『Ruhların göğüs kafesinde son acı matemi..』
Duygularım siyaha bulandı.
En acımasız karanlığa hapsettim ruhumu. En derinliklere sakladım ruhumu. En olmazları istedim. Ama olduramadım. Siyah yazan mürekkebim kader yazgımı yazdı. Satır satır kazındı acılarım, acı çektirdiklerim. Acımasızlaştığım anlar silinmemek üzere kaldırıldı zihin portalıma. Ruhum acımı kusarken akın akın akan siyah katran karası hislerim bedenimden silindi uzaklaştı. Kirli bir varlık oluverdim.
Ruhumu ilk kirlettim. Onu değiştirdim. Onu demirleştirdim. İnsani özellikler yok oldu. Şizofrenik düşünceleri aşıladım. Yaşadım, yaşattım hayatımda.
Matemimi kendim oluşturdum. Oraya tüm renklerimi yakıp attım. Her yakılan, küle dönen duygularımın ardından silik bir gözyaşı döktüm son kez olmak koşuluyla.
Hislerimi söndürdüm aynı ruhumda var olmaya çabalayan hissizliği söndürmeye çalıştığım gibi. Ama hislerim ölürken onun ardını dolduran hissizliğim oldu. Kolayca yerleşti. Kolayca öldürdü zıt karakterini hiç tereddüt etmeden.
Ve son dönüş son oldu. Sonluk soluğu kesti. Ölümü gerçekleştirdi. Ölüm hiçlik oldu. Silindi hiç olmamış gibi hiç var olmak için çabalamamış gibi.
Duygularım kırmızıya boyandı. Aynı zihnimin kana bulandığı gibi. Her yer kırmızı hükmüne girdi ;duygularım, düşüncelerim, düşlerim...
Kırmızı zihnimi abluka altına aldığında geçmişe dair olan hatıraları hataya dönüştürdü. Hatalar hayat yaşantısı oldu. Ruh kırmızılığı ruhani bir boşluk yarattı oraya en değerli olanları sakladı. Sakladıkları gün yüzüne çıkmasını istediğim güzel olan her şeydi. Kırmızı renkler sönük bir köz oldu vücudumda. İzler derin bir yarık olarak kaldı. Baka baka bu izleri hayali bir yol bildim. Acılara giden hayali ama anlamlı bir yol. Yolların üzerindeki çığlık sesleri, acı melodileri bana her anımı bir bir hatırlattı.
Duygularım griye boyandı. Her şeyi unutturdu. Her şeyi geride bıraktırdı. Ama hiç bir izi sildirmedi. Sadece hatırlamamamı sağladı. Söküp atamadı ama üzerine yeni yaşantılar yaşattı. Yaşattı ama bu ne kadar yeterli oldu bilemiyor söyleyemiyordum. Yaşantılar geride yaşadıklarımızı unutturdu mu yoksa o yaşantıları yaşattığı duyguları, duygusal anları farklı hatırlanmasını mı sağladı? Yaşatılan yaşatılacak olanı etkiler mi? Yoksa yaşatılacak olan yaşatılmış olanı unutturacak mı? Veya her ikisi de birbirinden farklı bir yol mu izleyecek? Birbirlerine hiç rastlamamış bir şekilde devam mı edecek hayatlarına? Yaşayış bunu sonradan elbet gösterecektir.
Uyumak bazen iyi değildir zihni bulandırır. Zihin can çekişir, olduğu durum ona ağır gelir. Aynı şuan geldiği gibi. Yatağıma en son yatmıştım ama sanki hiç uyumadan tekrar yataktan doğrulmuştum. Neden doğruluğumu anlayamıyorum sanki biri tarafından yönlendiriliyordum.
Yavaşça kapıya doğru adımladım kapıyı usulca açtım ve kapıyı ardımdan kapadım. Soluma dönüp koridorda ilerlemeye başladım. Etrafta sessiz ama ürkütücü bir melodi çalıyor gibiydi. Kısık bir ses saniyede bir bir kelime zikrediyordu.
Koridordan geçerken birden dikkatim koridorda olan aynayı buldu. İstemsizce kendimi izlemeye başladım. En son üzerimde olan giysi şu an üzerimde yoktu. Beyaz bir uzun elbise vardı şuan üzerimde. Başımı eğip ellerimi bedenimin üzerine yerleştirip gördüklerimi teyit etme gafletine düştüm.
Beyaz ipeksi bir kumaşı tenim hissetti. Ama rüyalarda his olmazdı. Rüyalarda üşüme hisside olmazdı. Rüyalarda hissedilmezdi. Ama ben hissediyordum. Nefes alışımı. Verdiğim soluğu. Üşüyen bedenimi. Gerilen bedenimi ve kalbimin atış sesini. Ayağımda bir ayakkabı olmadığını üşüyen ayaklarım sayesinde fark etmiştim.
Son kez aynada kendime bakındım. Ardından mavi irislerimi aynadan çektim ve etrafımda olan garipliği anlamaya çalıştım. Nedensiz bir şekilde ruhum sıkışıyor nefes alışlarım bana acı veriyordu. Ruhum sanki uyandığım andan itibaren bir pençe arasına sıkıştırılmıştı ve ben ne kadar çabalarsam çabalayayım bu pençelerden ruhumu azat ettiremiyordum.
Aklım sızlıyordu. Zihnim sızdırılıyordu aydınlıktan. Düşlerim düşüyordu acı boğuk çığlıkların lav kuyularına. Düş perdeleri etrafımdan çekilmiş yerini karanlık sis bulutları almıştı. Etrafım zifiri karanlıktı. Duvardaki meşaleler yanmıyor söndürülmüştü. Her daim geceleri sönmeden yanardı sabaha kadar meşaleler ama şimdi hiçbiri yanmıyordu. Her daim sıcak olan kule şimdi buz kesilmişti. Sanki bir yıkıcı soğukluk kuleyi ele geçirmişti. Ve sanki hayat durmuştu.
Ölüm yayılmıştı. Böyle hissediyor böyle düşünüyordum. Bedenimi aynanın önünden çektim ve önümde olan koridorda bir yere çarpmamak için yavaş ve temkinli adımlarla ilerleyerek birini arama hisleriyle doldum taştım.
Neden kimseler yoktu ve neden kule terkedilmiş gibiydi? Koridorda ilerlerken ellerimle duvarlara tutuna tutuna ilerleyerek önüme ilk gelen kapıyı görünce rahatlıkla ellerimle kapıyı yokladım. Bu yemekhanenin kapısıydı. Kapıyı yavaşça açtım. Kapı açılırken gürültü bir sesle iki yana doğru açıldı bu yüksek ses tüm sessiz koridorda yankılana yankılana bana tekrar ulaştı.
Kulaklarım bu ses yüzünden ağrıdığı için ellerim yardımıyla kulaklarımı kapattım. Kapı açıldıktan sonra yavaşça yemekhanenin içerisine doğru adımladım. İçerisi koridora göre hafif aydınlıktı karanlığa alışmaya çalışırken çıplak ayağıma ulaşan ıslaklığı hissedince bir adım geri gittim korkuyla. Bu ıslaklık da neyin nesiydi? Önüne gelen saçlarımı iki elimle tutup yere baktım. Ay ışığının aydınlattığı kadarıyla yere baktım. Yerde koyu renge sahip bir sıvı vardı. Yere daha dikkatli baktığımda bu sıvının neredeyse tüm yeri kaplandığını gördüm.
Anında bedenimi korku istila etti. Bu sıvının kokusu burnuma ulaştığı anda bunun metalik kokusu burnuma çalındı. Bu kandı. Hemde çok fazlaydı. Yemekhanenin yarısını kaplamıştı gözlerimi yerden çekip bu kanın nereden geldiğini bulmaya çalıştım.
Kana dikkat ederek ayaklarıma değmesine izin vermeden kuru olan ve kan bulunmayan yerde ilerlemeye başladım. Tam yemekhanenin ortasına geldiğimde hala nerden geldiğini anlamamıştım. Başımı sağa sola çevirecekken birden sol omzuma damlayan bir sıvıyla tedirginlikle baş başa kaldım.
Düşündüğüm şey olmaması için gözlerimi sımsıkı kapattım ve başımı gözlerim kapalı yukarıya doğru kaldırdım. Ve korka korka titreyen göz bebeklerime inat gözlerimi açıp yukarıya baktım. Gördüklerim yüzünden yüksek bir çığlıkla geriye doğru gittim ama o kadar hızlı hareket etmiştim ki bu yüzden üzerimde olan elbisenin eteğine basmamdan dolayı yere hızla kapaklandım. Ve yere sertçe düştüm. Hızlı düşüşüm canımın yanmasını sağladı. Ama bunu umursamadım. Ve gördüklerimin gerçekliğini sorguladım.
Hayır hayır bu gördüklerim gerçek olamazdı. Yemekhanenin tüm tavanında birden fazla insan boynundan asılmış bir halde yukarıda sallanıyordu. Anında yerden hızla doğruldum ve yerdeki kana basmamaya çalışarak geriye doğru gitmeye başladım. Bunu kim yapmıştı? Neden? Ne sebeple?
Korkum nefes almamı bile engelliyordu. Aldığım nefeslere kan kokusu karıştığı için nefes almayı kestim.
Her yer kandı. Her yer insan ölüsüyle doluydu. Başımı iki yana salladım ve arkama dönüp hızla kapıya koşar adımlarla ilerledim. Victoria 'yı bulmalıyım. O neredeydi? Diğerleri de... Süreyya hanım, Ahlas bey, Lord Yelit, Mera ve diğerleri.
Yemekhaneden çıktığım gibi biraz ilerimde olan merdivenlere doğru ilerledim. Merdivenlerin başına geldiğimde yine çıplak ayaklarımı tanıdık ama korkutucu ıslaklık karşıladı. Anında başımı yukarı kaldırdım. Merdivenlerin olduğu kısımda insanlar merdivenlerin korkuluklarına asılmış bir şekilde sallanıyordu. Bu çok ürkütücü bir görüntüydü. Bu gördüklerim sahiden gerçek miydi?
Yoksa korkunç bir kabusun içinde miydim? Ayaklarımı korka korka merdivenin basamağına bırakıp basamakları çıkmaya başladım. Biraz önce gördüklerim biraz sonra göreceklerimin devamı gibi hissettiriyordu. Herkes öldürülmüş müydü? Ama kim tarafından? Bir endişe içinde... Bir korku içinde... Acı dolu bir ruhun çığlığı içinde tırabzanlara zorlukla bedenimi ayakta tutmak için çaba göstererek merdivenlerden yukarı doğru ilerlemeye devam ettim.
Her basmakta çoğu an ayaklarım o soğuk ıslaklık ile bütünleşiyor ardından anında basamağın ucuna kadar gidip o ıslaklığın bir daha tenime değip bana yaşattığı korkudan uzaklaştırıyordum.
Sonunda tüm zorluklara rağmen basamakları çıkmayı bitirmiş ve 5.kata ulaşmıştım. İlk durağım Süreyya hanımın odası olmuştu. Odaya kapıyı hızla açıp içeri korkarak girmiştim. Gözlerimi korka korka odada gezdirdiğimde odada kimseyi görmemiştim.
Ardından az da olsa rahatlamış bir ifadeyle bu sefer Lord Yelit 'in odasına doğru ilerlemişti, onun odasına merdivenleri yine tedirginlikle çıkmış ardından basamakları çıkmayı bitirdikten sonra Lord Yelit' in odasına kapıyı açıp içeri girip gözlerimi çalışma odasının ilk tavanlarında gezdirmiştim.
Tavanlarda bir bedene rastlamadıktan sonra gözlerim çalışma odasının içerisinde Lord Yelit 'i aramıştı ama onu bulamamıştım. Ve hızla içeriye adımladım. Ardından da çalışma odasının içerisinde olan Lord Yelit' in yatak odasına ilerledim kapıyı açıp içeriye hızla göz attım. Ama içeride kimseyi bulamadım. Lord Yelit odasında yoktu.
Hemen arkama dönüp kapıya doğru adımladım. Kapıdan çıktıktan sonra tekrar merdivenleri kullanarak aşağıya inmeye başladım. Aşağıya inip bahçeye çıkmayı düşündüm belki de aşağıdaki bahçede olabilirdiler.
Zorda olsa solmuş ve soğumuş bedenlerden akan soğuk kanlar beni korkutsa da acı verse de bir yaşam kırıntısı bulma adına hızla merdivenleri inmeye başlamıştım. Son basamağı inmiş ve arka bahçeye doğru gidecekken sağımda duran odamın bulunduğu koridorda rastladığım görüntü adım atmamı engellemişti.
Anında yönümü o tarafa doğru çevirmiş adım atmaktan korkan bir ihtiyaçla oraya doğru adımlamaya başladım. Başımı iki yana salladım. Hayır bu gördüklerim gerçek değildi. Gözlerimden akan yaşlarla beraber gördüğüm görüntüye doğru ilerledim. Dördü bana dönük bir halde tavana boyunlarından asılmıştı. Kalplerine geçirilmiş hançerden akan kanla öylece duruyordular.
Victoria... Süreyya hanım... Ahlas bey... Lord Yelit....
Hayır bu... Bu gerçek olmamalıydı. Yaşadığım acıdan dizlerimin bağı çözüldü ve sertçe dizlerimin üstüne düştüm. Ellerim anında yere sertçe çarptı. İki elimin avcu soğuk zemin üstündeydi. Soğuk, düşüşümden sonra tek sıcak kalmayı başaran bedenime sızmaya çalışıyordu. Başımı yukarı doğru kaldırıp onların solgun, gözleri kapalı yüzlerine baktım. Ben onlara bakarken acıyla onlar öylece asılı bir halde yukarıdan bana bakıyordu..
Kanla sarmalanmış bir kule içerisinde tek yaşayan ama çoktan ruhu ölmüş bir bedendim.
Yaşamak buysa bu büyük bir zelzelenin ardından yıkıkta olsa ayakta duran bir kırık duvardan farkı yoktu. Artık ağlamam sessiz bir melodiden yüksek çığlıkların da katıldığı bir melodiyle dönüşmüştü. Her ağlama ve küçük bir hıçkırık ardından yüksek selde hayır diye avaz avaz bağırıyor.
Bu sessizliğe büyük acı dolu bir yakınma sunuyordum.
Bunları hak etmemiştiler. Acı mıydı beni krize sokan yoksa yaşanmışlıklar mıydı ? Bilmiyorum ama hem bağırıyor hemde var gücümle iki elimi üzerinde olan zemine sertçe canımın yanmasını isteyerek vuruyordum.
Her vuruşta acı beni kasırga gibi etrafına katıyordu ama ben zaten çoktan başlamış ama hiç durmamış bir fırtınaya kapılmıştım zaten. O beni ben ölene kadar etrafında uçurarak bana ve bedenime zarar vermeye meyilliydi. Sertçe son kez elimi yere vurduktan sonra başımı eğmiş olduğum yerden kaldırıp etrafıma baktım.
Etrafıma bakmamı sağlayan şey etrafımda çoktan sönmüş olan meşalelerin yanmış olmasıydı. Nasıl yanmıştı? Ve kim yandırmıştı? Olduğum yerden hızla ayağa kalktım. Etrafıma bakınmaya başladım. Kimsenin varlığına işaret eden bir şey yoktu. Işıkları kim yaktı peki? Zihnimde bu soru dönerken birden ardımdan duyduğum sesle anında yönümü ardımdan gelen sese çevirdim.
Esila..
Tam karşımda bana sırıtarak bakıyordu. Onun da üzerinde benim üzerimde olan beyaz bir elbise vardı. Kızıl uzun saçları omzundan beline kadar uzanıyordu. Onu ilk kez bu kadar yakından görüyordum. Şimdiye kadar tek sesini duyan ben onu şimdi kanlı canlı görebiliyordum. İlk kez kendisini göstermişti. Ama bu bile büyük bir acıdan sonra gerçekleşmişti.
Birden hareket etti. Ve bana doğru ilerlemeye başladı. Birkaç adım sonra tam karşı karşıyaydık onunla. Kırmızı hareleri benim mavi harelerimdeydi.
Beni inceliyordu.
Anında ona kaşlarımı çatarak baktım. Ve acı ama nefret saçan bir sesle konuştum.
"Bu senin eserin değil mi? Onları sen öldürdün. Sen kuleyi kana boğdun." dedim acı dolu bir nefesle.
Sözlerimden hemen sonra yüksek kulak tırmalayan bir kahkaha attı.
"Ah güzel Emira bu kadar üzüleceğini düşünmemiştim. Onlara fazla alıştın. Hala ders almadın mı? Kaybettiğin varlıktan sonra bile mi bir değil birden çok varlığa alıştın? Aslında senin en büyük hatan bu ondan büyük bir ceza ile cezalandırılıyorsun. Herkesler tarafından. Bir varlığa bağlı kalmamayı öğren çünkü sonu kötü oluyor gördüğün üzere. "diyerek alayla konuştu.
Aniden bedenime gelen histeri krizden dolayı onu iki elimle sertçe arkaya doğru ittim. Bunu beklemediği için arkaya doğru yalpalandı. Bu hareketim onu kızdırmıştı ama bunu sadece bakışlarıyla yansıttı.
" Seni öldürürüm anlıyor musun? Öldürürüm." diyerek bas bas bağırdım.
"Öldürsene hadi." dedi o da benim gibi bağırarak. "Ama nasıl kolyen bile yok. Nasıl yapacaksın? Senin gibi güçsüz bir varlık bana ne yapabilir neler yapabilir ki? Bana yaklaşmaya çalıştığın an soluğunu o anda hızla keserim. Büyük bir acıyla o an baş başa kalırsın. " dediği anda elim hızla boynuma gitti. Ama her zaman varlığını hissettiğim kolye boynumda yoktu. Kolyem nasıl benim iznim yokken boynumdan alınıp yok olmuştu? Çok tuhaftı çok...
"Kolyem nerede? Söyle hemen! " diye bağırdım. Cevap vermeliydi. Bana yaptıklarının ve yapmak istediği şeylerin nedenini söylemeliydi.
"Bende kolye ve sonsuza dek bende olacak onu sen değil ben hak ediyorum. Anla bunu. O kolye bana aitti ve öyle de olacak. " dedi ve başını kaldırıp bana küçümseyen bakışlarla bakmaya başladı. Bakışlarındaki kibri ve küstahlığı net bir şekilde görüyordum.
"O benim kolyem ve bana ait. Anla bunu? Giden ve yitirilen bir şey artık senin olmayı bırakır." dedikten sonra ona doğru yaklaştım ve tam gözlerine bakarak konuştum.
"Benim olanı almana izin vermeyeceğim. Ve buradaki kişilere yaptıklarının bedelini ödeyeceksin ." dediğimde bana öylemi dercesine baktı ardından birden ne olduysa bulunduğum ortam soyutlanmaya başladı.
Bakışlarım değişen mekana bakmakla yetindi. Neden mekan değiştiriyorduk ve nereye geçiş yapıyorduk? Ve birkaç saniye sonra kendimi karanlık bir ormanda buldum. Kısa bir süre içinde olduğum ormanı incelemeye başladım. Çok karanlıktı.
Ormanı aydınlatan tek şey ay ışığıydı. Burası kara ormandı.
Onu hiç gece vakti görmemiştim.
İlk geldiğimde gündüzdü ve gece büründüğü görünüşü gündüz olan görünüşünden çok farklıydı bakışlarımı etrafımdaki kara ormanda olan ağaçlardan çektim . Ve bakışlarımı önüme çevirdim. Tam karşımda Esila vardı. Ve Esila 'ın yanında ilk buraya geldiğimde gördüğüm devasa büyüklükte olan kurtlar duruyordu. Beyaz kurt ve siyah kurt. İki kurtta bana hırlayarak bakıyordu. Anında bedenimi bir korku kaplamıştı.
" Neden buradayız?" diye sorunca Esila anında cevap verdi.
"Ölümün için." dedi ve ellerini iki yana açtı. Yüzündeki o iğreti duran gülümseme beni anında rahatsız etti. Ve Esila sonra yanında bulunan iki kurda işaret verdi.
Kurtlar Esila 'nın işaretini aldıktan sonra harekete geçtiler. Ve yerlerinden hareket eden kurtlar bana doğru atıldılar. Anında korkuyla arkama dönüp koşmaya başladım kara ormanda. Can havliyle koşabildiğim kadarıyla hızlı koşmaya başladım. Evet hep gelmek istediğim kara ormana böyle bir anı yaşadıktan sonra gelebilmiştim.
Gelişimin böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Hızla koşmaya devam ederken ne bedenime aldığım yaraları umursadım nede Esila 'nın ben koşarken ardımdan ormanda duyulan öleceksin Emira diyişini.
Sadece koştum koştum. Yapabildiğim tek şey koşmak oldu o anda. Artık zaman kavramını yitirmiş öylece soluksuz bir şekilde koşuyordum. Bir kere merakla ardıma baktığımda kurtların birkaç adım arkamda ve bana yaklaşmakta olduğunu görünce hızımı artırıp daha da hızlı koşmaya başladım. Hayır hayır onlara yakalanamazdım. Bana büyük zararlar verirdi iki kurtta eğer beni yakalarsalar.
Buna izin vermemeli buradan güvenli bir yere gitmeliydim. Koştukça kara ormanın içinde etrafımda sıklaşan ağaçlar azalıyor ve seyrekleşiyordu. Bunu görünce daha da istekle koşmaya başladım. Sanırım ormanın sınırına gelmiştim.
Birkaç adım sonra artık kara ormandan ayrılacaktır. Bu düşünce daha istekle koşmamı sağladı. Ormandan çıktığım gibi kuleye gitmeliydim . Son adımı atıp ormandan dışarı çıkacağım an birden ayağım bir şeye takıldı ve anında sertçe yere kapaklandım. Yere düşerken alnımı sertçe yerde duran küçük bir taş parçasına çarpmıştım. Çok acı vermişti bu düşüş anında aklıma kurtların gelmesiyle yerimden doğrulmaya çalışarak geriye doğru adımladım.
Ben geri geri gidiyorken tam karşımda iki kurdun yerinde durmuş ve bana hırlayarak baktıklarını gördüm. Ama dikkatimi o an bir şey çekti. Kurtlar tam kara ormanın çıkış noktasında öylece bana bakıyor ve sadece hırlıyordular bana doğru. Yerlerinden hareket etmiyordular. Nasıl yani? Kara orman dışına çıkamıyorlar mıydı? Bu çok ama çok iyi bir şeydi benim açımdan. Bunun vermiş olduğu rahatlıkla derin bir nefes aldım.
Çıkamayacaklarını ve bana yaklaşamayacağını anlayan kurtlar bir süre bana bakmaya devam ettikten sonra arkalarına döndü ve kara ormana içerisine doğru ilerlediler ardından zifiri karanlığın içinde kayboldular. Anında yavaşça geriye doğru dönüp doğrulmaya çalıştım. Alnım ufaktan ufaktan sızlamaya ve kendini belli etmeye başlamıştı.
Ve doğruluğum anda ayağıma değen soğuklukla etrafıma baktım . Moritanya topraklarına kar yağmış ve yağmaya da devam ediyordu. Yerden doğrulup ayaklarımın üzerinde etrafıma göz atarken sağ elimi kaldırdım ve yağan karın avcuma düşmesine izin verdim.
Bu arada sol elimle de kanayan alnıma dokundum. Sızısı git gide artıyordu. Dikkatimi avcuma düşen kana verdiğim anda yağan karın beyaz değilde kırmızı olduğunu fark ettim . Kan renginde kar yağıyordu gökyüzünden. Başımı kaldırıp yağan kara baktığımda bu karın kırmızı yağma sebebimi anladım çünkü tam gökyüzünde asılı olan kişileri gördüm.
Onlarda boyunlarından asılıydı. Gördüğüm görüntünün vermiş olduğu dehşetle bir iki adım geriledim. Gökyüzünde asılı olanlar kasabada yaşayanlar ve kulede görevli olan askerlerdi . Gökyüzünü onlar kana ve karanlığa bürümüştü. Daha fazla burada durmazdım. Bu gördüklerim bana daha fazla acı vermesini yıkmasını kaldıramazdım. Hemen Tarsis krallığına gitmeliydim. Kiran ve Tarsis kralı bana bu yaşadıklarım için yardım ederdi onlardan bunu isteyecektim.
Belki de burada olan herkesi tekrar yaşamasını Tarsis kralı sağlayabilirdi. Arkamı dönüp tam adım atacağım anda bakışlarım istemsizce gökyüzüne çevrildiğinde onları boyunlarından asılı bir şekilde gökyüzünde asılı olduklarını gördüm. Tarsis kralı ve Kiran biraz ilerimde ayakları havada bir şekilde onlarda boyunlarından asılmıştı. Ama bu çok vahşiceydi. Herkes etrafımda olan herkes öldürülmüştü Esila tarafından.
Olamaz-dı. Bu gördüklerimin hiçbiri gerçek olamazdı. Benden habersizce kalbime saplanan ve git gide ağrısı artmaya başlayan sızı soluğumu kesmeye başlamıştı. Anında iki elim saçlarıma gitmiş ve çığlık çığlığa bas bas bağırmaya birilerine sesimi duyurmaya çalışıyordum.
Belki de yardımıma koşan birileri olabilirdi. Ama ne kadar bağırırsam bağırayım kimseye sesimi duyuramamış yardımıma kimse koşmamıştı. Burada Moritanya topraklarında benden başka kimse yoktu. Ben dışında kimse hayatta değildi. Yaşamıyordu. Hayatlarına son verilmişti acımasızca vahşice .
Yalnızdım. Yapayalnızdım. Gördüklerimi artık kaldıramıyordum. Geriye doğru sendeleyip düşmekten son anda kurtuldum. Hızla kuleye doğru koştum. Koştum ruhumdaki acıyla, benimdeki izlerle. . Düşünmedim düşünsem yok olurdum. Kavrulur kül olurdum. Bugün ikinci bir büyük acıyla karşıya kalmamış onunla öldürülmüştüm söndürülmüştüm.
Kulenin arka kapısından buz kesilmiş çıplak ayaklarımla içeriye girdim. Girdiğim anda arka bahçede biraz ileride karşımda Esila 'yı gördüm. Onu tekrar görmenin vermiş olduğu hissiyatla aldığım nefesi vermemiştim. Onu gördüğüm an nefret dalgası bedenimi ele geçirdi. İçim kin ve öfkeyle dolup taştı. Kıstığım gözlerimi ona çevirdim.
Herkes ölmüştü herkes onun tarafından öldürülmüştü. Benim ruhum biraz sonra onun ruhuyla beraber hemen yanımızda duran uçurumdan düşerken ölecekti. İkimizde bu geceye son verecek son olacaktık. Sonu getiren ben başlangıcı sonlandıran o olacaktı. Ona doğru adım atmaya başlamışken, bana bakarken konuştu .
"Yanılsaması bile sana bunları yaşatıyorsa gerçek olsa ne olurdu acaba? Bu gecenin sabahında nasıl bir tavır sergilerdin merak ediyorum gerçekten? " dediğinde adım atmayı bıraktım. Ne dedi o az önce ? Ne yanılsaması? Neyi söylemeye çalıştı bir şey anlamamıştım. Çatık kaşlarım onun sözlerinden sonra daha da çatıldı.
" Bu yaşadığın şeyler aslında gerçek değil Emira. Bu sadece benim eserim, benim sana göstermek istediğim bir gerçek."dedi bir şeyi anlatmaya çalışarak. Ama ben o an çok geç fark edebildim ne demek istediğini.
"Hiçbir şey gerçek değil mi? Bu yaşadığım her şey yalan mı? "dedim şokla. Kafam karışmıştı . Anlamakta zorluk çekiyordum. Nasıl gerçek kılmıştı peki tüm bu olanları ? Nasıl bunu benim zihnime girerek gerçek sanmamı sağlamıştı? Kolyemi nasıl ortadan kaldırabilmişti? Anında saklanmış olan öfkem gün yüzüne çıktı. O konuşurken onu öfkeli halimle dinledim.
"Zihin yanıltması sadece. Ama ne kadar gerçek kılmış olmalıyım ki seni fazlasıyla korkutmaya yetti. " dedikten sonra kısa bir süre durdu ve tekrar sözlerine şöyle devam etti.
"Ama tabi olmayacağını garanti edemem. Yakın bir zamanda herkesi bu halde gerçekten görebilirsin de." dediği an artık kendimi durduramadım.
" Seni öldürürüm ben anladın mı? Öldürmekle de yetinmekle kalmam ." diyip ona doğru atıldım ama benim bu hareketim onun karşımdayken birden yok olmasını sağladı. Onu karşımda göremeyince bocaladım olduğum yerde . Adım atmadım olduğum yerde öylece bakışlarım etrafı izledi ve onu aramaya başladı .
Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde onu bulamadım. Nereye kayboldu bu lanet şey? Nereye gitti, neden gitti hemen? Ben onu aramaya devam ederken o an arkamdan keskin nefret saçan sesi duyuldu... Bu ses tüm benliğime yayıldı. Soğuk bir rüzgar gibi etrafımda esip geçti. Üşütmedi yakıp geçti . Esila tam olarak arkamdaydı. Onun karanlığını hissetmekle kalmıyor bu karanlığı bana zarar veriyordu.
"Şimdilik görüşürüz yakında tekrar karşılaşırız Emira" dedi tehlikeli bir fısıltıyla. O konuşurken arkamı dönüp ona bakmadım bakma gereği duymadım. O etrafımdan uzaklaştığı andan sonra anında yer sarsıldı ve sarsılan yerin etkisiyle toprak aşağıya doğru düşmeye başladı. Tabi bende o toprak parçasıyla yere doğru düşmüştüm.
Anın verdiği korkuyla anında olduğum yerde hızla doğruldum. Gözlerimi açtığımda kendimi odamda bulmuştum. Anında bakışlarımı üzerimde olan kıyafetlere çevirdim. Yatmadan önce giydiklerim vardı üzerimde. Nasıl bu kadar gerçekçi olmuştu gördüklerim onun görmesini istediklerinin. Artık bir daha uyumayacağımı bildiğim için yatağımdan kalkıp odamda bulunan giyinme odasına ilerledim.
Aklıma gelenle aniden elim boynuma gitti. Kolyemin varlığını hissetmemle aniden bir rahatlama hissine kapıldım. Boynumda varlığını koruyordu kolyem . Çıplak ayaklarımla tahta zemin üzerinde ilerledim. Birkaç adım sonrasında giysi odasına varmıştım. İlk başta banyoda ihtiyaçlarımı giderdikten sonra hemen üzerime giymek için dolaptan kendime siyah bir elbise seçip aldım. Siyah upuzun bileklerime kadar uzanıyordu elbisem. Ardından da siyah kısa topuklu bir bandajlı ayakkabı aldım.
Hızla elbiseyi giydikten sonra ayakkabımı ayağıma geçirdim. Giysi odasından çıkıp odama geçtim. Yatağımın yanında duran küçük komodin üzerinde bulunan tarağı alıp omuzlarıma kadar gelen saçlarımı taradım. Ardından saçımı açık bırakmayı tercih ederek tarağı aldığım yere bıraktım. Hazır olduktan sonra odamdan çıkmak için kapıya doğru adımladım.
Kapıdan çıktım. Çıktığım an soluk alamadan koridoru izlemeye başladım. Sadece birkaç dakika önce rüyamda gördüklerim beni ürkütmekle kalmamıştı . Derin içine çeken bir okyanusa bırakılmıştım. Ve o okyanus beni karanlığa çekmekle yetinmemiş ruhumu sökmeye çalışmıştı. Bedenimde ruhum parçalara ayrılmış ve parçalarından az kırıntısı kalmış ruhumdan geriye kalanlar da benden alınmaya çalışmıştı.
Gözlerimi etrafta gezdirip o rüyada gördüklerimin delillerini arıyordum. Rüyada olan karanlık yok olmuştu. Rüyada kule çok soğukken şimdi kule sıcacıktı. Sessiz olan kule şimdi huzur veren gürültülerle dolmuş taşımıştı. Çalışanlar bir oraya bir buraya koşuşturmaca içerisindeydi. Ben etrafımı izlerken dalgın dalgın ismim zikredildiğinde anında ürkerek bir adım geri çekildim.
İsmimi zikreden Loya hanımdı.
Anında soğuk boş bakan bakışlarımı ona çevirdim.
"Emira 'cım korkuttum sanırım. Beraber yemekhaneye kadar bize eşlik eder misin diye soracaktım." dediğinde tatlı sesiyle sadece başımı sallamakla yetindim. Bende olan bu garip durumu Loya hanım kadar Rauf Bey ve onların yanında bulunan Ahrar hocada fark etti ama bir şey sormadılar. Loya hanım sol elini belime yerleştirip ilerlememi sağladı. Yavaş adımlarla ilerlemeye başladım koridorda. Bakışlarım kitlenmiş bir şekilde koridoru izliyordu. Dördümüz yan yana yürüyorduk. Benim yanımda Loya hanım onun yanında eşi Rauf Bey ve Ahrar hoca.
Onlar kendi aralarında konuşurken ben sessiz kaldım. Çünkü hala gördüklerimi unutmamış onları tekrar göreceğim hissine kapılarak korkuyla bir bekleyiş içindeydim. Koridorda ilerlerken merdivenlerin olduğu kısma ulaştığımızda adım atmayı bıraktım ve bedenimi merdivenlerin olduğu tarafa çevirdim. Merdivenlere doğru yavaşça ilerledim. Ve bir basamağı çıktım.
Üzerinde kan yoktu. Merdivenlerin korkuluğuna tutundum ve yukarı doğru baktım. Boyunlarından asılı olan kimse yoktu. Derin bir sesli nefes verdim ve arkamı dönüp Loya hanımın yanına doğru ilerledim. Üçü de bana şaşkın bakışlarla bakıyordu. Haklılardı biraz tuhaf davranıyordum. Ama onlar da benim gördüklerimi görseler halimden anlarlardı. Neden böyle davrandığımı da.
Hiçbir şey demediler bende hiçbir şey söylemeden ilerlemeye başladım yemekhanenin olduğu yere.
Sonunda yemekhanenin kapısına vardığımızda Ahrar hoca kapıyı açtı ve geri çekildi. Ahrar hoca, Rauf Bey ve eşinin girmesini bekledi. Onlar içeri girdiğinde benim de geçmemi bekledi. Ama kısa bir tereddüt yaşadım girip girmemek arasında . Ama bu tereddüttün kısa sürmesini onun konuşması sağladı.
"İçeri girmek için neyi bekliyorsun?" dediği anda bakışlarım onu buldu. Bana her zamanki bakışlarıyla bakıyordu. Duygu barındırmayan soğuk bakışları. Bir şey demeden içeriye doğru adımladım. İçeri girdiğimde anında başımı yukarı kaldırıp orada tavanda bir şeyler bulma adına gözlerimi gezdirdiğimde hiçbir şey yoktu.
Normal bir tavandı. Bakışlarım rahatlamış bir şekilde aşağı indi. Loya hanım ve Rauf Bey çoktan masaya doğru ilerlemişti. Ahrar hoca ise bana bakıyordu. Sanırım hal ve hareketlerim onu şaşırmıştı. Ayaklarıma komut verdim ve masaya doğru ilerledim. Masaya yaklaştım ve bana ait olan yere oturdum.
Victoria 'yı fark ettim o an yemeğini yiyordu. Aynı Ahlas bey ve Süreyya hanım gibi. Yerime geçip oturduktan sonra sessiz bir şekilde öylece masada olanları izledim. Hepsi yemeklerini yiyordu hiç konuşmadan. Yemekhanede çatal bıçak ve adım sesleri duyuluyordu.
Çalışanlar masada bulunanlara servis açıyor bir şeyler ikram ediyordular. Ben ise bana açılan servise baktım. Sanırım tabağımda olan hiçbir şeye dokunamayacak kadar kendimi tok hissediyordum. Canım yemek yemek istemiyordu. Sırtımı sandalyeye yasladım ve öylece sessiz bir şekilde düşünmeye başladım.
Her şey çok gerçekçi ama bir o kadar da düşündürücüydü. Nasıl ruhu bedeninden koparılmış biri böyle bir şeyi yapabilirdi? Ya çok güçlüydü ya da gücünü bir şeyden veya şeylerden alıyordu.
Ya da belki de bu benim zihnimin bir oyunu olabilirdi de? Kesin biri cevap veremiyordum da. Bunu Lord Yelit 'e bahsetmek istiyorum ama ya bu sadece bir rüyaysa gereksiz yere Lord Yelit' i de rahatsız etmek istemiyordum.
Bir boşluğa kapatılmış gibi hissediyordum. Ve ne yaparsam yapayım bir sonuç elde edemiyordum ve de sorularım hep cevapsız kalıyordu. Birden omzuma bir el dokununca anında olduğum yerde sıçramış ve yönümü bana dokunan kişiye çevirmiştim. Omzuma elini koyan kişi Süreyya hanımdı. Anında mavi harelerim ona boşluğa bakarcasına baktı.
Süreyya hanım bu tavrımı görünce anında gerilen yüz ifadesiyle bana baktı ve bir şeyi anlamaya çalışırcasına gözlerini üzerime dikti. Bendeki bu tuhaflığı anlamdırmaya çalışıyordu.
"Emira Rauf Bey ilk dersin nasıl geçti diye bir soru sordu sana." dediğinde kısa bir süre soruyu idrak etmeye çalıştım ve üzerime sinmiş bu düşünceli zihni savurdum aynı rüzgarın toz bulutlarını savurduğu gibi.
Bakışlarımın yönü Rauf beyi buldu. Kısa bir süre ona baktıktan sonra dudaklarımı aralayıp konuştum.
" İyi geçti." dedim ve bakışlarımı Rauf beyden çekip önümde duran tabağa çevirdim. Serra 'nın konuşmasıyla dikkatimi ona verdim.
"Fazla dalgın duruyorsun Emira. Bir sorun yoktur umarım." dediği anda irislerim ona çevrildi. İlk defa gerçek bir duygu gördüm bakışlarında merak bu halim onu ve bu masada olanları meraklandırmıştı. Bir şey yok dercesine başımı salladım.
"Sizlere afiyet olsun ben pek aç değilim." dedim ve sandalyemi geriye doğru itip oturduğum yerden doğruldum. Ve arkama dönüp yemekhanenin kapısına doğru hızlı adımlarla ilerledim. Ne ardımdan benim ismimi zikreden Victoria 'yı umursadım nede diğerlerinin benim arkamdan söylediği kırıcı sözleri.
✵⃝⃟⃠
Yemekhaneden ayrılıp kulenin arka bahçesine çıktım. Ve bahçeden kara ormana doğru giden arka kapıya doğru ilerledim. Arka kapıdan çıkarak adımlarımı kara ormana doğru yönlendirdim. Aslında her şeyin başlangıcı burasıydı. Beni bu sürükleyen girdap bu yönden beni kendine doğru çekiyordu.
Her adımım ona yaklaşmak içindi.
Her sorum orada var olan gizliliği bulmak içindi. Ama her adımım başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Ama nereye kadar böyle devam edecekti.
Orasını yaşayıp görecektim. Boş arsada ilerliyordum. Bakışlarım etrafı yoklarken kimse etrafta yoktu. Adımlarımı hızlandırdım. Birkaç saniye sonra ormanın girişine varacaktım.
Sonunda ormana ulaştığımda bakışlarımı ormanın o asilliğine çevirdim. Siyahlığıyla her şeyden ve herkesten farklı olduğunu gösteriyordu. Büyük geniş bir arazide olan kara orman çok büyüktü. Ve de sessiz. Ormandan hiçbir ses dahi duymamıştım. Bir hayvana ait olan bir ses bile. Ölüm sessizliği bu orman için söylenmiş gibiydi sanki.
Etrafıma baktığımda tam ormanın karşısında ve benim de sağımda benden uzakta olan büyük kaya parçası dikkatimi çekti oraya doğru ilerledim. Kayanın önüne geldiğimde kayanın dibine çöküp yere oturdum. Sırtımı da kayanın sivri yüzeyine yasladım ve ormanı izlemeye koyuldum.
Hiçbir hareketlilik bile yoktu. Sanki kara orman bir gizli kalkan ile korunuyor da ona dış etkenler müdahale edemiyor gibiydi. Ben dalgın dalgın kara ormanın ağaçlarının dallarından düşen yaprakları izlemeye başlarken beni ele geçiren düşüncelerime müdahale edememiştim.
Bu ormanda ne vardı ki kimse ormanı keşfetmemin doğru olmadığını herkes söylüyordu? Sadece bir orman değil miydi? İçinde bana karşı nasıl bir tehlike veya tehdit oluşturacak bir şey olabilirdi? Ormanda bulunan o iki kurt mu ormana girmeme sebepti yoksa başka bir şeyden dolayı mı? Hiçbiri bir şeyleri açıklamıyor ama fazlasıyla uyarıda bulunuyordu. Ama bu uyarılar gerçekleri dile getiriyordu ve büyük bir bilinmezlik yaratarak beni bir boşluğa istiyordular. Süreyya hanım ve diğerleri.
Bu böyle olmayacaktı. Gözlerimi kapattım ve kolyeme fısıldadım. Anında Yezra'nın günlüğü şimdi ellerimin arasındaydı. Belki de bu günlükte bir şeyler bulabilirdim. Kim bilir? Günlük fazlasıyla kalın bir kitaba tutulmuştu. Kitabın kapağını açıp kaldığım yerden devam ettim okumaya.
Sıradan bir günün akşamı
Sırlar bazen acı verir. Ama öğrenilmesi daha iyidir. Neyle mücadele ettiğini neyin senden saklandığını bilirsin. Ben çok sır öğrendim ama hiçbir sır bu kadar insanı küle çevirmemişti. Ailem benim iyi bir büyücü olamayacağımı öğrendikten sonra beni bir aileye vermek istemişler ama buna ölmüş büyük annem mani olmuş. İşte öğrendim en acı sır. Beni bir aileye verecek kadar değersizleştirmişler. Bir değere en başından beri sahip değilmişim. Bu sırrı bile yanlışlıkla duymuştum. Bir gece babam ve annemin odasına giderken tam kapıyı çalacağım an onların aralarında olan tartışmaya istemsizce kulak misafiri olmuştum. Şu sözleri duymuştum onlardan.
"Onu ilk başta verecektim. Ama annem buna engel oldu yoksa şimdi burada yaşamıyor olurdu." demişti babam. Ardından annem konuşmuştu. Beni yaralayan sözleri sarf etmişti. "Bunu bende istedim ama annen engel oldu. O zaten ölene kadar da herkes artık onun bizim kızımız olduğunu öğrenmişti. Sana onu öldü gösterip bir aileye verelim dedim annenin ölümünden sonra ama annenin vasiyetini gerçekleştirmek için onun burada kalmasına izin verdin. Artık ne dersek boş ondan asla kurtulamayız. "demişti beni istemediğini belli eden sesiyle. Ben ise sol elim öylece havada durmuş ve kapıyı çalacak komumdaydı ama kapıyı çalamıyordum. Çünkü duyduklarımın vermiş olduğu acıyı hiçbir sözcükle dile getiremezdim.
Ama anlamıştım. Bazı çocuklar acı çekmeye mahkumdur. Bu o ölene kadar devam eder ölümle bu acı onu terk edip gider. Ondan uzaklaşır. Duyduklarımın vermiş olduğu hüzün sessiz bir şekilde gözyaşları dökmemi sağladı. Ben hep ağlardım ama beni hiç kimse ağlama geçecek diye teselli etmemişti. Edememişti. Etmelerine izin vermemiştiler. Büyük annem beni çok severdi ama ailem beni hep kendilerinden uzak tuttukları için onunla doğru dürüst bir araya gelmemiştim.
O ne zaman bize gelse annem veya kardeşlerim beni oyalamak için gereksiz işler verirdi. Bende yapmak zorunda olduğum için kabul ederdim. Büyük annem gitmeden önce bitirmek için elimden geleni yapar bitirir ama yerine başka bir iş verir tekrar beni onların bir araya geldiği aile yemeğinden uzaklaştırırdılar. Bir zamandan sonra artık bu isteğimi yok etmiştiler.
Büyük annem gelse bile odamın kapısını kitler benimle iletişim kurmalarına engel olurdum. Onlar bu tavrımı görünce bana gereksiz işleri vermeyi bırakmıştılar. Artık onlar yukarı katta aile yemeği yiyip güzel sohbetler eşliğinde vakit geçirilirken bende en alt katta kimsesiz bir şekilde öylece beni hapsettikleri bodrum katında tek başıma zaman geçirir hale gelmiştim. Yemeklerimi tek başıma yerdim. Eskiyen elbiselerimi ben tek başıma dikerdim. Elbiselerimi ben yıkardım. Ve evde çalışan kişiler için yapılan yemekleri yerdim. Bir dışlanma bu denli kimsesiz hissettirmemeliydi.
Ama ben hissetmiştim. En kötüsüyse onlar artık beni o kadar dışlamış o kadar gözden çıkarmıştır ki. Ailecek gittikleri yerlere giderken çalışanlara izin veriyordular. Ve bende bütün gün evde tek başıma kalıyor başımın çaresine bakıyordum. Karanlık ve soğukluk artık hayatımın en büyük darbeleri olmuştu. Gidiyordular. Evet artık beni yanlarında istemediklerine alışmıştım.
Veya alışmış gibi yapıyordum ama keşke küçük olduğumu ve bazı şeyleri yapmak için yetersiz olduğumu anlasalardı. Onlar sıcak yerde otururken ben buz gibi havada buz gibi bir odada geceliyordum. Onlar sıcak yemekler yerken ben bulabildiğim kadarıyla yiyecekle karnımı doyuruyordum.
Ve gece karanlık çökünce bir yere çöküp üşüyen bedenimi ısıtmaya çalışıyordum. Yakabilecek odun vardı ama ben onu yakmayı bilmiyordum. Çok zordu yaşama tutunmak benim için çok zordu. Onlar beni ölüme terk etmiştiler ve ben bunu çok geç fark etmiştim. Ama yine de sevgiye muhtaç olan ruhum yine de onlara kızmıyor, kırılıyordu. Onlar evde olmadığı zamanlarda bende morte çiçeğini aramaya devam ediyordum. Tabi gün sonunda başarısızlıkla eve dönüyor onların sabah gelmesini bekliyordum. Onlar sabah geldiğini ısınan evle hissediyordum.
Onlar bir saniye bile dayanamazken bu soğukluğa ben bütün gün bu soğukluğu hissediyordum. Varlığımı mı unutuyordular? Çünkü öyle düşünüyordum sebebi birinin evde olduğunu bilseler belki çalışanlara izin vermezdiler diye düşünmüyor değildim. Ama ne zaman bana ayrılmış odadan çıksam bana olan bakışlarıyla bu düşüncelere son veriyordum.
Yazları çatı katında kalıyor kışlarıysa bodrum katında. Her iki türlü kaldığım yerler benim için sıkıntı veriyordu. Çünkü yazın yağan yağmurdan ötürü çaydan damlayan damlalar uyutmakla kalmıyor birde kıyafetlerimin odamın ve yatağımın üstelik benim ıslanmamı sağlıyordu.
Ama ne zaman bu konuyu onlara açsam sorunu gidereceğim der babam ama yaz bitip kıl gelen kadar hiçbir şey yapmaz sonra da zaten bodrum katına geçeceksin şimdi onarsak boşuna der yine bahanelerle isteğimi geri çevirirdi. Bodrum katı ise çok soğuk olurdu.
Benim kaldığım bodrum katındaki şömine çok eski olduğu için ve bodrum katı çok büyük olduğundan iyi ısınmazdı ben gece olana kadar yanan şöminenin önünden ayrılamaz gece ise bir daha yakmadıkları için yatağıma gider orada yorganın içinde zar zor ısınır geceyi öyle sabah ederdim. Çoğu zaman hep hasta olurdum. Ve bunun için de azar yerdim. Benim hayatım hep buydu. Böylede devam etti.
Yezra
Yaşadıklarını okurken ne kadar zorluk çektiği ama buna rağmen bile ailesine olan sevgi özlemi hala yerli yerinde olduğunu anlayabiliyordum. Her sözünde büyük bir acının enkaz kırıntıları vardı. Ve enkaz ne kadar toplanırsa toplansın o enkazdan geriye elbette bir şeyler kalırdı.
Sayfanın üzerinde parmaklarımı gezdirdim. Sayfanın bazı kısımlarında mürekkep dağılmıştı. Ve küçük küçük damlalar bazı yazıların mürekkebini silik hale getirmişti. Cümlelerini yazarken sanırım yaşadığı ağır duygular onun gözyaşı dökmesini sağlamıştı. Herkesin hikayesinde yaşanmış ve yaşanacak olan büyük bir acının kapanmayan izleri olacaktır.
Ve bu izler ebediyete kadar beden, ruh ve zihinle beraber gözlerini yumacaktır.
Bakışlarımı sayfadan çekip etrafa çevirdim. Yine aynı sessizlikle karşılaştım. Etrafımda hiçbir canlıya ait ses yoktu. Ve bakışlarımı yine elimde tuttuğum kitaba çevirdim. Ardından da sayfayı çevirdim. Diğer sayfaya geçtiğimde beni bu sayfada küçük çizimler karşıladı.
Çizimlerde genel olarak Yezra gördüğü şeyleri bu önümdeki sayfaya resmetmişti.
Sayfada ok resmi, bir ucunda yılan figürü olan asa, bir kuş resmi, bir çiçek resmi çizilmişti. Ve üzerinde küçük bir notta sayfanın boş kısmına yazılmıştı.
Sayfayı inceledikten sonra diğer sayfayı çevirdim. Burada da bir şeyler madde halinde sıralanmıştı. Ama bir cümlede çok derin anlamalar yatıyordu. Bu yazılan cümlelerde bazı gerçekleri fark ettiği halde yine de onun peşinden koşmayı bırakmamıştı.
Küçük hatırlatmalar.....
Morte çiçeğini bulmak için onu bilinmeyen yerlerde ara.
Morte çiçeğinin varlığının olacağı yerlere git ve orada keşif yap.
O çiçeği bulduğunda ona çok hassas davran. Morte çiçeği çok naif bir çiçektir..
Küçük bir hata onun solmasın sağlar ve onun kuruması anında gerçekleşir.
Geçmişin geleceği düşlemesi.
Geçmişim bir derin kuytudu. Ve ben orada tehlikeli bir gerçeği aramaya çalışıyordum. Çabalarım bir sonuca ulaşacaktı ama bunun bana vereceği büyük yıkımlar beni silmeye yüz tutmuş bir sis bulvarına çevirecekti.
Bu sayfada yazanları okumayı bitirdikten sonra kitabı kapattım çünkü ardımdan gelen adam seslerini duydum. Anında kitabın elimden yok olmasını istedim ve kolyem bu isteğimi anında gerçekleştirdi. Yaslandığım kayadan sırtımı çektim ve gelen kişiye baktım. Bana doğru gelen kişi Victoria 'ydı. Anında oturduğum yerden doğrulup ona doğru ilerledim.
"Burada ne aradığını sorabilir miyim Emira?" dediğinde tek kaşını kaldırıp bana hesap sorarken anında omzumu silktim.
"Hiç öylesine yalnız kalmak için buraya geldim. Biraz düşünmek iyi geldi." dediğimde öylemi dercesine baktı. Tabi ondan bir şeyler sakladığımı ve söylemek istemediğimi anlamıştı.
"Peki o halde hadi kuleye dönelim." dediği anda başımı salladım ve ona doğru ilerledim. Birlikte yan yana kuleye doğru ilerledik. Kulenin arka kapısından bahçeye geçtiğimiz anda arka bahçede Varislerin tartıştığını gördüm. Anında kaşlarım çatıldı.
Bu tartışma da neyin nesiydi? Victoria'yla beraber hemen oraya doğru ilerledim.
Biz tartışan Varislerin yanına vardığımızda çoğu eğitmen ve kişilerin onların etrafında olduğunu ve onları sakinleştirmeye çalıştığını gördüm. Bunları başında Süreyya hanım, Turul bey ve Ahlas bey geliyordu.
Ben onların bir adım gerisinde yanımda duran Victoria 'yla beraber öylece gerilen ve birbiriyle münakaşa içerisinde olan Varisleri izlemeye başladım. Dördü birbirlerine öfkeyle bakıyordu.
Bu zamana kadar onların birbirinden haz etmediğini biliyordum ama ilk defa onların birbirlerine olan bu nefretini belli etmekle kalmayıp birbirlerine saldırmaya kalktığını ve de ayrıca Kavi' yi bu kadar öfkeli görüyordum. Onu bu kadar sinirlendiren durumu gerçekten merak etmiştim. Bir adım daha geri gittim. Ve onların etrafında ilerlemeye başladım.
Onları sakinleştirmeye gelenler onların etrafını sardığı için onları net bir şekilde göremiyordum. Varislerin etrafında ilerledim ve onları net görebildiğim yere geldim. Uçurumun kenarına. Uçurum tam olarak arkamda duruyordu. Ben ise birkaç adım uçurumun önünde. Etraftaki kişiler Varisleri sakinleştirmeye çalıştılar ama başarılı olamadılar. Dördü de gerilmiş ve onların güçleri ortaya çıkmıştı.
Bir atağa geçtikleri anda onlara müdahale edecektim çünkü etrafta çalışanlar kadar buraya gelen kişiler vardı. Varislerin kontrollerini kaybedip güçlerini kullandıkları anda zarar gören en çok Varislerin etrafında olan kişiler olacaktı. Ama zamanında müdahale edersem kimse zarar görmeyecekti. Dikkatli bakışlarım Varislere odaklandı. Şimdilik kimse bir saldırıya geçmedi.
Tartıştıkları konuya çok saçma ve büyütülmeye gerek duyulmayan bir konuydu ama bunun böyle bir öfke yaratması beni çok düşündürmüştü. Nedense onların bir etken sebebiyle bu hale geldiklerini düşünüyordum.
Süreyya hanımın yanında duran ateş tanrısının oğlu Dehri anımda bir adım attı ve Ahlas beyin arkasında duran su tanrısının oğlu Enfâl 'a doğru atıldı ama onu durduran Ahlas beyin varlığı oldu.
"Korkaklığı bırak ve karşıma geç söylediğin sözlerinin bedelini sana ödeteyim." dedi Dehri. Onun sözleri tabii ki Enfâl' i büyük öfkelendirdi. Enfâl bir adım attı ve Ahlas beyi geçip anında Dehri'nin yakasına yapıştı ve ona sert bir kafa attı anında Dehri bir adım geriledi. Yeterince güçlüymüş çünkü o kafa atışından sonra onun yere kapaklanacağını düşünmüştüm. Ama tabi bu olmadı. Dehri aldığı darbeden birkaç saniye sonra kendini toparladı ve hızla Enfâl 'a doğru ilerledi. Ve ona sağ eliyle sert bir yumruk attı.
Enfâl' in anında başı yana yattı. Tabi bu kavga birbirlerine vurmalarıyla devam etti. Devamı diğer Varislerin de kavgaya dahil olmasıyla daha da alevlendi. Bu sefer her birbiri önüne kim geldiyse ya yumruk atıyordu ya da kafa.
Bazı anlarda ise sertçe birbirlerine tekme attıklarını da gördüm. Şimdiye kadar güçlerini kullanmadıkları için onlara müdahale etmedim. Onlar kavgalarına devam ederken yakın arkadaşları ve etrafta olanlar onlara müdahale edip durdurmaya çalıştılar ama sadece çalışmakla kaldılar. Çünkü öfke onların gözlerini o kadar bürümüştü ki kimseyi gözleri görmüyordu. Neredeyse almadıkları darbe kalmamıştı.
İlk kavgayı büyüten Nehar oldu. Artık dayanamamış olmalı ki güçlerine sarıldı. Ardından diğerleri de güçlerine davrandı. Ve ilk darbe Kavi 'den geldi. Anında elleriyle güçlü bir fırtına çıkardı ve bu fırtınayı Nehar' ın üzerine saldı. Aldığı güçlü darbeden sonra Nehar sertçe olduğu yerden hızla arkaya doğru savruldu ve arkasında bulunan birkaç masaya çarpa çarpa durmayı başardı. Aldığı darbe onun öfkesine öfke kattı. Yoğun bir öfkeyi hissettim ve soludum. O kadar saf yoğundu ki bu bir an soluğumu kesmişti. Elim anında göğsüme ulaştı.
Nehar, Kavi 'den aldığı darbeden sonra sertçe düştüğü yerden doğrulup sertçe elini geriden öne doğru getirir ve anında yer yarıla yarıla Kavi' ye doğru ilerledi ve Kavi 'nin olduğu yerde şiddetli bir şekilde düşmesini sağladı ama Kavi atikliği sayesinde yarıktan dolayı açılan derin çukura düşmekten kurtuldu. Anında diğerleri onlardan uzaklaştılar. Buna Ahlas bey ve Süreyya hanım da dahildi.
Victoria ise anında endişeye kapılmış Süreyya hanımın yanına gitti. Tam herkesin onların etrafından uzaklaşmalarını isteyeceğim anda Enfâl aniden Dehri 'ye saldırıda bulundu. Enfâl arkasında olan bahçe çeşmesinden akan suyu kullanarak Dehri' ye su saldırısında bulundu.
Ama bu saldırıdan kolayca Dehri kurtulmuştu.
Birden ne olduysa dört Varis 'te daire oluşturdular ve birbirlerine saldırmaya çalıştılar. Yaratılacak büyük güç sarsıntısı etraftakilere zarar vermesin diye anında ölüm kalkanını devreye soktum. Onlar birbirine saldırırken dördünün güçleri ördüğüm kalkana çarpıp onlara doğru yansıdı. Güçlerinin kalkana çarpıp kendilerine doğru geldiğini dördü şaşkınlıkla izlediler.
Ama sonra kendilerine doğru gelen güçlerinden hızlı bir manevrayla kurtuldular. Kendi güçlerinden kaçan Varislerin öfkesi bu sefer beni nişan aldı. Anında dördünün ilk birbirlerine karşı olan öfkelerini unuttular ve bu sefer dördüde benim olduğum tarafa doğru döndüler ben şimdilik ölüm kalkanının dışında duruyordum. Bana o kalkan içerisindeyken bir şey yapamazlardı. İçeri girmem gerekiyordu.
"Demek prenses ölüm kalkanıyla bizi durdurmaya çalıştı." dedi Enfâl öfkeli ama daha çok tehlike arz eden sesiyle konuştu. Düşüncelerini okuyabiliyordum. Şuan şimdi beni öldürmek istiyordu o ve diğerleri. Birkaç dakika önce bana yönelik olmayan öldürme hissiyatı onları durdurduğum andan sonra yeşermiş ve dolup taşımıştı. Şimdi dördü birbirine olan nefreti su gibi durulmuş ve bana yönelik bir dalga haline gelmişti ve o dalganın beni boğmasını istiyordu dördü de .
"Amacım durmanızdı. Ve gerçekleşti de." dediğim anda Kavi bana öfkeyle baktı.
"Bunu senden kim istedi? Kimse! haddin olmayan şeylere burnunu sokmamayı öğren prenses." dedi kinini kusarak. Daha önce Kavi 'yle hiç tanışmamış olsaydım. Bu kişiliği ve sözleri beni şaşırtmazdı. Ama onu tanıdığım ve karakterini bildiğim için onun bu sözleri sağlıklı bir zihinle söylemediği bir baskı altında olduğunu biliyordum ve o baskıyı nasıl yok edeceğimide. Anında kalkana doğru ilerledim. Benim onlara doğru ilerleyişim Varisleri sevindirirken biraz uzağımda olan Süreyya hanım ve Victoria anında konuşmuştu.
"Kalkanın içerisine sakın gireyim deme Emira." demişti Victoria.
"Emira yapma zarar göreceksin. Kalkanın içerisine sakın gireyim deme." dedi Süreyya hanım korku dolu sesiyle.
"Merak etmeyin Varislere kim olduğumu kim olduklarını göstereceğim." dediğimde Varislerin alaylı sırıtışları yüzlerine yerleşmişti.
Kim olduğumu ve neler yapacağımı bilmiyorlardı. Ne acınası bir durum.
Anında yaptığım kalkanın içerisine girdim. Ve kalkan sınırından birkaç adım ileriye doğru yürüdüm. Onlar korkup kaçacağımı düşündükleri için bunu engellemek istediler. Dehri anında etrafıma ateşten bir kalkan ördü. Ateşten olan kalkan hafiften tenimin ısınmasını sağlamıştı.
Demek büyük bir kapışma anı birkaç dakika sonra gerçekleştirilecekti. Kazanan kim olacaktı görecektik.
"Kapana kısılmış küçük bir prenses." diye alaylı bir şekilde konuştu Nehar.
Anında ruhsuzca ona bakmaya başladım.
"Yanılıyorsunuz kapana kısılan sizsiniz beyler hemde o küçük gördüğünüz prensesin yaptığı kapana. Şimdiden söylüyorum acımak yok. Olabildiğince hızlı davranacağım. Bunun teminatını veriyorum." dediğim anda dördüde yüksek sesle kahkaha attılar. Son gülen iyi gülecekti.
Anında etrafımda olan ateşten olan kalkanı ellerimden fışkıran sularla söndürdüm. Bunu beklemeyen Varisler küçük bir şaşkınlık yaşamıştılar.
" Nasıl beğendiniz mi? Bu daha başlangıç ama daha sona çok var beyler." dedim. Ve dördü anında burnundan soludu. Varislerin büyük ama bende etkisi olmayacak nefretlerini kazanmıştım. Ben sözlerimi bitirdikten sonra anında Kavi bana saldırıda bulundu. Kısık sesle söylediği sözlerden sonra etrafında oluşmaya başlayan kuvvetli bir rüzgarın oluşumunu izledim.
Rüzgarı hızla bana fırlatıp bana doğru gelmesini izlerken sadece rahat bir tavırla sol elimi kendime siper etmemle o yüksek güçlü rüzgarı rahatça savurdum. Savurduğum rüzgarı sahibine ulaşmasını sağladım ve geri püskürttüğüm rüzgar kalkanı Kavi 'ye hızla çarpıp onun önce arkasında olan kalkan hızla çarpmasını ardında da yere düşmesini izledim.
"Ah umarım acımamıştır. Biraz sert oldu kusuruma bakma." dediğimde Kavi' nin olduğu yerden hızla doğrulup bana doğru gelmesini sağladım. Ama onun bana doğru gelişini durduran kişi Nehar oldu.
"Bekle, şimdi gününü görecek küçük hanım." dedi kinaye dolu sesiyle. Ve anında sertçe ayağını yere çarptı ve ayağının değdiği yerden oluşan derin bir yarık bana doğru hızla gelmeye başladı. Toprak yarılmış ve genişliği epey olan toprak parçaları yerin içerisine düşüyor ve yerin üzerinde oluşan boşluktan görülen lavın varlığını hissediyordum. Yerde oluşan yarık bana daha ulaşmadan aynı Nehar gibi yere sertçe ayağımı çarptım ve yer o anda sarsıldı. Diğerleri ve Varisler de olmak üzere etrafımda her kim varsa olduğu yerde dengesini yitirdi.
Bu hareketimle Nehar 'ın oluşturduğu yarığı tamamen kapattım ve bana olan saldırısına son verdim.
Bu sefer de bana karşı saldırıya geçen Enfâl oldu hızla oluşturduğu suları bana doğru hızla püskürttü.
Daha su ondan uzaklaşıp bana yaklaşmadan anında avuçlarımdan çıkan rüzgarla tüm suyu Varislerin üzerine püskürttüm. Püskürttüğüm sular onların bedenine çarpıp onları sırılsıklam yapmıştı. Ah tabi bu onların kızmasına sebep olmuştu. Sırılsıklam oldukları için bana ölümcül bakışlarla bakmaya başladılar . Anında ellerimi havaya kaldırıp konuştum.
"Ah affedersiniz amacım sizi ıslatmak değildi." yalandan üzülmüş rolü yaptım tabi buna inanmadılar. Neyse bunu zaten dert etmedim. Çokta umurumdaydı sanki inanıp inanmamaları. "Özrümü sunuyorum siz Varislere." dediğim anda onların bedenlerine, zihinlerine ve ruhlarına kazınan öfkeyle karşı karşıya kaldım.
Vaov yüksek dozda bir acı dalgası istilasına uğrayacaktım.
İlk üç darbeyi geri püskürttüğüm için Varisler daha da öfkelendi ve bu sefer dördü bir oldu bana karşı ve aynı anda saldırmaya başladılar. Bu onların lehine olan bir tehlikeydi. Ama haberleri yoktu. Sonuçlarına da katlanacaktılar. Çünkü bunun sonunda onları büyük bir acı bekliyordu. Ama bundan haberdar değildiler.
Dört Variste bana karşı atağa geçmeleriyle dördü oldukları yerde güçleriyle bana saldırıya geçti hemde aynı anda yapacakları bir saldırı. Bu yaptıkları dışarıdan çok acımasızca bir davranıştır benim açımdan değil ama . Neyse ki ben daha acımasız olacağım için bunu görmezden gelecektim. Dördü var olan güçlerinin en yoğununu var ettiler bana saldırmak için.
Dördü birkaç adım önlerinde bana karşı silahlarını kuşandılar. Hazırladıkları silahlarının ardında duruyordu dördü.
Nehar oluşturduğu kalkanın genişliği kadar bir yarıkla bana saldırmaya hazırlandı.
Enfâl de keza aynı Nehar gibi geniş bir su bombardımanıyla bana saldırmaya hazırlandı.
Kavi de aynı diğerleri gibi kalkanın genişliği kadar bir lodos oluşturdu bana karşı.
Ve son olarak da Dehri kor bir lavı oluşturdu bana karşı.
Yarılan bir yer... Ölüm kalkanı genişliğinde olan bir lav... Lodos ve su dalgası... Bana karşı dördü siper almıştı ama bilmedikleri bir şey vardı. Savunmam çok güçlü ve ses getirecekti.
Anında bir adım geri gittim. Arkaya doğru geri adım gittiğim için onlar benim korktuğumu düşündüler ve bu yüzden sevindiler ama bu benim onlara karşı savunmamdı. Anında dördü de güçleriyle bana hızla saldırdılar.
Ve derin bir nefes alıp gözlerimi kapatıp kolyeme fısıldadım. Salisesinde vücudum dörde bölündü. Sol tarafım belimden aşağısı toprak. Yukarısı hava oldu. Sağ tarafımda belimden yukarısı ateş ve aşağısı su oldu. Bana doğru gelen dört element saldırısını bedenimin dört elemente bölünmesiyle karşılık verdim. Tabi bu arada Varisleri güçlü bir kalkanla korumayı ihmal etmedim.
Bana gelen su darbesini ateş gücümle bastırdım. Ve bana gelen bir diğer su darbesini ateş darbesiyle bastırdım.
Ve yarılarak bana doğru gelen yeri hava gücümle yerden koparılıp düşen parçaları oluşturduğum rüzgarla doldurdum. Ardından gelen hava saldırısında oluşturduğum yer içinden çıkarttığım koca taşla önüme kalkan oluşturdum.
Tüm saldırıları durdurmuş ardından kendim oluşturduğum güçleri ortadan kaldırmıştım. Dört elemente bölünmüş bedenimi eski haline döndürdüm ve kolyeme verdiğim emirle gözlerimin ve kolyemin renginin bordo rengine dönmesini emrettim. Amacım ele geçirilen zihinlerini esaretten kurtarmaktı.
Anında olduğum yerden gözlerim açık bir şekilde yükseldim. Ve Varisler kolyeme verdiğim ikinci bir emirle yer altından çıkan sarmaşıkla ele geçirdim onların bedenlerini. Her bir yanı sarmaşıkla ele geçirilen Varislere bordo rengine sahip gözlerimle onlara acı vermeye başladım.
Zihinlerine kara büyü yapılmıştı. Bunu onların bedenlerinden yükselen yoğun karanlık kokusundan anlamıştım. Ve anında müdahale etmeye başladım.
Anında oldukları yere çivilenmiş bir halde onlara acı vererek zihinlerinde olan karanlığın dışarı doğru kusturulmasını sağlamaya çalıştım. Her saniyenin ardından verdiğim acı katlandıkça katlanıyordu. Ben onlara acı verip onları kurtarmaya çalışırken bana seslenen Süreyya hanıma kulak kesildim.
"Emira ne yapıyorsun sen? Onlara acı bırakmaya son ver. Onları öldürmek mi istiyorsun anlamıyorum?" diye endişeyle konuştu Süreyya hanım. Tedirginliğini hissediyordum aynı diğerlerinin tedirginliğini ve endişelerini hissettiğim gibi ama tek bir kişi hariç.
O Ahrar hoca nerede olduğunu bilmiyordum ama bana hissiz duygularla bakıyor yaptığım şeyi izliyordu. Bunu hissediyordum. Sanırım biliyor olmalıydı diğerlerine nazaran Varisler öldürmeyi değil kurtardığımı.
Süreyya hanımın söylediklerini ve beni neden durdurmak istediğini anlayabiliyordum.
Tabi dışarıdan Varislere acı verdiğimi düşünüyor olmalıydılar. Bu normalde öyle değildi ama gördükleri buydu. Ama Varislerin zihinlerinde olan katran karası büyünün izlerini onların bedenlerinden dışarı çıktıklarını görünce bana olan söylemleri son bulacaktı.
Şimdilik etrafımda olan konuşmalara kulaklarımı tıkadım.
Zaman geçince yavaşça Varislerin kulaklarından, dudaklarından, burunlarından ve gözlerinden akmaya başlayan zifiri siyah sıvıyı gördüm. Benim gibi diğerleri de gördü.
Ve anında neden onlara acı çektirdiğimi anladılar ve hepsinin endişeli hali yok oldu yerini rahatlamış bir ifade aldı. Sonuna kadar onlardan o zifiri siyah sıvının akıp bitmesini bekledim sonunda bu bitince onlara acı vermeye son verdim. Ve olduğum yere yukarıdan aşağı indim. Ve oluşturduğum kalkanı anında kaldırdım.
Kalkanı kaldırmamla anında etraftakiler Varislere doğru ilerlemeye başladılar. Ben ise kısa bir süre Varislere baktım. Şimdi hepsi yaşadıkları şeyleri anlamaya çalışıyordular. Şimdi onların gözlerinde gördüğüm o bocalamış bakışları onlara olan tavrımı ve kendilerinin yaptığı davranışlara bir anlam vermiş olduğu durumun sebebini sorguluyordular.
Bakışlarımı onlardan çektim ve önüme çevirdim. Karşımda duran Victoria 'ya baktım. Bana minnetle bakıyordu.
Bana doğru ilerledi. Ve karşıma geçince önce ellerini omzuma koydu. Ardından konuştu.
"Çok büyük bir olayın önüne geçtin. Tam zamanında müdahale ettin." dedi.
Hiçbir şey demedim ve adımlarımı kulenin içerisine doğru yönlendirdim.
⨀⃝⃟⃞
Kulenin içerisine girdikten sonra ilk durağım odam oldu. Şuan kimseyi görmek istemiyordum. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Zaten kimsenin de şuan benimle iletişim kuracağını düşünmüyordum sebebi şimdi herkes nedensiz bir şekilde tartışan Varislere yoğunlaşmış olmalıydı.
İlk aklıma gelen ihtimal tabii ki Esila 'ydı. Onun bunu yaptığını amacının onlar vasıtasıyla bana zarar vermeyi istediğini biliyordum. Yatağıma geçip boylu boyunca uzandım. Görmüş olduğum kabustan dolayı hem zihnimi hemde bedenimi çok güçsüz hissediyordum. Biraz dinlenmek bana çok iyi gelecektir. Gözlerimi yumdum ve rahat bir uyku çekmek için kendimi bulanık hissiz bir uykuya teslim ettim.
Uyuşan zihnimin gerçek dünyaya uyanmasını sağlayan odamda duymuş olduğum tıkırtıydı. Gözlerimi açtım ve sesin geldiği yere bakışlarımı çevirdim. Biraz ileride şöminenin önündeki sandalyeye oturmuş Süreyya hanımı gördüm.
Beni uyandıran ses ise Süreyya hanımın sandalyenin önünde duran küçük masanın üzerinde olan vazoyu düşürmesiydi.
Sanırım almaya çalışırken düşürmüş olmalıydı. Vazonun içinde olan çiçek en sevdiğim çiçek olan siyah güldü. Yere düşen vazoyu eğilip kaldırmaya çalışıyordu Süreyya hanım.
Anında yattığım yerden doğruldum ve sırtımı yatağıma yasladım.
"Süreyya hanım." dediğim anda eğildiği yerden doğruldu ve elindeki siyah gülü alıp oturduğu yerden kalkıp bana doğru ilerledi. Ben ise sessizce onun bana doğru gelişini izledim. Yatağıma doğru yaklaşıp sol tarafımda yatağın ucuna oturup bana bakmaya başladı.
" Kusura bakma uyandırdım seni de." dedi ve sesli bir nefes verirken ardından elinde tuttuğu siyah gülü bana doğru uzattı. Gülü sol elimle alıp kavradım. "Aslında Emira seninle baş başa konuşmak için odana geldim ama uyuduğunu gördüm. Sessiz bir şekilde uyanmanı beklerken birden vazonun içindeki güle bakacağım an elim kayıp düştü vazo." dediğinde anında o konuşmasına devam etmeden ben sözü devraldım.
"Sorun değil Süreyya hanım. Hem benim de uyanmam lazımdı. Akşam ki derse geç kalmam hoş olmaz." dedim.
"Çok incesin Emira. Aslında ben önceki gece için senden özür diliyorum. Biraz fevri davrandım sana. Sana olan gereksiz çıkışım için özür dilerim. Amacım aslında bu değildi sadece oraya gitmeni istememiştim ama sen gittin bunu öğrenmek biraz öfkelenmemi sağladı. Evet haklısın seni bir yere kapatmam veya kısıtlamam doğru değil ama bu tür konular hakkında lütfen bir daha olursa bana haber verir misin? Nerede olduğunu bilmek istiyorum. Ona göre bir şey olursa kolayca müdahale edebilirim. "dediğinde sadece onu konuştuğu anda sadece sessiz bir şekilde dinledim.
Aslında ikimizde o gece biraz sinirlenmiş ve birbirimize kırıcı sözler sarf etmiştik. Sol elime almış olduğum gülü yanı başımda duran komodine bıraktım ve elimi Süreyya hanımın ince uzun parmaklarına değdirdim ve o parmakları parmaklarım ile kavradım.
" Yani o gece bende biraz size sert çıkışmış olabilirim." dedikten sonra ona sıcak bir tebessümle baktım.
"Sadece bunu tek başımıza konuşsaydık bence daha iyi sonuçlanırdı. Birbirimizi kırmadan o geceyi sonuçlandırırdık. Ama öyle olmadı şartlar pek uygun değildi. Ama biliyorsunuz ki asla başıma buyruk davranmam. Oraya gitmek güvenliğimi riske atacak olsaydı emin olun gitmezdim. Hem yanımda Victoria, Dennis ve Mera vardı. Onların olduğu bir yere öylece tedbirsiz gitmem gidemem zaten. Biraz kalıp geri dönecektim. Keşke sizde geri çevirmeseydiniz beraber bile gidebilirdik. Ama öyle olmadı. "dedim.
" Hatalı olduğumu biliyorum ama o an senin zarar göreceğini düşündüm ve kabul etmedim. Bu konuyu hallettiğimize göre bugün olanları konuşabilir miyiz? "diye sorduğunda tatlı sesiyle anında kafamı salladım.
" Olayı çok iyi bir şekilde kimsenin zarar görmemesini sağlayarak sonlandırdın. Bunun için sana teşekkür ederim. Ama ben ve diğerlerinin aklına takılan bir şey var. Güçlerini yönetebilmen ve onların farkında olman çok iyi ama onları bir bütün olarak aynı anda kullanabilmen bu ben dahil herkesi düşündürdü. Bunu nasıl yaptın bilmiyorum ama kendini geliştirmen ve kolyene ve kolyenin güçlerine hükmetmen çok güzel bir şey. Peki oluşturduğun ölüm kalkanını ne vaat ederek oluşturduğunu sakıncası yoksa öğrenebilir miyim? Çünkü bu kalkan çok zor yapılabilen ve kontrol edilmesi zor bir kalkan. Aslında şunu bilmek istiyorum. Ne vaat ettin de bu kalkanı oluşturabildin Emira? Neyden vazgeçtin. Daha doğrusu ona sunduğun önemli güçlü ve vazgeçilmez olan şey ne?"dedi tedirgin sesiyle.
Ama daha çok korkmuştu. Sesinde korkuyu tatmış hissetmiştim. Gözlerinde de görebildiğim buydu. Korku. Evet büyük bir şeyi ortaya koydum ve ona sunduğum anda bunu anında kabul etti. Geri bile çevirme gereği duymadan ölüm kalkanı.
Süreyya hanımın benim gibi mavi harelerine kısa bir süre baktım. İçindeki biraz sonra kopacak olan fırtınaların haykırışının ön izlemesini izledim sakince. Süreyya hanımın gözlerinin içine bakarak gerçekleri dillendirdim.
"Güçlü, vazgeçilmez veya önemli mi bilmem ama ona sunduğum şey varlığımdı. Kalkanı ancak böyle oluşturdum. Kalkan kolyemin bana ait olduğu için mi varlığımı sunduğum anda onu oluşturmama izin verdi? yoksa sıradan olan varlığım için mi? İnanın bilmiyorum. Ama oldu da. Kolyeyi sunmadım çünkü o tamamen bana ait değil. Benden sonraki birine geçebileceği ihtimali var çünkü. "dedim anda Süreyya hanımın yüzünde korku ve şaşkınlığı kat be kat çoğaldığını gördüm.
" Emira bunu yapmamalıydın? Kendini nasıl bir tehlikenin içerisine attığını biliyor musun? "diye yakındı ama sonuçta bunu yapmasam kalkanı oluşturamazdım. Ben hiç pişmanlık duymadım bu zamana kadar yaptığım için. Duymayacağımı da biliyorum. Bu kalkanın benim varlığımdan güç alacağından da bi haberdim. Ama yine de yaptım hiç tereddüt etmeden.
" Bunu yapmak istedim ve oldu da bakın lütfen bunun için bana kızmanızı istemiyorum. Bu konuyu bir daha dile getirmesek olur mu?" dediğimde Süreyya hanım istemeye istemeye başını salladı ve kabul etti ardından akşam yemeği saati geldiği için yemekhaneye gitmemizi istedi başımı sallayıp kabul ettim ve odamdan çıkıp beraber yemekhaneye doğru ilerledik.
Yemekhanenin kapısını açıp Süreyya hanımın içeri girmesini bekledim. Süreyya hanım içeri girdikten sonra ardından bende içeri girdim ve yan yana karşımızda duran masaya doğru ilerledik. Masanın yanına vardığımızda ikimizde yerlerimize oturduk.
Başımı yana çevirdim. Yanımda Victoria vardı. Kısa bir süre kendi aramızda konuştuk. Bugün Asper krallığından gelindiğini konuştuğumuzda dile getirdi. Önemli bir sebepten dolayı oraya gittiğini sabaha karşı kuleye geldiğini söyledi. Yani davet gecesinden sonra apar topar oraya gitmişti. Konuşmamızı bitirdikten sonra yemeklerimizi yemeye başladık. Yarım saat sonra yemekleri yemeyi bitirmiştik. Masadakiler koyu bir sohbete girmiş masada konuşulan konular ara sıra değişip duruyordu.
Bazen düşüncelerimin pençesinden kurtulduğum anlarda sohbete dahil oluyordum. Ahlas bey ve Süreyya hanım konuşurlarken onlara yönümü tam çevirip onları dinleyeceğim an bir anda bakışlarım aynaya değdi. Tam karşımızda duvar uzunluğunda olan aynaya baktığım anda tam arkamda Esila 'yı gördüm.
Onu beklemediğim anda gördüğüm için anında olduğum yerde sıçramış, gözlerime yerleşen şaşkınlık içinde ona baktım. Aynada onu görmeyi beklemiyordum. Daha dikkatli bir şekilde ona bakınca elinde tuttuğu hançeri gördüm. Esila bir adım arkamda duruyordu ve elinde olan hançer ise bana doğru yavaşça uzatmaya başladı.
Hançer yavaşça boynumun bir santim uzağında durduğu anda Esila sağ elini omzuma yerleştirip bana doğru eğildi. Başını kulak hizama doğru yaklaştırdı. Ben onun hal ve hareketlerini izlerken bu sefer aynada başka birilerini gördüm.
Şu an masada bulunan kişilerin yansıması aynaya yansımıştı ve onların aynadaki yansımasında arkalarında siyah bedensiz ruhlara sahip olan varlıklar onların tam arkalarında öylece bekliyordu. Gördüklerim nefes almamı engelledi aynı boğazıma takılan yumruyu yutmamı engellediği gibi.
Anında bakışlarımı aynadan çekip başımı arkaya doğru çevirdim. Çevirdiğim anda arkamda kimseler yoktu. Ne Esila vardı ne de o siyah varlıklar. Benim bu davranışım masada bulunan kişilerin dikkatini anında çekmişti. Başımı önüme çevirdim ve önüme bakmaya başladım.
"Emira iyi misin? Bir şey mi oldu?" dedi Süreyya hanım. Ne demeliyim aynada Esila ve siyah varlıklar mı görüyorum mu demeliyim. Anında bir şey yok dercesine başımı salladım. Ama Süreyya hanım yine gözlerinde olan kuşkucu bakışlarını yitirmeden bakışlarıyla bir şeyleri anlamaya çalışıyordu.
Ama bilmeliydi ki ben çok zor durumda kalmasam bazı şeyleri kolayca dile getirmeyen biriydim.
Bakışlarımı tedirginlikle aynaya çevirdiğim anda yine o varlıkları ve Esila 'yı gördüm. Bana sırıtarak bakıyordu. Düşmanına asla korktuğunu belli etmemelisin. Bu küçücük bir tedirginlik bile olsa sakla. Ve asla ondan bakışlarını kaçırma.
Bu sözleri hatırlayınca anımda olduğum yerde dikleşmeye çalıştım ve bu sefer aynaya hiç tereddüt yaşamadan baktım. Eslia aynadaki varlığını koruyordu. Gözlerindeki o kin ve nefreti her görüşümde bir kere daha bocalıyordum.
Saf nefreti bakışlarında barındırıyordu. Ama sonra ne olduysa oldu. Anında Esila ve o varlıkların yansıması silindi. Kaşlarım anında çatıldı. Ne oldu da birden gittiler ki? Burası fazlasıyla garipti. Beni çok düşündüren şey ise ilk anlarda kendini aynada göstermeyen Esila şimdi ne olmuştu ki kendi varlığını göstermeye başladı.
Bir şeylerin aşılması mı onun bu girişimini kolaylaştırdı. Sorularımın ucu açıktı havada asılı duruyordular. Burasının havası boğucu geldiği için yerimden doğrulup ayağa kalkıp yemekhaneden ayırmak için harekete geçtim.
Ben yerimden doğrulduğum an bazı bakışların üzerime çevrildiğini anladım ama umursamadım. Akşam ki derse kadar biraz temiz hava almalıydım. Yemekhaneden ayrıldıktan sonra adımlarımı Lord Yelit 'le kahvaltı ettiğimiz terasa doğru yönlendirdim. Terasın bulunduğu kata merdivenleri çıkıp ulaştıktan sonra koridorda terasın olduğu tarafa ilerledim.
Terasa çıkan kapının önüne geldiğimde kapıyı açıp ardımdan kapıyı kapattım. Ve geniş terasta ilerlemeye başladım. Terasın ucuna gelip önümdeki korkuluklara ellerimi koydum ve derin bir nefes alıp ağrıyan zihnimi dinlendirmeye çalıştım.
İki haftadır başım çok sık ağrıyor ve bu şiddetli ağrı düşünmemi engellediği gibi düzgün bir uyku çekmemi de engelliyordu. Bu baş ağrısı kendini ara sıra belli edip beni yorduğu gibi sanki her başım ağrıdığı anda bu kuleye sığamıyor gibi hissediyordum. Duvarlar üzerime üzerime geliyor da ben istesemde buradan kaçamayacak hissine kapılıyordum.
Bazen burayı arkama bile bakmadan terk etmeyi bile düşünüyordum. Ama sonra baş ağrım geçince bu kapıldığım düşünceler de o an benden uzaklaşıp gidiyordu. Başımı gökyüzüne çevirdim ve parıldayan yıldızları izlemeye başladım. Gökyüzü bana şu kelimeyi hiç unutturamazdı.
Zifiri bir karanlığın içinde saf kalabilmiş bir küçük bir aydınlık parçası vardır. Ve bu aydınlığı yok etmek o karanlığın elindedir. Ve de o içinde olan aydınlığı büyütüp kendi karanlığını o aydınlığa çevirmekte.
Herkesin içinde aydınlık ve karanlık tarafı vardır. Asıl önemli olan nereye yöneldiğindir. Ya karanlığa yönelip duygularını değiştirecektir ya da aydınlığa yönelip o duygularını da iyi bir hale çevirecektir.
Bazı ağır ve sonlu tercihleri yapmaya çalışırken doğru kararlar vermeliyiz. Yoksa aldığımız sonuçlar çok sıkıntılı ve sancılı olabilir. Başımı eğip yarı gaz lambaları tarafından aydınlanan bahçeye baktım. Birkaç kişi bahçeye inmiş ve orada zaman geçiriyordu. İçlerinde seçebildiğim kadarıyla Varislerden Nehar 'da vardı.
Sanırım kendi arkadaş çevresiyle bahçede bulunan çardakta vakti geçiriyordu.
Bakışlarımı bu sefer bahçede başka tarafa çevirdiğimde Loya hanım ve Serra' nın bahçede yürüdüklerini gördüm.
Kendi aralarında koyu bir sohbet halindeydiler. Serra ve Loya hanımın bu denli yakın olduğunu bilmiyordum şu ana kadar. Ellerimi balkonun korkuluklarından çekip ayaklarımı harekete geçirdim. Bugün ikinci olacak olan derse geç kalmak istemezdim. Terastan çıktıktan sonra adımlarımı yasaklı kütüphaneye doğur yönlendirdim.
Kütüphanenin olduğu kata gelince hızlı adımlarla kütüphaneye doğru ilerledim. Kütüphanenin kapısının önüne gelince kapıyı açıp içeri girdim. İçeri girdiğimde masada oturmuş Ahrar hocayı fark ettim. Geç mi kalmıştım?
Ahrar hoca yerini almış beni bekliyordu. Ben kapıyı açıp içeri girince kısa bir süre bakışları beni buldu ve ardından tekrar bakışlarını önüne çevirdi. Kapıyı ardımdan kapattım ve adımlarımı masaya doğru yönlendirdim.
Masanın yanına varınca oturacağım sandalyeyi çekip oturdum. Ben oturunca Ahrar hoca masanın ucuna bırakmış olduğu kum saatini çevirdi ve ders zamanını başlattı. Yerime oturduktan sonra kısaca onu izlemeye başladım. Yine üzerinde siyah bir gömlek vardı. Ama bu sefer giymiş olduğu gömleğin üzerine kollu bir boğazsız kazak giymişti.
Havalar artık yavaşça soğuduğu için kulede yaşayanlar havanın şartlarına göre giyiniyordu. Benim de üzerimdekiler ise boğazlı mavi bir kazak ve onun altına da siyah bir pantolon giymiştim. Ayakkabı olarak siyah bir buti vardı ayaklarımda.
Düşüncelerimi savuşturan Ahrar hocanın sesi oldu.
"Karanlık sırlar kitabını aç." diye keskin sesiyle konuştuğunda anında kolyeme fısıldadım ve kitap anında masanın üzerindeydi. Kolyemi, kitabın anahtar kısmına yerleştirip kitabın açılmasını sağladım. Kitap açıldıktan sonra Ahrar hoca kaldığımız sayfadan devam etti anlatmaya.
Bu sefer ki sayfada yine garip garip büyü sözleri vardı. Onları ben okuduktan sonra Ahrar hoca detaylı bir bilgiyle bana anlatıyordu. Bende dinlemekle yetinmiyor ve kolyem vasıtasıyla getirdiğim kitabın boş sayfalarına notlar alıyordum.
Bugün düne göre daha hızlı bir şekilde ilerlemiş birden fazla şey hakkında bilgi edinmiştim.
Dersimizin bitmesine az bir süre kalınca Ahrar hoca anlatmayı bırakmıştı. Konuşmasını bitirdikten sonra önünde açık halde olan kitapların kapağını kapatmaya başladı. Bir şey yapınca tüm dikkati oraya kesiliyordu. Ve o an tüm benliğiyle o yaptığı işe odaklanıp olduğu ortamdan soyutlanıyordu. Bazen nedense onu ve hayatını istemsizce merak ediyordum.
Meselâ nasıl bir hayatı vardı? Günlerini nasıl geçiyordu? Bunu aslında neden merak ettiğimi bile bilmiyorum. Bazen ondan milyarlarca kez nefret ederken bezen o nefretim anında ortadan kalkıyordu. Aslında o beni aşağılayan sözleri sarf ettiği anda ondan ölesiye nefret ediyordum ama sustuğu zamanlarda katlanabilir bir adam oluyordu. Bazen Ahrar hoca iki kişi gibi görünüyordu gözlerime.
Dersini ciddiyetle anlatan Ahrar hoca.
Ve öğretmen kimliğinden soyutlanmış Ahrar hoca. İki rolü çok farklıydı.
Kısa bir süre ikimizde sessiz bir şekilde masada öyle oturduk.
Ama sessizliği bozan benim sesim olmuştu.
"Neden bir eğitmen olmak istediniz?" diye sorduğum soru onun kaşlarının çatılmasını sağladı ve sonra sorduğum soruyu kısa bir süre düşündü. Neyi düşündüğünü anlamdım? Kısa bir cevap verebilirdi de.
"Kendimi ait hissettiğim tek yer olduğu için." dediğinde bariton sesiyle anında başımı salladım.
"Peki kendinizi tek ait hissettiğiniz yer mesleğiniz mi?" sorduğum soru kaşlarının tekrar çatılmasını sağladı. Vereceği cevabı gerçekten merak ediyordum.
" Bazen tek mesleğim olmayabiliyor." dedi ve başını kaldırıldı önünde duran kitaptan. Bakışları benim irislerimi buldu.
" Sen peki kendini bir yere ait hiç hissediyor musun ? diye sorduğunda gözleri yavaşça kısıldı. Gözlerinde gerçek bir duygu yerleşti o an vereceğim cevabı merak ediyordu.
" Kendimi bir yere ait hissettiğim şeyi yitirdim. Yani artık hiçbir şey bana ait değil bundan dolayı ben hiçbir şeye ait hissetmiyorum kendimi." dedim sessiz çığlıklarımı susturmaya çalışarak çünkü dediklerim beni geçmişin kanlı anlarına götürdü. O andan zar zor çıkabildim. Hiçbir şey demedi Ahrar hoca ve vermiş olduğum cevaptan sonra.
Gergin ortamı dağıtmak için aklıma gelen şeyi sorma gafletine düştüm.
"Şuan mesela sizinle iki medeni insan gibi iletişim kurabiliyorum ama çoğu zaman çok katlanılmaz bir insan oluyorsunuz." dediğim anda yüzünde hızla beliren siniri saniye saniye izledim. Çatılı kaşları daha da çatıldı ve gözlerini kısıp sözlerime karşılık verdi.
" Bu medeni kimliğimi yok eden sen olduğun için olmasın mı o? Beni kırdırmazsan bende seninle medeni bir şekilde iletişim kurabilirim." dediğinde anında başımı iki yana salladım.
"Maalesef sizin içinizde yontulmamış bir adam var yani benden kaynaklanmıyor bu hal ve tavrınız." dedim ve onun ortada olmayan sinirini gün yüzüne çıkardım.
"Sen kendini normal bir insan olarak mı görüyorsun? Sen tam bir kaçıksın. İki dakika da insanı çıldırtacak hale getirecek potansiyel var sende." diye dert yanan sözlerini söylediğinde oturduğum yerden doğruldum.
"Hah! Hadi oradan asıl kaçık olan sizsiniz. Anında köpürüyorsunuz bir şey dediğimde." diye savunmaya geçtiğim anda kendimi, o da oturduğu yerden kalkıp bana hayret eden bakışlarla bakmaya başladı.
"Sen normal bir kadın değilsin. Sakin bir ortamı anında yok edebilecek kapasiteye sahipsin. Sen normal bir insan olmadığının farkına var önce sonra bana medeni bir adam olmadığımı söyle." diyerek bana anlamaz bakışlarla bakmaya başladı.
"Ben mi normal değilim asıl siz normal değilsiniz. Siz tam bir...." sözlerimi tam tamamlayacağım an kütüphanenin kapısı açıldı ve içeri Arın hoca girdi. Anında suspus oldum ve yönümü Arın hocaya çevirdim.
"Burada ne olduğunu öğrenebilir miyim? Sesiniz dışarıya kadar geliyordu. Bir sorun mu var?" dediğinde aniden ilk konuşan ben oldum.
"Evet var." dedikten sonra derin bir nefes alıp ilk önce Arın hocaya baktım sonra Ahlas hocaya bakarak sözlerimi tamamladım. "Bu adam bana kaçıksın diyor." dediğim de Ahrar hoca bana yabancı bir maddeye bakar gibi baktı.
"Ondan önce bana söylediklerini de eklemeyi unutma." Çelik gibi sert bir sesle konuştu sesindeki soğukluğu hissetmek istemedim.
"Alt tarafı sizinle medeni bir insan gibi konuşabildiğimi söyledim ne var bunda ya?"diyip Arın hocaya sorar gibi baktım.
Arın hocaysa ikimize şaşkınlıkla bakmaya başladı.
" Bence ikiniz de sakin olun. Ve birbirinizden özür dileyin. "dediğinde anında Ahrar hocayla beraber aynı anda konuştuk.
" Asla. "
" Hayatta olmaz. "dedim ve kolyeme fısıldadım karanlık sırlar kitabı anında yok oldu.
" Ben bu adamdan niye özür diliyorum ki? Hiç bir kabahatim yokken. Doğruları söylediğim diye bir de özür dilemeyeceğim. "dedikten sonra kütüphanenin kapısına doğru ilerledim ve Arın hocanın yanına vardığımda aniden arkamı döndüm ve Ahrar hocaya hitaben konuştum.
" Siz gerçekten dayanılmaz birisiniz. Ve sizden 3 ay boyunca ders alacağım. Neden kabul ettiniz ki?Sizden başka kimse yok muydu?" dediğimdeyse o anında sözlerime karşılık verdi.
"Asıl senin gibi kaçık kadından başka kolyenin sahibi olacak kimse mi kalmadı da sen seçildin." dediği anda tüm sinir hücrelerime yayıldı ve öfkeyle olduğum yerde tepinmemek için uğraşlar vererek konuştum.
"Bakın bakın görüyor musun Arın hoca? Neyle uğraştığımı, neye katlandığımı?"dediğim anda Ahrar hoca bana doğru adım attı ve bana öfkeyle baktı.
" Burada katlanılacak biri varsa o da senin varlığın. "dedi öfkeyle alıp verdiği solukları arasında.
" Ben daha fazla bu adamla aynı ortamda kalmayacağım gidiyorum buradan. "dedikten sonra bir hışımla kütüphaneden çıkıp odama doğru yol aldım adama bak ya. Ya sabır.
Merdivenlerden odamın olduğu kata geldiğimde odama geçtim ve sertçe ardımdan kapıyı kapattım. Odamda sinirden olduğum yerde bir ileriye bir geriye doğru ilerlemeye başladım.
Bundan sonra görecekti o. Lanet olsun ki o adamdan ders almak zorundaydım ama ona bugünden sonra ki günleri zehir etmezsem bende Emira değildim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
9.87k Okunma |
2.75k Oy |
0 Takip |
61 Bölümlü Kitap |