Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11-Ölüm Sihri

@kumsallardagezen12

『Sözlerin sessizliğe olan büyük yemini..』

11. BÖLÜM - ÖLÜM SİHRİ

Lindsey Stirling Carol of the Bells

Anıların içinde bırakılmış bir nefestim. Haykıramayacak kadar yorgun ve solgundum. Savaşım bile uzun sürecekti. Nedeni gerçeğe ulaşmam zaman alacağı için. Ama sonun ilk anlarında savaşı başlatacak kişi ben olacaktım.

Hayat yavaş ve sakin yaşamaktı. Her adımı planlı bir şekilde yaşamak ve de an içerisinde yaşamaktı. Sessiz olmak veya sessizliğin içinde bir kaos başlatmak. Her insan yaşamını kendisi belirler. Yanlışlarını, doğrularını, yaşamını, hayatına alacağı kişileri, hayatından çıkaracağı kişileri.
Yalnızlığı da ister insan. Her şeyi tek başına yaşamayı da. Yalnız olup bir şeyleri başarmayı. Mutlu olacağı bir dünya yaratmayı.

Ama en çok ta şunu ister ;Mutlu olup bu mutluluğu sonsuz kılmak..
Bir çiçek gibi veya bir küçücük kelebek gibi sadece ve sadece bir kişinin bile dokunamadığı hayatını sonlandırılmasını beklemek .
Geriye dönüş yapıp bazı hayatları değiştirmeyi isterdim. Bazı kırık yaşamaları bazı insanların yitirilmiş umudunu yeniden inşa etmek isterdim. Herkes farklı yaşamları içinde farklı mücadeleleri veriyor.

Ve benim mücadelem yakında sona erecekti. Tam tamına 1 yıldır yeni bir yaşamın içerisinde yaşayıp duruyordum. Yeni insanlar tanıdım. Yeni hayatlar ve yeni ihanetler. Ama herkes birdi sanki sanki aynı şeyin farklı yolundan ilerleyip zarar veriyorduk kendimize insanlara.

Lord Yelit diye birini tanıdım... Güçlü.. Kuvvetli... Sakin... Farklı.... Hasret duygulu.. İyi... Kibar... Zarif.. Ve onu tanıdığım için çok mutluyum. Çünkü bu zamana kadar bana dersler dışında pek çok şeyi öğretti. Hiç bir şeye körü körüne inanmamayı. Sorgulayıp ardına düşmeyi. Bir şey olmuşsa onun gerisinde veya ilerisinde olan bir şeyden ötürü olduğunu. Ve olan bu şeyin gerçek sebebi öğrendiğim an sorgulamayı onu bitirmeyi öğretti . Her konuda yanımda olacağını beni destekleyeceğini biliyorum. Onu her ne üzmüşse onu öğrenmek istiyorum ama ona soramazdım. Öğrenmek istiyorum ve öğreneceğimi düşünüyorum. Her ne olursa olsun ilk ona koşacağımı biliyorum.

Süreyya hanım diye birini tanıdım. Sıra dışı bir kadın. Hem güzel hemde çok naif biri. Düşünceli... Sağduyulu... Hırslı... Ve Acı dolu bir kadın. Yaşadığı bir acının bana tanıdık bile gelen bir acının onu şekillendirdiğini düşünüyorum. Yaşamını değiştirdiğini. Yön verdiğini hatta bundan dolayı bazı kararlardan dolayı Ahlas beyden ayrılmaya karar verdiğini düşünüyorum. Çünkü aralarında olan bir ihanet ama bu ihaneti ona yapan Ahlas bey değil yapandan ötürü yapılan bu ihaneti ona maal etmiş. Ve bu verdiği karar Ahlas beyde istemeye istemeye kabul etmiş. Boyun eğmiş. Süreyya hanım geçmişte her ne yaşanmışsa bir daha olamaması ve bunun tekrar etmemesi için bir şeyi değil birçok şeyi benden saklamaya çalışıyor. Ve bu kararına diğerleri de uymak zorunda. Ama bilmiyor ki bunun benim için iyi değil kötü olduğunu ama zaten bir şey ne kadar saklı kalabilir ki? Sonsuz mu sonlu mu? Ya da hiç kalamaz ve yavaş yavaş ortaya parça parça çıkmaya başlar.
Ve ben de öğrendiklerimden sonra nasıl davranacağımı göreceğim.

Tarsis Kralı Hermes diye birini tanıdım ... Gizem dolu biri. Farklı onu böyle tarif edebilirim. Bana olan o ilk anlarda ki tavrı değişmedi ama farkı bir boyut aldı. Yine kaba biri bana karşı ya da herkese bilemiyorum. Tarsis kralı bir şeyi veya şeyleri saklamaya çalışıyor gibi. Yakında anlarım bunu biliyorum. Onu bazı konularda çok takdir ediyorum. Ama en çok onun korumacı baba tarafını takdir ediyorum. Kiran 'ı canından çok sevdiğini anlamamak imkansız. Onun için herşeyi yapabilir. Her şeyden vazgeçebilir. Her şeyi kabul edebilir de biliyorum. En çok kabuk etmekte zorlanacağı şey de Mera. İlk başta katiyen reddedecek ama sonunda oğlunun mutluluğu için kabullenecek.
Bu yakın bir zamanda olacak gibi...

Esila... Kolyenin ilk sahibi. Korkusuz... Acımasız... İntikam hırsına sahip. Bir ateş gibi yakmaya ve yıkmaya meyilli. Geçmişin hatasını kabullenmeyen ve bu geçmişin devamını değiştirmeye çalışan biri. Ve tehlikeli... Etrafında olanları kendi hırsları uğrunda feda edecek biri. İnandıklarını hiçbir koşulda değiştirmeyen. Bunu yalanlarla ve olmayan hayallerle şekillendiren biri. Kolyemi almak istiyor. Ama atladığı bir şey var. O da kolye onundu. Ama yaptığı hata onu kolyenin sahibi olmaktan çekip aldı. Ve alınan yeni sahibi olan bir kolyeyi alacağını düşünüyor. Ya da başka bir amaç için kullanmak. Her türlü bu kolye onun değil bunu en yakın zamanda anlayacak. Ya da anlamasını sağlayacağım. Rüyalarıma ara sıra girip bana bir şeyleri anlatmaya çalışıyor.

Ama sanki belli bir şeyle beni yönlendirmeye ve düşüncelerimi değiştirerek yanlış kararlar vermemi istiyor. En çok da hata yapmamı istiyor. Yapacağım hatanın dönüşünün olmamasını istiyor. Aynı onun yaptığı hata gibi. Ama nasıl bir hata yaptı ki ondan kolye alındı? Nasıl bir hata yaptı da kolyenin sahibi olmamasına karar verildi. Ne onu bu yola sürükledi? Acı mı? İhanet mi? Yoksa Aşk mı?
Bunu nasıl öğreneceğimi merak ediyordum. Rastlantı sonucunda mı yoksa sorumun cevabında mı? Öğrenecektim.

Ahrar Renas hoca diye birini tanımaya başlayacağım. Nasıl biri? Denilen gibi insanlarla olan muhatabı hiç mi yok? Kaba biri bunu bugün öğrendim. Ön yargılı biri. Farklı biri de ayrıca. Onda beni tedirgin eden bir şey var. Onu bana sorgulatan bir şey. Onu merak etmemi sağlayacak bir şey. Ama öğrenmekte isteyeceğim bir şey. Öğrendiğim anda pişman olacağım bir şey. Ve onu farklılaştıracağım bir şey.
Normal biri değil bunu yaydığı enerjisinden anlayabiliyorum. Ruhsuz biri ya da ruhunu yitirmiş biri.

Ya da ruhunu aramaya koyulmuş bir adam. İyi bir eğitmen olduğu bilinmekte ve söylenmekte. Peki bana ne kadarını aşılayacak? Kıyaslama yapacak mı? İlk kolyenin sahibiyle. Onu övüp beni kınayacak mı? Onu güzel sözlerle överken beni eleştirirken ruhsuzlaştıracak mı? Ve bu 3 ay boyunca ne olacak? İkimizde dik kafalı...istediği olmayınca patlayan... kızan .... kızmaktan .... bağırmaktan çekinmeyen biriyiz. Ders anlatırken onunla uyuşmayacak düşüncelerimiz olacak. Zıt kutuplar birbirini ya iter ya yok eder. Bakalım biz nasıl olacağız. Ya birbirimizi iteceğiz ya da yok edene kadar durmayacağız. Acılarımızla, ruhumuzla, duygularımızla, hüzünlerimizle, ihanetlerimizle birbirini kıran iki insan olacağız. Bunu hissediyorum. Birimizi hiç tanımamış olmayı da dileyecekte olabiliriz.
Şimdi ise her şey susmuştu. Zihinler, acılar, düşünceler, ihanetler ve hayaller...

Masa da Süreyya hanım dans edeceğimizi söylediği anda masa da kısa bir sessizlik olmuştu. Ben ise ona bakıyordum. Renas hocaya... Onun da bakışları bendeydi. Yanımda duran Victoria elini koluma yerleştirip ona dönmemi sağladı. Başımı yavaşça ona çevirdim.

"Birkaç dakika sonra dans edeceksiniz. O zaman kadar siz burada durun bizlerde son hazırlıkları yapalım. Hangi dansı edeceksin biliyorsun zaten." dedi beni cesaretlendirmeye çalışarak. Başımı sallamakla yetindim o an sadece. Victoria konuşmasını bitirdikten sonra Rauf Bey, Loya hanım ve Serra masadan Süreyya hanımın yönlendirmesiyle ayrıldılar.

Nedense Serra' dan bana yönelik iğneleyici sözler sarf etmesini bekliyordum. Ama bugün susmakla yetinmişti. Onlar gittikten sonra Victoria 'da masadan ayrıldı. Masa da bir o bir ben kalmıştım. Bakışlarım o hariç her yerde geziniyordu. İstemsizce gerilmiştim. Ama bunu dışarıdan belli etmediğimi biliyordum. Ben sessiz bir şekilde masada dururken onun bana hitaben konuşması bakışlarımın onu bulmasını sağladı.

"Bu ortamda olmaktan pek memnun gibi değilsin ya da biraz sonra yapılacak olan dans mı seni geriyor?" diye bariton sesiyle konuştu. Konuşurken ki yüz ifadesi onunda bu biraz sonra edilecek danstan hiç hoşnut olmadığını gösteriyordu. Hatta etrafta attığı o kısa ama bıkkın ifadesi burada olmak bile onun canını sıktığını gösteriyordu. Sahi o bu tür kalabalık olan ortamlarda olmayı sevmiyordu değil mi? Daha çok tek başına zaman geçirmeyi seviyordu.

"Hayır, gergin değilim. Ve küçük kısa bir dans neden beni gersin ki... Hem buradan bakılınca sizin bu yapılacak danstan memnun olmadığınız apaçık. Aslında sizin daha çok bu ortamdan hemen uzaklaşmak için dakikaları saydığınızı bile söyleyebilirim." diye samimiyetsiz bir tebessümle sorusuna cevap verdim. Anında kaşları çatıldı ve lacivert harelerinde kızgınlık belirdi. Sanırım damarına basmıştım. Nedense bu hiç beni germiyor daha çok eğlendiriyordu. Bir robot misali duruyordu. İnsan bu haline anlam vermiyordu.

" Evet kalabalık ortamları pek sevmem ama bu ortamlarda çok sık bulunurum." dedi tane tane ardından bakışlarını etrafa çevirdi. Ve etrafı göstererek konuştu. "Sende sevmiyorsun ama alışmaya bak malum boynunda taşıdığın senin için bir lütuf olan bu kolye sayesinde bu ortamlarda sık sık bulunacaksın." diye cümlesini tamamladı. Sözlerinin altında yatan imayı anlamamak için aptal olmak lazımdı. Bu adamın derdi neydi? Her an gözleri kolyeme değse kısa sürede olsa baksa kolyeme anında kaşlarını çatıp nefretle bakıyordu boynumda duran kolyeme.

Kolyeme mi bu nefret yoksa bana mı? Bunu Süreyya hanımın babası da yapmıştı. Hatta bu sabah ve yarım saat önce de kolyeme bakmış ve o gözlerinde olan nefreti görmüştüm. Saf derin bir nefretle bakmıştı Turul bey ama sonra Süreyya hanım ona bir şey diyince bakışlarını kolyemden çekmişti. Şimdi aynısını Renas hoca yapıyordu. Bu nefretin ardında bir şey olmalı?
Uzun süre sessiz kalışımızı benim sözlerim bitirdi.

"İki isminiz varmış size hangisiyle seslenmemi istersiniz? Ahrar hoca mı? Ya da Renas hoca mı? Veya Ahrar Renas hoca mı dememi istersiniz?" diye sorduğum anda önünde duran bardaktan bakışlarını çekti ve kısa bir süre beni inceledi. Ardından gözlerini tekrar önünde duran bardağa çevirdi.

" Sen bilirsin benim için sorun olmaz nasıl seslenirsen seslen. "demiş ve bardağı kafasına dikmişti. Ardından bakışlarını bana tekrar çevirdi ve bana doğru adımladı.

" Şu lanet olası dansı başlatalım hadi. "demiş ve bana sol elini uzatmıştı. Önce birkaç saniye bana uzatılan eline baktım ve sonra derin bir nefes alıp bana uzatılan eline elimi yerleştirip bakışlarımı etrafa çevirdim. Herkes bu hareketimizle bize bakıyordu. Tüm gözler bizim üzerimizdeydi. Benim heyecandan dolayı buz kesmiş sol elim onun avucunda duruyordu. Yavaşça tam dans edeceğimiz alana doğru adım atıyorduk.

Herkes yanındakiyle konuşmayı bırakmıştı ve ben ve Ahrar hocaya bakıyordu. Aldığım soluk sanki ciğerlerime çarpa çarpa dışarı salınıyordu. Sonunda Ahrar hocayla beraber tam dans edilecek yere ulaştığımızda Ahrar hoca durdu ve karşıma geçti. Ben duvara asılı olan aynaya sırtımı dönmüştüm. Oda aynanın ve benim tam karşımda duruyordu. Bizim tam dans pistinin ortasına geldiğimizde daha önce aldığım dans eğitiminde çalınan şarkı etrafa bir peri tozu gibi yayıldı.

Melodi şimdi etrafta yayılarak ilerliyordu. Şarkı başladığı anda derin bir nefes alıp gerginliğimi zapt etmeye çalıştım. Yavaşça sağ elimi Ahrar hocanın omzuna yerleştirip sol elimi de onun sol avcuna bıraktım. Oda sol elimi kavradı ve sağ elini belime yerleştirdi. Ve yavaşça dans etmeye başladık.

İlk biz başlatacaktık dansı daha sonra diğerleri de dansa katılacaktı. Biz başladıktan sonra birkaç saniyenin ardından salonda olanlar dansa kaldırdı partnerlerini. Ben gergin halde dans ederken zihnime ulaşan düşüncelerimi zorlukla susturdum. Zihnim ne kadar gerçeğe yaklaşmak için çaba sarf ediyorsa ben ise ondan çığlık çığlığa kaçıyordum. Bakışlarım etrafta çevrildi. Süreyya hanım ve Ahlas bey de dansa kalkmıştı. Rauf Bey ve Loya hanım da.

Victoria ise Arın hocayla dans ediyordu. Bakışlarım anında masada yalnız kalan ikiliyi buldu. Mera bizim olduğumuz tarafa bakarken Kiran ise Mera 'ya bakıyordu. Birkaç saniye sonra Kiran umutsuz bir şekilde benim olduğum tarafa bakınca bakışlarımız keşişti. Anında Mera' yı gösterdim gözlerimle. Bakışlarımı takip ederek Mera 'ya baktığımı gördü ve kararsız bir şekilde omuzlarını düşürdü. Anında kolyem sayesinde zihniyle bir bağlantı kurudum.

"Hadi Kiran bu fırsat bir daha asla eline geçmez. Onu dansa kaldır. Hayır demeyecek. Ne kaybedersin ki? Hem belki de onu dansa kaldırmanı bekliyordur." dedim.

İlk başta biraz çekindi. Sonra tekrar Mera 'ya baktı. Ardından bakışları beni buldu.

"Tamam. Dansa kaldırmayı teklif edeceğim. "

Onun sözlerinden sonra ona tebessüm ettim. Ve Kiran yavaşça Mera' nın yanına geçti. Mera anında etrafta olan bakışlarını Kiran 'a çevirdi. Buradan onları duyamadım ama Kiran birkaç saniye konuştuktan sonra Mera ne duyduysa şaşırdı ama sonra utanarak bakışlarını ondan kaçırdı ama kaçırırken dudakları kıpırdamıştı. Sanrım evet demişti.
Ardından da Kiran ona sağ elini uzattı ve Mera da elini onun avcuna yerleştirip dans edilen alana doğru adımladılar. Anında bakışlarımı Tarsis kralına çevirdim. Öfkeyle Kiran 'ın olduğu tarafa bakıyordu.
Anında onun da zihniyle bir bağlantı kurdum.

"Çok güzel gözüküyorlar değil mi?" dediğimde anında bakışlarını Kiran ve Mera dan çekip bana çevirdi Tarsis kralı. Ama bu bakışlarında az öncekinden daha yoğun bir öfke vardı. Ama ben ne yaptım ona eğlenen bakışlarımla baktım. Her zaman istediğim şeyi yapardım ve onlar bugün dans edecekti ve ettiler de.

"Bunu sen yaptın değil mi? Çünkü oğlum bu konularda çekingen biri. Sen onu cesaretlendirdin. O kızla dans etsin diye." diye sesi zihnimin duvarlarında bağırırken ben bu davranışını umursamadım ve ona tek kaşımı kaldırıp onun tam tersi sakince konuştum.

"Ah ! Evet biraz onu cesaretlendirmiş olabilirim ama biraz." demiş ve onu izlemeye başladım ardından neredeyse öfke küpüne dönen adama son kez baktım ve olan zihin bağlantısını bozdum. Şimdi gerçekten çıldırıyor olmalıydı. Ama hiç mi hiç umurumda değildi.

Sonunda bakışlarımı karşımda duran adama çevirdim. Bakışlarım onu bulunca onun bakışlarının bende olduğunu gördüm ne zamandır beni inceliyordu. Birkaç dakika mı yoksa en başından beri mi? Kiran ve Mera için olan çabamdan dolayı Ahrar hocayı unutmuştum.

"Çok sessizsiniz Ahrar hoca. Genelde bu sessizliği zihinlerde kopan çığlığa veriyorum her daim." dedim ve ne cevap verecek onu bekledim. Zihninde ne fırtınalar vardı kim bilir?

"Sadece düşünüyorum. Her daim düşünürüm." diye kestirip attı sorumu. Nedense ben böyle düşünmüyordum.

"Hım siz öyle diyorsanız öyledir." dedim ve onu incelemeye başladım istemsizce. Lacivert irisleri bu sefer etrafı izliyordu. Sessiz biriydi. Ama bu sessizliğin tehlikeli olduğunu hissediyordum. Şimdi karşımda duruyordu ve benden uzun biriydi. Hatta onun yanında küçük bile kaldığımı söyleyebilirdim.

Onu ve kendimi zıt kutuplar olarak tanımlayabilirdim. Onun sessizliği çok farklıydı benim sessizliğim sessiz kalmam istendiği içindi. Onun ruhsuz bakışlarının onun için bir mekanizma olduğunu söyleyebilirdim. Ama benim ruhsuzluğum ruhumun kırılmasından dolayıydı. O lacivert harelerini her değdirdiği nokta da küçük izlenimler ararken ben öylesine bakıyordum. Öylesine...

O duygularını sanki hiç elde etmemişti ben ise yitirdim. O her zaman tekti ama ben bir süre sonra tek olmaya başlamıştım. Onun acısı yaşamından beri varken benim acım sonradan bedenime kazındı. O kendini bildiğinden beri hayatı işi olmuşken benimki bir zamandan sonra hayatımda yer aldı.
İşte o isteyerek bu yaşamın bir parçası olmuşken ben bu hayata bir anda itilip bırakılmıştım.

İkimizde bir bakıma aynıydık ama ben bunu kabullenmek zorunda kalmıştım. O bunu hayatı bellemişti.
İki farklı insan ama yolları kesişen kişilerdik. Hala dans devam ediyordu. Herkes eğlenceye kendini kaptırmış bugün sonmuş gibi anın tadını çıkarıyordular. Etrafı adım sesleri, melodi sesleri, kahkaha sesleri çevrelemişti. Ve sonunda Ahrar hocanın bakışları yine beni buldu. Anında uzun bir bakışma yaşamamak için aklıma gelen ilk soruyu sordum.

"Yarın mı başlayacak bu vereceğiniz ders? " diye sordum. Ve Ahrar hoca sorumu cevaplamadan önce beni etrafımda hafifçe çevirdi ve sağ elinin yardımıyla belimi eğerek ona şaşırarak bakmamı sağladı. Çünkü bu hareketini beklemiyordum. Bakışlarım ondayken birden ne olduysa gözlerim solumda duran devasa aynaya çevrildi.

Nasıl?

Ahar hoca bedenimi eğmiş bana doğru yaklaşmışken normal bir görünümü vardı dışarıdan ama aynaya dönüp baktığımda gördüklerim soluğumu bir hançer misali kesip atmıştı.

 

 

Yansıması yoktu... Aynada benim yansımam varken onun yoktu. Hala şaşkınca aynaya bakarken şaşkınlığımın sebebini aradı ve aynaya bakınca nedenini buldu anında belimi hızla kaldırdı. Ve aramızda hiçbir mesafe bırakmadan karşı karşıya gelmemizi sağladı. Ben hala nutkum tutulmuş bir şekilde ona bakıyordum. Nasıl ya nasıl aynada yansıması olmayabilirdi? Bu çok tuhaf ve ürkütücü bir durumdu. Bildiğin kim aynaya baksa sadece beni görebilirdi. Neden kimse bu durumu yadırgayamamıştı? Ahrar hoca soruma birkaç dakika sonra cevap vermişti ama sözlerindeki soğukluğu ve duygusuzluğu hissetmemek imkansızdı.

"Yarından itibaren saat tam 6 da dersimiz başlıyor. Geç kalmak yok." demiş ve kısa bir süre sonra melodi sonlanınca ellerini üzerimden çekip arkasına dönüp bakmadan masasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Ben ise şaşkınlığımı daha atlatamadan Victoria ve Arın hocanın olduğu masaya doğru yavaşça adımlamaya başladım. Masaya vardığımda sessiz bir şekilde birkaç saniye önce yaşadığım şeyleri düşünüyordum. Bu sessizliğimi gören Victoria elini omzuma koymuştu. Anında yavaşça başımı kaldırıp ona baktım. Yüzümde her ne gördüyse yüzünde endişe kırıntılarına rastladım.

"Emira bir şey mi oldu? Ne bu hal? Betin benzin atmış." dediğimde anında başımı iki yana salladım.

"Bir şeyim yok." dedim ama buna inanmadı. Masaya gelen Mera ve Kiran sayesinde Victoria 'nın dikkati üzerimden çekildi ama bunu sorgulayacağını biliyordum. Derin bir nefes almak için bahçeye çıkmayı düşündüm. Olduğum masadan ayrılıp tam yemekhanenin kapısına ilerleyecekken Tarsis kralı önüme çıkmıştı. Anında adım atmayı bıraktım. Bakışlarımı ona çevirdim. Bana bakıyordu.

"Bir şey mi oldu? Korkmuş gibisin." dediğinde biraz durdum. Zihnimi durdurdum. Az önce gördüğümü unutmaya çalıştım. Ama hala gördüklerimin gerçekliğini sorguladım. Ama bunu öğreneceğim kişide karşımdaydı.

"Ahrar hoca.... az önce aynada yansımasını gördüm. Yoktu. Bildiğiniz yansımasını göremedim aynada. Bunu görmeyi beklemiyordum. Neden yansıması yok. " dedim sesimdeki tedirginlikle.

"Ruhu olmayan birinin yansıması da olmaz." dedi tok sesiyle ardından da devam etti. "Evet Ahrar 'ın yansıması yok bunun sebebi geçmişi onda büyük kalıcı iz bıraktı. Buda onun sonucu. Onu tam anlamıyla tanımıyorsun ama yakında tanırsın. Ve o herkes tarafından şöyle bilinmekte." dedi ve sesli bir nefes verdi.
"o homme sans ame" yani ruhu olmayan adam... " dedi fısıltıyla. Bunu söylerken neden sesini kısarak söyledi anlamadım.

"Neden fısıltıyla söylediniz anlamadım?" diye sordum. Biraz bekledi ve sonra tam gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Çünkü ne zaman bunu söylesek hisseder." dedi. Sözlerinin ardından birkaç dakika bana baktı ve ardından arkasını dönüp olduğu masaya doğru ilerledi. Nedense bunu dedikten sonra sesindeki ton değişimi beni meraklandırdı. Bunun altında büyük bir şey yatıyordu. Bunu merak ediyordum ama bunu Ahrar hocaya da soramazdım. Geçmiş deşmek ona iyi gelmezdi.

Tarsis kralı gittikten sonra bende kapıya ilerleyecekken beni çağıran Serra 'dan ötürü adımlarım tekrar tekrar durdu ve yönümü ona çevirdim. Bana doğru emin adımlarla ilerliyordu. Sarsılmaz olduğunu etrafa hatta bana göstermeye çalışıyordu.
Son adımını attıktan sonra karşıma geçti.

"Merhaba Prenses Emira. Çok şık gözüküyorsunuz." dedi ama sesindeki samimiyetsizlik o kadar belliydi ki zar zor gülümsemeye çalışıyordu. Bana bakarken gözlerindeki nefreti saklamaya çalışıyordu ama ne ara nefretini bakışlarından silmeye çalışsa anında yerini korumaya çalışıyordu nefreti. Aynı onun gibi samimiyetsiz bir tebessümü dudaklarıma yerleştirdim. Bu tebessümü görünce dudakları anında kıvrıldı.

"Sende çok şık ve güzel gözüküyorsun Serra. " dedim keskin sesimle. Bu sefer dişleri gözükecek şeklide güldü ve kafasını sağa sola sallayıp bana harelerini kesiştirdi.

"Teşekkürler Prenses Emira." dedi her prenses diyişinde sesindeki o iğneleyici tını beni kızdırıyordu ama bunu saklama gereği duymaktan kaçınmıyordum.

"Bence bana Prenses Emira deme sadece Emira demen yeterli. Zaten her prenses diyişindeki o tını kendini ele veriyor aynı bakışlarında ele verdiğin gibi." diye açıkça konuştum. Alttan alttan imada bulunacağına direk lafını esirgemeden sözlerini söylemesini tercih ederim.

" Peki o halde Emira diyeceğim artık bundan sonra. Ve bu arada kuzenim Renas sana ders verecekmiş. İyi bir eğitmen olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Ondan çok şey öğreneceksin. Hatta...... " dediğinde anında konuşmasını kestim.

"İyi bir eğitim vereceğini biliyorum Ahrar hocanın. Hatta çok fazla şeyde öğreneceğimi ve gelişeceğimi de biliyorum. "dedim sakinlikle.

" Ahrar... Ona Ahrar denmesini hiç sevmez hatta ona Ahrar diyenlerden nefret eder öfke duyar. "diye bilgilendirmede bulundu ve bununla yetinmeyip imasını da esirgemedi.

" Sorun mu etmeliyim bunu? "diye sordum hayır dercesine başını salladı.
Anında başımı çevirdim. Ve ona bakmadan konuştum.

" Önemli bir işim var onunla ilgilenmeliyim. " diyerek onu geçiştirdim. Ve artık buradan çıkmak için adımlarımı hızlandırdım. Kapıya ulaştığım anda hemen kendimi dışarı attım.

⭑⃝🦋

Anılar hatırlatıcıdır. Peki acılar?
Acılar yaralayıcıdır. Durmadan yaralar yaralar bundan yorulmaz.
Kanayana kadar hatta öldürene kadar devam eder. Bir sızı olarak başlar acı ve yavaşça önce kalbe sonra vücuda ondan sonra da ruha yayılır. Ve seni sonsuz bir mahkumiyete hapseder. Kurtulamazsın izin vermez. Kara bulutlar etrafını sarmalar. Önce bedenini sonra ruhunu ve ardından zihnini kuşatır. Onun bir piyonu olursun bilmeden anlamadan.

Hayatım benim istediklerim üzerine şekillenmedi. İstenilen bir şekilde yol aldım. İlerledim. İlerledim. Pes etmeye yakın olduğum anlar oldu. Bırakmak istediğim anlar oldu. Ölüme adım atmak istediğim anlar oldu ama bunlara mani olan verdiğim bir yemin vardı. Ve o anlarda hep zihnime o yeminim var olarak bu istediklerimi geri plana attı. En büyük acım an büyük gücüm oldu. Yıkılmamak için çabaladım. İyileşmek için çabaladım. Kanamamak için çabaladım. Ama hiç unutmak için çabalamadım. Çünkü unutmak bir kaçış ve ben bundan kaçmak istemedim. Ya da isteyemedim.

Gecenin soluğunda her an hatırladığım anlar zihnimde var oldu. Davet alanından ayrılıktan sonra adımlarım beni arka bahçede olan uçurumun önünde duran salıncağa ulaştırdı. Şimdi ise bir ileri bir geri sallanıyorum salıncağın üstünde. Salıncağın iplerine asılı olan tüller rüzgara kapılarak uçuşuyordu.

Hava soğuktu ve benim şuan bedenim bu soğuğu hiç iyi karşılamadığını biliyorum. Titriyordum. Ama önemsizdi. Üzülüyordum. Ama önemsizdi. Korkuyordum. Ama önemsizdi. Kırgındım. Ama önemsizdi.
Salıncak ne zaman uçuruma doğru sakındığında kendimi fazlasıyla özgür hissediyordum. Ve ne zaman ayaklarım boşluktan uzaklaşsa tedirginlik bedenimi ele geçirip beni ürkütüyordu.

Gözlerim kapalı bu soğuk ve sessiz havada olanları olacakları düşünüyorum. Bazen uzaklara çekip gitmekten neden vazgeçtiğimi sorgulardım. Bazen de yapamadığım için doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum. İhtimaller beni sakinleştirirdi bir ağrı kesici gibi. Bedenim de var olan acıları ihtimaller doğrultusunda iyileştirilmesini sağlarım. Gözlerimi yavaşça açtığımda tam uçurumun üstünde sallanıyordum. Özgürdüm.

Ve anın verdiği güvenle gözlerim kapandı. Geriye doğru çekildiğim anda bedenime istila eden tedirginliği karşıladım. Gözlerimi açtım. Şimdi ayaklarım boşluk üzerinde değildi. Salıncak şimdi geriye doğru gitmiş yerin birkaç santim üstündeydim. Ardından salıncak yavaşça uçuruma doğru ilerledi ve yine o güven hissi bedenime yayıldı.

Bu hissi sevmeye başlamıştım. Ben bir ileri geri sallanıp güven ve tedirginliği yaşarken ardımdan duyduğum sesle dikkatimi ardımdan duyduğum sese verdim. Salıncak geri gelirken yerden birkaç santim üstüne olan ayaklarımı hızla yere bıraktım ve salıncağın sallanmasını durdurdum. Ve bedenimi yana doğru çevirdim salıncağın üzerinde otururken. Arkamda olan kişi hiç beklemediğim biriydi.

Ahrar hoca...

O bana doğru yavaş adımlarla ilerlerken ben onun neden burada olduğunu sorgulamaya başlamıştım. Birkaç adımından sonra karşıma geçmişti. Bakışlarını yerden çekmeden uçuruma doğru bedeni döndü. Ardından bende bedenimi onun gibi uçuruma çevirdim. Etrafı sadece kulenin duvarlarına asılı meşalelerden yansıyan ışık ve gökyüzünde olan ay ışığı aydınlatıyordu. Uçurum bu hafif loş ortamın tam zıddı bir şekilde kapkaranlıktı. Aynı çürümüş ruhlar gibi. Aynı kararmış umutlar... solmuş bedenler gibi.

Ben düşüncelerimin bataklığında boğulurken bana yönelttiği sorudan sonra ilgim ona kaymıştı.

"Buraya çok sık geliyorsun değil mi?" diye boğuk sesiyle konuştu. Sesinde yine bir duygu yoktu.

Ona yan profilinden kısa bir bakış attıktan sonra sorusunu cevapladım gecikmeden.

"Evet sık sık kendimi burada bulurum. Burada beni uçuruma çeken bir şey var sanki." dedim sakinlikle. Sözlerimde haklıydım çünkü gerçekten burası beni kendine çekiyordu. İlginç bir şekilde sanki bir bağ ile ona aittim. Aynı kolyemdeki bağ gibi.

Uçurum... Garip bir şekilde kendimi güvende hissetmemi sağlıyordu. Burada kendimi güvende hissediyor buradan ayrılmak istemiyordum.

"Sebebini peki biliyor musun?" diye sordu. Konuşurken kısa bir süre bana bakmıştı. Işık arkasında olduğu için lacivert harelerini görememiştim
Başımı olumsuz bir şekilde salladım.
Bu hareketimden sonra tekrar başını önüne çevirdi ve kısa bir süre konuşmadı ardından bedenini sağa çevirdi. Şimdi tam olarak bana dönmüştü yönünü. Başını yana yatırdı ve mavi harelerime kısa bir süre baktı. Ardından arkasına dönüp ilerlemeye başladı. Ben ise öylece gidişine baktım. Ama yürürken kısık bir sesle bir ismi zikretmişti. Gidişinin ardından söylediği isme takılı kaldım. Neden bu ismi söyledi ki?

Yezra...

Bu kimin ismiydi ve neden bu ismi zikretmişti? Sebebi neydi ki?
O da diğer gibi tam bir cevap vermiyor bir şeyleri eksik söylüyordu ya da hiç söylemiyordu. Herkes mi bu kadar garip ve aynıydı. Öfkeyle önüme dönüp salınmaya devam ettim ben öfkeyle salınırken tekrar asım sesleri duyuldu. Bu sefer salıncağı durdurmadan omzumun gerisinden kimin geldiğine baktım gelen kişi Victoria 'ydı. Başımı önüme çevirip bana yaklaşmasını bekledim. Ben salınırken o yanıma varmıştı. Hala durmadan salınmaya devam ediyordum.

"Bu soğukta burada ne arıyorsun Emira?" dedi azarlarcasına. Ardından tekrar konuştu. "Hadi içeri geçelim. Hasta olmadan sen." dedi ama ben onu duymazdan geldim. Victoria bana kızmaya hazırlanırken ben hızla ona o ismi zikrettim.

"Yezra kim?" diye sordum. Ve ayaklarımı hızla yere değdirdim. Salıncak durduğunda başımı Victoria ya çevirdim. Sorumdan sonra bana kaşlarını çatarak bakmıştı.

"Sen Yezra 'yı nereden biliyorsun?" diye meraklı bir ifadeyle sordu oda.

"Ahrar hoca söyledi az önce." dedim kısa keserek.

"Neden sana Yezra' dan bahsetti?"

"Bilmiyorum ki burada sallanıyordum ve buraya sık sık geldiğimi kendimi burada bir şeyin beni kendine çektiğini söyledim oda Yezra diyip gitti arkasına bile bakmadan."

"Bundan bahsetmesi garip. Onu ilgilendiren bir konu değil ama gel odana gidelim ben sana Yezra 'yı anlatayım hem konuşulacak çok şey birikti." dediğinde başını salladım ve salıncaktan doğrulup kapıya doğru ilerledik. Çift kanatlı kapıdan beraber içeri girdik. Koridorda Victoria beraber ilerlerken davet bitmiş olmalıydı ki herkes yemekhaneden çıkıyordu. Yanımda yürüyen Victoria 'ya baktım. Bana bakarak konuştu.

"Erken bitecekti zaten yarın dersler var biliyorsun erken saatlerde ona mani olmasın diye Süreyya hanım kısa tutmak istedi. Zaten daha birçok davet, düzenleme olacak o zamana kadar bununla yetinmeliyiz." dediğinde başımı salladım.

Davetlilerin arasından ilerleyerek odamın olduğu koridora doğru adımlarımızı yönlendirdik. Sonunda odamın kapısının önüne geldiğimde kapıyı açıp içeri kendimi attım. Nedense kendimi çok yorgun ve bitik hissediyordum. Karşımda olan yatağıma umutsuz bakışlarımı attım çünkü üzerimde olan kıyafeti ve Victoria 'yla konuşmadan yatağıma geçip uyuyamazdım. İlk önce Victoria' dan kıyafetimi değiştirmek için ondan bana izin vermesini istedim. Oda üzerini değiştirip ardından konuşacağımızı söyledi.

Giyinme odama geçip üzerime giyeceğim seten olan geceliğimi alıp banyoya geçtim. Üzerimde olan kıyafeti çıkartıp bir kenara bırakıp geceliğimi üzerime geçirdim. Ardından kıyafetimi, tacımı ve ayakkabımı alıp banyodan dışarı çıktım. Onları zarar görmeyecek bir şekilde dolabıma yerleştirip yatak odama geçtim. Ben odama geçip kendimi şöminenin önünde duran sandalyeye oturduğumda Victoria çoktan üzerini değiştirmişti. Ama o günlük bir kıyafetle karşımda duruyordu.

"Bir işin mi var?" dediğimde oflaya oflaya yanımda olan sandalyeye geçti.

"Evet birkaç tane yapmam gereken işler var. Onları hallettikten sonra uyuyacağım." dedi.

"Tamam bir şeye ihtiyaç duyarsan buradayım biliyorsun." dedim ona göz kırparak anında başını salladı.
Ve sözlerime şöyle devam ettim.
"Eee anlat bakalım neler söyleyeceksin Yezra hakkında bana?" dedim yorgun bir halde.

" Yezra konusunu ben anlatamayacağım sen öğreneceksin. Biliyorsun ki yarın akşam saat tam 6 da ilk dersin başlıyor. Ve yorucu bir süreç olabilir senin için. Zorlanacaksın ama üstesinden geleceğini biliyorum. Zaten davet alanında aynadaki yansımayı görünce yüzünün aldığı hali gördüm. Sana kısa bir özet geçeceğim sadece Renas hoca için. "demişti soluk bile almadan.

" Neden herkes Renas diyor ki? Ben Ahrar hoca diyince bir şey demedi. "dedim merakla.

" Bilmem herkes öyle çağırıyor Ahrar diyen kişi sayısı çok azdır. Bunun bir önemi yok önemli olan onu tanıman. Sadece kimseye koşulsuz şartsız güvenme Emira. Renas hoca güçlü hemde çok güçlü bir eğitmen normal öğretmenler gibi değil ve bu gücünün ardında büyük bir tehlike var. Bu tehlike ona zarar vermese de çevresinde olanlara vermekte. Evet Serra ile yakın ama Serra da sınır çizgisini biliyor Renas 'ın üzerinde giderse nelerin olabileceğinide. Renas için Serra çok değerlidir. Birde erkek kuzeni var araları iyi olmasa da ona da değer verir. Çabuk sinirlenen bir yapısı yok ama patlama noktasına geldi mi işte onu durdurabilmek zor oluyor. Yani ders anlarında lütfen birbirinize fazla yükselmeyin. "diye önerilerini istediklerini söyledi. Hatta uyarıda bulundu.

" Her yaptığını söylediğini alttan mı alayım istiyorsun? Asla! Adam ilk günden laflarını esirgemedi farkında mısın bilmem! "dedim hayretle.

" Altan alma demiyorum sadece uzlaşmayı unutma ya da duymazdan gel olmaz mı? "dedi benim ikna olmamı beklerken. Anlayış dolu bakışları benim üzerimdeydi. Hatta ellerinin arasına ellerimi alıp cümlesine şunları ekledi.

" Seni tanıyorum kısa sürede nasıl biri olduğunu anlamak zor olmadı. Neye kızarsın ne seni üzer ama belli etmezsin biliyorum. Ve Renas 'ın seni zorlayacağını da biliyorum ama takılma. Sadece eğitimini almaya bak ne dersin?" dediği anda kısa bir süre düşündüm ve sesli bir soluk verip kafamı salladım.

" Bak zorlarsa zorlarım ve pişman olmam ederim bil bunu. "dedim onu erkenden uyararak. Başını salladı ve sandalyeden doğruldu. Biraz eğilip bana kollarını sardı anında sarılışına karşılık verdim. Sımsıkı sarıldıktan sonra anında benden ayrıldı ve ellerini bana doğru uzattı ben ellerine bakarken onun boş olan elleri bir anda doldu. Ellerinde şimdi kalın eski bir kitap vardı. Kitaptan bakışlarımı çekip Victoria 'ya baktım.

"Bu ne?" diye sordum kısık sesimle.
"Günlük... Yezra' nın günlüğü. Bu zamana kadar saklandı. Kolyenin yapılışı ve oluşumu burada detaylı bir şekilde açıklanıyor. Burada hem onun hayatı yazıyor hemde kolye ile ilgili bilgiler. Bizler bu kitabı okuyamıyoruz. Ama sen okuyabilirsin. Bizler atalarımızdan öğrendik Yezra 'yı. Bu kitabı Esila' ya da vermiştim ama okuma gereği duymadı. İstersen oku istersen okuma sen bilirsin. İşin bittiğinde verirsin bana olur mu? "dedi. Konuşamadım sadece başımı salladım.

Ondan sonra Victoria kitabı dizlerimin üstüne bırakıp arkasını dönüp kapıya doğru adımladı. Kapıyı açıp dışarı çıktıktan sonra bakışlarım dizlerimin üzerinde duran kitabı buldu. Yavaşça ellerimi kitabın üzerinde gezdirdim. Kahverengi, eski, küçük, kalın bir kitaptı. Kitabın arka ve ön yüzünü inceleyip sandalyeden doğruldum ve karşımda olan yatağıma doğru ilerledim ellerimde duran kitapla. Yaptığıma geçip yerleştikten sonra kitabı açıp okumaya başladım. Kitabın ilk sayfasında küçük bir not vardı.

Bu küçük bir kızın hayatı....
Dönüp geriye baktığında kaçtığı saklandığı satırlar. Acılarını unuttuğu anılarını hatırladığı bir dünya. Acım benimle büyüyüp gelişti. Ağladı... Hüzünlendi...Kırıldı.. Parçalandı... Ve hayata gözünü yumdu. Gerçekleri hep bu kitaba yazıldı. Okundu. Düşlendi. Gözler yumuldu anılar maziye saklandı.

İlk sayfayı yavaşça okudum. Satırlara saklanmış gerçek bir yaşam vardı. Ve sakin bir şekilde diğer sayfaya geçmek için sayfayı çevirdim. Beni küçük bir resim karşıladı çizilmiş güzel ustaca bir çiçek resmi.


Kitapta çizili olan çiçek daha önce görmediğim çiçekti. Geniş bir yaprağa ve birkaç tane çiçek yaprağın ön kısmında vardı. Ve çiçeğin belli noktasından aşağıya inen birden fazla sap vardı. Simsiyah bir renge sahipti. Altında da küçük bir not vardı.

Siyah ölüm çiçeği. Bulunması zor bir çiçek türü. Ender bir o kadar da tehlikeli ve gücü simgeleyen çiçektir. Yıllardır aranan ama nerede olduğu bir türlü bulunmayan bir çiçek türü. Aşıladığı güç yanlış kullanıldığında büyük felaketler doğurur. Herkes ona ulaşmak istemiş ama ulaşmamıştır ulaşan kişide onu elde ettikten sonra kısa sürede yok olmuştur.

Zihni bulandırır gerçeği yok eder olmayanı gerçek kılar ...

                                            Yezra 

Notu okuduğumda çiçek hakkında iyi şeylerin az olduğu daha çok tehlike arz ettiğini anlamamak hata olurdu.
Ve altta Yezra 'nın yazdığı altı çizili kısa not olan cümle çok derin anlamlar içeren bir sözdü.
Bir diğer sayfaya geçtiğimde atılan nota baktım.
Uzun bir paragraf vardı önümde ve kolyem sayesinde buradaki yazları okuyabiliyordum. Aynı buradaki dili anlayıp kendi ülkemde konuştuğum dili karşımda olanların anlaması gibi.
Paragrafın ilk başında şu yazılıydı.

Belirsiz Bir Gün

Hayatım bir labirentten ibaretti. Dönüp dolaşıp koşsam yürüsem bile hep aynı noktaya geliyordum. Ama bundan şikayetçi değilim. Sevilmemek. Sevilmediğini bile bile bunu göz ardı etmek. Ve bunu unutup çabalamak sevilmek için. Her şeyinle çabalamak.
Ben hep bir şeyler için çabaladım. Sevilmek için... Dışlanmamak için... Hor görülmemek için ve bir çok şey için ama fayda etmedi. Sevilmedim sevilemedim.
Hayatımın üç dönüm noktası var.

Bir ailem için elimden geleni yapmam, onların sevgisini kazanmak ve aralarına katılmak. İki morte çiçeğini ulaşmak ve onu bulup amacımı gerçekleştirmek. Üç istenilen mevkie ulaşmak. Bunları yaptım da ama istediğim gibi ilerlemedi. Bazı şeylerin sonuçları ağır oldu. Ördüğüm duvarlar zelzele sayesinde yerle bir oldu. Bu zelzelenin sebep olduğu acının yükü omuzlarıma bindi. Bu ağırlık altında kalan ben oldum kendi enkazlarımın altında kaldım. Yok olmak kaçınılmazdı. Ve ben bundan kaçamadım. Hırsıma yenik düştüm. Hırsım yıkımım oldu. Yıkımım sonum oldu. Ve silindim. Yok oldum. Parçalara ayrıldım, küllerime ayrılıp etrafa dağıldım. En istediğim yere kavuştum.

Paragrafı bitirdiğimde okuduklarımı zihnimde tartıp bu yazılanların sonu nasıl bitecek diye merakla bekledim. Bir diğer sayfaya geçip yazılanları okumaya devam ettim.

SIRADAN BİR GÜN

Silik bir insan nedir? İşte o benim. Herkes tarafından görülmeyen görülmeye ihtiyaç duyulmayan biriyim. Sebebi istenilen bir kişi olmadığım için. Ben Yezra. Büyücüler ırkının bir üyesi ama başarısız yetenekli olmayan bir büyücü. Güçleri olmayan bir büyücü. Ailem bu yüzden benden utanç duyuyor çünkü büyücülük akademisinin yönetiminde annem ve babam var. Onların isteği bir evlat değilim. Ama benim aksime kardeşlerim öyleler. Kardeşlerim de kendilerini bu konuda geliştirirken ben akademinin bir köşesinde kütüphane gizli gizli girip kitapları okuyabiliyordum. Ne zaman ailem veya başka birileri beni kütüphane de yakalasa o anda benimle dalga geçip şu sözleri söylüyordular.

"Ne gerek var ki bu kitapları okumana sonuçta sen bir büyücü gibi büyü yapamıyorsun. Sen en iyisi gidip sıradan çocuklar ne yapıyorsa onu yap oyunlar oyna." derlerdi. İşte bundan ötürü bu sözleri duymamak ve ailem tarafından artık bu sözleri işitmemek için akademinin çatı katını kendim için dizayn ettim ve orada yaşam sürmeye başladım . Ailem bazı zamanlarda bize ait olan evimize gittiklerinde yanlarında beni götürmezlerdi bende zaten gitmek istemezdim çünkü o zamanlarda bile büyü ile ilgili pratik yaparlardı. Bende onları görüp her zaman ki gibi üzülmemek için gitmemeyi tercih etmiştim bir günden sonra.

İşte ben bana ait yaşamımda yani kendime inşa ettiğim çatı katında aldığım kitapları okur o hayatlarda hüküm sürerdim bazen de kütüphaneden aldığım büyü kitaplarını incelerdim. İşte yine bu günlerde farklı bir şey oldu. Bir çiçek gördüm. İlginç bir çiçek ve özellikleri farklı olan bir çiçek. Okudum. Araştırdım. Merak edip onunla ilgili olan tüm söylentileri duydum. Gerçekliğini sorguladım. Kanıt aradım varlığına dair. Bazıları yok dediler bazıları efsaneden ibaret dediler. Ama ben inandım. Bazı şeyleri inanç belirler. İnançtır hayata karşı ayakta tutan. İnandım . Düşledim . İstedim. Hayal ettim. Peşinden koştum koşabildiğim kadar. İlk morte çiçeğini babama sordum ilk başta bir şaşkınlık geçirdi.

Ama sonra gözlerimde ne gördüyse işte o andan sonra sorularıma cevap oldu. Beni yönlendirdi. Ama sadece başından savmak olduğunu sonradan anladım. Tek isteği ortalarda olmamdı. Bende öyle yaptım. İsteği yönde günlerimi geçirdim. Günler geçti. Günler devrildi. Ben umuduma hayalime adım adım yaklaştım. İşte zaman bana karşı bir armağan hediye etti bende onun peşinden ilerledim sonunu düşünmeden. Ya da düşünmek istemeden.

                                           Yezra 

Bazı insanlar bir umut için yaşarlardı işte Yezra 'nın hayat umudu o çiçek olmuştu. Yalnızlığını bile unutmuştu . Ya da unutturulmuştu. İteklendi hayatın silik bir köşesine ama ben öyle sanmıyordum. O hiçbir zaman yalnız değildi. Umudu onu yalnızlık zırhından çekip almıştı. Derin bir nefes alıp diğer sayfaya geçtim. Sanırım bugün sabahlayacaktım kitap kalın bir kitaptı gelebildiğim yere kadar gelmeyi düşünüyordum.

SIRADAN BİR GÜN DAHA

Güneş devrildi. Karanlık hüküm sürdü. Acılar mutluluğu yıkıp geçti. Konuşan kelimeler konuşmayı unuttu. Zaman geçip gidiyordu. Ben ise hala çiçek için bilgileri toplamaya devam ediyordum. Toplayabildiğim kadar bilgi topladım.
1- Çok tehlikeli bir bitkiydi aradığım.
2-Çok güçlü bir bitkiydi. Ve zehirli ama bu öldüren bir zehir değildi kendisine bağımlı yapan bir zehir.
3-Ulaşılması zor bir yerde muhafaza ediliyormuş. Yani bilinmeyen zor olan bir yerde onu aramaya koyulacaktım.
4-Çıplak elle dokunmak tehlike arz ediyormuş.
5-İyi değerlendirmeliymiş ama nasıl işte bunun cevabını bulamamıştım.

Her şey işte onu bulduğum anda olacaktı onu alıp istediğim şekilde kendimi güçlü yetenekli bir büyücü yapacaktım. Çok güçlü bir çiçekti işte bana o gücü vermesini sağlayacaktım. Ve onu bulduktan sonra bende ailem tarafından sevilecek hor görülmeyecektim. İnanıyordum buna. Birkaç gün sonra çiçeği aramaya başlayacaktım olabileceğini düşündüğüm yerlerde. Bulmak tek umudumdu.
Yezra

Tek bir umut tek bir kurtuluş ama bir şeyin farkına varmamıştı. Gerçek bir sevgi bir neden yüzünden değil ya da kılıf giydirilmiş bedenlere değil ya da olması gereken özelliklere sahip bir ruh, beden için değildir. Onu her şeyiyle kabul görülmesi onun benimsenmesiyle olmalıdır. Bir nedene bağlı olarak gelişen büyüyen sevgi gerçek değildir olamazda.

Bir anneden, babadan ve kardeşlerden bir takdir görebilmek bir şeyi başarmak onlardan sevgi istemek için bir şey yapılmamalıdır. Ama Yezra bunu yapmış hatta buna inanmıştı. Ya da inadırmıştı zihni onu. En büyük acı tarafı da bu bu umutla yola çıkmıştı. Sonuçları hüsran olursa büyük bir yıkıma uğrayacak. Bir çiçek gibi kökünden koparılacak ardından solup kuruyacaktı. Ve ondan geriye hiçbir şey kalmayacaktı.

GÜNLERDEN HERHANGİ BİR GÜN

Aradım... aradım... aradım.... Umudumu yitirmedim aramaya devam ettim saatlerce, günlerce hatta aylarca ama ona ulaşamadım. Ulaşmak dahi yaklaşamadım bile. Sahi yok muydu? Bir hayalden ibaret miydi? Aradığım çiçek... Ama inanmıştım ben onu bulacağıma. Çok yazık... Hemde çok... Çünkü ben inandım ve bu inanç her gün azalmaya başladı onu bulmaya yaklaşmayınca. Pes etmeye bile yaklaştım. Öfkelendim. Kızdım. Bağırıp çağırdım. Ama yine olmadı. Aradığım hiç bir yerde onu bulamadım. Günler devrildi. Göz pınarlarım aka aka kurudu.

Her gecem hüznüm. Her gündüzüm hayal kırıklığım oldu. Yıldım. Baka baka karanlığa çekildim. Uzaktan izlemek artık üzdü. Anne ve babamın bana olmayan bana göstermedikleri sevgilerini kardeşlerime göstermesini uzaktan izlemek can yaktı ama öyle böyle değil. Damarlarımda atan kan akmaz, aldığım soluk verilemez oldu. Gözleri önünde yok oldum ama onlar sadece yanımdan geçip gittiler göremediler bile. Zordu. Hep zor oldu. Hep zoru bildim. Hep zoru yaşadım. Ondan başka bir şey görmedim.

Sevgisizlik... Altında çok derin anlamlar yatan bir kelime . İnsanı üzen, değiştiren, çürüten, uzaklaştıran, hüsranla baş başa bırakan bir kelime. Doğum günlerim kutlanmadı. Hiçbir zaman. İstediğim yemekler yapılamadı. Hiçbir zaman. İstediğim kıyafetler, oyuncaklar, kitaplar alınmadı. Hiçbir zaman. İstediğim yerlere gidilmedi. Hiçbir zaman. Savunmasız bırakıldım. Her zaman. Hor görüldüm. Her zaman. Acım görmezden gelindi. Her zaman. Yara aldığımda umursanmadı. Her zaman. En çokta korktuğum gecelerde yanımda hiç olunmadı. Korktum çağırdım... çağırdım anne ve babamı ama gelmediler. Her zaman. Karanlık bana kucak açarken onlar sırtlarını dönüp gittiler. Hep görünmedim. Görmezden geldiler.

Kırılmak artık yoktu adını bile koymakta zorlandığım bir duygu yerleşti yüreğime. Ve yerleştiği yerden de hiç ayrılmadı bunun için çabalanmadı. Bir umudum oldu ama oda gerçek olmadı. İşte hüzünlü olduğum bir gün daha. Ablamın doğum günü akademide kutlanmaya başlamıştı. Herkes doğum gününün kutlandığı yerdeydi bir kişi hariç. Evet... Evet o benim. Çağırılmadım bile. Her zaman ki gibi yoktum olmadım da. Onlar o gün o doğum gününü kutlarken bana dar gelen çatı katım nefesimi kesti.

Aldım elime gaz lambasını çıktım. Uzaklaşmak istedim akademiden dar geldi duvarlar ruhuma . Temiz hava almak için akademiden ayrıldım. Kimse gittiğimi bile anlamadı işte o kadar silik bir varlıktım . Ormanda yürümeye başladım. Yürüdüm.... yürüdüm.... Düşüncelerimle beraber yalnızlığımla beraber. Gittim... gittim... Taki elimde tuttuğum gaz lambası sönene kadar işte o an aydınlandım. Çünkü etrafım karardı. Önümü göremez oldum. Elimde duran gaz lambasını bıraktım yere ve yürümeye devam ettim..

Geriye dönmek istemedim. Nereye gittiğimi görmeden bilmeden ilerledim . Uzaklaşmak iyi geldi. Ya da ben öyle sandım. Unuturum sandım ama unutmadı zihnim bana yapılanları Bazen kaçmak iyidir . Soluklanmakta. Ben sessiz karanlık ormanda ilerlerken bir anda ayağım kaydı ve boşluğa düştüm. Düştüğüm anda bir yerlere tutunmak için ellerimi yere bastırmıştım işte tam o anda ellerim bir şeye tutundu.

Bir dala. Dala tutunarak boşluğa düşmemi durdurdum. Ayaklarım boşlukta sallanıp dururken kendimi yukarı çekmeye çalıştım ama olmadı. Yine çabaladım ama yine olmadı tekrar denedim ama olmadı. Yılmadım tekrar denedim ama bu sefer beni taşıyamadığı için dal koptu ve ben boşluğa düşmeye başladım. Düştükten sonrası yok. Öncesi olmadığı gibi. Sonu olmayacağı gibi. Sonsuz olacağı gibi.
Yezra

Kazanmak bazen aslında en büyük kaybediştir bunu sonradan anlarız. Yezra kaybetmişti ama bunu bilmiyordu ama öğrenecekti. Bazı şeyler için çabalamak hiçliktir. Onu geride bırakmayı da bilmeliyiz. Bunu geçte öğrenecek olsak ta. Sonuçta öğreniyorduk. Yatağımda oturmuş hala okurken yanan gözlerime inat okumak istedim ama bakışlarım bir an pencereden doğmak üzere olan güneşi bulunca kitabın kapağını usulca kapadım ve onu güvenli olacak bir yere bıraktım.

Kolyemin içine bunu sonradan öğrenmiştim. Kolyemin içinde büyük bir boşluk rafı var oraya istediğimi saklayıp muhafaza edip sakladığım her neyse ona ihtiyacım varsa istediğim anda kolyenin içinden çıkıp önümde oluveriyordu. Gözlerimi kapatıp sağ elimin parmakları kolyemin üzerine usulca dokundu. Her kolyeme dokunduğumda parmak uçlarım karıncalanıyordu ama ben bu hissi çok seviyordum. Kitap kolyemden istediğimden istek sonucunda yok oldu ve kolyem içindeki yerini aldı.

Uyumadığım için göz bebeklerim ağrıyordu. Ama bu uykusuzluğa alışık olmamdan dolayı bunu yadırgamadım ve yataktan çıkıp bugün giyeceğim kıyafetlerin üzerimde olmasını istedim. Ve anında kıyafetlerim üstümdeydi. Pantolon olarak siyah mom jeans ve siyah fit boğazlı saç örgülü kazak giymiştim. Altına da siyah postallarım vardı. Saçlarımda salık bir şekildeydi.

Hazır olduğumu anlayınca odamın kapısına doğru ilerledim. Kapının önüne gelince kapıyı açıp dışarı çıktım. İlk dudağım Lord Yelit olacaktı. Dün gecede beri onu görmemiştim. Yanına uğramak istiyordum. Ardından da Kiran 'a bakacaktım çünkü bugün kuleden ayrılıyorlardı. Adımlarımı merdivenlere doğru yönlendirdim. Yavaşça merdivenleri çıkmaya başladım.

Ben merdivenleri çıkarken merdivenlerden inenleri görünce hafif kenara kaydım. Merdivenlerden inen grup Varislerdi. Onlarda beni görünce anında bakışları bana çevrildi. Merdivenlerin bir noktasında karşı karşıya gelince onlara kısa bir günaydın dedim ve merdivenleri çıkmaya devam edecektim ki aralarında Ateş Krallığının Varisinin söylediği sözlerle olduğum yerde geriye dönüp bakışlarımı ona çevirdim . Küstahça konuşmasını dinledim . Mavi harelerimde onun harelerine yansıyan ifadesizlikle.

"Bir prensesin hizmetli olarak kendini göstermesini ilk defa gördüm." dedi
Ateş krallığının varisi olan Dehri. Anında başımı yana yatırdım ve devam et dercesine baktım oda bakışlarımı anlamışcasına sözlerine şunları ekledi.

"Neden ilk başta kendini tanıtma gereği duymadın yoksa ürktün mü bizden tatlı kız? " dediği anda sadece ona cevap olarak hayır dercesine başımı salladım. Bu hareketimle alaycı bir şekilde güldü ve üzerinde durduğum basamağa doğru ilerleyip karşıma geçtiği anında bir basamak çıktım arkam dönük bir şekilde bu yaptığım davranışımla sesli bir kahkaha attı.

"Ne o seni etkilememden mi korktun?" dedi. Sesini kısıp boğuk bir şekilde konuşarak sorusunu yöneltmişti.

"Etkilenmek. Zannetmiyorum. Hayal gücün fazla geniş. Ben daha çok karakterinizi tanımak ve sizleri daha yakından görmek istedim ve gördüm de. Tüm soyut ve gerçekliğiyle. " dedim sakinlikle. Verdiğim cevabı sorgulamakta gecikmedi.

"Neymiş bizim karakterimiz prenses söyle de bizde bilelim malum sen yakından tanımışsın?"diye konuştu pişkin pişkin. Bir varis karakterinden fazlasıyla uzaktı.

" Samimiyetsiz, saygısız, yargılayan, aşağılayan ve bencil özellikle de sen. Karşında bir kadın var ve sen ona nasıl davranılması gerektiğini bilmiyorsun. Bu gereksiz yaklaşımı göstermen de cabası." dedim bastıra bastıra sözlerimi.

"Vaoovv küçük bir kız bana saygıdan bahsediyor sen asıl bana saygı göster karşında bir Varis var ve ona nasıl selam verileceğini öğren ve bil." dedi. Bakışlarındaki küstahlık sadece ne kadar birileri tarafından gereksiz bir şekilde yüceltildiğini belli ediyordu. Fazlasıyla bazı konularda haddini aşıyor olmalıydı herkesin ona boyun eğip istediklerini yapılmasına alışmıştı.

" Ne yapmamı istersin önünde eğilmemi saygımı mı sunmamı ve senden bu davranışım için özür dilememi mi?" diye yapmacık tatlı bir sesle konuştum. Anında başını salladı.

"Ah ne kötü daha çok beklersin." dedim ve tek kaşımı kaldırıp göğsümde kollarımı bağladım. Ve derin bir nefes aldıktan sonra tekrar konuştum .

"Ne yazık ki benden bu davranışı hayatta görmezsin. Sen ve benim saygı anlayışım uyuşmuyor. Ne büyük bir kayıp olmalı senin için " dedim ters bir ifadeyle ardından ona nefret dolu bakışlarla bakıp önüme dönüp basamakları çıkmaya devam ettim. Ardımdan duyduğum adım seslerini umursamadım. Hareket etmemi koluma dokunan el önledi.

" Öyle mi Emira yakın bir zamanda önümde ayaklarıma eğilerek kendini gördüğünde bu dediklerini hatırlatırım." dedi neredeyse bağırarak. Kolumu sertçe onun tutuşundan kurtardım.

"Sen öyle san. O gün asla gelmeyecek. Ve ben bir şeye asla dersem o hiçbir zaman gerçekleşmez. Asıl sen şunu unutma gün gelir karşında eğilen kişilerin önünde bir bakmışsın sen eğilmişsin." dediğimde bu söylediklerimden sonra alaycı bir ifadeyle konuştu.

"Hayal dünyan sonsuz güzelim ama şunu bil öyle bir gün gelmez gelemez." dediğinde aniden bu sefer ona alaylı bir ifade takınan ben oldum.
"Sen öyle san. Hah hatırladım! Senin bir abin vardı sahi ona ne oldu?"diye sorduğum an yüz ifadesi değişti. Sessiz kalmakla yetindi sadece .

" Ölmüştü sanırım. "dedim kısık tutmaya çalıştığım sesimle. Ve ona nefret saçan bakışlarımı sabitledim.

" Ya yaşıyorsa ne olur? "dedim muzur sesimle. Aniden kendini toparladı ve zapt etmeye çalıştığı öfkeli sesiyle konuştu." Bir daha onun hakkında konuşma sakın ama sakın. "dedi tehdit ederek. Ben ise tehdidini önemsemedim ve işaret parmağımı omzuna dokundum ve son kez şu cümleleri söyledim. Sesim kısıktı çünkü ben ve ondan başka kimse duymasın istedim.

" O yaşıyor bundan sende şüphe ediyorsun ama onu onca aramana rağmen ortalıklarda bulamıyorsun. Ya yanlış yerde arıyorsan ya da... Bence dikkatli ol malum belki de onun öfkeli soğuk nefesi tam bir adım ardındadır. Bir anda olduğun yerden sarsılarak yeri boylayabilirsin. Ve o çok güvendiğin Varislik konumun.... " dedim ve işaret parmağımı çektim omzundan ve ellerimi onun gözleri önünde hızla iki yana çektim. Tehlikeyi haberdar eden sesle sözlerime devam ettim .

" Puf bir anda yok olur. Ve sen o küçümsediğin insanların ayaklarına kapanarak yardım isteğinde buluverirsin." dedim ama yüz ifadesinde beliren dehşet onun tüm korkularının gün yüzüne çıktığını gösteriyordu. Şimdi alaylı ifade ile bakan bendim. Geriye çekilip artık çıkmakta geciktiğim basamakları şimdi çıkmaya başladım.

O arkamdan bağırıp çağırsa da umursamadım ve yürüdüm. Birkaç dakika sonra Lord Yelit 'in odasına varmıştım. Odanın önünde kısa bir soluk aldım ve az önce yaşadığım anıyı unutup şimdiye odaklandım. Kapıyı çaldım. Lord Yelit' ten gir komutunu alınca içeri girdim. Yine ve yine masasında bir şeylerle ilgileniyordu.

"Her zaman sizi bu masada çalışırken buluyorum. Neden odanızda hiç dışarı çıkmıyorsunuz?"dediğimde Lord Yelit önünde uğraştığı kitabın kapağını kapattı ve gözlüğünü çıkartıp bana tebessüm eden yüz ifadesiyle baktı.

" Çalışmayı aynı benim gibi çok seven biri mi bunu bana diyor? "diye bana takıldığında hızla her zamanki yerime geçtim.

" Evet ama bende kendime zaman ayırıyorum. Ama siz ne zamandır buradasınız odanızda adım dahi atmıyorsunuz. Hadi bugün kahvaltıyı yemekhanede yiyelim. " dediğim anda başını olumsuz bir şekilde salladı. Yüzüm aniden düştü oda bunu gördü.

" Peki neden? "diye sordum ama sessiz kaldı. Onu sıkmamak için üstüne gitmedim." Peki o zaman sizinle daha önce ettiğimiz yerde tekrar kahvaltı eder miyiz? "dedim ve ellerimi karnımın üzerine yerleştirip bakışlarımı kısa bir süre karnıma çevirdim. Ardından ona bakarak konuştum." Ben daha yemek yemedim çünkü ve açım. "diye masum bir istekte bulundum. Lord Yelit ise bu davranışımdan sonra hiç düşünmeden kabul etti.

" Biliyordum. Zaten benim gibi tatlı birini kıramayacağınızı biliyordum. "dedim tatlı tutmaya çalıştığım sesimle. Bu sözlerim onu güldürdü ve oturduğu yerden doğrulup odasının kapısına doğru ilerledi bende onu arkasından ilerleyip onun sağ koluna girdim. Bu davranışım karşısında bir şey demedi beraber kapıdan çıkıp terasın olduğu yere doğru ilerliyorduk.

Biz koridorda yürürken arkadan biri Lord Yelit 'in ismini zikretmişti. Bu sesi tanıyordum. Oydu. Ahrar hoca. Birkaç adım arkamızda duruyordu. Her zamanki gibi siyahlar içerisindeydi. Ama bu sefer günlük kıyafetler vardı yüzünde. Ellerinde ise kitapları duruyordu. Tamda işte bir öğretmen görünümü içindeydi. Yıkıcı lacivert bakışları kısa bir süre üzerimde gezindi ama sonra bakışlarını benden hızla çekti ve Lord Yelit 'e bakarak bize doğru ilerledi. Ben ise o bize doğru gelirken, onu incelemeye devam ettim. Adımları yavaş ve acelesizdi.

Her attığı adımda ellerinde tuttuğu kitaplarla sol kolu hafif bir şekilde öne ve arkaya gidiyordu. Kumral saçları geriye doğru taranmış haldeydi. Her zaman ki gibi yüz ifadesinde hiçbir duygu kırıntısını bulamamıştım. Siyah gömleği ona sımsıkı bir şekilde oturmuş vücut hatları fazlasıyla belliydi. Karşımıza gelince Lord Yelit 'e küçük bir baş selamı verip kalın bordo rengine çalan dudaklarını aralayıp konuştu.

"Nasılsınız Lordum?"dedi sert taviz vermeyen sesiyle. Lord Yelit sorusuna cevap vermekte gecikmedi.

" İyiyim. Küçük kızımla kahvaltı etmeye gidiyoruz sende katılmak ister misin Ahrar? "dedi. Bana hitaben söylediği söz beni çok mutlu etmişti. Ama Ahrar hoca teklifi reddetti. Lord Yelit 'te başını salladı kabul edercesine.

" Ben sizi oyalamayayım. Sizinle sonra baş başa konuşmamız gereken bir konu var uygun olduğunuz bir anda konuşuruz. "dedi. Bakışları beni buldu ama fazla oylanmadı. Bu ne ruhsuzluk ya! Ama sen görürsün.

" Ahrar hoca farkında mısınız bilmiyorum ama bende buradayım. Bir günaydın demek yok mu? Artık sık sık görüşeceğiz nede olsa. "dedim eğlenircesine. Ama tabi bu sözlerim onda bir etki etmedi ve derin sesli bir soluk verdi bakışları Lord Yelit 'i buldu ve ne gördüyse Lord Yelit' in bakışlarında başını bana çevirdi.

" Günaydın. "diyerek kestirip attı. Sesindeki isteksizlik gözler önüneydi.
Ah! bu adamla işim vardı.
Bende onun bu isteksizliğine karşılık olarak tatlı tutmaya çabaladığım sesimle ona karşılık verdim.

" Size de günaydın. "dedim Sözlerimden sonra Ahrar hoca arkasını dönüp merdivenlere doğru ilerledi.

" Ne çekilmez bir adam. "diye Lord Yelit 'e bakarak kısıkça konuştum. Lord Yelit' te bu sözlerimin ardından ban hiç tasnif etmeyen bakışlarla baktı.

" Hadi ama yakınmakta haklıyım ben, adam robot misali. Bildiğiniz beni küçümsüyor bunu bakışlarında görmemek aptallık ya neredeyse. Bir an ders anlarında tartışma olursa boğazıma yapışır diye düşünmüyor değilim "dedim. Ama Lord Yelit bu Sözlerimden sonra kısık bir kahkaha attı.

" Öyle bir şey yapmaz iyi bir eğitmen. " dedi ve sonra elini belime yerleştirip beni terasa yönlendirdi. Ardından tekrar konuştu." Hem ben ondan ders almanı istedim seni bu konuda iyi bir şekilde eğitecek." dedi samimiyetle.
Ben ise omzumu silkerek konuştum.
" İyi bir eğitmen olması bana kadar adam bildiğiniz beni görünce nefretle deşarj oluyor bedeni ." diye yakındım tekrar. Ben sözlerimi bitirirken Lord Yelit sadece susmakla yetinmişti. Sonunda terasa ulaşmıştık.

Terasta bulunan masaya doğru ilerlemiş ardından karşılıklı bir şeklide oturmuştuk. Birkaç saniye sonra terastan içeri giren Süreyya hanımın çalışanıydı. Bu gelen kadın odama kadar eşlik eden Sümbül hanımdı. Sümbül hanım yanında iki çalışan kızlarla beraber ellerinde tuttukları tepsilerle bize doğru yürüyordular.

Masaya ulaştıklarında tepsilerle duranlar bir bir masaya yerleştirip Lord Yelit ve bana selam verip geldikleri kapıya doğru ilerlediler. Bakışlarım Lord Yelit 'i buldu. Ne ara söyledi ki terasta kahvaltı edeceğimizi?
Ona yönlendirdiğim sorgulayıcı bakışları görünce konuşma gereği duymuş olmalı ki bana tane tane anlattı.

"Zihin en iyi iletişim aracı. Bu sayede Sümbül' den çok şey isteyebiliyorum." dedi tok sesiyle. Ve bakışlarını önünde duran tabağa çevirdi. Ve tabağına yiyecekleri yiyeceği doldurmaya başladı. Bende yavaşça tabağın yanında duran çatal ve bıçağa uzandım ve masada yiyebileceğim şeyleri teker teker alıp boş tabağıma yerleştirdim.

" Ama çok tehlikeli de olabilir değil mi bu zihin yolu ile olan iletişim? Yasaklı Kütüphanede okuduğum kitaplarda birçok zihin ile yapılan bağlantılar vardı. Bazıları büyük tehlike arz ediyordu." diye sorularımı yönelttim. Anında başını kaldırıp bana baktı Lord Yelit." Evet tehlikeli yollarda var ama bunu nasıl kullanıldığına bağlı biz normal bir şey için kullandık. Ama birileri bunu kötü amaçla da kullanılabilir. "diye gözlerimin içine bakarak konuştu.

" Peki bunu bende dün akşam Kiran 'a yaptım. Zihin yoluyla iletişim kurdum kolyem sayesinde. "dedim ve küçük bir kaçamak nefes alıp cümlemi tamamladım." Bunu yaparken ona bakıp kısa bir süre odaklanmam gerekti. Ve zararlı bir şey değildi. Ya bunu diğerleri de yaparsa mesela dün Tarsis kralı 'yla da zihin yoluyla konuştum. Zihnimin derinliğinde bu küçük iletişimi yaptıklarım bir şeyler bulabilir mi? Benim hakkımda küçük veya büyük önemli anılara ulaşabilirler mi? "diye tedirgin bir şekilde sorumu dile getirdim.

Sorumdan sonra Lord Yelit harelerini bana çevirdi ve kısa bir süre irislerini çekmedi gözlerimden ve sonra gözlerime bakıp başını iki yana salladı." Hayır kolyen zihnine yapılan kaçak kaçışları engeller. Sen izin vermediğin sürece buna yeltenen olsa dahi başarılı olamaz. Korkma en acı anların sonsuza dek seninle." dedi düz sesiyle.

Duyduğum sözler korkumu çekip atmıştı. Rahatlayan zihnim ve bedenimle derin bir nefes verdim. Ve başımı salladım." Peki ben birilerinin zihninde kaçamak bir gezi yapabilir miyim? Mesela siz? "dedim muzur bir sesle anında bakışları yumuşadı. Ve başını iki yana salladı. Bu hareketiyle suratım asıldı.

" Hadi ama kötü emellerim vardı onları yapamayacak mıyım? Hiç adil değil!"diye sahteden yakındım. Tabi bu yakınmam Lord Yelit 'i güldürmüştü. Konuyu değiştirmek iyi geldi bir an bana bir şey sormasından korktum. Cevap vermezdim ama hatırlamak da iyi gelmeyecekti. İyi gelmeyecek olması bir yana tüm günüm düşünerek geçecekti.

Anında zihnimdeki sis bulutlarını dağıttım. Ardından Lord Yelit önünde duran tabağa bakarak konuştu.

"Zihnime ulaşmak zor ama imkansız değildir. Çok uğraşan belki de zihnimin kapılarını zorlayabilir. İçinde bir şeylere ulaşabilir ama oda benim ona bıraktığım anılar olur. Çünkü zihnime zincirler vurdum ve kapalı kapılar ardında. Açılması zor. Ama senin zihnine ulaşmak da benim ki gibi imkansız sadece küçük bir yönetim kurabilir birileri. Ama oda sadece kafanı karıştırır. Seni yönlendiremez. "dedi açıklamaya çalışarak detaylıca.

" Peki bir kitapta yazılan satır dikkatimi çekti. 3 kişilik olan bir zihin büyüsüydü. "dedim ve hatırlamaya çalıştım büyünün ismini. Gözlerim kısıldı ve ismi hatırlamaya çalıştım ve çalıştım. Ama aynı anda konuştuk Lord Yelit 'le.

"Three Minds Spell -üç zihin büyüsü-."

"Three Minds Spell. " dedik aynı anda.

"Üç kişiyle oluyor öyle okudum . Şöyle örnek vereyim diyelim ki ben Tarsis kralının zihnine girmek istiyorum ve Kiran' hedef alırım çünkü ona en yakın o, önce onunla bir bağ kurar ondan sonra da asıl kurmak istediğim kişiyle bağlantıyı tamamen oluştururum. Böylece onun zihnine hükmederim." dedim sakin ses tonuyla.

"Evet bahsettiğin bu üç zihin büyüsü. Üç kişiyle olan bir büyü. İki kişi çok yakın olur ve bu sayede o kişinin zihniyle bir bağlantı kurar adım adım temelleri atar. Bu büyüyü yapan kişi. Aracı sadece yönetilir onun yakınında olsun diye çünkü fazla uzaklaşmış olursa bağlantı zayıflar ve yavaşça bağlantı bozulur zamanla. Zaten ilk anda aracı zihnine giren kişiden haberdar olur ama sonra bu unutulur onun zihinde kuran kişi tarafından ve aracıyla bağlantı kurduktan sonra asıl kişinin zihnine hükmeder bu zihin büyüsü yapan kişi . Onunla rüyalar sayesinde bir bağlantı sağlar. Zihnine hükmetmez yani ele geçirmez de onunla sadece konuşur ve bu böyle devam eder ama tabi yan etkileri fazla bir süre sonra zihin bu bağlantı arasında yorulur zihnen. Etrafa sığamaz. Bu bağlantı olan yerden uzaklaşmak ister aracı ile olan bağlantı onu boğar sinir krizlerine sokar çünkü zihinden beslenerek güç alır bu büyüyü yapan ve bu sayede Zihni ele geçirilmiş olan kişi ani patlama yaşar çok çabuk sinirlenen bir kişiye dönüşür tahammül sınırı alt seviyeye iner. Ve artık çıldırır uykulardan kaçmak ister ve buda onu uykusuz yorgun biri yapar. Kaçtıkça kaçar ve artık uykusuzluk seviyesi artar düzenli uyuyamaz. Dinç bir insan zihninden uzaklaşır. Ve büyük bir çöküşün içinde bulur kendini "dedi Lord Yelit. Bu duyduklarım çok ağırdı. Peki Esila nasıl zihnime sızıyordu. Kafam karışmış olanları anlayamıyordum ama bunu yapmış olamazdı çünkü o yaşamıyordu ki.

" Peki bunu yani üç zihin büyüsünü yapan kişi hayatta olması mı gerek. "dedim merakla. Anında sorumu cevapladı. Ama bu sorum onu meraklandırmıştı. Çünkü gözleri kısılmış bir şeyleri anlamaya çalışmak istercesine bana bakmaya başladı. Bir açık vermemek için tam da onun gözlerine bakıp merakımı geri plana attım.

"Evet ama ruhu hayatta olsa da bu büyü gerçekleşir. Bu büyüyü nasıl bozulduğunu da öğrendin mi?" dediğinde usulca başımı salladım. Biliyordum. Çünkü kuşkularım vardı ve bu kuşkularım eğer gerçekse çok işime yarayacak bir büyüyü bilmemek hata olurdu.
Benim sessizliğim onu şüphelendirmiş olmalıydı ki soracağını bildiğim soruyu sordu.

" İyi misin? Neden bu büyüyü bana sordun? Emira en ufak bir sıkıntı da sana destek olacağımı yardım edeceğimi biliyorsun değil mi benim küçük kızım?" dediğinde anlayışla başımı salladım ve dudaklarımı aralayıp konuştum.

"Biliyorum emin olun şimdilik bir sorun yok ama olduğunda size geleceğimi bilin." dedim kısık bir sesle. Ama bu gergin havayı dağıtmak için aklıma geleni söylemekten çekinmedim.

"Ve birde şu küçük kızım sözüne alınmadım desem yalan olur . Hadi ama ben sizinle olan ilişkimizi bu seviyede hayal etmedim beni hayal kırıklığına uğrattınız." dediğimde başını iki yana salladı. Ve kınarcasına baktı.

"Sizin gibi küçük bir hanımı sadece kızım olarak görebilirim." diyince yalandan yüzümü astım ve öne gelen bir tutam saçlarımı omzumun gerisine atıp kendimi göstererek konuştum.

" Ne kaybettiğinizden haberiniz yok ama neyse sizin gibi birisi beni kızı olarak görüyorsa ne diyebilirim ki kaderime razı olmak durumundayım. Ama şunu bilin ki bu sözlerinizi ileride söylediğiniz için pişman olacaksın ama o zaman da ben size sizi sadece çok saygı gösterdiğim biri olarak gördüğümü söyleyeceğim. "dediğimde sesli bir kahkaha attım. Lord Yelit 'te kısık sesle konuştu.

"Bu tarz bir konuşmayı biri duysa senin için hiç hoş konuşmaz." dedi.

"Çok da umurumda da birileri benim hakkımda ne söylemiş ne demiş. Emin olun ki hiç biri yani buradakiler ne söylerse söylesin beni etkilemez. Çünkü değer vermediğim insanların düşüncelerini kaale bile almıyorum. "diye açıklamada bulundum.

" Ben size başka bir şey soracağım. Ahrar hocayı ne zamandır tanıyorsunuz? Çünkü dün akşam gördüğüm görüntüden sonra biraz ondan tedirgin oldum. "dedim kısık sesle.

" Biliyorum bahsetti. "dediğinde şaşırdım. Bunu beklemiyordum çünkü. Bu şaşkınlığım tabi Lord Yelit gördü.

" Bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum. "diye düşüncemi dile getirdim. Çünkü ne ara konuştular ve neden bunu Lord Yelit 'e anlatma gereği duydu ki?

"Davet bitmeden odama geldi ve sana ders vermekten vazgeçtiğini söyledi sebebini sordum. Söylediği bir sözden dolayı mı dedim ama olumsuz bir şekilde başını salladı ve keşke bir şey söyleseydi ama bakışları yetti dedi. Sanırım onu aynada ilk gördüğün an ki bakışların onu kırmış olmalı. "diye açıklamada bulundu Lord Yelit.

Ahrar hocanın böyle davranacağını bilmiyordum ama ilk onu aynada görünce şaşırmam kaçınılmazdı. İlk bakışta tabi ki ondan korktum çünkü yansımasını görmemem beni fazlasıyla o ortamdan soyutlamıştı. Gecenin bitiminde böyle bir şeyi beklemiyordum.

" Ben aynada bir an onu görmeyince korktum bu çok normal değil mi? Kimse de bundan bahsetmeyince ilk anda ondan korkmam kaçınılmazdı. Yani alışık olmayacağım bir durumla karşı karşıya kalmıştım ve neden yansıması olmadığını sordum. Tarsis kralıda onun ruhu olmadığını söyledi ama neden ruhu olamadığını söylemedi buna sebep olanıda. "dedim soluksuzca konuşarak. Bunu önemseyeceğini düşünmedim sonuçta bu tür bakışlara çoktan alışması gerekmiyor muydu?

" Sana tek şunu diyebilirim ki Emira o akşam ona olan korku dolu bakışların onu kırmıştı. Şu ana kadar kimse onu bu kadar itmemişti derin düşüncelere." dedi ama ben Lord Yelit tam olarak neyi ima etti anlamadım?

"Neyi anlatmak istiyorsunuz bilmiyorum ama anlamak da istemiyorum. Bilmiyorum belki de ileriye dönük bir anıyı biliyor olmalısınız. Ama şunu da bilin bir şeyler için uğraş vermeyi bırakalı çok oldu." dedim soğuk sesimle. Lord Yelit ise sessiz kalmayı tercih etti.

Kahvaltı faslımız bittikten sonra masada sessiz bir şekilde karşımızda duran orman manzarasını izliyorduk.
Başımı Lord Yelit 'e çevirdim.

" Sizin dün akşam davette olmanızı isterdim. Keşke gelseydiniz. Sizi her ne engellediyse onu aşmayı başarın. Tek bir şeyi öğrendim kaybedince insan çok pişman oluyor. Anı yaşayın geçmişinizde her ne varsa o geleceğe gölge olmayı bıraksın. Ve kapalı kapılar ardına saklanmaya bir son verin. Sanki kısa bir zaman varmış gibi onu dolu dolu yaşayın. "dedim sakin ses tonuyla. Ardından sandalyeyi geriye ittim ve doğruldum." Bugün beni kırmayıp bana kahvaltıda eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. "dedim ve masanın yanından terası kapısına doğru ilerledim. Kapının önüne varınca kapının kolunu tutup kapıyı açtım.

Kapıdan içeri girerek ardımdan kapatacağım an Lord Yelit kısa bir an bir şey demişti ama sesi kısık olduğu için duyamamıştım. Kapıyı ardımdan kapayıp merdivenlerin olduğu yere doğru ilerledim. Merdivenin başına gelince hızla inmeye başladım basamakları. Hızla inip son kata gelince son basamağı inip koridorda ilerledim.

Koridorda kimse yoktu acaba Kiran vedalaşmadan mı gitti? Başımı yemekhanenin olduğu koridora çevirdim. Koridorda bana doğru gelen Victoria 'yı görünce ona doğru bedenimi çevirdim ve bana yaklaşmasını bekledim. Karşıma gelince dudaklarımı aralayıp aklımdaki soruyu sordum.
"Kiran hala ayrılmadı değil mi kuleden?" diye sordum.

"Hayır en son bahçede olmaları lazımdı. Tarsis kralı hazırlıklar tamamlanınca bahçeye çıktılar bende seni çağırmaya gelmiştim ama yemekhanede değildin. Hadi bahçeye çıkalım Kiran'lar ayrılmadan." diyince başımı salladım ve bahçeye çıkan koridora doğru adımlarımızı yönlendirdik.

İlerlerken Victoria 'ya dün hangi işle ilgilendiği ve halledip halletmediğini sordum. İlk başta sustu ama sonra cevap vermekte gecikmedi.

" Aslında yarı yarıya hallettim. Biliyorsun biz aydınlığın ve karanlığın kolye koruyucuları olarak birbirimizden pek hoşlanmıyoruz. Dün birkaç sorun oluşmuş ve iki taraf arasında sorunlar oluşmuş onun için kuleden ayrıldık. Biz sadece senin boynunda taşıdığın kolyenin koruyucusu değiliz. Düzenden de sorumluyuz ve herkesin farkı görevleri var. Bu görevleri aksatmadan yapmalıyız. Ama dün her ne olduysa bir şey olmuş ve iki tarafta görevlerini bırakıp isyan çıkarmışlar. Tabi bu isyan ses getiren bir başkaldırı olduğu için beni de çağırdılar. İşte isyanı başlatan kişi sorguya alındı ama oda nasıl başlattığını bilmiyor. Bir Kara büyü yapıldığını düşünüyoruz. Düzenin bozulması için birileri bir şey yapıyor. Düzen bozulursa kötü sonuçlar olur. "dedi korku dolu sesle.

" Peki düzen neden bozulsun ki? Bozulunca kimin eline ne geçer?"dediğimde Victoria adım atmayı bırakıp bedenini bana doğru çevirdi.

" Bu daha önce oldu Emira. Ve bir daha olursa isyan yine yayılır ve bunu bitirmek zor olur. Bunu yapanın kim olduğunu tahmin ediyoruz ama kesin bir şey söyleyemiyoruz. Çünkü eğer oysa büyük bir tehlike kapıda demek." dedi korkunç bir olayı hatırlamış ve bu gözlerinin önünden geçmişti. Anında yüz ifadesinin aldığı ifade bunu tekrar yaşamak istemediğini belli ediyordu.

" Bu isyan daha önce Esila 'nın sebep olduğu isyan mı? Hani bir akşam vakti. Dolunay vaktinde karanlık ruhları ölümsüzlük portalından kurtarıp serbest bırakması ve onların da-yani karanlık ruhlar - çoğu koruyucuyu katlederek öldürme olayı mı?"dedim emin olmak istercesine. Sadece başını salladı ve o anları hatırlamış olmalı ki gözleri doldu. Ellerimi yüzünün iki yanına yerleştirip akan gözyaşlarını iki baş parmağımın yardımıyla sildim. O gün onun hayatındaki en kötü gün olduğunu gözlerine bakarak anlamak zor değildi.

"Bunun tekrar olmamasını sağlayacağız anlaşıldı mı? Bir daha bu olmayacak bak en iyi olmak için çabalıyorum. Çabalıyoruz. Bu bir daha olmaması için temkinli olacağız." dedim ona güç vermek için. Başını salladı ve kollarını belime sardı. O konuşmadı ama ben biliyorum hala bu acıyı atlamış değildi.
Ben konuştum o dinledi.

" Bunu sana söylemek istiyorum tek. Kolyenin yeni güçlerini fark ediyorum ama fark etmekle yetinmiyorum. Bunları uygulayıp onlara hükmediyorum. Her an her saniye çalışıyor ve bu kolyeyi yanılmadığını göstermeye çalışıyorum." dedim kısık mırıltımla.

"Biliyorum sen onun gerçek sahibisin asla ama asla bir hata yapmayacağını bu kolyeyi kötü bir niyet uğruna kullanmayacağını biliyorum. İşte bu yönde içim rahat ama bir yanım karanlık ruhlar öylece orada olamayacağını ve tekrar ortaya çıkacağını söylüyor." dedi bir korkuyu şekillendirip ve de onu açığa kavuşturmayı istercesine. Ama bir yandan da onu dile getirmeyi istemediğini anlayabiliyorum. Hissediyordum. Çünkü o an tekrar o acıları yaşamak istemiyordu.
Geri çekildim. Benim çekilmemle belimde duran kolları aşağıya düştü.

"Bin kere o hapsedilip konuldukları portaldan çıksın biz senle onları bir araya gelip tekrar hatta defalarca onları o portala hapsederiz. Tamam mı? Bu olmayacak ama olursa elimden geleni yapıp onları tekrar geldikleri yere postalayacağım." dedim bir yemini belirtircesine. Bir gerçeği ona göstermeye çalışırcasına. Bir anı tekrar yaşamayacağını belirtircesine. O karanlık bulutlar bir daha Victoria 'nın etrafını sarmalamasına izin vermeyeceğim. Bir daha bu yönde eskisi gibi bir acıyı bedeni göğüslemeyecek.

"Hadi şimdi Kiran' uğurlayalım ve ondan sonra seninle vakit geçirelim bensiz olmak sana iyi gelmiyor." diye dalgaya aldığımda küçük bir kahkaha attı.

"Kendini beğenmiş hadi oradan ben gayet tek başıma da iyiyim." dediğinde öylemi dercesine başımı salladım.
"Ya öyle mi? O zaman bir daha Emira burası çok sıkıcı bir şey yapalım mı diye sorma!" diye yalandan azarladım onu ama sadece omzunu silkti.
Başımı iki yana salladım.

"Ah ben senle ne yapacağım ya aldım seni başıma büyük bir bela olarak artık bir şey demek de olmaz. Sevabınla günahınla yanındayım." diyince buğulu gözleriyle bana masum kedi bakışları attı. Ellerimle iki yanağını sıktım.

"Hadi bakalım daha geç kalmadan gidelim bahçeye de sonra yine seninle ilgileneceğim uzun uzun bakalım neyi varmış benim canımın." dedim onu omuzlarına ellerimi koyup onun adım atmasını sağlayarak. O ilerlerken bende onu takip ettim sonunda bahçeye çıktığımızda neyse ki daha Kiran 'lar gitmemişti. Kiran, ben ve Victoria' yı görünce bize doğru geldi. Karşımıza geldiğinde bize onaylamaz bakışlara baktı.

" Bir an beni uğurlamaya gelmeyeceğinizi düşündüm." dediğinde Victoria omuz silkti.

"Hah sanki görende Kiran bey gurbete gidiyor alt tarafı kuleye döneceksin zaten hep beraberiz" diye homurdandı. Kiran ise harelerini bana çevirdi. Dudaklarımı kıpırdatıp bulaşma dedim. Başını salladı sadece.
Kiran 'a yaklaşıp ona sarıldım.
Kısa sürdü sarılmamız.

"Merak etme yakında yine buraya geleceksin. Hatta ara sıra belki de Mera' yı da yanıma alıp size misafirliğe gelirim. " dediğimde yüzünde güller açtı. Şaşkın aşık. Bu kadar ona bağlanacağını bilmiyordum.

"Ne zaman getirirsin Mera 'yı?" diye sordu heyecanla.

"Hah! Çabuk pabucumuz dama atıldı gördün mü Victoria' ya? Bildiğin Kiran bey bizi istemiyor aklı fikri Mera 'da gelecek mi gelmeyecek mi diye soruyor? Neyse Mera' yı bırakıp gideriz istenmeyen yerde durmayız." dediğimde Victoria da kafasını salladı.
Ama Kiran ona yönelik olan şakayı anlamadı ve üzgünce başını salladı.

" Hayır ben öyle bir şey demek istemedim sadece ne zaman gelirsiniz diye sordum hazırlık yapardım. "dediğinde Victoria başını yana yatırdı ve konuştu.

" Ne hazırlığı Kiran bey bize bile böyle bir hazırlık yapılmadı? Yani söyle de bilelim? Ha birde yani Mera 'yı görünce bizi hemen sattın bak vallahi arkadaş filan demem alır götürürüm Mera' yı Morte elçiliğine. Bir dala sittin sene istesen de görmezsin Mera 'yı "dedi. Anında Kiran bir adım atıp Victoria' ya yaklaşmak istedi ama Victoria geriye bir adım atıp başını sola çevirdi.

" Tamam Kiran. Victoria sadece şaka yapıyor böyle bir şey yapamaz.'' dediğimde Victoria sözüm biter bitmez söze atıldı.

"Hah nereden bileceksin ki yapmayacağımı valla bir akşam Mera uyanıkken onun odasına giderim bir daha Mera 'nın ismini bile duyamazsın. Ve Mera gözlerini açtığında kendini hiç tanımadığı bir yerde bulur." diye sakin sakin konuşarak Kiran' a azap çektirdi neredeyse. Olaya el atıp ikisini de olabilecek bir tartışmadan kurtardım.

" İkiniz de sakin olun. Yakın bir zamanda seni ziyaret edeceğiz hadi Kiran sen daha fazla Tarsis kralını bekletme alimallah yine öfke küpüne döner." dediğimde başını salladı ve onun için hazırlanmış olan ata doğru ilerledi.

Hızlı bir şekilde ata binip Tarsis kralının emriyle harekete geçtiler. Onlar kulenin dış kapısına ilerlerken Kiran at üstündeyken arkasına döndü gözleri birini arıyor gibiydi. Hatta gibi değil direk Mera 'yı arıyordu ama Mera' yı göremiyordu.

Çünkü Mera şuan yemekhanenin içinde onu gizli gizli izliyordu. Bunu onun yaymış olduğu enerjisinden hissediyordum. Onlar açılan kapıdan çıkıp gittikten sonra kapılar kapatıldı ve Victoria ile içeriye doğru adımladık.

Arkamdan bana seslenen Süreyya hanım ile arkamı dönüp ona baktım yavaş adımlarla bana doğru ilerliyordu.
Karşıma geçtiğinde konuştu.

"Emira bugün Tarsis krallığına gitmeyeceksin değil mi? Çünkü bugün ilk dersin başlıyor Renas hocayla." dedi tatlı sesiyle. Ah bunu unutmak ne mümkün. Başımı salladım.

"Peki o zaman akşam yemeğinden sonra yasaklı kütüphanede ilk dersiniz başlayacak umarım güzel geçer." diye konuşup yanımızdan ayrıldı. O ayrılırken ben sadece Victoria bakıp konuştum.

"Güzel mi geçecek hiç sanmıyorum. "dediğimde Victoria kınarcasına baktı.

" Abartmıyor musun? Alt tarafı bir ders niye güzel geçmeyeceğini düşünüyorsun? "diye merakla sordu.
Ben ise ona bir örnekle anlattım

" Geçen sefer hani gizli bir şekilde katıldığımız kimliğimizi beli etmeden katıldığımız partiyi hatırlıyor musun?"diye sordum. Başını salladı.

" Hah işte orada tanıştığımız hatta tanıştığımız için pişman olduğumuz bir adam vardı. İşte sen onla bir saat ama her gün bir ders yapmak ister miydin?"diye sordum cevabı bildiğim bir soruydu.

Hayır dercesine başını salladı.
" Ayy lütfen o adamdan bahsetme sümük gibi yapıştı kaldı o gün. Ondan kurtulana kadar ölüp ölüp dirildim. "dedi hatırlarken bile yüz mimikleri bundan bıktığını anlatıyordu. Ve ne kadar rahatsız olduğunu da.

" Şimdi anladın mı? Halimi Victoria hanım. "dedikten sonra onu yönlendirdim ve odama doğru yürüdük.

Bugün hiç güzel bir gün olmayacaktı. Şimdiden hissediyordum...
Akşam olaylı bir an yaşamazdık umarım.

Loading...
0%