece yutkunabildim. "Neyi bilmek istiyorsun?" diye bende yükseldim. Sesim nasıl olduysa ondan çok çıkmıştı ve bu suçluluk hissinin bastırmasına neden oldu. "Hayatımı tam olarak hangi noktada çaldın?" elim boğazıma dolandı ve parmaklarımı şah damarımda gezdirdim. Sobe Nil! "Ne?" kaşları çatıldı. Gözlerine baktığımda bakışları bana ilk defa böyle uzaktı. Deliciydi. Yataktan kalktığında oturur pozisyona geçtim. Hiç bir şey söylemeden üzerine bir tişört geçirdiğindeyse sessizce "Nereye gidiyorsun?" diye mırıldandım. Bana ters bir bakış attığında yatakta gördüğü gri tişörtü bacaklarını ve şortunu tamamen örtmüş, dizlerinin üzerinde oturan bir kızdı. Burada kastım tamamen ne hissettiğimi görmezden geldi ve arkasını döndü. Hızla olduğum yerden fırlayıp daha bir adım dahi atmasına izin vermeden kaslı ve bana oranla oldukça büyük koluna tüm gücümle tutundum. "Sana bir soru sorduğumda bana bir cevap ver." dedim sakin bir tonlamayla. "Asıl sen bana cevap ver!" tamam. Ağlamak yoktu ama bu seferki gerçekten gürlemenin tam olarak tanımıydı. "Ağlama Nil? Cevap ver bana bak! Ağlama karşımda." gözlerimi silip içimi çektim. "Ya söyleyemem hatırlasan zaten hatırlardın." dedim ağlarken ellerimi yüzümde gezdirerek yüzümü saklamaya çalışıyordum ama aynı zamanda yüzümü sakladığımı gizlemeye çalışıyordum. "Seninle hiç yattım mı?" kafamı inkar ederce birbirinin aksi iki yöne sallayıp burnumu çektim ve ellerimi yüzümden indirdim. Sabır diler gibi nefes alıp şakaklarını ovuşturdu. "Ne zaman tanıştık?" dedi sabrı kalmamış gibi. Biraz daha ağlamaya devam edip ardından gözlerimi sildim ve sakinleşmeye çalışarak "Karşılıklı anlaşma olsun?" diye bir teklif sundum. "Onca şirketle çalıştım hiç biri senin kadar çıkarcı değildi." kafa salladım. "Ben sana bir ip ucu vereyim ve sende 15 gün boyunca babanla ve ailenle iletişim kurma." diye mırıldandım. "Neden lan neden?" omuz silkerken burnumu tişörtümün içine sildim. "Söz mü?" dedim ikna etme çabasıyla. "Daha uzun konuşmadığımız zamanlar oldu." demekle yetindi. "Yani söz mü?" derken onu iyice sinir etmiştim. "Söz Nil!" dedi hissetle. "Nil Vseaby." dedim sadece. Anlamsızca kafa salladı. "O ne demek?" sıkıntılı bir ses çıkardım. "İnstagram profilimdeki adım." gözlerini devirdi. "Ben kimseyle instagramdan mesajlaşmazdım Nil." dediğinde gülümsedim. "Çok unutkansın sevgilim dedim." gülüşümdeki parçaları görmüş olmalı ki. "Şimdi de bana seni hatırlamadığım için küsecek misin?" alayla güldü. "Ne bu? Bilinmeyen bir kadının mektubu mu?" Hayır sevgilim bu aslında bir portre. Sadece doğru açıyı yakaladığında gördüğün bir portre. "Bir ipucu daha ver." gülümsedim. "Senin engel listendeydim." nedenini asla söyleme. Hızla telefonunu çıkardı ve "Ha siktir bıraktım ki ben o hesabı. Kapanmış olabilir." dedi hınçla. Kollarımı kendime sarıp "Zaten kapattım ben hesabımı açsan da bir şey bulamazsın." diye mırıldandım. "İyi halt etmişsin." Durup biraz düşündü. "Umarım seni incitmemişimdir." dedi geçmişi kastederek. Yaralarını görüyordum... "Bir şey daha." derin bir nefes aldı. "Neden babamı engellediğini söyle çünkü ben salağa yatmaktan. Her yalanına inanmış taklidi yapmaktan çok yoruldum." kafa salladım. "Geçmişte sana verdiğim sözleri tutmam gerek çünkü bir daha hiç bir zaman şu anda olduğumuz kadar geçmişe yakın olmayacağız. Ve bazı şeyleri öğrendiğinde daha da uzaklaşacağız." kaşlarını çattı. "Sana ne yaparsan yap kızgın kalmam çünkü," onaylamayarak kafamı aksi yöne salladım. "Hayır Melih beni ikna etmeye çalışma." "Çünkü benim için gerçekten değerlisin." bana yaklaştı ve avuçlarını şakaklarıma yasladı. "Bak ben, çocukken çok kolay değildi, yani bazı zorluklar yaşadım ve bunun getirisi neredeyse tüm hayatımı etkiledi. Örnek bir kişilik oluşturmadığımın farkındayım. O zamanlar beni tanıdıysan biliyorsundur asla olmak istediğim kişi gibi davranmadım. Fakat büyüdüm. Artık her şeyin değiştiğini görebiliyorsun. Yalnızdım Nil. Aşamadıklarımı aşasıya kadar her şeyimi kaybettim. Çocukluğumu, edinebileceğim dostlukları, hayattan aldığım zevki dahi. İnsanlara olan güvenimi kaybetmek ise en acısıydı. Şimdi bak burada karşımdasın, nereye dersen oraya, ne istersen ona. Yalan söyle tamam söz veriyorum inanacağım ama seni bırakacağımı düşünme. Aklından dahi geçmesin." alnıma minik bir öpücük kondurdu. Ellerimi saçlarına çıkardım ve dalgaların arasında gezdirdim. "Biliyorum. Çok korktun biliyorum, tiksindin, nefret ettin. Tüm dünya sana karşı gibi hissettin ama dinle ben yanındayım Melih. Ben yanındayım seni koruyacağım, arındıracağım ve seveceğim." diye mırıldandım gözlerine bakarak. Elleri şakaklarımdan düşerek belime doğru kaydı ve alev gibi dudakları tenimde gezindi. Şakaklarımda, yanaklarımda ve en son boynumda. Nefesim hızlanırken beni de ittirerek yatağa uzanmamızı sağladı, boynumda uzun uzun soluklanırken yakıcı his karnımın üzerinde ve kasıklarımda gezinmeye başladı. Kor ateş gibi dudakları yavaşça aşağı indi ve açılmış karnımda gezindi. Bir süre sonra kafasını karnıma gömüp sessizce mırıldandı. "Küçükken babam ben uyuyamadığım zamanlar ıslık çalarak beni rahatlatmaya çalışırdı." ellerim saçlarında gezinmeye başladı. Ben uyuyamadığım zamanlar, midemin bulandığı kendimden tiksindiğim zamanlar, ağlamaktan uyuyamadığım zamanlar. "Ben ıslık çalmayı bilmiyorum." dedim gülerek. "Ben çalayım o zaman." dedi aynı şekilde. Kafasını kaldırıp derin bir nefes aldı ve huzur dolu sesi odayı doldu. Ellerim saçlarında dolanırken uzunca bir süre nefesini dinledim. Gözyaşları karnımı ıslatırken ıslık sesi sonunda kesildi ve onu kendime çektiğimde kafasını göğsüme gömdü. Ağlıyordu. "Melih." dedim gözlerimden yaşlar süzülürken. "Ben kendimden tiksindim Nil! O yüzdendi." diye inledi gözyaşları arasında boğuk sesiyle. "Biliyorum." dedim itiraz kabul etmez bir sesle. Kafa sallayıp sakinleşmek için çabalarken hıçkırdı. "Dünyadaki her şeyin beni kirlettiğini düşündüm." saçlarında gezinen ellerim duraksadı. "Kazanan ben olmak istedim. Herkesten üstün olmak istedim." O kadını öldürmek istedin. O kadını öldürmek isterdim. O adamı öldürmek istedin. O adamı öldür, "Hazzın peşinde koşmayı bıraktığımı sanırdım fakat uzun süre sonra ilk defa bir kadına dokunmak istiyorum." derin bir nefes aldım. "İnleyeceğim neredeyse." diye mırıldandım. "Alınıp iğrenç bir espri yapma ama çok kısasın ve ayaklarım yerde kaldı." hızla kafamı kaldırıp bakınca gerçekten de ayaklarının yatağın dışında olduğunu gördüm. Dudaklarımdan büyük bir kahkaha kaçarken itiraz etmek için ağzımı açtığımda tekrar güldüm ve ardından nefes alıp "Ve sende çok ağırsın. O yüzden üstte benim olmam gerekiyor." dedim. İyi haber sonunda başını kaldırıp yüzüme bakmıştı. Kötü haber kızardığıma emindim ve utanç her yerimi yakıyordu. "Yarım saat olmadan bayılırsın." derken yanağımı okşadı. Başımı ona eğip şaşkınlıkla "Yarım saat mi?" diye bağırdım. Benimle dalga geçmişti. Kahkaha atarken yüz ifademe baktı. "Konuştuğun kadar iddialı çıkmazsan kırılırım yalnız canım." diye ona takıldım. Üzerinde doğrulurken "Bakmak ister misin?" diye sorduğunda korkuyla sırt üstü uzandım. Üzerimdeki ağırlık gittiğinden dolayı rahatlama hissi beni sardı. "Hadi kalk yarım saat var!" dediğinde umursamazca uzanmaya devam ettim. Yemeğim yenmemişti. Teknik olarak benim yemeğim sayılmazdı ama sonuçta bir yemekti ve ben ortada trip atmamak için bir sebep bulamıyordum. Nimet hakları savunucusu. . - . - . Araba üzerinde sadece neon ışıklarla 3 tane yanan minik kalp olan bir tabela ve kapalı bir tel kapının önüne durdu. Melih beklememi işaret edip arabadan indi ve cebinden çıkardığı bir kartı görmediğim bir noktaya okuttu. Kalpler bir anda yeşil oldu ve kapı yavaşça açılmaya başladı. Melih arabaya geri gelip toprak yolda sürmeye başladı. "Hala emin olamıyorum burası çok karanlık ve toprak dolu." yandan bana bakıp bembeyaz dişleriyle gülümsedi. "Güven sevgiline." derken birde göz kırptı. Gülerek önüme döndüm. Birden yol asfalt olmaya başladı ama bunu anlamam uzun sürdü çünkü pürüzsüz derecede iyi bir asfalttı. Ardından yavaş yavaş ışıkları görmeye başladım ve birden önümüze bir adam atladı. Panikle el frenine uzandığımda Melih elimi kavradı ve beni durdurdu. Adam önümüzden kaykayla kusursuz bir şekilde kayarak geçti. Ardından tamamen aydınlığa çıktık. Etrafımız tellerle çevriliydi ve yukarda kayalar vardı. Onların üzerinde ise tekrar asfalt yol. Arabanın etrafından bir sürü kaykaylı geçiyordu ve her biri farklı bir kostüm giymişti. Arka arkaya sıralanmış bir şekilde kayan dört kadın farklı renklerde kelebeklere benziyorlardı. Çığlık maskesi takmış bir şekilde kayan bir adam vardı. Hatta La Casa Da Papel maskesi, V For Vendetta maskeleri ve Batmandan tut ülkelere ait özel maskeler bile vardı. "Vay canına." dedim cama yapışmış bir şekilde etrafımızda kayan insanlara bakarak. Birden tek tekerli denge bisikletine binmiş ellerinde toplar çeviren bir adama bakıp hayranlık dolu bir sesle "Şuna baksana!" diye bağırdım. "Harika çeviriyor!" etrafındaki kimse onu izlemiyordu. Herkes elindeki içecekleri yudumlarken etrafa bakınıyordu. "Ama yanlış yerde. Kimse ona bakmıyor bile. Yazık. Ne kadar çok çalıştığını düşünsene." dedim üzülerek. "İnsanlar buna alışkın." dedi adamdan asla etkilenmediği belli olan bir sesle. Hatta sanki biraz da siniri bozulmuştu. Arabayı yolun sonundaki park alanına çektiğinde hızla arabadan aşağı indim. Yanımızdan viraj alarak geçen kaykaycı ve patencilerin sesi buraya geliyordu ve kaykay sürerken çıkan o ses gülümsememe sebep oluyordu. "Buradan ekran net bir şekilde görünüyor. Burada duralım." derken ekranı işaret etti. Elini takip ettiğimde tepeye asılmış dev ekranda iki yüz vardı ve aralarında VS yazıyordu. "Shadow VS Hunter." derken güldüm. "Yok Shadowhunters." dedim espri yaptığımı sanarak. Ardından yanına bir yüz daha eklendi fakat bu yüz tanıdıktı. "A bak az önce denge bisikletini süren adam." diye parmağımla adamı gösterdim. "Magicien." dedi küçümser bir ses tonuyla. "Sadece denge bisikleti sürüyorsun ne bu tavırlar?" diye mırıldandı. Ama elinde top da çeviriyordu! "O ne demek?" dedim merakla. "Fransızca sihirbaz manası taşıyor." dedi umarsızca. Alanı yüksek bir ses kapladı ve bu coşkulu ses yarışmacıları tanıtmaya başladı. "Evet bugün 3 büyük yarışmacımız yarışacak. İşte karşınızda hepinizin adını ezbere bildiği Hunter!" çığlık sesleri belirirken ekranda adam yansıtıldı. Hopluyor, zıplıyor ve onun için tezahürat yapanlara teşekkürler ediyordu. Sıfır kollu mavi bir kot ceket ve altına ise hiç bir şey giymişti. Pantolonu ise ceketiyle aynı tondaydı. Saçları ise kısa kesim pembeydi. İri ama kısa bir yapısı vardı. Bir an için acaba Melih bu adamı dövebilir mi diye düşünmeden edemedim. Yanında ben olursam her türlü alırdık. "Ve şimdi de Shadow karşınızda." dedi aynı coşkulu ses. Bu adam sakince yerinde durmaya devam etti. Herkes hep bir ağzından adını bağırırken o sadece duruyordu. Üzeri baştan aşağı siyahtı ve gözlerinde gözlükler vardı. Boyu uzundu ama daha sıska gözüküyordu. "Onların yüzünde niye maske yok?" diye sorduğumda Melih omuz silkerek. "Bende ilk defa geliyorum Nil." dedi. Huysuzluğu üzerindeydi anlaşılan. Önüme dönerek tekrar ekrana odaklandım. "İşte beklenen yüz! Herkesin bayıldığı o yakışıklı surat. This is Magicien!" derken Melih elini yüzüme bastırdığında ekranı göremedim. Çırpınarak ellerinden kurtulduğum kadarıyla sadece gülümseyerek nazik teşekkürlerle karşılık veriyordu ama şüphesiz en çok tezahürata sahip olan oydu. Melih elini tekrar yüzüme bastırıp şakaklarıma bir öpücük kondurduğunda sinirle kafamı geri attım ve ona yaslandım. Ellerimize içecekler kondurulurken tarafalar birbiri ile kısa bir laf dalaşına girdi ve ardından kamera yan yana sıralanmış üç kaykaycıya doğru döndü. Ekran kocaman bir tabelaya döndü ve içi boş kırmızı kalpler bir yavaş yavaş dolmaya başladı. Sonra üç kalpte dolup yeşile döndü ve üç kaykaycıda hızla kaymaya başladı. Yanımızdan geçmeleri sadece 30 saniyelerini almıştı. Ekran tamamen onlara odaklıyken aralarında neredeyse hiç mesafe yoktu. Bir yokuştan çıktılar ve ardından geri indiler. Arabayı park ettiğimiz yerde virajı alıp rampadan aşağı inerken sanırsam Shadow geride kaldı. Bu süreçte hepsi eğilmişti. Engelin üzerinden hepsi zıplayarak yükseldi ve atladılar. Herkesle birlikte Magicien için tezahürat yaparken Melihin eli ağzıma kapandı. "Çığlık çığlığa bağırdığın tek isim benimki olacak." dediğinde ateş dalgası beni vurdu fakat kendimi tutamayarak "Milli maçları izlerken Ferdi Kadıoğlu diye boğazım yırtılasıya kadar bağırdım sayılır mı?" diye alaya aldım. "Sayılır bir daha olmasın." dediğinde ise ilişkimizi gözden geçirmeye başladım. Kimse Ferdi ile arama giremezdi! Shadow öndeydi, arkasında hemen dibinde Magicien sürüyordu ve en arkada Hunter kalmıştı. Hepsi o kadar hızlıydı ki öyle bir süratle gitsem korkar kendimi yere atardım. Uzun süre elimdeki içeceğe dokunmadan sürüşlerini ive manevralarını izledim. Sonuç olarak Magicien kazandı ama bence Hunter daha çok hak etmişti çünkü hep arkadan sürüp sona yakın harika bir manevrayla öne geçmeyi başarmıştı. Magicien adına tezahüratlar yapılırken kamera kapanmış ve yerine reklam oynatılmaya başlamıştı. "Şimdi ne olacak?" diye sordum merakla. "Kutlamalar yapılacak dahil olmak ister misin?" dediğinde hemen. "Yok ya başım ağrıdı uykum geldi," sinirle güldüğünde ona döndüm. Sanırım dahil olmam konusunda ciddi değildi. Göz devirerek kafamı boyun girintisine yasladım. "Dostum." önümüzde elini Melihe uzatmış duran Magicieni gördüğümde gözlerim kocaman açıldı. Melih bir eli benim omzumdayken diğer elini uzatıp onu selamladı. "Gelmemek konusunda ciddi olduğunu sanıyordum." dedi Magicien. "Hatun istedi." dedi tekdüze bir sesle. Hatun mu? Bildiğimiz hatun mu? Hangi hatun? Ben miyim hatun? Gülümsedim. "Nil ben." dedim elimi öne uzatarak. "Mag diyebilirsin Nil." derken elimi sıktı. Elimi geri çekerken Melih dudaklarının arasında homurdandı. Yüksek ihtimalle Nil dememe bozulmuştu. "E kasaya katkınız olacaktır umarım." dedi Mag sırıtarak. "Hiç bu kadar dürüst bir kumarbaz görmemiştim." dedi Melih alayla. "Ne var canım. Güzel Nil biraz büyülenmek ister diye düşünüyorum." "Sikeceğim şimdi güzelini," Mag bozuluken hemen olayı devraldım ve "Aslında biz katılmak isteriz nerede oynayacağız?" diye bağırdım. "Hayatındaki ilk açık hava kumarhanesini göreceksin hazır ol." dedi ve kalabalığın arasına karışık yürümeye başladı. Melihi çekiştirerek peşinden yürürken fark ettim. Kostümleri sürekli değişiyordu. İlk gördüğümde palyanço gibi giyinmişti ama kayarken daha çok spor ve kargo gözüküyordu. Şimdi ise pelerine benzer bir şey vardı üzerinde. Kaykay pistinden ayrıldık ve merdivenleri tırmandık. Açık ve geniş bir alanda bir sürü masa ve adını bilmediğim kumar malzemeleri vardı. "Şu ne?" dedim merakla içinde top dönen şeye. Kaçak siteden dizi izlerken sürekli görüyordum. "Rulet masası." diye cevapladı Melih ve Mag aynı anda. "Poker mu oynayacağız?" diye sordum heyecanla. "Hayatında ilk defa rulet masası görüyorsan bu pek mümkün değil." dudaklarımı büzüp Melihe baktım. "Gelin hadi size biraz hokus pokus yapayım." dedi gülerek. Bizi Tezgaha götürdü ve garsondan bir iskambil destesi istedi. O karşımızda otururken biz ayakta kaldık. Tekila servisleri yapıldı ve iskambil destesi geldi. Desteyi bana doğru uzatıp "Seç." dediğinde aradan bir kart kaptım. "Aç ortaya." dediğinde kartı çevirdim "Kupa kızı." dedi heyecanlı bir sesle. Başka bir kartı Melihe açtırdı ve ona sinek onlu geldi ve kendisi başka bir kağıt açtığında karo yedili gelmişti. Üç kartı yan yana koydu ve bana bakıp "Kızı takip edebilir misin?" diye sordu. "Üzeri kalpli olan dimi?" dedim çevirdiği kartlardan kalpli olan kartın olduğu yeri işaret ederek. "Aç bakalım orada mı?" dediğinde kartı açtım ve elimde sinek onlu vardı. "Nasıl?" diye sordum hayretle. "Çünkü burada." dedi ortadaki kağıdı açarken. Ardından tüm kartları kapatıp çevirmeye başladı. Gözlerimle kupa kızını takip etmeye çalışırken o durduğunda kendimden emin bir şekilde sağdaki kartı gösterdim. "Aç." dedi merakla. Kağıdı kaldırdığımda maça altılı vardı. "Bu ne?" diye sordum Melihe merakla. "Al şunu bugün eve erken git!" dedi Mag maça altılıyı ona kitlenmiş Melihe uzatarak. Melih bir anda tezgahın Mag'in koluna atıldığında adam hızla geri çekildi. "Dostum şiddeti asla tasvir etmem." diyerek arkasını döndü ve başka insanlarla sohbet etmeye başladı. "Koluna mı soktu? Ama ben bakıyordum yapamaz ki." derken hayranlık doluydum. "Diğer kartları çevirirken hızlıca alıp koydu." dedi hırsla. Ona dönüp kollarımı havaya kaldırdım. Mesajı alıp beni yukarı kaldırdığında kucağında alnına bir öpücük bıraktım. "Zeki sevgilim benim." dedim hevesle. "Yav çen nasıy göydün onu yavş." diyerek çocuk sever gibi yanaklarını sıktım. "Görürüm ben." dedi omuz silkerek. . - . - . "Bu ne?" diye sordum merakla önümdeki uno kartlarına bakarken. Oturduğum koltuğa iyice yerleşirken yastığı kucağıma aldım. "Madem kumar hakkında hiç bir şey bilmiyorsun bizde daha basit bir şey oynarız." dedi özenle kutusunu açarken. İçinden çıkan kullanım kağıdını özenle okumaya başladı. Ben ise içindeki kartları alıp merakla incelemeye. "Nasıl bir şey ki bu?" dedim üzerinde kırmızı 8 olan kağıdı incelerken. Ardından uzun uzun bana kuralları anlatıp kağıtları gösterdi ve anladığımdan emin oldu. "Yani şimdi +4 kart çek dediğinde elinde atacak hiç bir kartının olmaması mı gerekiyor?" diye sordum şaşkın şaşkın. "Hayır ortada sarı 5 varsa elinde sarı veya 5li bir kart olmaması gerekiyor." dedi öğretici bir edayla. "Bende aynı şeyi dedim!" diye çıkıştım sertçe. Ardından bileğimdeki tokayla saçlarımı sertçe bağlamaya başladım. "Eğer bu hataya düşersen 6 kart çekmek zorunda kalırsın iyi dinle." dedi parmağını bana doğru uzatarak. Tekrar kartlara döndüğünde ağız burun yaparak onu taklit ettim. İçi beyaz ve boş olan bir kartı bana gösterdi. "Bak şimdi böyle bir kart eline geldiğinde istediğimiz kuralı oyunun başında belirleyip yaptırabiliyoruz." elini kullanım klavuzunda gezdirerek okudu "Mesela karşındaki kişinin tüm joker kartlarını atmasını sağlayabilirsin ya da rastgele bir renk söyleyip o renk gelesiye kadar kart çek diyebilirsin." kafa sallarken ayağa kalktım. "Kurallar bunlar olsun sen kartları kar ve dağıt ben birazdan geliyorum." hızla tuvalete koştum ve ihtiyacımı giderip yüzümdeki tüm makyajı çıkardım. Ardından üzerimdeki pantolonu çıkarıp koşarak odadan saten bir pijama kaptım. Pijamayı ayaklarımdan geçirirken "Evde neredeyse çıplak gezmen fazla cüretkar." dedi. Onunla flörtleşmeyecektim. Pijamamı giyip karşısındaki koltuğa oturdum. Aramızdaki sehpadan kartlarımı aldım ve bakmaya başladım. Şanslıydım 3 tane +2 kart çek kartı gelmişti. Bir tanesi yönü değiştirme kartıydı. 2 tane ise kırmızı kart vardı. Ortadaki karta baktım mavi 3 vardı. Kırmızı üçü ortaya atıp Melihe baktım. Gülerek yeşil rengi ortaya attı. Elimdeki yeşil yön değiştirme kartını attığımda sıra tekrar bana geldi ve yeşil +2 kartımı attım. Hiç gocunmadan 2 kart çekti. Kart çektiğinde tekrar kart atamadığın için elimdeki iki +2 kartını da attım ve toplam 6 tane kart çekmesine neden oldum. "Al şunu eve erken git." diyerek son 2 kartını eline verdiğimde ilk defa siniri bozuldu kaşları çatıldı. "Uno!" dedim heyecanla. Elimde sadece bir tane kart kalmıştı. Ortadaki renk elimde olmadığından kart çekme bölümünden bir kart çektim. "Oyunun amacı kartları en erken bitiren olmak değil mi?" dedim gülerek. "Sende ilk başladığının iki katı var da." kartlarının arasından beyaz görünümlü bir kartı ortaya attı "Bölüşürüz güzelim." kartları birleştirip tekrar dağıtma kartı atmıştı. "Ufff ya!" elimdeki iki kartı ona vermek ve karmasını izlemek çok zordu. "Resmen kendi ayağıma sıktım!" diye itiraz ettim. "Demek ki her zaman kartları erken bitirmeye odaklanmamalısın." derken göz kırptı. Aman tanrım eriyordum. Melihin telefonunu alıp spotifydan 'Ateşle Barut' şarkısını açıp telefonu ortaya koydum ve elime gelen kartlara baktım. Tekrar 6 kart düşmüştü ve hepsi de renk kartıydı sadece biri +2 kartıydı. Uygun oldukça renk kartlarını ortaya ata ata 2 kart kalmasını sağladım. Gel gelelim Melihin de iki kartı kalmıştı ve gizlice baktığım üzere elinde bir +2 kartı vardı. "Şarkıyı değiştirsene." dedim elimde ortaya atacak kartım olmadığı için yerden kart çekerken. O telefona odaklandığında ben hızlıca ortadaki kartlara bakmaya başladım ve elime +4 kartı gelince gülerek onu elime aldım. Knockin' On Heaven's Door çalmaya başladığında sıranın ona geldiğini söyleyerek kartını atmasını istedim. +2 kartını attığında gülerek elimdeki +4 kartını attım. "Sorguluyorum." dedi keyifle. "Uno dedim!" diyerek itiraz ettim. "Elinde +2 varken +4 atamazdın Nil." dedi itirazla. "8 kart çek." kaşlarımı çattım. Aç gözlülüğün bedelini ödeyerek 8 kartı sinirle çekmeye başladım. "Uno bu arada." dediğinde gözlerim kocaman oldu. Şaka mı? Resmen neredeyse 5 dakikadır elinde tek kart vardı ve fark etmemiştim. "Hile yapmaya o kadar odaklanırsan olacağı bu." oflayarak elimdeki renk kartlarına mutsuz bir bakış attım. Çoğunluğu kırmızıydı. +4'ü ben attığım için renk seçmek benim hakkımdı. "Renk kırmızı!" dedim sinirle. Elindeki kırmızı 2'yi ortaya atıp sakince arkasına yaslandı ve telefondan çalan 'Lost on you' şarkısına eşlik ederek ıslık çaldı. Hınçla ayağa kalkıp yerimde sinirle tepindim ve yastığı sinirle duvara fırlattım. "Haksızlık sen biliyordun bu oyunu ben ilk defa öğreniyorum. Bir daha oynayacağız!" alayla gülerek tüm katları tekrar karmaya başladı. . - . - . "Son bir tur daha." diye itiraz ettim. Bir yandan esnerken bir yandan kartları karıyordum. Olamazdı! Onu yenmek o kadar da zor olamazdı. Son bir kaç eldir onu zorla yerine oturttuğum için bitmiş durumdaydı. "Nil. Güzel sevgilim benim. Eğer hile yapmak yerine oyuna odaklansan zaten yeneceksin." dediğinde elimdeki kartları sertçe masaya bıraktım. "Konuşma ya benle." diyerek yerimden kalktım. Bir şekilde her el o kazanıyordu. Bunda bir iş vardı "E madem kazanmayacağım ben niye oynuyorum!" diye itiraz etti. "Ben sana kazanma mı dedim? Her el de kazanılmaz be kardeşim!" diye serzenişte bulundum. "İyi tamam gel oynayacağız ama bu sefer hile yapmak yok." dediğinde hızlıca kafa sallayarak yanına sıvıştım. Karşısına oturduğumda cidden sadece sakince oynamaya odaklandım. Birde bacağımın altına 1 tane kart sıkıştırmıştım ama bu hile bile sayılmayan bir hileydi. Ve sonucunda onda bir kart kalmışken kazanan ben oldum. Hızla yerimden kalkıp ellerimi havada iki kez çırptım. "Evet sonunda kazandığıma göre gidip yatalım çünkü gece saat 3. Yarın tekrar oynarız." yatağa doğru koşup üzerine atladım. "Yarın falan oynayamayız. Seninle oyun mu oynanır çirkef." kafamı kaldırıp bakabilsem ona iki çift küfür ederdim fakat sadece uyumak istiyordum. Bu yüzden "Knock-Knock-Knockin' on heavens' door." diye bağırarak yorganın altına girdim. . - . - . - "Kalk!" Ne? "Sana diyorum Nil hadi!" gözlerimi zorlukla aralarken kolumu Melihin elinden kurtarmaya çalıştım. "Şaka mısın Melih saat kaç?" diye söylenerek yorganı kafama çektim. "Yatmasaydın 4'de bana ne?" bu gerçekten yaşanıyor muydu? "Kalk hazırlan denize gideceğiz!" dertçe nefesimi verdim "Ya ne denizi?" dedim öfkeyle. "Hep senin isteklerini mi gerçekleştireceğiz canım." Hem saat kaçtı ki? "Kalk hadi daha bikini alacağız!" biraz daha yatmaya devam ettim. O sırada odadan hışırtı sesleri geliyordu. Tekrar adımı seslendiğinde hınçla "Saat kaç daha ne denizi?" diye çığırdım. "Gün geçmiyor ki çirkef huyların ortaya çıkmayı bıraksın." yanıma gelip beni kaldırdı ve üzerime bir sweat giydirmeye başladı. Hava soğuyabilirdi. Hakkı vardı. "Altını da ben giydireyim istersen." derken beni bırakmıştı ve tekrar geri yatmıştım. "Pantolonumu getir." dedim para vermek üzere olan baba edasıyla. Yorganın altında pijamamı çıkarıp pantolonumu giyerken Melih evde bile değildi. Yarım saate geleceğini söyleyip gitmişti. Kalkıp yüzümü yıkadım ve bir kaç bakım ürünü uyguladım. Saçlarımı güzelce toparladım. Bol bol güneş kremi sürüp onu da çantama attım. Kapı çaldığında yatakta oturuyordum. Kalkıp kapıyı açtım. Karşımda duran Melih önce arkamdaki dağınık duran yatağa bakıp yüzünü buruşturdu. "Çantanı al gel de kahvaltı yapalım." dedi tek düze bir sesle. Ben kamp kıyafeti hazırladığım için yanıma kalın şeyler almıştım o yüzden alışveriş yapmamız gerekecekti. Önce otelin restoranında kısa bir kahvaltı yaptık. Melih marketten bir sürü yiyecek aldığını söyledi. Ardından bir mağazadan bana sade beyaz bir bikini ve pembe bir şapka aldık. Günün sonunda tatlı yeşil Nırvana sweati ve pembe şapkamla tatlı görünüyordum. Hazır yakalamışken Melihe beyaz crocslar aldırmıştım. Kendisi ise siyah bir deniz şortu almıştı. Sonunda yola çıktık ve 10 dakikada plaja vardık. Ücretini ödeyip güzel bir şezlong bulduk. Üzerimizi şemsiyelerin kapattığından emin olduktan sonra ilk yaptığım şey Melihin aldığı vücut güneş kremine sarılmak oldu. Bütün kremi ayaklarıma bocaladıktan sonra şezlonga uzandım. Melihin telefonunu elime alıp baktım. "Saat anca 9 oluyor." diye söylendim. "Evet." derken üzerindeki tişörtü çıkartıp şezlonga koydu. Yutkunarak ona ilerledim ve onun şezlongundaki tişörtü alıp ona doğru uzandım. " Sevgilim." dedim harfleri uzata uzata. "Şimdi mi gireceksin?" diye sordum merakla. "Hayır güneş kremi süreceğim." dediğinde başımı yana yatırıp "O zaman şimdi çıkarma." dedim itirazla. Kollarımı kaldırıp beni kucağına almasını bekledim ve kucağına çıkınca ona sarılarak kafamı boynuna koydum. "Neden o kadar kas yaptın ki?" diye sordum. Bunu gerçekten merak ediyordum. "O zamanlar insanlara daha üstten bakabilmek içindi ama şimdi sağlıklı bir rutin oluşturduğu için." dedi umursamazca. "Günaydın bu arada." dedim aşağıdaki garip döğmelerine bakarken. Daha önce inceleme fırsatım olmamıştı. "Günaydın sevgilim." diye karşılık verdi kucağında benimle şezlonga otururken. "Bu dövmeleri ne zaman yaptırdın." diye sordum merakla. "Üniversitede." dedi sadece. "Anlamı ne?" "Ben dövmeciyim Nil. Dövmemin bir anlamı olması gerekmez." "Kendine hiç dövme yaptın mı." kolunda daha önce fark ettiğim anlamsız dövmeleri işaret etti. "Acımıyor mu?" "Bunu aşırı seksi bir yerinde deneyimlemeni isterdim." "Hani aşırı seksi bir yerimi bulmak çok zordu." "Kucağımda bikiniyle oturduğunda o kadar da zor olmuyordur belki de?" Kucağında kasıldım ve derin bir nefes aldım. "Sakin mi olsan?" dedi kulağıma doğru. "Geriyorsun beni. Hadi yüzelim!" yerimden kalkıp üzerimdeki kıyafeti ve şapkayı bir kenara çıkardım ve terliklerimi de bırakıp Melihe döndüm. "Peki sen neden bu kadar zayıfsın?" "Genel olarak yeme bozukluğum var. Bazen çok yiyesim geliyor bazen hiç gelmiyor. Şu aralar inanır mısın yemek havamda değilim." denize doğru yüzmeye başladık. "Ben küçükken sürekli bu konuda zorbalığa uğrardım ve birden yemeği kestim. Açlıktan bayıldığım günler olmuş o kadar yani. Sonra insanlar zayıfladığı söyleyip beni övmeye başlayınca tekrar saldım kendimi. Sonra aynı şey defalarca yaşandı ve ben çok hızlı kilo alıp veriyorum." Melih soru sormak için ağzını araladığında onu susturdum ve suya doğru bir adım attım. "Soğuk." dedim. İçim ürpermişti. Hızlı adımlarla belime gelesiye kadar yürüdüm ve kendimi birden suya bıraktım. Benim zar zor aştığım mesafeyi hızla aşan Melih bu noktada suya atlasa su geri çekilirdi. Sığması imkansızdı. O yüzden biraz daha ileri yürüdü. Bende peşinden gidiyordum. "Melih!" diye seslendim panikle. "Geri dönsek." dedim dönüp bana baktığında. Ayağım neredeyse değmiyordu. "Şuralarda falan yüzsek?" diyerek onun daha dizine gelen noktaları gösterdim. "Oturursan eğlenceli olur." diyerek teklifime cazibe kattım. "Ne oldu sen yüzmeyi mi bilmiyorsun?" dedi bir anda şaşkınlıkla. Olur mu? Nilüfer Erçin her şeyi bilmek zorunda. "Ya aslında biliyorum ama çok iyi değilim." kolumdan tutup beni naifçe yanına çekti. "Tamam ben yanındayım bırakmam seni gel." ayaklarımı çırparak yanında durdum. "Biliyorum aslında." dedim yüzüşüme şaşırarak. En son 11 yaşında dersleri bittiğinde yüzmüştüm çünkü. "Evet ne güzel duruyorsun bak." dedi gururlu bir ifadeyle. "Hem ben her an yanındayım sana bir şey olmasına izin vermem." diyerek güvence verdi. Kafa sallayarak omzuna tutundum. "Ayağın yere değiyor mu?" diye sordum panikle. Gülerek beni onayladı "Evet değiyor güzel Nil'im." "Daha öteye gitmeyelim tamam mı?" dediğimde "Gitmeyiz." dedi sadece. "Melih." dedim ona bakarak "Hı?" gibi bir ses çıkardı boğazından "Biz güneş kremi sürmeyi unuttuk." bir anda hatırlamış gibi bana uzun uzun baktı "Yani şimdi beni öpecek misin?" diye sordum bakışların itafen. "Hep sen kafa karıştırıyorsun bak." dedi kucağına çıkmamı kastederek. "Ne bileyim sen öyle bakınca." dedim sadece. Ardından bir anlık cesaretle omuzlarını bırakıp geri geri yüzmeye başladım. Korku dolu çırpınışlarımla yere değeceğim noktadan bir kaç metre geride yere bastım ve uzaklardaki Melihe "Yüzdüm." diye bağırdım bir başarıyı tesciller gibi. "Gördüm." dedi gülere. "Geliyorum." diye bağırdım ve bu sefer o tarafa atılıp kulaç atmaya başladım. "Melih." bir kulaç "Melih tut." omzuna tüm gücümle tutundum. "Tuttum güzelim. Hem bak ne güzel yüzüyorsun korkma artık." derin derin nefes aldım. Kalbim aşırı kötü atıyordu. "Sen tutmadın ben tutundum. Hem nasıl korkmayayım kocaman deniz ya kaybolursam? Nereden bulacaksın beni? Akın varmış ya tutar götürürse? Hem ben fark ettim ki denizi dışarıdan çok seviyorum cidden. Çok büyük, aşırı güzel. Ama içindeyken gerçekten korkunç. Balıklara yem olmak istemem." "Nasıl yani sen daha önce hiç denize gelmedin mi?" dedi merakla. "Ben... pek yüzen... bir insan değildim." diye geveledim ağzımda. "Ama kendi tercihimdi." diye toparlamaya çalıştım hatta. "Bugün ben sevdiğim kadına bir kaç soru sormak istiyorum." kocaman gülümsedim. "Sevdiğin kadın mı?" diye sordum. Kafa sallayarak o da bana gülümsedi ve tutunmam için omzun kollarımı doladı. "Mesela haylindeki meslek neydi? Tıp değil demiştin." "Hiç düşünmedim." derken dubalara doğru yüzüyorduk. "Ama bir meslek olarak yapabilseydim ressam olmak isterdim." dedi sakince. "Evde tuvaller görmüştüm ama heves etmişsindir diye düşünmüştüm açıkçası." "Eve gidince seni soyup boyayacağım. Anlayacaksın." dudaklarını yaladı ve aramıza santimler varken bana uzandı. Kafamı geri atarak ayaklarımı beline sardım. "Sorulara ne oldu." benimleyken nasıl yüzüyordu anlamıyordum. Ayağı basmamaya başlayınca anlamış oldum... Yüzemiyordu. Beni yanına bırakıp peşinden gitmem için hareket yaptı ve elimden gelen tek çare olarak önümüzdeki dubalara doğru telaşla yüzdüm. "Allah senin belanı versin Melih!" derin bir soluk aldım. "Salak herif ya!" yanımda sırıtıyordu. Elbette benden önce ulaşmıştı. "Kime güveniyoruz?" diye kendime de kızdım. "Peki hiç sevgilin oldu mu?" dedi yanımda keyifle. Yüzüne vuran güneş onu aşırı hoş gösteriyordu. Büyük omuzları. Bakma Nil! "Bütün fakülteyle çıktım!" dedim büyük bir sinirle. "He he sana kim bakar?" yüzüne hızla su fırlattım. oğarım seni!" diye bağırdım. Kollarımdan tutup beni dubalardan ayırmaya çalışınca korkuyla dubalara sarıldım. "Sakın!" diye bağırırken beni önünde tuttu ve "Ne dedin ne?" diye sordu sahte bir sinirle. "Boğarım dedi ne var sanki?" diye sordum mazlum mazlum bileklerine tutunurken. Cidden bir bastırsa ölürdüm. "Ondan önce." ha şu fakülte mevzusu. "Şaka olduğunu sende biliyorsun." dedim ılımlı bir sesle, beni kendine çekerek sarıldı. Başım omzuna yaslandı. Biz sanırım sarılmayı seven bir çifttik. Bana sarıldığında bedeninde küçücük kalmam, kokusu, kasları ve en güzeli ise kalplerimizin değiyor olması. "Beni tekrar gördüğünde ne hissettin?" "Hangisinde?" "İlkten başla." "İlki çok garipti, ikincisinde sinirliydim, üçüncüsü kötü bir gündü." "O kadar sık karşılaştık mı?" "Biraz kader, biraz benim yaptığım büyüler ve biraz da küçük planlarım sayesinde." Bir süre sonra ondan ayrıldım ve yüzmeye başladım. Artık alıştığımda her şey daha güzel gelmeye başlamıştı ve yarışlar yapıp durmuştuk. Beni omzuna almıştı ve hatta geri takla atmayı bile öğretmişti. sonunda dubalardan şezlonglara ilk varan kazanır yaptık. O vardı tabii ki ama bedelini de ödedi. Arkasından bağırmıştım. Ödül yemekleri taşımaktı. E birde beni taşımak tabii. Ayaklarım kumdan pislensin istemezdik. Beni konforlu bir şekilde şezlonglara bırakma görevini başarıyla yerine getirdi. Garajdan şezlonglara bir sürü poşet ve bir karpuz taşıdı. O sandviçlerimizi hazırlayıp karpuzları keserken bende telefonundan bir sürü fotoğrafımı çekmeye başlamıştım. Karpuzu sesli bir şekilde ısırırken bana güldü ve "Tişört o kadar sorun değil artık he?" diye sordu "Birincisi," karpuzu sesli bir şekilde yuttum "Etrafta hiç kız yok." ki gerçekten çok az kişi vardı. İkinci ısırığımı aldım ve "İkincisi o kadar yandık ki artık kimse kırmızı kaslarını istemez." kahkaha attı. Cidden 'Ha Ha Ha' tonlamalı bir kahkaha. "Senin de yanakların kızardı çok güzel oldun." kafa salladım. "Evet sende o kadar tatlı oldun ki. Bir sürü fotoğrafımız oldu. Ama seni bazen gerçekten yatırıp yiyesim geliyor. Sahip olunabilecek en iyi erkek arkadaşsın. Akademik kariyerin iyi ve ayrıca kaslısın, yani beni taşıyabiliyorsun ve bu sevişirken problem çıkarmaz. Ama bazen bebek ve hatta çocuk gibi oluyorsun. Popona vura vura sevesim geliyor. Başlarda beni en çok zekan etkilemişti." kafamı kaldırdığımda şaşkın görünüyordu. "Ne oldu?" diye sordum merakla. "Ne yaparken problem çıkarmaz?" neyse ki kızarmamın tek sebebi bugün de sadece güneş değildi. "Yani şey," utançtan ağlamak üzereydim. "Tabii ki ben öyle bir şey hayal etmedim Melih!" bilirsin işte gibi bir el işareti yaptım. "O işler öyle olmuyor mu?" "Sanmıyorum Nil." dedi sandviçinden bir ısırık alarak. "O zaman neden kızlar kaslı erkek istiyor?" "Kendini koruyacak biri olsun diye." Elimi sertçe masaya vurdum. "Bir kere ben sana kızlar hakkında soru sorduğumda bilmiyorum de! İkincisi benim kızlarım kendini korur gayet de." oha kafiyeli oldu. "Anlaşıldı feminist hanım." "Salak Melih Feminizm kadın erkek haklarının eşitliği anlamına gelir. O kadar kitap okuyorsun bir halttan haberi yok." sandviçimden bir ısırık, karpuzumdan başka bir ısırık aldım. Pek umurunda sayılmazdım. O kadar çok yüzmüştük yorulmuş ve çok acıkmıştık. Ağzımdaki lokmamı yutup ıce taeyi elime aldım. "Gitmeden önce son bir kez daha girelim mi?" diye sordum bitkin bir sesle. "Güzelim girme bence, yanıkların canını yakabilir bak öğleni geçti neredeyse. Sonra bir daha gideriz." haklıydı. Kafa salladım ve veda eder gibi denize baktım. Tüm eşyaları toparlayıp arabaya bindiğimde aşırı yorgun hissediyordum. Telefonumun kamerasını açıp ikimize doğru tuttum ve video kaydı açtım. "Hepinize merhaba arkadaşlar bugün." diye bağırdım Enes Batur tonlamasıyla. "Bugün Nil çok fotojenik." diyerek sözümü tamamladı Melih. Kameraya doğru eğilip "Ben Nilüfer Erçin." diye fısıldadım. Ve devam ettim. "Evden kaçmadım kapıyı çarpıp çıktım. Hayatını çalacağım adamı bulmak için. Bu bir sır bu arada. Aramızda kalsın." "Boş konuşma da navigasyonu aç tıp dehası. Senin yüzünden paramız bitti." "Ya gelirken hiç bakmadın navigasyona!" dedim yüksek bir tonlama ile. "Denizi bulmak kolay." diye çıkıştı o da. "Ya cidden paramız mı bitti?" diye sordum merakla. "Nakit çekmem lazım." dedi sadece. Bende vardı. Endişeye mahal yoktu. "Ya Melih!" dedim ağlamaklı bir tonlama ile biten denize bakarken. "Biz niye denizi bıraktık ki?" dudaklarım büzülmüştü. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde baktı. "Ben çok sevmiştim." dedim bu sefer. "Gene geliriz bebeğim." dedi yola bakarken. "Ama ya bizi özlerse?" cevap vermedi. "Başka arkadaşları var mıdır acaba? Acaba herkes onu bırakıp gittiğinde yalnız hissediyor mudur?" "Nil bu çok saçma?" ağlamaya başladım. "Denizler belki de yalnız," hıçkırdım "Yalnızlar diye insanları çekip öldürüyorlardır." bir anda araba durdu. "Tamam şu an yolu bilmiyorum, benzin bitmek üzere, nakit para yok ve sen aşırı saçma bir şekilde ağlıyorsun. İş hayatım beni bu kadar zorlamamıştı." kafa sallayarak çantama eğildim ve ağlayarak cüzdanımı aradım. "Ben Oscarı da çok seviyordum." diyerek cüzdanımı ona uzattım ve göz yaşımı sildim. "İlerde petrol var. Gelirken gördüm." dedim sadece. Avucumu öpüp "Ağlama tamam mı? Eve gidince konuşalım." dedi ben son gözyaşımı silerken. "Eve gidince bana süt yap tamam mı? Şekerli süt." kafa sallayarak onayladı. "Söz yaparım." . - . - Eve vardığımızda regl olmama 1 hafta kaldığını fark etmiştim. Sorunumuz şuydu ki. Benim ağrılarım ve psikolojik durumumun değişimi bir hafta önceden olurdu. Ağlamamın suçunu tamamen regl olacak olmama atamazdım. Ama duştan sonra hemen yatağa girmeme ve acılar içinde o taraftan bu tarafa dönmeme bahanem yoktu. Saat neredeyse akşam 8 olmuştu. Melih elinde bir bardak süt ile yanıma gelince gülümseyerek doğruldum. Bu getirdiği beşinci süttü ve ben anca içebilecek kadar iyi hissediyordum. "Bebeğim ikinci çekmece bir tükenmez kalem, bir ince fırça ve büyük bir far paleti olacaktı. Getirebilir misin?" dedim sütü elinden alırken. Hızla dediklerimi getirdi. Sütten 3 koca yudum alıp sehpaya koydum. "Gel." dedim Melihe. Yanıma oturup elindekileri bana uzatınca elinden alıp yatağa koydum. "Tişörtünü çıkartabilir misin?" diye sordum merakla. Şaşkın şaşkın bana bakıp yutkunarak tişörtünü çıkardı. "Bunlar niye? Fantezi mi?" kıkırdadım ve sırt üstü yatmasını işaret ettim. Uzandığında sırtında balık pulu gibi art arda yuvarlarlar vardı. Paleti açıp fırçayı simli pembe renge bastırdım ve ardından küçük yuvarlardan bir tanesinin içini doldurdum. Ardından yanındakini daha açık bir tona boyadım. "Ne yapıyorsun şu an?" diye sordu huylanan bir halde. "Boyama defterleri konuşmamalıdır." dedim bilmiş bilmiş. "Her şeyi hayal ettim Nil. Yemin ederim her şeyi. Ama bu aklımdan bile geçmedi." gülerek turuncunun yanını yeşile boyadım. Her rengi defalarca kez kullandım ve bütün pulları güzel güzel boyadım. Ardından siyah tükenmez kalemle Melihin sırtına bir nilüfer çizdim ve yapraklarını istediğim tüm renklere boyadım. Sonra kolundaki dövmeleri de istediğim gibi şekillendirdim. Ensesine 6969 yazarken kahkahalarla güldüm. En sonunda sütüm bitmişti ve uykum gelmişti. Yanına uzandım ve kollarının arasında güven dolu bir uyku için gözlerimi kapadım. - . - . - . "Melih oğlum. Nilüfer güzel kızım. Hanginiz okuyorsa bu mesajı. İşler yanlış bir seyirde ilerliyor ve bunu durdurabilecek tek kişi Nilüfer kızım. Acilen dönün yoksa ben bulmak zorunda kalıcam." Annem kişisi engellendi. Mesaj herkesten silindi. Güven dolu bir uyku...
Nasıl buldunuz aşk bahçemler... Bu bölüm çok samimi ve çok güzeldi. İkisi de(, Çok tatlı benim çocuklarım ya. Hala Melihi sevmeyenler kendini ayıplasınnnn... Sizce melihin babası neden Nil'e yazıyor????
|
0% |