@kumsallardagezen12
|
『 Bir uçurtma misali gerçekler kapalı kapılar ardından uçup gitti...』
Ölüm müzikali etrafımda çınlıyordu. Sesler zihnime pata küte devriliyor kendine hapsediyordu. Bedenimin içerisinde olan tutsak ruhumun özgürlüğüne kavuşması için çığlık çığlığa melodi yankılanıyordu göğüs kafesi boşluğumda. Sesler gerçekti, sesler hissizdi. Ama sesler katildi. Ölümü istiyordu.
Ölüm yayılsın istiyordu. Acı veriyor, verdikçe de yetinmiyordu. Dahasını istiyordu. Ölüm mezarlığına çağırıyordu ölüm melodisi ruhumu. Sonsuz olan ölüm mezarlığına. Kül eden, küle çeviren ölüm mezarlığına. Her beden ona ait bir mezarlığa sahiptir ama onu yok eden bir ruha sahip değildir benim ruhum böyleydi acı veriyordu bedenime . Ruhsal bir acıyla baş başa bırakılıyordum. Bedenim artık bu acının üstesinden gelemiyor devriliyordu onun enkaz parçaları altında.
Bazen ruhsal acıyı fiziksel acıyla bastırmalısın böylece fiziksel acı ruhsal acıyı dindirecektir. Ve onun acısına bir son verecektir.
Ruh aslında ince bir sınır çizgisi üzerinedir. İki taraf vardır. Yıkıcı acı... Yapıcı hayat . Ayağı kayıp acı tarafa düştüğü anda bir daha o acıyı kendinden söküp atamaz onunla sonsuza kadar kalır bir iz olarak veya açık bir yara olarak ve her iki iz de kalıcıdır. Ama diğer tarafa düşerse. Ruhu yeniden kendini inşaa eder ve tüm geçmişinde yaşadığı acılarını onarır ve onları kabullenir. İşte bazı adımlarımız. Ya sonumuz olur ya da sonsuzluğumuz. Önemli olan neyi nasıl ne şartlar altında seçebildiğindir.
Yatağımda uzanmış zamanın geçmesini ve günün aydınlanmasını bekliyordum. Ahrar hocayla olan atışmamızdan sonra direk odama gelmiş kimseye irtibata geçmeden odamda zaman geçirmeye başlamıştım. Ne odaya gelen oldu ne de ben odadan çıkmıştım. Ama böyle kös kös oturmak canımı sıkmıştı. Yapacak bir şey de aklıma gelmemişti ki? Kulede biraz dolaşmak belki de can sıkıntımı giderebilirdi. Çok geç olduğu için Lord Yelit 'in odasına da gidemiyordum.
Yatağımdan doğrulup odamın kapısına doğru ilerledim. Kapıyı açıp ardımdan kapattım. Olduğum koridor bomboştu. Kimse yoktu herkes odasına çekilmiş olmalıydı. Sıkıntıdan derin bir nefes alıp verdim. Zaman nasıl geçecekti? Uykum da yoktu. Zaten uyumakta artık işkenceden başka bir şey değildi. Uykularımda Eslia'yı görmekten sıkılmıştım. Bazı anlarda ruhuma istila eden bir saldırı varmış gibi hissediyordum.
Ve bu saldırı bedenimde büyük bir yıkım bırakıp gidiyordu. Bu yıkımı onarmak ruhuma büyük hasarlar bırakıyordu. Zaten en son Esila 'yı aynada görmüştüm. Bu benim zihnim oynandığı bir oyun muydu? Yoksa onun yaptığı bir şey miydi? Eslia var mıydı? Yoksa ben bir yanılsama mı görüyordum. Yanılgı içerisinde miydi ruhum, zihnim? Hala olduğum yerde ilerlemediğimi fark edince ayaklarıma bir komut verip ilerlemelerini sağladım.
Arka bahçeye gidip orada salıncağımın üzerinde vakit geçirebilirdim. Hatta Yezra 'nın günlüğünü okumaya kaldığım yerden devam da edebilirim böylece. Odamın olduğu koridordan ayrılıp arka bahçeye çıkan koridora doğru ilerledim.
Sonunda arka bahçeye çıkan koridora ulaştığımda önüme çıkan çift kanatlı kapıyı açıp bedenimi dışarıya çıkarttım. Ve ardımdan da kapıyı kapattım. Dalgın dalgın salıncağın olduğu yere doğru adımladım. Sonunda uçurumun dibinde biten salıncağıma ulaştığımda yavaşça salıncağıma oturdum ve yavaşça bir ileriye bir geriye doğru sallanmaya başladım.
Dışarısı fazlasıyla soğuktu buna çözüm olarak kolyemin sayesinde omuzlarıma kalın bir örtü örterek buna küçük bir çözüm buldum şimdi ilkine nazaran daha az üşüyordum. Etraf sessiz ve sakindi. Bahçede kimse yoktu. Zaten bu saatlerde kimse dışarıda olmayı tercih etmiyordu. Bahçeye kısa bir süre göz gezdirmemden sonra bakışlarımı önüme çevirip kolyem sayesinde ellerimin arsında olan günlüğe bakmaya başladım.
Ah evet şimdi kaldığım yerden devam edip gerçekleri kahramanın bakış açısından öğrenmeye devam etmeliydim. Yezra çok zor şartlar altında hayata tutunmaya çalışmış ama çalışması ona gerçek bir sevgiyle karşı karşıya getirmemişti. Bu üzücü olsa da onun belki de böyle bir yolculuğa çıkmasını sağlamaktı aslında bu yaşadıkları.
Bazen yaşadıklarımız bizi farklı bir yol çizmemizi sağlardı. Farklı bir yol bizim için bir bilet olabilirdi farklı bir yere gitmek orayı keşfetmek ve bazı ihtimallere ulaşmak için . İşte Yezra' da onlardan biriydi. Sayfayı açıp okumaya başladım. Satır satır okudum satır satır zihnime devrildi cümleler.
Acının hayata kazdığı gerçekler.
Bazen düşünüyorum da neden ben, neden ben bunları yaşamak zorundaydım? İtilmek, hor görülmek, acıya maruz kalmak bunları bizzat yaşamak zorunda kalmam nedendi? Bazı sınanmalar ardından bir mutluluk getirirdi. Ama sanki benim bu yaşayacaklarımın ardından daha büyük bir felaket beni bekliyor gibi hissediyordum. Yaptığım her şey bir çöp misali görünüyordu ailemin gözünde. Bugün ailem büyük bir davet veriyordu ve ben ise bodrum katına hapsedilmiş öylece etrafta yankılanan melodi karşılığında sessiz bir şekilde oturuyordum.
Hislerimi aktarmak onları hissetmekten daha ağır bir acı veriyordu. İtilmişlik hissi çok can yakan bir duyguydu. Her daim onlar beni hor görüyor ben ise onları her daim küçücük kalbimde defalarca affediyordum. Bazı gidişlerin nasıl dönüşü olmuyorsa bazı acıların da affı bir şeyi değiştirmiyordu. Ben onları affederim affetmesine ama anılarım, gözyaşlarım, kırık kalbim affeder miydi? Bilemiyordum. Odamın tek ışık alan tarafı bodrum katında bulunan küçük pencereden yansıyan ay ışığıydı. Bazen pencere pervazına gelip görebildiğim kadarıyla gökyüzünü izlemeye başlardım.
Ne acılı ne sancılı günlerim bu pencere kenarında geçmişti. Ama sanki hep aynı anıya sıkışmış gibiydim. Hep aynı muamele hep aynı gece. Hiç değişmiyor hiç değiştirilemiyordu. Saatler geçmiş ben geçen saatler içinde öylece olduğum yerde durmaya devam ediyordum. Davet bitmiş herkes evlerine dağılmıştı. Ailem ise evdeki tüm ışıkları kapatmış günün vermiş olduğu yorgunlukla uyumuştular. Uykum olmadığı için bende olduğum bodrum kapısına doğru ilerledim. Kapıyı açıp yavaşça merdivenleri çıkmaya başladım. Sonunda merdivenleri çıkmayı bitirmiş ve kendimi mutfağa atabilmiştim.
Olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordum. Evdekilerin benim yüzünden uyanmasını istemezdim çünkü bu çok kötü bir şekilde sonuçlanırdı. Çünkü bu daha önce olmuştu ve cezam çok ağır olmuştu. 3 gün boyunca kitli bir şekilde bodrum katında aç ve susuz bırakılmıştım. Adı ceza olan bir kelime yüzünden. Mutfağa geçtiğimde gözlerimi kısaca etrafta gezdirdiğimde yiyebileceğim bir şeyler aradım. Çünkü yemeğimi erken yediğim için erkenden karnım acıkmıştı. Masanın üstünde olan yemeğe gözüm ilişince ona doğru yol aldım.
Tabağın üzerinde hiç dokunulmamış bir et dilimi vardı. Masaya ulaştığım anda tabağın üstünde olan eti alıp yavaşça ısırıp çiğnemeye başladım. Et dilimi bitince bu sefer de başka bir yiyecek bulma umuduyla gözlerimi dolaba doğru çevirdim. Sessiz adımlarla dolaba doğru ilerledim. Dolabın önüne gelince sessiz bir şekilde dolabın kapağını açıp karnımı duyurabilecek bir yiyecek aramaya başladım. Dolapta tencerenin içinde hiç dokunulmamış dolmaları görünce mutlulukla tencereyi dikkatli bir şekilde tutup dolaptan çıkarıp arkamda olan masaya doğru ilerledim.
Tencereyi masaya bırakıp içinden kaşıkla iki tane dolmayı çıkarıp boş olan tabağa bıraktım. Ardından da tencereyi aldığım gibi dolaba tekrar koydum. Masaya tekrar ulaştığımda tabağın üzerinde olan dolmayı yemeye başladım. Birkaç dakika boyunca nefes bile almadan dolmaları yedim. Sonunda karnım doyunca mutfaktan çıkmadan önce bir bardak su içtim. Ardından adımlarımı salona doğru yönlendirdim. Salon verilen davetten dolayı epey dağınıklık içerisindeydi. Tam salonu terk edeceğim an birden raftan yere düşmüş olan kitap dikkatimi çekti. Kitaba doğru ilerledim ve hafifçe yere eğilip düşmüş kitabı yerden kaldırıp kitabı olduğu yere koymaya çalışacağım an birden kitabın yanlışlıkla açılan sayfası dikkatimi çekti.
Çünkü açılan sayfada Morte çiçeğinin resmi vardı ve yanında küçük bir not. Notta şunlar yazıyordu. "Ulaşılmaz olabilir her şey ama aslında ulaşılmaz olan her zaman göz önünde olandır. Önemli olan onun farkına varabilmektir. Uzaklarda aramak belki de yanlış olanıdır. İlk arayış yakınlarda olmalı." aynen bunlar çiçeğin yanında olan boş kısma yazılmıştı. Nasıl yani? Şimdi çiçek yakın bir yerde miydi? Ama tam olarak neredeydi?
Keşke bu da yazılı olsaydı. Kitabı yerine koyduktan sonra bodrum katına doğru ilerledim ve merdivenleri çıktığım gibi şimdi iniyordum. Kaldığım küçük odanın kapısının önüne gelince kapıyı açıp içeri girdim ve ardımdan da kapıyı usulca kapattım. Telaşlı adımlarla yatağıma doğru ilerledim. Yatağıma uzanıp kendimi huzursuz bir uykuya teslim ettim.
Yezra
Yaşananlar mı ağır gelirdi yoksa yaşayamadıklarımız mı? Bazıları sevgiyi yaşayamazdı hayatında. Hep eksik bir şekilde öylece devam ederdi. Bazıları acıyı yaşardı hayatında. Acı ondan kopup gidemezdi. İkisi de bence acı veriyordu. Yaşananlar ve yaşanmayanlar....
Derin bir nefes alıp diğer sayfaya geçtim. Diğer sayfaya geçtiğimde beni şu küçük kısa bir cümle karşıladı.
"Duymak kolay değildi görmekte..." Sayfanın kenarına düzgün el yazısıyla yazılmıştı. Acaba ne sebeple yazmıştı. Bakışlarımı sözden çekip yazılan anıları okumaya başladım.
Çanların haykırış sesleri. Zaman geçiyor ben hala amacıma ulaşmamıştım. Tam tamına 2 yıl geçmiş ve ben hala çiçeği her yerde aramaya başlamıştım ama çiçek yoktu. Varlığı mı silinmişti? Yoksa yanlış yerde mi arıyordum çiçeği? 2 yılın ardından olduğumuz evden taşımış yeni bir eve yerleşmiştik.
Bu sefer ailem beni ne bodrum katında ne de çatı katında olmamı istemişti. Şuan kaldığımız ev 5 katlı bir evdi ve ben evin en son katında kalıyordum. Ve bu katta her oda bana aitti. Bana ait bir çalışma odası, bana ait bir salon, bana ait bir kütüphane, bana ait bir banyo bulunuyordu. Ve nedense ne olduysa ailem onlarla yemeğe oturmama izin vermiştiler. Artık her masaya oturdukları anda bende onlarla masaya oturabiliyordum. Bunun sebebini çok merak ediyorum ama hiç sorgulamadan öylece onların istedikleri şeylere uyuyordum.
Ama yemek dışında onlarla aynı ortamda olmuyordum. Ve hatta artık bende eğitim akademisine gidip kardeşlerim gibi ders alabiliyordum. Derslerimde çok başarılıydım. Çünkü başka hiç bir uğraşım yoktu dersler dışında. Günüm bana verilen ders kitaplarını çalışarak geçiyordu. Okuyabildiğim kadar kitap okuyor bir çok bilgi ediniyordum. Ve okuduğum bu kitaplardan aldığım önemli ve zor durumda kalınmadıkça yapılması yasak olan büyüleri bir kitaba özenle seçtiklerimi aktararak yazıyordum kitaba. Farklı ırkların hakkında bilgileri de aktarıyordum.
Ve keşfettiğim büyülerde kullanılan malzemelerin resimlerini de kitaptan görüp bu kendim için hazırlamış olduğum kitaba aktarıyordum. Her gün okuyup en kritik zor büyüleri, kehanetleri, bitkilerin türlerini, özelliklerini ve kullanım şekillerini ; hayvanların özellikleri hepsini bu kendim için oluşturduğum kitaba aktarıyordum.
Güzel geçiyordu eskiye nazaran günlerim. Artık biraz da olsa özgürlüğüm için bir genişleme olmuştu. İstediğim gibi hareket edebiliyordum. İşte bu bana biraz da olsa huzur ve mutluluk veriyordu. Hayat benden çok şey aldı bir o kadar da çok şey verdi.
'Hayatın verdiklerinin yanında aldıklarıda acı veriyordu. Bunu fark etmek biraz geç oluyordu sadece.'
Ama yine de bazen geriye dönüp baktığımda bazı şeyler bazı şeylerin olabilmesi için bir basmaktan ibaretmiş. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Geçmiş geleceğin kirli bir yoluymuş. O yolda yara almadan, acı çekmeden ilerlemeye çalışmak imkansızmış.
Yezra
Okumayı bitirdiğimde kitabın sayfalarına son kez bakıp ardından kitabın kapağını usulca örttüm. Dingin ruhumla beraber kolyeme kitabın saklı olduğu yere gitmesini istedim. Kolyem anında bana itaat ederek ellerimin arasında olan kitabı saniyeler içinde yok etti. Hala omuzlarımda varlığını koruyan örtü sayesinde az da olsa üşümüyordum. Başımı yavaşça eğdim ve salıncağın ipine başımı yasladım.
Salıncak bir ileri bir geriye doğru gidiyordu. Onunla beraber benim bedenimde. Rüzgar usul usul esiyor ara sıra rotası beni bulup sarı saçlarımın rüzgarla aheste aheste uçması sağlıyordu. Bilinmeyen bir sebeple burası bana fazlasıyla huzur veriyordu.
Bunu merak ediyorum ama kendi başıma öğreneceğimi hissediyordum. Sanki yakın bir zamanda her şey tek tek bir domino taşları gibi devrilecek ve gerçeklere soyut bir şekilde ulaşacaktım. Ya acı verecekti ya da acıyı dindirecekti. Öğreneceklerim... Gerisi nasıl ilerleyecek bunu o zaman bizzat şahit olacaktım.
Daha fazla burada durursam hastalanma ihtimalim olacağı için oturduğum salıncaktan omzumda olan örtünün yere düşmemesini sağlayarak doğruldum. Sakin sakin içeriye doğru yönlendirdim adımlarımı. Daha gün doğmadığı için duvarlarda olan meşaleler sayesinde kulenin etrafı ve içerisi aydınlanıyordu. Sonunda arka bahçeye çıkan kapının önüne gelebildim.
Kapıyı açıp içeri girdim. Ve kapıyı sessizce arkamdan örttüm. Bulunduğum koridorda yavaşça ilerledim. Omzumda olan örtünün uçları yere değiyor ve yerde sürtünüyordu. Sesli bir nefes verdim dudaklarımın arasından.
Önümde duran koridorun sonuna gelmiştim. Sağa sapıp bana ait olan odamın bulunduğu kuzey kısmına geçtim. Yürüdüğüm koridor meşalelerin yardımıyla aydınlanıyordu ama hala gölgelerin hüküm sürdüğü bariz görünüyordu. Biraz önümde duvara asılı olan ayna dikkatimi çekti. Yine baksam Esila 'yı görür müydüm acaba? Nasıl ve neden böyle bir şekilde bana görünmek istediğini anlamış değildim .
İlk zamanlarda önce zihnime sızmış ve rüyalarımda bana ulaşmıştı. Şimdi ise aynalarla beraber benimle iletişime geçiyordu. Amacı sadece eskiden ona ait kolyeyi almak mıydı, yoksa başka bir çıkarı da var mıydı? Bazen düşünmek zihnime sancılar saplanmasını sağlıyordu. Son zamanlarda artık düzensiz bir uyku sebebiyle gecelerin zehir zemberek olması.
Ardından gün içerisinde başımda can alan bir ağrının baş göstermesi. Beni çok yorgun, dirençsiz bırakıyordu. Bunun sebebini kısa sürede öğrenmem lazımdı. Bakışlarımı birkaç adım sonrası önüne geçtiğim aynaya çevirdim.
İlk başta tedirginlik içerisinde aynadaki yansımama bakabilmiştim. Meşalenin yaydığı ışıkla aynadaki yansımamı net bir şekilde görebiliyorum. Biraz daha aynaya doğru yaklaştım ve daha dikkatli bakmaya başladım. Ama arkamda Esila 'nın varlığını bulamadım. Yoktu. Onu göreceğimi düşünmüştüm. Peki o an nasıl oldu da aynada yansıması olabildi?
Bunu sağlayan bir etken olmalıydı ama ne? İşte bu sorunun ardında düşmeli ve bu nedeni bulmalıydım. Aynadan bakışlarımı çekip önüme döndürdüm bedenimi ve bu sefer istikrarlı bir şekilde yürüdüm çünkü bu soru kafamı karıştırdı. Her an değil bir an karşıma çıkabiliyorsa bu anda olan her şeyi iyi bir şekilde gözlemlemeye çalışmalı ve bunu sağlayan bağı ortadan kaldırmalıydım.
Sonunda odamın kapısını görebilmiştim. Odamın karşısına gelince kapıyı açıp içeri girdim. Ardımdan kapıyı tam kapatacağım an koridorda ilerleyen birinin varlığını gördüm. Olduğum yerde öylece kıpırdamadan durmuştum. Gelen her kimse sakin ama kendinden emin adımlarla ilerliyordu. Sonunda onu meşalenin ışığıyla seçebileceğim kadar yakına geldiğinde bu koridorda ilerleyen bedenin Ahrar hocaya ait olduğunu anladım. Benle onun arasında tam tamına birkaç adım vardı. Oda beni fark etmiş olmalı ki adımları yavaşlamıştı.
Tam diğer koridora doğru dönmeden bana doğru dönüş yaptı ve meşale onun ardında kaldığı için ışığı kapatan bedeni onun lacivert harelerini görmemi engelledi. Yüzünü tam olarak görmesem de kaşlarını çattığını hatta neden bu saatte uyanık olduğumu sorguladığını biliyordum.
Ahrar hoca buradaki diğer eğitmenlere nazaran daha erken kalkıyor ve benden önce ders verdiği öğrencilere anlatacağı ders için ön hazırlık yapıyordu. İşini fazlasıyla seven bir eğitmen.
Gerçekten yorulmuyor muydu? Bu da soru mu adamın yaşam biçimini sorguluyorum gereksizce. Kısa bir süre birbirimize baktık benim aksime o beni rahat bir şekilde görüyordu. Çünkü tam odamın kapısının her iki yanında bir tane meşale asılıydı. Ve bu meşaleler sayesinde yüzümü net bir şekilde görebiliyordu.
Bakışmamız sessizliğini devam ettirdi. Ne o benle konuştu ne de ben onla. Sonra bakışmamıza son veren benim kapıyı kapatmam oldu. Hızla kapanan kapıyla aramızda olan tuhaf ana son verdim. Gözlerimi usulca kapattım ve başım kapıya yaslandı. Saniyeler içinde onun buradan uzaklaşan adımlarını duydu kulaklarım.
Ve uzaklaştığını hissettim benden uzaklaşan enerjisiyle. Ruhunu kaplayan karanlık çok yoğun bir şekilde hissediliyordu. Başımı yasladığım kapıdan çektim ve yatağıma doğru ilerledim ve bu esnada bu sefer omzumda olan örtünün düşmesine mani olmadım. Yorgundum belki uyuyabilirsem bu yorgunluk ve baş ağrısı benden uzaklaşırdı.
En kısa zamanda bu soruna çözüm bulmalıyım.
✵⃝⃟⃠
İnsan kendi karanlığını sayfalara dökebilir. Ama sayfalar bunları sadece yansıtır gerçekleştirmez. Sayfalar soğuktur ama insan neden bu sayfalardan daha soğuk ve buz? Sayfalar yıpranır, eskir, yırtılır, katlanır, yanar. Peki insanlar neden bunları gerçek kılar. Yıkar. Parçalara ayırır. Kanatır. Öldürür. Sürükler. Kandırır. Ve en önemlisi bu onun hiç umurunda olmaz, olmasını istemez ve sağlar.
İnsan bencil bir yaratık. Ve bu bencilliği birçok sıkıntı, zarar doğurur.
İlk kalkışıma göre şuan biraz daha iyi hissediyorum. Ama tabi hala ruhumda varlığını koruyan bir hissizlik yaşam sürmekte. Uzandığım yerden doğruldum ve gözlerimi kısa bir süre odamda gezdirdiğimde güneş çoktan doğmuş ve gün ışınları gökyüzü dahil her yerde varlığını belli etmişti. Yatağın üzerinden hızla kalktım ve paytak paytak adımlarla giysi odama doğru yönlendirdim adımlarımı.
Giysi odasına girdiğim anda hemen karşımda duran dolaba doğru ilerledim. Dolabın önüne geldiğimde dolabın içinden siyah sade bir tulum seçip aldım. Tulum uzun kola, bel kısmında ince şerit olan bir kemere sahipti ve tulumun yaka kısmı v yakaydı. Tulumu aldıktan sonra dolabın alt rafında duran siyah kısa topuğu olan bir buti aldım. Ve dolabın içerisinde duran çekmecede de iç çamaşırı alıp hemen banyoya geçtim.
Banyodaki işlerimi halledip ardından bu sefer tekrar odama geçtim ve odamda bulunan küçük komodinin üzerine dün koymuş olduğum tokamı alıp saçlarımı at kuyruğu yapmak için saçlarımı taradım ardından toka yardımıyla topladım.
Saçlarımı da hallettikten sonra kısa bir doğal makyaj yaptım pastel tonlarında. Dudaklarıma gül kurusu renginde bir ruj, kirpiklerime maskara sürdüm. Cildime ise hiçbir şey sürme gereği duymadım. Doğal hali daha iyiydi. Aynada kısaca kendime bakındım ve eksik bir şey yoktu. Aynaları hiç sevmezdim ama etrafımda olmalarına da engel olamıyordum. Hazır olduğumu anlayınca kapıya doğru adımladım.
Kapıyı açıp dışarı çıktım. Tam yürümeye başlayacakken karşıdan gelen Serra dikkatimi çekti. Tek başına benim olduğum yere doğur geliyordu. Ahrar hocaya bakınmış olmalıydı ama o çoktan çıkmıştı odasından. Onu yanlış yerde arıyordu. Ona ait olan çalışma odasına bakınmalıydı ilk bu kata gelmeden ve onu orada bulamazsa yemekhaneye gitmeliydi . Ama tabi bunu Serra bilmiyordu.
Gözlerimi ondan çekip önüme çevirdim. Ve yürümeye başladım. Ben koridorda ilerlerken ardımdan aceleci adımların sesi duyuldu. Sanırım Serra benle kısa ve hoşnutsuz bir sohbet için çabalıyordu. Ama hiç taviz vermeden adımlarımın hızını azaltmadan yürümeme devam ettim. Sağa sapacağım an bana seslenmesi adımlarımı istemsiz olarak yavaşlattı. Ona dönmedim ama yürümeyi bıraktım.
Bakışlarım biraz ileride olan çalışanlar üzerinde oyalandı. Yemekhanenin kapısından dışarı çıkıyordular. Kahvaltı faslı başlamış olmalıydı. Serra yanıma gelince dikkatimi ona verdim.
Serra karşıma geçince ilk önce o kibirli bakışları mavi harelerime çevrildi. Ondaki bu gereksiz küstahlık bazen sinir bozucu olabiliyordu. Kısa bir süre onu izleme gafletine düştüm. Üzerinde kırmızı bir elbise vardı benim aksime o fazla renkliydi.
Ve benim saçlarım gibi sarı saçlarını toplamak yerine o açık bırakmış saçları omuzlarına serpilmişti. Üzerinde ona tam oturan kırmızı elbisesi ona fazlasıyla yakışmıştı. Ellerinde hiç eksik olmayan siyah tüllere sahip yelpazesi varlığını koruyordu ellerinde. Ve abartı derecesinde makyajı fazlasıyla belli oluyordu. Doğallık kelimesinden fazla uzaktı.
"Evet Serra seni dinliyorum?" dedim samimiyetsiz bir şekilde. Ama tabi bunu umursadığı söylenemezdi. Ona karşı her tavrıma sadece sahte tebessümüyle karşılık veriyordu. Bazen neden hala ona katlandığımı düşünüyordum. Hala çekip gitmek için geç değildi.
"Sadece yemekhaneye kadar eşlik edecektim sana. Onun için seni durdurdum." dedi ardından da omzunun gerisinden az önce geride bıraktığımız koridora baktı. "Renas 'ın odasına gittim ama onu odasında bulmadım." dedi hissiz bir ifadeyle. Ya da yaşadığı hüsranı belli etmek istemiyordu. Çünkü gözlemlediğim kadarıyla Ahrar hocaya karşı bir şeyler hissediyordu. Fakat Ahrar hoca onun bu hislerine karşılık vermiyordu. Dışarıdan fazla yakın oldukları düşünülebilirdi ama bu gerçek değildi.
Evet ilk başta bende böyle düşünmüştüm ama Ahrar hocayı yakından tanıyınca bunun tam olarak göründüğü gibi olmadığını anladım. Yakınlığı sağlayan Ahrar hoca değil Serra 'ydı. Böylece Ahrar hocayı etraftaki yabancı varlıklardan uzak tutabilirdi. Evet Ahrar hoca , Serra 'ya çok değer veriyor onun üzülmesini istemiyor. Hatta onu üzmek istemediği için onunla vakit geçiriyordu. Onun isteklerini kıramıyor yerine getiriyordu ama bu sadece bununla yeterliydi onun için daha ilerisini olamazdı ama Serra böyle düşünmüyordu. Ne yazık ki hislerini karşılık alamayacağı bir kişiye karşıydı.
"Evet şimdi yemekhanede olmalı Ahrar hoca. Malum erkenden kalkıp ders vereceği öğrencileri için hazırlık yapıyor." dediğim anda Serra sanki benden bir darbe yemiş gibi bir adım geriye doğru gitti. Bocalamıştı söylediklerimden sonra. Sanırım bu cümleleri kuracağımı düşünmüyor olmalıydı. Şaşırmasını sağlayacak kadar ne söylemiştim ki?
Zorda olsa kendini toparladı ve üzerine sinen şaşkınlığı atıp bir adım öne atıp tam karşıma geçti. "Sen nereden biliyorsun ki erkenden kalkıp bunları yaptığını?"dedi sorgularcasına. Böyle bir cevap vermem onu kızdırmıştı. Neden bu kadar anında sinirlenmişti? Beni kendine karşı sanırım bir tehlike olarak görmüş olmalıydı?
Ama bu gereksiz bir düşünceydi. Çünkü o adama karşı bu tür hisler hissetmeyecek son insan bile olmazdım . Yönümü yemekhanenin kapısına doğru çevirdim ve adım atarak kaldığım yerden ilerlemeye devam ettim. Tabi bu arada Serra da arkamdan hareketlenerek benimle yan yana yürüyerek ilerlemeye başladı.
Ama hala ona cevap vermemiş olmam onun daha fazla merak etmesini sağlamıştı. Aslında sırf gıcıklığına cevap vermezdim de gereksiz düşüncelere kapılmasın diye cevap verme kararı aldım.
"Ben bu kulenin prensesiyim sence de burada herkes ne yapar veya ne yapacağı hakkında bilgimin olması çok mu şaşırılacak bir durum? Mesela sende kalktığın gibi anında yukarıda bulunan terasa gidip sabahı sıcak bir kahveyle karşılıyor ondan sonra alt kata iniyorsun." dedim bilmişlikle. Ne yani bunları bilmem çok mu şaşırılacak bir durumdu?
Aslında Ahrar hoca dışında herkesin ne yaptığını kelimesi kelimesine biliyorum ama Ahrar hocayı bir tesadüf eseri ne yaptığını öğrendim. Bir sabah uyku tutmadığı için terasa gideceğim an onun dersliklerin olduğu kata gittiğini görmüştüm.
Bu sayede sabahları erkenden kalkıp önce ders için hazırlık yaptığını ardından da yemekhaneye inip kahvaltı yaptıktan sonra ders vermek için sınıfların olduğu kata gittiğini öğrenmiştim aslında daha çok şey öğrenmiştim ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. Hatta kimsenin bilmesine. Verdiğim cevaptan sonra başını salladı. Bende anında yemekhanenin kapısının önüne gelip kapıyı açıp içeri girdim. Tabi benim ardımdan Serra içeri giriş yaptı. İkimizde hızla bize ait olan yerlere geçtik.
Ben yerime oturduktan sonra Mera benim için bir servis tabağı açtı. Bende kendim için yiyebileceğim yiyecekleri tabağıma doldurdum. Ben sessiz sessiz yemeğimi yerken masada bulunan Turul bey geçen Varislerin yaşadığı olay hakkında konuşuyordu yanında olan Rauf beyle. O konu hala kapanmadı mı ya? Dikkatimi konuşulan konuşmadan çekip önümde duran tabağa çevirdim.
Ben hala kahvaltı etmeye devam ederken Serra 'nın kısık sesini duydum. Ahrar hocayla konuşuyordu. Aslında o konuşuyor Ahrar hoca onu sadece dinliyordu. Serra adına çok üzgündüm çünkü o onla bir kelime bile konuşmak için can atarken Ahrar hocanın bu takındığı ruhsuzluğu Serra' nın her konuşması sonunda Ahrar hoca sadece başını sallayınca Serra 'nın tüm isteği ölüyor ondan uzaklaşıyordu.
Bazen insan seveceği insanı seçemiyordu ve bu çok gaddarcaydı. Çünkü bildiğim kadarıyla büyücüler akademisinde gelenek için gelenler arasından biri Serra' ya karşı bir ilgisi vardı ama Serra onun bu ilgisini fark etmiyor aynı ona yapılanı bir başkasına yapıyordu. Bu çok acımasızcaydı. Ya da ne yaşatırsan onu mu yaşarsın versiyonuydu? Sonunda karnım doyunca tüm ilgimi bu sefer masada da konuşmaya verdim bir konu hakkında konuşuyordular.
Konuşmalarının konusu geçen sefer gittiğim davetteki bekçiler hakkındaydı. Başka bir sene de bekçilerin başka bir toprakta çıkıp çıkmayacağıydı.
Pek benlik bir konuşma olmayınca bu sefer ilgimi masada olanlara çevirdim. Masadakilere dikkatle baktığımda Varislerin masada olmadığını gördüm. Ve sevgili arkadaşlarım Dennis ve Victoria 'nın da. Yine neredeydiler bunlar? Hatta Süreyya hanımın oğulları da masada yoktu. Başımı Süreyya hanıma çevirdim. Bakışlarımın onu bulmasıyla anında o da konuşmasını yarım kesti ve yönünü bana doğru çevirdi.
Süreyya hanımın harelerine maviliklerimi kilitledim.
"Victoria ve Dennis nerede acaba? Masada Varisler ve sizin oğullarınız bile yok. Nereye gittiler ya da buradalar mı?" dediğimde Süreyya hanım masada olan sağ elime uzandı ve sol eliyle sağ elimi kendi avcuna hapsetti.
"Birazdan burada olurlar bir iş için onları görevlendirdik onu halletmeye gitti hepsi." dediğinde başımı salladım.
"Pekala. O zaman ben Dennis ve Victoria ön bahçede bekleyeyim." dedim. Süreyya hanım sadece başını sallamakla yetindi. Bende oturduğum yerden doğrulup arkama dönüp geldiğim yerden yemekhanenin kapısına doğru ilerledim. Kapıdan çıkmış ve ön bahçeye çıkacak kuzey tarafına doğru ilerlemeye başladım.
Sonunda ön bahçeye çıkan çif kanatlı kapının önüne geldiğimde açık olan kapıdan dışarı çıktım. Kapının her iki tarafında duran askerler ben gelince anında oldukları yerde selam verdiler. Tabi bu hareketlerine karşılık sadece kaşlarımı çattım. Ve onlara bir şey demeden bahçede duran çiçeklerin olduğu tarafa doğru yönlendirdim adımlarımı.
Biraz orada zaman geçirebilirim Victoria ve Dennis gelene kadar. Çiçek bahçesine gelince adımlarım durdu ve boş bir kısma geçip yere doğru dizlerimin üzerine eğilip ağaca sırtımı verdikten sonra yönümü kulenin etrafını yüksek duvarlarla kaplayan surlara çevirdim.
Dışarıyla bağlantıyı sağlayan kocaman devasa olan kapı tam gözlerimin hedefindeydi. Kuleye arkamda bırakmıştım. Önümde kulenin dış kapısı dururken arkamda ise kule vardı. Sessiz sessiz olduğum yerde oturmuş öylece düşünüyordum. Victoria ne zaman gelecekti ya? Kule her zaman ki gibi çok sıkıcıydı. Victoria gelseydi beraber bir şeyler yapardık.
Ama maalesef sanki onların gelişleri uzun sürecek gibiydi. Çünkü enerjileri benden çok uzaktaydı. Evet artık daha önce hissettiğim birinin enerjisini o benden metrelerce uzakta olsa da hissedebiliyorum ama bu yakınımda olması kadar güçlü değil sadece o kişinin benden uzakta olduğunu biliyor ona göre hareket edebiliyordum. Bunu bildiğim halde yine de bahçede oturmaya devam ettim. Ben böyle tek başıma otururken arkamdan duyduğum sesle dikkatim oraya çevrildi.
Onları görmesem de kim olduğunu yine enerjilerini soluyarak anlamıştım. Ardımdan bahçeye giriş yapanlar Loya hanım ve Süreyya hanımdı. Keyifli sesleri benim olduğum yere kadar geliyordu. Hayret bu kulede keyifli olabilen birilerinin olması ne kadar tuhaf. İstifimi hiç bozmadan sırtımı yasladığım yerden öylece bahçeyi izlemeye devam ettim.
Gerçekten çok sıkılmıştım. Ve burası fazlasıyla boğucu geliyordu. Ah! Şeytan diyor ki bas git kendi ülkene ama anlaşmayı bozamazdım. Büyük bir şey olmadan kendi ülkeme gitmek yasaktı. Yasakları bir sevmeyen ben olamazdım ama bozamayan kişi ben olabilirim. Bıkkınlıkla olduğum yerde öylece sıkıla sıkıla oturmaya devam ettim. Ah! Hadi ama ölüm gibi bir şey bu sıkılmak anında hızla olduğum yerde kalkıp kulenin içerisine doğru yürümeye başladım.
Tabi ben ağacın arkasından çıkıp görünen bir yere gelince Loya hanım ve Süreyya hanım beni fark etmiştiler ama hiç onlara bakmadan kuleye doğru son sürat ilerledim ve daha önce çıktığım çift kanatlı kapıdan içeri girdim. Önümdeki koridorda ilerlemeye başladım. En iyisi yasaklı kütüphaneye gidip bir şeyler okumaktı bu sayede zaman geçer bende üzerimde olan bu sıkılganlığı atlatırdım.
Yani bunu umuyorum. İsteksiz bir şekilde yürüdüğüm koridorda önüme çıkan merdivenleri görünce alel acele basamakları çıkmaya başladım. Son sürat hiç duraksamadan basamakları çıkıyordum. Dersliklerin olduğu kata geldiğimde ders arası olduğu için kat çok kalabalıktı ama umursamadım ve aralarından zor da olarak geçmeye çalışarak 5.kata doğru gitmeye çalıştım.
Tam da o sırada karşımdaki sınıftan çıkan Ahrar hocayı gördüm ama onu görmemiş gibi yaparak yönümü merdivenlere doğru çevirdim. Önümdeki basamakları çıkarken ardımdan duyduğum adım sesleriyle kaşlarımı çattım.
Bu adam beni mi takip ediyordu? Yok ya neden böyle bir şey yapsın ki? Duraksamadan basamakları çıkmaya başladım. Tam da o sırada Ahrar hoca bana yetişmiş ve aynı hizada yan yana ilerliyorduk. Yine de bakışlarım onu hiç bulmadı. Bilerek ona bakmamaya çalışıyordum.
"Lord Yelit 'in odasına mı gideceksin?" diye sordu meraksız bir sesle. Bir şey demeden hala basamakları çıkmaya devam ettim. Ama o inadıma konuşmak için büyük uğraşlar veriyordu. Ne oldu bu adama daha dün katlanılmaz bir kadın olduğunu söylüyordu. Şimdi niye benimle iletişim kurma çabası içindeydi ki? Bu kulede ki insanlar neden bu kadar tuhaftı ki? Bir türlü vermiş oldukları kararların arkasında durmuyorlardı.
"Neden konuşmuyorsun?" dedi bu sefer de pes etmeden. Bu adam gerçekten tuhaftı dün söylediklerinden sonra hiçbir şey olmamış gibi onunla konuşmamı nasıl beklerdi?
"Peki siz niye benimle konuşma çabası içerisindesiniz ?" dedim sorgularcasına Adama bak ya utanmadan arlanmadan dünkü konuşmaları unutmuş normal bir insan gibi onunla konuşmamı istiyor. Derin bir nefes alıp tekrar konuştum.
"Daha dün kaçık biri olduğumu söylüyordunuz? Bugün ne oldu da dünkü söylediklerinizi unutup benimle konuşma gereği duyuyorsunuz?" diye açık açık konuştum. Ne diye susmayıp konuştum ki şimdi yine başlardı söylenmeye beyefendi.
"Sadece düne bir çizgi çizip yeni bir başlangıç yapabiliriz diye düşünmüştüm ama tabii ki yanıldım sen varken bu biraz zor." diyerek sözleriyle üste çıkmaya çalışmadı mı tırnaklarımı yüzüne geçirmemek için kendimi zor tuttum yoksa anında pençelerimin tadına bakacaktı beyefendi. Hiçbir cevap dahi vermeden arkamı dönüp bir üst kata çıkan merdivenlere yöneldim.
" Susacak mısın? Hayret şimdiye kadar konuşmaman tuhaf bence. Sen iyi misin?" dedi bu sefer sesindeki gerçek merakla. İyi olmak mı? Onun varlığı etrafımdayken bu imkansız bir şey oluyordu.
"Hayır iyi falan değilim. Sizin varlığınız varlığımı rahatsız ederken hiç mi hiç iyi olamıyorum. Lütfen ama lütfen benle muhatabınız olmasın ve bir daha beni eleştirmeyin çünkü siz başlı başına bir eleştiriyken ben eleştirilmesi gereken son insanım." diye lafımı sonlandırırken cevap vermesini beklemeden koşar adımlarla merdiveni çıkmış ve yasaklı kütüphaneye gidecekken Ahrar hoca yüzünden yönümü en son katın bir alt katı olan ve kullanılmayan kata kendimi attım. Bu kat ve bir üst kat kullanılmıyordu. Bulunduğum katta arka tarafa bakan bir büyük teras vardı adımlarımı oraya doğru yönlendirdim.
Terasa çıkan kapıyı açıp kendimi terasın balkonuna attım. Ve ardımdan kapıyı kapattım. Terasa çıktığım an bedenimin uğradığı yoğun bir acı dalgası ile karşı karşıya kaldım. Olduğum yerde yavaşça yere dizlerimin üzerine çöküp iki elimi şiddetli ağrıyan başımın iki yanına koydum.
Ne oluyordu? Bu ağrı da neyin nesiydi? Anında saçlarımı iki elimle çekiştirerek acıyla yapayalnız bir şekilde mücadele ettim. Soluklarım kesiliyor, ağrının şiddeti göğüs kafesime vurup vurup çınlıyordu. Ağrıdan bertaraf olamayan zihnim devriliyor tüm hislerim bedenimi yavaşça terk ediyordu.
Ruhum tüm çıplaklığıyla bedenimden kurtulmak istiyordu ama göğüs kafesi parmaklıklarım buna izin vermeyerek ruhumun pençelerinin izlerini göğüs kafesi parmaklarına geçirmesine izin veriyordu.
Ruhum feryat figan ettiği çığlıkları göğüs kafesi boşluğuna hapsoluyor ve yankısı süregelen bir zaman içinde göğüs kafesi boşluğumda ölüm melodisi gibi devam ediyordu. Bu acı nefesimi kesiyor direncimi zayıflatıyordu. Dudaklarım güçsüz bir şekilde aralandı ve bana göre şiddetli ama etrafıma göre güçsüz bir çığlık nidası döküldü dudaklarımın arasından.
İki elimi bedenimin yere çarpmamasını önlemek için yere bastırdım. Bedenimin kontrolünü yitirmiştim. Bedenime, zihnime sızmak isteyen ağrı çok güçlüydü. Ona engel olacak gücü kendimde bulamıyordum. Zar zor açık tutmaya çalıştığım göz kapaklarımın arasından etrafı bulanık görüyordum.
Etrafımda yankılanan büyük bir kasırga vardı ve ben istemeye istemeye bu hissiz kasırgaya kapılıyordum. Direncim zayıfladı. Ruhumun kısık çığlıkları sustu. Acım dindi. Ruhum acı çekmeyi bırakınca rahatladı. Ve gerçekten soyutlandım.
En son gözlerim kapanmadan önce etrafımda onları görmüştüm. Yere düşmeden hemen önce Varisler, Victoria ve Dennis. Buraya ne zaman geldiler bilmiyorum ama dışarıdan nasıl bir haldeydim bilmiyorum ama en son zihnimin kontrolünü yitirmeden önce Victoria 'nın yüksek sesle adımı zikretmesini duymuştum. Sonrası karanlık sonrası acı dalgasının yıkımı. Sonrası soyutlanma.
Zihinleri kontrol eden hep bir güç vardır hep bir güç olmak zorunda. En son terasta bayılıp kaldığımı hatırlıyorum ama şimdi bilmediğim ve daha önce gelmediğim bir yerdeyim. Etrafım siyahın hakim olduğu gösterişli bir eski sarayın sınırları içerisindeydim. Etrafıma daha dikkatli baktığımda içeride duvar kenarında duran birden fazla asker vardı ve bu askerlerin hiçbiri beni fark etmemişti.
Hepsi başı eğik bir şekilde öylece oldukları yerde bekliyordu. Önümde L şeklinde bir koridor vardı ve ben bu koridorun tam ortasında duruyordum. Arkamda ise kuleden çıkmamı sağlayacak kapı ama ben kapıdan çıkmak yerine merakıma yenik düşerek sağ tarafımda merdivenlerin olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Yürürken önlerinden geçtiğim askerlere kısa bir süre bakıyor beni görüp görmediklerini anlamaya çalışıyorum. Ama hayır hiç bir asker önlerinden geçtiğim halde varlığımı hissetmiyordu.
Bu nasıl oluyordu? Ben yine bilemediğim bir rüya içinde miydim? Ama peki bu kadar gerçekçi olması ve benim her şeyi en ince ayrıntısına kadar hissedip ona karşı bir tepki vermem? Hayır hayır bu bir anıydı. Ben bir anının içerisine sürüklenmiştim ama kimin anısına ve kim tarafından? İşte bunu bilmem lazımdı. Hemen başımı önüme çevirdim ve koşar adımlarla kulenin merdivenlerini tırmanmaya başladım. Bu kuleyi tanımlayacak olursam bu siyah olurdu. Kule siyah ve beyaz rengin hükmü altındaydı.
Her şey siyah ve beyazdı. Askerlerin giymiş olduğu giysiler. Yerde merdivenlerin üzerine serilmiş halılar,duvarda asılı olan meşaleler, tabloların çerçevesi, pencerenin kenarlarında duran perdeler ve birçok şey siyah ve siyah tonuydu. Bu siyah aşkına sahip olan kişiyi gerçekten merak ediyordum.
Merdivenleri çıkmayı başarmış ve önüme iki yön çıkmıştı. Sağımda ve solumda duran iki ucu görünmeyen koridorda bir seçim yaparak sağ tarafa yönelerek seçimimi çoktan yapmıştım. Önümde duran koridorda ilerlerken burada hiçbir insana rastlamadım.
Çok sessiz ve rahatsız edici bir sessizlik vardı. Koridorun sonunda tamamen duvarı kaplayan yarı açık bir kapı vardı anında o kapıya doğru ilerledim ve her adım atışımda konuşma sesi geliyordu. İlk başta konuşmayı tam net duyamıyordum ama her adım sonrasında bu duyduğum ses daha netlik kazanıyordu. Sonunda kapıya ulaştığım anda başımı kapıya yasladım ve konuşma seslerini dikkatle dinlemeye başladım.
"Yönetim bir sorun olduğunu hissetmeye başladı. Eğer onlar anlamadan bu sorunu halletmesek çok kötü sonuçlar olacak kraliçem ." dedi bir erkek sesi. Konuşmasında her cümlesinde yansıttığı duygu korku ve bilinmeyen bir şeyin verdiği endişeydi. Bir şeyden dolayı rahatsızlık duyuyordu. Eğer karşındaki bir kraliçeyse bu konuşan kişi de bir kral olmalıydı. Peki bunlar kimdi? Kapıya yaklaşarak içeriye doğru bir bakınmak istedim. Başımı yavaşça içeriye uzatarak içeride olanlara baktım.
Ama karşımda olanlar bana sırtını dönmüş bir şekilde yatağın ucunda oturmuş birbirlerine sarılmış bir vaziyette duruyordu. Bu karşımda olan çift kimdi? Gözlerimi etrafa çevirdim. Ve odanın içerisine kısaca bakınmaya başladım tam bir resme bakacağım an her şey bulanıklaştı ve son konuşulan cümleyi boğuk boğuk bir şekilde duydum.
"En kısa sürede her şey olması gerektiği gibi olacak buna inan." dedi bir kadın sesi ama ondan sonra olduğum yerden bu sefer tamamen soyutlandım.
Etrafımda birçok konuşan kişi vardı. Ve başımın ağrısı hala devam ediyordu. Artık bu bitmez tükenmez ağrıyan başımın sancısını hissetmekten bıkmıştım. Gözlerimi açabilmek için büyük bir mücadele verdim.
Yavaşça gözlerimi açtığımda ilk başta her şey bulanıktı ama saniyeler sonra her şey netliğini kazanmıştı. Karşımdakiler en son gördüğüm kişilerdi. Varisler, Victoria ve Dennis. Olduğum yerde doğrulup sırtımı arkamda duran duvara yasladım. Derin bir nefes alıp olduğum anın varlığını sorguladım. Sanırım en son bayılmamdan sonra beni revire getirmiş olmalıydılar.
Hayret ettiğim şey ise bunu kimse bilmeden yapmış olmalılardı. Çünkü etrafımda ne Ahlas bey ne Süreyya hanım vardı.
Victoria ben uyandığım anda hemen yatağın sol tarafına oturup sol elimi ellerinin arasına alıp merak ve kaygılı bir sesle konuşmuştu.
"Ne oldu? Neden biz senin yanına gelirken olduğun yerde düşüp bayıldın? Emira neyin var? Ve bunu benden nasıl saklarsın? Bu bayılman ilk kez mi oldu yoksa daha önce de bayılıp kaldın mı bir yerde?" dedi sorularını hızlı hızlı sorarak.
"Motorun soğusun Victoria. İyiyim merak etme." dedim endişesini yatıştırmaya çalışarak. Ama neden bayıldığımı bile bilmeden ona bir şey söylemem saçma olurdu. İlk önce bunu benim tek başıma öğrenmem lazımdı. İlk aklıma gelen basit ve inandırıcı yalanı söyledim.
" Dünden beri biraz rahatsızım ve hiçbir şey yemeden ayakta durduğum için bayılmış olmalıyım." dedim sesim ve bakışlarımla onu ikna etmeye çalışarak. İlk başta sorguladı ama bakışlarım ve sesimdeki yalancı gerçekliği anlamadı ve ikna oldu.
"Sen nasıl bir umursamazlık modelisin? İnsan nasıl aç bırakır kendini? Neden yemek yemiyorsun hım? Bak bir daha Mera 'yı bu konuda uyaracağım senin öğünlerini bile atlatmadan yemeklerini eksiksiz bir şekilde yediğini bana her gün rapor etmesini isteyeceğim. "dediği anda bezmiş bir şekilde ofladım. Yok artık birde uyku saatlerimi de belirtseydi Mera.
" Hadi ama Victoria alt tarafı bir bayılma her gün olmuyor ya ilk ve son merak etme. "dedim bu annecilik rolünden çıksın diye. Zaten nasıl benim orada olduğumu biliyordular ki? Ben terasa çıktığım anda onlarda mı arkamdan gelmiştiler? Ama öyle olsa bunu anlardım. Anında bakışlarımı Victoria'nın harelerine çevirdim.
" Siz ne zaman geldiniz? Ben sizi bahçede bekledim ama siz gelmeyince terasa çıktım." diye merakla sorduğum anda Victoria zaman kaybetmeden konuştu.
"Biz kuleye geldiğimizde bahçede Süreyya hanım ve Loya hanım ile karşılaştık. Süreyya hanım senin bizi aradığını söyledi bizde direk kulenin içerisine girdik. İşte tam o sırada çalışan kızlardan biri seni terasa çıkarken görmüş bizde direk senin olduğun yere doğru ilerledik. Terasa çıktığımızda senin yere düşmek üzere olduğunu gördük o anda zaten hepimiz sana doğru koştuk ve başın yere çarpmadan seni tuttuk. "dedi kısa bir süre nefeslenerek ardında tekrar konuştu.
" İşte tam o esnada kimse senin bayıldığını anlamasın diye Nehar bir portal açtı ve seni revire getirdik. Şifacı kadını da uyardık kimse senin bayılmanı öğrenmesin diye. "
Başımı anladım dercesine salladım. Karşımdaki Varisler ve Dennis ilgi dolu bakışlarla bana bakıyordular. Sanrım beyler biraz fazla endişe etmiş olmamalıydı benim için.
Bakışlarımı Varislere çevirdim. İçlerinden ilk önce bakışlarım Nehar 'ı buldu." Teşekkür ederim yardımların için. Seni de uğraştırdım ." dedim samimiyetle. Önce başını salladı sorun değil dercesine. "İyi olmana sevindim Prenses Emira. Ve geçen seferki olay için sağ ol. Emin ol büyük bir belayı önledin. İyi bir insan olman yanında iyi bir prensessin. Halkın çok şanslı aynı etrafında olan insanlar gibi." diyince tebessüm ederek teşekkür ettim.
"Geçen seferki olay sizden bağımsız bir olaydı ve bunun için mahcup olmayın elinizde olan bir şey değildi. Bunun için bir özür dilemenize gerek yok ve kendinizi kötü hissetmenize de." diyip önümde duran Varislere kısa bir süre baktım hepsi eyvallah dercesine başını salladı.
" O zaman siz onun için terasa geldiniz. Teşekkür etmek için. Kendinizi bu konuda lütfen bir zorundalık içerisinde hissetmeyin çünkü bu saçma olur. "diye açıklama yaptığımda bakışlarındaki o mahcupluğu gördüm çünkü böyle davranacağımı beklemiyor olmalıydılar.
Onlar şımarık, kendini beğenmiş bir prenses beklerken böyle bir tavırla onlara karşılık vermem onları hem şaşırtmış hemde benim hakkımda olan düşünceleri eskiyi yenip yeni bir düşünce inşa etmişti.
Varisler tekrar yaşattığı sorunlardan dolayı özür dilemiş ve ardından geçmiş olsun dileyip reviri terk etmiştiler ve bu olayın aramızda kalacağını söylemiştiler. Çünkü onlara lütfen Süreyya hanım bilmesin yoksa yataktan 1 hafta boyunca çıkamayacağımı hatta yemeklerimi bana Süreyya hanımın yedireceğini söylediğim de aralarında gülüşerek bunun saklı kalacağına dair söz vermiştiler. Varisler odadan çıktığında Dennis endişeli haliyle yanıma gelmiş ve bana sımsıkı sarılmıştı.
"Tamam iyiyim ben. Hadi ama koca adam görende ölüp dirildim sanacak. Alt tarafı direncim azaldığı için bayılıp kaldım. Merak etme ben daha büyük bir yıkım yapmadan ölmeyi düşünmüyorum. Daha buradakilere büyük bir felaket yaşatmadım. Ve o kibir müsveddesi olan biricik hocama daha dünya kaç bucak onu göstermeden asla bir yere gitmeyi düşünmüyorum. "dediğim anda gülerek tamam dercesine başını salladı.
" Toparlanana kadar ben ve Victoria seninle yakından ilgileneceğiz. Tüm ilgim üzerinde olacak şimdiden haberin olsun. Sonra söylemedi deme. Çünkü biraz bezdirme politikası içerisinde olacaksın. "dediği anda Victoria 'da ou onaylamıştı. İsteksiz bir şekilde başımı salladım.
" Tamam teslim oluyorum. Oldu mu? istediğiniz her şeye tamam diyeceğim ama sizde lütfen suyunu çıkarmazsanız sevinirim. Hadi şimdi yemekhaneye inelim akşam yemeği başlayacak ve ben uzun bir süredir ortalıkta yokum. Süreyya hanım bir şeyleri anlamadan onun gözlerinin önünde olmalıyım. Sonra malum sevgili öğretmenimden çok sevdiğim, hatta ölüp bittiğim dersi alacağım. Dersi kaçırmayı hiç mi hiç istemem. Yoksa dolaylı yoldan değil kasıtlı bir şekilde gidebilirim kim gittiye. Bilmem anlatabildim mi? "dediğim anda ikisi de bana onaylamaz bakışlarla bakmaya başladılar.
Ne var ki? Doğruları söyledim ben bir kere. Aşağıda yemekhanenin içerisinde beni bekleyen bir bela vardı. Ve bu beladan sanki uzun bir süre kurtulamayacak gibi hissediyordum. Sonum nasıl sonlanacaktı Allah bilirdi.
Revirden çıkmış ve yemekhanenin olduğu kısma doğru yan yana ilerliyorduk. Sağımda Dennis ve solumda Victoria 'yla beraber yavaş adımlarla ilerliyorduk. Tabii ikisi de sanki yeniden bayılacakmışım gibi temkinli bir şekilde yanımda ilerliyordular. Bu hallerine bir şey dememeyi tercih ederek sessizce ilerliyordum.
Ama zihnim hala görmüş olduklarımın etkisinden çıkmış değildi. Ya geçmişin küçük tozlu bir anısına şahit olmuştum ya da zihnime yeni bir oyun oynanıyordu. Dennis yemekhanenin kapısının önüne geldiğimizde birkaç adım önde giderek kapıyı açmış ve içeriye girmemizi beklemişti.
Ben girdikten sonra ardımdan Victoria içeriye giriş yapmış ondan sonra da Dennis ardımızdan içeriye girip yanımızda ilerlemişti. Biz içeri girdiğimizde yemekhanede masalarda yemek yiyenler kısa bir süre bize bakmış ama bu bakışmaları kısa sürmüştü. Ardından tekrar yemeklerini yemeye devam etmiştiler. Çalışanlar ise bize eşlik ederek oturacağımız masamıza kadar bizle ilerlemiştiler.
Mera ben içeriye girince hemen yanıma gelip benle beraber ilerlemişti masaya kadar. Ben masaya varınca benim için sandalyeyi çekmişti. Bu hareketine karşı kaşlarımı anında çattım.
"Buna gerek yok Mera ben kendim hallederim bu tür şeyler için zahmete girme." demiştim kısıkça. Ama Mera ona dediklerimi sanki hiç duymamış gibi yaparak ben sandalyeye oturacağım an bana doğru sandalyeyi hafifçe iterek rahat bir şekilde sandalyeye oturmamı sağladı. Yemekhaneye giriş yaptığımdan bu yana yine her zamanki gibi başımda anlamdıramadığım bir baş ağrısı baş göstermişti.
Yavaşça sızlayan başımı umursamayarak Mera 'nın benim için açmış olduğu servis tabağında olan yiyecekleri sakince yemeye başladım. Garip bir şekilde birden bedenimde var olan tüm enerjinin çekildiğini hissettim.
Ruhum sanki birkaç dakika önce ona karşı olan bir saldırıyla karşı karşıya bırakılmış gibi yorgun ve sancılıydı. Bedenimden çekilmiş olan tüm enerjime rağmen önümde duran yemeği yemek için kendimi zorladım. Mera bana servisi açtıktan sonra masanın yanından ayrılmış ve çalışanların durduğu kısma geçmişti yemekhanenin içerisinde .
Başımı kaldırıp masadakilere kısa bir süre bakındım. Hepsi sessiz bir şekilde yemeklerini yiyordu. Bedenimde anlam veremediğim yorgunluktan dolayı doğru dürüst bir şey bile yiyememiştim. Ben öylece masada olanlara bakarken Victoria bana doğru eğilmiş ve kısık sesle kulağıma fısıldamıştı.
"Ne oldu neden bir şey yemiyorsun? Rahatsızlandın mı yoksa?" dediğinde başımı olumsuz bir şekilde salladım.
"Pek iştahım yok." dedim yorgun bir sesle. Şu an neredeyse kendimi zar zor ayakta tutabiliyordum. Sanki onlarca darbe yemişti bedenim. Ve sebepten dolayı ne bedenimi yönetecek enerjiye ne de zihnime komut geçirebiliyordum.
"Bir şeyler yemelisin. Toparlanman lazım Emira. Bir şey yemeden güç kazanamazsın." dediğinde sadece gözlerimi kırptım ve başımı önüme çevirdim. Victoria da anında yemeğini yemeye devam etti. Zor da olsa kendimi çok zorlasam da yemek yemeye kaldığım yerden devam ettim. Dakikalar sonra tümü olmasa da tabağımda olan yiyeceklerin ancak yarısını yiyebilmiştim. Huzursuz olan bedenimi sandalyeye yasladım ve Varisler ve Süreyya hanım arasında geçen konuşmaya dikkat kesildim.
"Nehar bugün burada kulede olan sorunlara yardım ettiğin için teşekkür ederim ve diğer Varisler. Victoria 'nın yükünü hafifletiniz yardımlarınızla." dediği anda Varisler sadece başlarını sallayıp Süreyya hanımın teşekkürünü kabul ettiler.
"Devamlı burada mısınız yoksa kendi topraklarınıza ara sıra uğruyor musunuz." diye sordum. Sorumun muhatapları Varislerdi.
"Genelde bizi ilgilendiren sorunlar oldukça bu gelenek ayları içerisinde kendi krallığımıza gidiyorum." dedi Kiran. Aralarında soruma cevap veren ilk o oldu. Ardından devam etti. "Yoksa genelde pek geleneğin olduğu süre zarfında geleneğin olduğu topraktan pek ayrılmayı tercih etmiyorum." diyince başımı salladım.
"Buraya geldiğimden beri çoğu krallıklara küçük ziyaretler yaptım. Ama bu ziyaretler arasında siz Varislerin olduğu krallıklara gitmedim. Krallıklarınızı gerçekten merak ediyorum." dediğim anda Dehri başını bana doğru çevirip konuştu bana hitaben.
"İstediğin bir zaman diliminde seni krallığımıza davet etmekten onur duyarım. "dedi tok sesiyle. Diğerleri de Dehri 'yi onaylamıştı.
" Uygun bir zamanda emin olun ki ben ve Victoria davetinize icabet edeceğiz."dedim sakin sesimle. Çünkü şuan çok yorgun ve solgundum. Bunun yanında günlerce rahat bir uyku çekmemiş olmamın vermiş olduğu bir bitkinlik vardı.
" Peki her gittiğin krallığa davet mi edildin Prenses Emira ? "demişti masanın en başına oturan Turul bey. Anında bakışlarım onu buldu. Sesindeki o garip tonu umursamadım. Gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Tabi biliyordu çoğu zaman kimsenin ruhu duymadan krallıklarda gezinip durduğumu. Amacı gizliden gizliye gezdiğimi herkes bilsin ve beni kınasın bu konuda . Ama ona bu zaferi tattırmayacaktım.
" Hayır genel olarak sıradan bir ziyaretçi gibi krallıklarda gezindim. Bazı zamanlar da davet edildim. Sizin krallığınıza da davet edilmiştim. Ama gidemedim bazı nedenlerden dolayı." dedim taviz vermeyen sesimle. Sadece başını salladı. Gözlerimi devirmemek için kendimi zorladım. Daha önüme başımı çevirmeden karşımda oturan Serra 'nın sesini duydum.
" Ben, sizi Prenses Emira bu yıl krallığımızda çok ağırlamak isterim. "dedi sahte samimi sesiyle. Ve sonra Serra başını yanında olan Ahrar hocaya çevirdi. Serra sol elini Ahrar hocanın sağ koluna yerleştirip Ahrar hocaya bakıp konuştu. Ahrar hoca anında bakışlarını Serra 'ya çevirdi.
"Renas' la beraber seni krallığımızın en güzel yerlerine götürüp güzel bir gün geçirmeni sağlarız."dedi gıcık tatlı çıkarmaya çalıştığı sesiyle. Ahrar hocaya melek bize şeytan kesiliyordu hanımefendi. Şeytan diyor ki göster Serra 'nın gerçek yüzünü herkese ama boşa yormak olur bu kendimi. Alsın Ahrar' ını başına çalsın. Yeter ki bana bulaşmasınlar bu iki kuzen .
Gerçekten istenmeyen ot burnumun dibinde bitiyordu. Her konuşmamda bir pay çıkarmazsa kendine olmaz Serra hanım. Birde Ahrar hocanın onu tasdiklemesini bekliyordu. Bu ne garip bir tip. Hah! Ben sizden kurtulmak için gün sayarken birde sizin olduğunuz krallığa geleceğim. Rüyanızda bile göremezsiniz bunu.
Ahrar hoca sadece kafasını salladı Serra 'ya. Evet yanıtını alınca Serra anında bakışları beni buldu. Gözlerinde olan gereksiz sevinci anlamıyorum sanki Ahrar hoca ona evlilik teklifi etmiş gibi sevinmişti. Alt tarafı sorusuna evet demişti.
Eminim ki onu geçiştirmek için yaptığı bir hareketti. Yoksa adam benden gram haz etmiyor birde onun olduğu yere mi gelmemi isteyecekti. Serra 'nın gövde gösterisi yapmasına gerek yoktu. Çok umurumda olduklarını mı sanıyorlardı bu ikisi? Cehenneme kadar yolları var. Benden uzak dursunlar da ne halt ederlerse etsinler.
"Ah güzel teklifiniz için teşekkür ederim." dedim aynı onun gibi tatlı çıkarmaya çalıştığım sesimle. Ama tabi içimden lanet okuyordum onlara . Belki biraz da nefret dolu sözler sarf ettim. Hayret verici onlarla aynı ortamda olacağımı bekliyorlar benden. Ve sözlerime kaldığım yerden devam ettim. "Belki başka bir zaman olabilir." dedim. Ne başka zamanı. Hiçbir zaman gelmezdim. Sizin buradan gidişiniz için çetele tutuyorum ben. Birde tekrar aynı ortamda olmamı bekliyorlar benden. Almayayım canım ben halimden fazlasıyla memnunum.
Sadece başını salladı Serra. Loya hanım konuşunca bu sefer mavi harelerim ona çevrildi.
"Emira seni krallığımızda hem çok görmek isterim hemde seninle daha fazla güzel anlar yaşamak isterim ileri ki zamanlarda."diyince samimiyetle sadece tebessüm ettim. Karşımdaki bu iki bela kuzenler olmasaydı bende gelmek isterdim ama maalesef Loya hanım onlarla hele de Ahrar hocayı bir sonraki hayatımda görmemek en büyük temennim. Ama siz bunu nereden bileceksiniz ki? Rauf Bey de eşinin bu isteği üzerine beni ağırlayabileceğini söyledi.
Tabi bu edilen teklife ben dışında sevinenler arasında olan Süreyya hanım en kısa zamanda benle beraber büyücüler krallığına geleceğini söyledi onlara ben ise öylece susmakla yetindim. Olmayacak duaya amin diyorlardı. Benim istemediğimi bilmeden.
Ben sessiz kalınca masada başka konu açılmış ve herkesin bu sefer dikkati konuşulan konuya çevrilmişti. Başımı Victoria çevirdim. Ona bakmama anına bedenini bana doğru çevirdi.
"Hadi şanslı günündesin bak şimdiden beş krallığa davet edildin." dedi alaylı sesiyle.
"Ya ya ne şanslıyım ne şanslı." dedim bıkkınlıkla. Sesli bir nefes verip tekrar konuştum. Kısık tutmaya çalıştığım ses tonumla. "Neden hep kendimi hiç istemeyeceğim durumlar içerisinde buluyorum ben? Kaderin acımasız bir oyunu mu bu?" dediğimde Victoria kısık tonda gülerek bilmem dercesine başını salladı.
Gözlerimi bu sefer devirerek bakışlarımı önüme çevirdim. Bulunmak istemediğim bir andan çıkıp başka bir bulunmak istemeyeceğim ana doğru yol alacağım. Ne yapalım bu da benim ceremem.
Bu dersi kabul ettiğim güne lanet olsun. Lanet okumaya her gün de devam edeceğim. Çünkü buna sebep olan her gün bu işkence katlanıyor olmam.
Yemekten sonra yemekhaneden ayrılmış ve Victoria'yla beraber Lord Yelit 'in odasına doğru yol almıştık. Önümüzdeki merdivenleri çıkarken yemekhanede gerçekleşen konuşma hakkında konuşuyorduk.
"Serra' nın gereksiz davetini geri çevireceksin değil mi?" dedi sakin ses tonuyla. Bakışları önünde duran basamaklara çevrilmiş düşünceli bir halde adım atıyordu. Bu durgun halini yadırgadım ama bu yorgunluğunu sormayarak sorduğu soruya yoğunlaştım. Çünkü onun omuzlarında olan sorumluluğunu tam olarak bilmesem de fazla zor olduğunun bilincindeydim.
"Saçma bir davetti. Gelmeyeceğimi bildiği halde sırf bir şeyleri ispat etmek için böyle bir çaba içerisine girdi." dedim kınarcasına bu halini Serra 'nın.
Victoria' nın bakışları kısa süre beni buldu ve sorusunu sorduktan sonra tekrar harelerini önüne çevirdi.
" Neyi ispat etmek istedi ki? "dedi saf merakla.
" Boş ver onu sen gereksiz bir çaba ama bunun farkında değil hala hanımefendi. "deyip konuyu kapatmak istedim çünkü zaten hiç olmayacak olması muhtemel bile olmayan bir konu için Serra hanım saçma bir mücadele içerisine girmişti. Tamam dercesine salladı başını Victoria ve hemen ardından Lord Yelit 'in kaldığı koridora gelmiştik. Karşımızda olan Lord Yelit' in odasına hızlı adımlarla ilerliyorduk.
"Varislerin sana olan yaklaşımı değişti." dedi göz kırparak. Anında başımı gülerek iki yana salladım.
"Ah evet ama olmasa da onlara karşı katı bir tutumum yoktu hiçbir zaman. Olmayacaktı da. Nazik davetlerini geri de çevirmek istemiyorum çünkü onların krallığını gerçek anlamda merak ediyorum. Ve yakın bir zamanda beraber gideriz." dediğim anda peki demekle yetindi.
" Hadi bakalım biraz da tonton ihtiyarla vakit geçirelim. Benden önceki zamanları sıkıcıdır şimdi varlığımla onun varlığını onurlandırayım. "dediğim anda Victoria anında sen iflah olmazsın diyip sesli bir şekilde kahkaha attı. Ve önümden ilerleyerek kapıyı açıp içeri girip benim de ardından girmemi bekledi. Ama içeri girince gördüğüm şahısla tüm keyfim kaçtı. Bu adamın burada ne işi var?
Ahrar hoca Lord Yelit 'in çalışma masasının önünde duran iki tekli koltuktan birine oturmuş içeri giren bize bakıyordu. Bu adamı her gittiğim yerde görmek zorunda mıyım ben? Tam bir zebellah gibi her adımımın olduğu yerde bitiyordu. Bu adamdan gerçekten kurtuluşum yoktu. Derin bir nefes alıp çalışma masasına doğru ilerledim. Bakışlarım kısa bir süre Lord Yelit 'e çevrildi. İçten bir tebessümle ona baktım ardından bakışlarımı Lord Yelit' ten çekmeden Ahrar hocaya hitaben konuştum.
"Sizin burada görmeyi beklemiyordum Ahrar hoca. Hayret siz insan içine karışır mıydınız?" dedim onu iğneleyerek çünkü hala geçen gece bana söylediği hiçbir sözü unutmuş değildim. Ve uzun bir zaman da unutacağımı sanmıyorum. Onun karşısında her daim gardımı indirmeden duracaktım. Çünkü onun beni ne sözleriyle ne de hal ve hareketleriyle ezmesine asla izin vermeyecektim.
Benim söylediklerimden sonra hiçbir şey demeden sadece kaşlarını çattı ve her zaman ki gibi o lacivert harelerinde bana yönelik olan o soğuk, hissiz ve öfkeli bakışları gördüm. Victoria odanın içerisine girdiğimiz anda hemen Lord Yelit 'in çalışma masasına doğru ilerledi ve masanın üzerine oturarak yönünü bana doğru çevirdi.
Bende çalışma masasının karşısında olan tekli koltuklardan bol olan kısma doğru hareketlendim ve koltuğun önüne gelince koltuğa geçip oturdum. Bedenimi Lord Yelit ve Victoria 'ya doğru çevirdim. İkisi de ben ve Ahrar hocaya bakıyordu. Sanırım aramızda olan bu soğukluğu garipsemiştiler. Ama bence alışmalıydılar. Malum o gidene kadar bu 3 ay içerisinde aramızdaki tek yakınlık aramızda hüküm süren bu soğukluk olacak.
"Bizde Emira 'yla sizi görmek için gelmiştik. Nasıl olduğunuzu merak ettik." dedi Lord Yelit' e hitaben Victoria . Victoria'nın amacı bu odada hüküm süren anlamsız sessizliği bozmaktı. Pek de işe yaramamıştı çünkü bir sohbet açılmamıştı. Lord Yelit iyiyim dedikten sonra yeniden bir sessizlik içerisine gömülmüştü herkes.
Daha fazla susmanın bir anlamı olmadığını anlayınca aklıma gelen soruyu sordum.
"Tarsis kralı gittiği seyahatten döndü mü? Bu konu hakkında Lord Yelit bir bilginiz var mı?" dediğim anda odada bulunanların tüm dikkati bana kesildi.
"Ah! Evet Emira bugün içerisinde dönmesi lazımdı." diyince Lord Yelit anında başımı salladım.
"İyi o zaman bir konu için onunla konuşmam lazımdı." dedim ve düşüncelerimi savuşturup tekrar sözlerime devam ettim. "Yarın Tarsis krallığına uğrarım."
"Tarsis kralıyla pek yakınsınız bakıyorum da Prenses Emira." dedi Ahrar hoca. Ama cümlesindeki o tını bir şeylerden pek haz etmediğini fazlasıyla belli ediyordu. Aralarında bir husumet mi vardı? Neyse ki bu beni hiç ilgilendirmezdi.
"Peki bu konun sizi ilgilendiren kısmı ne? Çünkü ben orasını kaçırdım da." dedim uyarırcasına. Haddini ve yerini bilmesi gereken yerde bunları aşmamalı.
"Sadece bir merak." dediğinde ya dercesine başımı salladım. Bakışlarındaki küstahlık bariz belliydi. Bu iğreti hal ve hareketleri gerçekten sinir sistemimi alt üst ediyordu. Bazen durması gereken yeri bilmiyor ya da bilmeden kaçırıyordu.
"O zaman lütfen benim olduğum hiçbir şeyde bir merakınız ve düşünceniz olmasın." dedim cümlelerimin üzerine basa basa. "Çünkü buna yetkiniz yok. Konu bensem siz sistem dışısınız." diyerek son noktayı koydum. Ama tabi o bundan hiç hoşlanmadı. Genelde yargılamayı hiç sevmeyen bir özelliği vardı ama şunu unutmamalı ki herkes bir konu hakkında ya yargılanır ya da yargılar.
Onun bozulmuş bu halini umursamadım. Çünkü hiç kimse beni hiçbir konuda imalı imalı yargılayamaz böyle bir hakkı yok.
Başımı Lord Yelit 'e çevirdim.
"İsterseniz yarın beraber Tarsis kralını ziyaret edebiliriz.?"diye soru yönelttiğimde Lord Yelit kısa bir süre düşündü. Sonra gözlerini kırptı.
" Aslında çok iyi olur. Ne zamandır bu kuleden ayrılmıyordum. Biraz değişiklik iyi gelecektir. "dediğinde Lord Yelit anında tamam dercesine başımı salladım. Eh o zaman yarın ki randevu yapıldığına göre şimdi de bu sıkıcı ve bunaltıcı olan derse başlama zamanı.
Anında Lord Yelit 'in masasının üzerinde yer alan küçük boş kağıda sadece Tarsis kralının okuyacağı bir büyü sayesinde onu yarın ziyaret edeceğimizi hatta yanımda Lord Yelit' in de olacağını bildiren bir mektup yazdım. Mektubu yazdıktan sonra küçük güvenli bir portal açarak mektubun güvenli bir şekilde Tarsis kralına ulaşmasını sağladım. Ben bunu yaparken odada bulunan üç kişide gözlerini bana dikmiş ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu.
"Küçücük bir bilgilendirme yaptım Tarsis kralına." diye bir açıklamada bulundum. Lord Yelit ve Victoria anladım dercesine başlarını salladılar.
Oturduğum yerden doğruldum. Bakışlarım Ahrar hocayı buldu.
"20 dakika sonra başlayacak olan her zamanki gibi yasaklı kütüphanede zorunlu olan dersimizi yapmak üzere buluşuruz Ahrar hoca. O vakte kadar tatlı dakikalar dilerim." dedim Tatlı dakikalar değil zehirli dakikalar zehirli dakikalar . Sözlerimden sonra lacivert harelerine anında buz kütlesini çatlatacak bir ruhsuzluk yer aldı.
Ama bunu umursamadım ve arkamı dönmeden önce son kez Lord Yelit 'e selam verdikten sonra Victoria' ya işaret verdim. Beraber Lord Yelit 'in odasından çıkıp koridorda ilerlemeye başladık. Ben ne kadar sakinsem Victoria benim tam tersime epey gergindi.
"Farkında mısın bilmiyorum ama her an kafa tuttuğun adam fazlasıyla tehlikeli ve bu tehlikeli adam sana büyük zararlar verebilir bu olasılığı unutma lütfen." dediğinde kaygıyla anında sesli bir nefes verdim.
"Her şeyin farkındayım merak etme Victoria. Ve şu ana kadar bir şey olmadı endişeleneceğin . Ahrar hocayla sadece sözlü olarak atışıyoruz. Bu atışmalar eğer fiile dökülürse karşılığını misliyle alır. Buna eğer kalkışırsa canım yanmasına rağmen bil ki onu bitirmek için elimden geleni yapmaktan asla ama asla çekinmem."dedim sesimdeki felaketi belli edercesine. Sözlerimde yatan gizli yeminin farkına varınca sesli bir şekilde yutkundu.
Bunu fark edince tebessüm ettim. "Hadi ama bu kadar endişelenme. Çünkü kaybeden taraf ben olmam. "dedim.
Sanki bir şeylerin farkındaymış ta bunun için endişe eder gibi bir hali vardı. Bunu sormadım çünkü bazen görülenler olacakların zemini değil teminatı olurdu. Benim hakkımda ileride olabilecek bazı olayların olacağını ve bana göz kulak olmasını istediği kişi tabii ki Lord Yelit 'ti. Ama şunu da bilmeliydiler ki bunun önüne geçemezler. Olabilecek tüm yaşanacaklara mani değil ancak seyirci olabilirdiler.
"Hadi takma bunları kafana. Şimdi ben yasaklı kütüphaneye gideceğim sen de biraz dinlen yorgun gözüküyorsun. Kaç gündür yatmıyorsun doğru dürüst. Biraz dinlenmek sana iyi gelecektir." dediğim anda gözlerini açıp kapattı. Bana bedenini döndürüp bana doğru yaklaştı. Kollarını bana sarmalayıp ruhunu ve bedenini kollarım arasında dinlendirdi.
" İyi ki varsın. "yüzü boynuma sokulduğu için sesi boğuk çıkmıştı. Bu tatlı haline gülüp sağ elimi sırtı boyunca aşağı yukarı götürüp getirdim. İri bedeni benim uzun kollarım arasında sıkışıp kalmıştı.
" Sen de iyi ki varsın. Tüm iyi şeyler seni bulsun. Seni çok sevdiğimi hiçbir zaman unutma." dedim. Anında yüzünü boynumdan çekti ve bakışları beni buldu.
"Hak ediyorsun her şeyin en iyisini en güzelini." dedi samimiyetle. Göz kırptım ve hadi dercesine komut verdim uyumaya gitmesi için. Anında küçük tatlı bir kız çocuğu gibi başını salladı ve arkasına dönüp odasına doğru ilerledi.
O giderken arkasından kısa bir süre onu izledim. İyi ki hayatıma girmişti. O gittikten sonra bende sıkılmış bir halde ders alacağım alana doğru ilerlemeye başladım. Birkaç dakika sonra yasaklı kütüphaneye geldiğimde kapıyı açıp içeri girdim. İçeri girip oturacağım alana doğru ilerledim. Yerime geçtikten sonra öylece sessiz bir şekilde kütüphaneyi izlemeye başladım.
Ama bu sessizlik düşüncelerimin zihnime hücum ederek saldırmasıyla son buldu. Bazen ruhuma yüklenen sorumlulukları kaldıramayan ruhum bir çöküntü yaşıyor ardından tekrar deşarj olduktan sonra yeniden kaldığı yerden devam ediyordu. Bazı duygu geçişleri yaşıyor onların vermiş olduğu halleri an an yaşayarak darbeler ve kalıcı hasarlar alıyorum. Ama bunu umursamayarak düştüğüm yerden kalkıp ilerlemeye çalışıyordum.
20 dakika bitmiş ve Ahrar hocanın şuana kadar gelmesi lazımdı. Tam sesli bir şekilde söyleneceğim anda kütüphanenin devasa siyah kapısı açıldı ve içeriye Ahrar hoca tüm ihtişamlılığıyla girdi. Elinde tuttuğu kitaplarıyla bulunduğum masaya doğru ilerledi.
Kendinden emin adımlarla karşımda duran sandalyeye doğru ilerliyordu. Sandalyeye yaklaşınca önce elinde bulunan kitabı sonra kum saatini masaya bıraktı ve hemen ardından da sandalyeye oturdu usulca. Sandalyeye oturunca bakışları beni bulmadı ya da bulmak istemedi. Çünkü az önce onu katı bir şekilde uyarmıştım.
O uyarıdan sonra kesinlikle bir mesafe koyacağını adım gibi biliyordum. Masaya yerleştikten sonra bakışları önünde duran kitaba çevrildi ve kitabın kalın sert kapağını açtı. Bende hiç zaman kaybetme gereği duymadan kolyem vasıtasıyla karanlık sırlar kitabının önümde olmasını istedim. İsteğim anında gerçekleşti.
Kitap önümde olunca anında kitabın sert kapağını açıp kaldığımız sayfaya doğru ilerledim. Ben sayfaları çevirirken aniden ortamda Ahrar hocanın sesini duyunca sayfayı çevirmeyi bıraktım. Sert kalın tok sesiyle konuşmuştu. Ve sesindeki o soğukluğu bariz bir şekilde hissettim. Ama hiçbir şekilde tepki vermeden onu dinledim.
"Karanlık hakkında ne düşünüyorsun?" dediğinde Ahrar hoca kısa bir süre düşündüm. Bu sırada da Ahrar hoca lacivert hareleri kısa bir süre de olsada benim harelerimi bulmuş ve nasıl bir cevap vereceğimi beklemiştim sessiz bir şekilde.
Onun sorusu ardından ortamda derin bir sessizlik oldu. Sesleri var eden sadece nefes alış verişlerimizdi. Sorduğu soru cevap verilmesi zor bir soru değildi. Fazla bilindik ve fazla kolayca dile dökülen bir soruydu . Sorudan sonra zihnime firar eden kelimeler yan yana gelip bir bir sıralandı.
Bazıları devrildi bazıları ise olduğu yerde durdu. Durduğu yerde büyük bir acı gerçek var oldu. Kirpiklerimi usulca kırptım ve yüzme ruhsuzluğumu takındım. Ve bakışlarımı onun lacivert harelerinde kopan fırtınalı lacivert okyanusa çevirdim.
'' İnsan zihni ."dedim mırıldanır gibi. Sesim kısıktı ama o ve benden başka yasaklı kütüphanede kimse olmadığı için sesimi rahatlıkla duymuştu.
Her kötülüğün doğum yeri zihinlerdir. Keza aynı ölüm yeri olduğu gibi. Orada ilk katliam başlar. Orada ilk kan dökülür. Soyut bir katliamdır ama sonra somut bir ölüm planı gerçekleşmeye başlar. Ama bu bildiğimiz ölüm değildir.
Kendine sonsuz bir bağımlı seçer ve sonra onun nefsini keser. Hayatta zorla tutmaya çalışır. Ve karanlık böyle etrafa yayılır. Ve yayıldıkça çoğalır tüm zihinleri ele geçirmeye başlar. Ya tüketir ya öldürür.
Geri dönüşü olmadan. Olmasına izin vermeden. Benim verdiğim cevaptan sonra Ahrar hoca kısa bir süre sessiz kaldı. Bakışları benden uzaklaştı. Bakışlarını önüne çevirdi .
Ahrar hocanın yüz hatları verdiğim cevaptan sonra kasılmış düşünceli bir halde öylece olduğu masada önünde duran kitaba bakıyordu. Kısa bir süre böyle durmaya devam etti ardından yavaşça başını kaldırıp bakışları beni buldu. Lacivert harelerinde bir merak vardı. Verdiğim cevabın nedenini merak eden bir bakış yatıyordu harelerinde.
"Neden insan Zihni" dedi anlamaya çalışır gibi. Aslında bilindik bir cümle kurmuştum ama nedense bu onu dipsiz bir kuyuya düşmüş gibi bocalatmıştı.
Toparlanmaya çalışıyor gibiydi. Neydi onu bu kadar sarsan? Neydi onu bu görünmez boşluğa itip bırakan?Verdiğim cevap mıydı, yoksa onda uyandırılan bir anı mıydı söylediklerim ? Her ikisi de olabilirdi ya da olmayabilirdi de. Ondaki bu değişimi göz ardı edip bir kenara koydum ve sorusuna cevap vermeye başladım.
"Çünkü karanlık insanın eseri. Ve bu eserin kurucusu olarak bizler gösterilmeliyiz" dedim kararlılıkla. Başlatan nasıl bizlersek bu karanlığı bitiren de bizler olacaktık. Nasıl biteceğini zihnim bile hayal edemiyordu.
Bu olmayan bir şeyi düşlemekti. Nasıl göründüğünü bilemezdin veya nasıl değiştiğini, neye benzediğini... Ve nasıl bir sonuç doğuracağını? Ama sadece düşler ve o düşle yetinir o düşe kapılır ondan uzak kalamazdın. Verdiğim cevap onu derin düşüncelerden çekip almış ve şu an ki zamana ışınlamıştı. Bir şeyler vardı onu ürküten, onu bilinmeze sürükleyen, onu pişman edecek bir şey vardı veya olacaktı.
Ahar hoca kısa bir düşünüş alanına hapsolduktan sonra kendini toparlayıp şu an ki dersimize odaklandı. Önünde duran siyah kalın kitabın kapağını açıp birkaç sayfayı çevirdikten sonra istediği sayfayı bulmuş olmalı ki sayfaları çevirmeyi bırakmıştı. Sayfayı bulduktan sonra benle göz irtibatı kurmamayı tercih ederek konuşmaya başladı.
"Üçüncü dersimiz karanlık sırlar kitabının içinde yazılan büyüleri uygulamak olacak. İlk dersimizde okumak ve içeriği üzerine düşünmekti. Şimdi uygulama yapacağız küçük ufak büyüleri deneyeceksin. "dedi taviz vermeyen sesiyle.
Az önce konuşmamızdan sonra yine o hep ruhsuz olan kimliğini takınmış herkes tarafından ulaşılamaz olan kimliğine ulaşmıştı. Yapacak bir şey yoktu. Her zaman ki gibi görmezden gelecektim. Görmezden geldiğim onca diğer şeyler gibi. Bir gün gerçek Ahrar ortaya çıkacaktı. Ama işte o zaman da buna gerek kalmayacaktı ve çok geç olacaktı.
"Bu kitaptaki büyüleri yapmak yasaklı değil mi? Neden bunları uyguluyoruz ki?" diye merakla sorumu sordum. Ardından kolyeme fısıldadım ve not aldığım kitabın önümde olmasını diledim. Ve anında bana itaat eden kolyem kitabın önümde olmasını sağladı. Söylediği her şeyi not almalıydım. Önce zihnime sonra sayfama.
" Farkındaysan bu seni temsil eden ırkının kitabı. Yani bu büyüleri bilmen lazım. Gereken zamanda da kullanman. Evet yasaklı ama sana değil çünkü bunu bilmen herkes için yararlı olacaktır . Yani bu kitap sen dışındaki herkese yasak ama sana değil. Kimsenin eline geçmemeli çünkü sonuçları zararlı olacaktır hepimiz için ." diye açıklamada bulundu. Sadece başımı sallamakla yetindi. Öyle olması gerekiyorsa yapmak zorundayım.
Ahrar hoca yasaklı büyüler kısmını açmamı benden istemişti. Kaldığımız yerden yani devam etmeyecektik. Ve anında kitapta istediği sayfaları açmaya başladım. İstenilen sayfayı ararken aklıma gelen soruyu sordum. O esnada ise Ahrar hoca yanında getirdiği kum saatini ters çevirip dersin başlamasını sağladı.
"Peki ya ben bu kitabı kendi ırkıma ait olanlara verirsem ya onların eline geçmesini sağlarsam ? Ya bunu yapar ve herkesi tehlikeye sokarsam?"dedim ama sadece vereceği cevabı öğrenmek için sormuştum. Yoksa böyle bir niyetim yoktu. Umarım olmazdı da.
" Böyle bir şey olabilir duruma gelseydi Süreyya Hanım benden böyle bir şey istemezdi sana ders vermek için. Ama olsaydı olacak katliamın önüne kimse geçemezdi ve sorumlusu yalnız sen olurdun." dedi sert mizacıyla. Sorum onun öfkelenmesini sağlamıştı yine ve yine. Neyse ki bunu umursamıyor dikkate almıyordum. En son bana dediklerini unutamamıştım beyefendinin.
Başımı salladım ve onu kızdırmaya devam etmek için başka bir ihtimal öne sürüp kızmasını saniye saniye keyifli bir şekilde izledim.
"Hadi ama Süreyya Hanım'ı belki de telkin etmişimdir olamaz mı?" diye kinaye içinde konuştum. Amacım biraz onun gerçek düşüncelerini açığa kavuşturmaktı. Bazen bir kapalı kutu gibiydi duygularını hiç yansıtmazdı. Öfke ve nefret hariç tabii .
"Bunun olduğunu bilseydim emin ol ki asla sana ders vermezdim." sert sözlerinden sonra derin bir nefes alıp aklımda dönüp dolaşmakta olan soruyu sordum. Bu soru ne zamandır aklıma takılmış bir türlü soramamıştım.
"Bir şey soracağım da neden sadece benim sizin ikinci isminizi kullanmama izin veriyorsunuz? Ahrar Renas hocam." dedim ismine baskı yaparak . Sözlerimi bitirdikten sonra kısa bir durgunluk yaşadı ve sonra derin bir nefes aldı bunu göğüs kafesinin şişip inmesinden anladım.
Lacivert hareleri kısa bir süre gözlerimde oyalandı ardından sağ eli kirli sakallarına uzandı ve yavaşça sakallarını sıvazladı. Sakallarını usul usul sıvazlarken başını hafifçe yana yatırdı.
Sonra eli sakallarından uzaklaştı ve elini önünde duran kitabın yanına yavaşça yerleştirdi, ardından lacivert harelerini bir boşluk kapladı ve o boşluk bazı gerçekleri açığa vurmasını sağladı. Ben ona öylece bakarken sanki o bir an olduğu ortamdan soyutlandı ama bu kısa sürdü. Ama bu sürede ne düşündüğünü anlamak bile imkansızdı.
"Çünkü benim ismimin yani Ahrar 'ın anlamı esir ve köle demek. Sen ne burada bir esirsin nede bir köle. Diğer ismimin anlamı da Renas yol bilen, rehber demek sana şuan rehber oluyorum. Diğerlerine olduğum gibi ama sen onlardan farklısın ve bu yüzden Ahrar' ı kullanmana bir şey demiyorum sonuçta sen buraya ait değilsin. Vakti geldi mi buradan arkana bile bakmadan gideceksin ve başka hiç kimse Ahrar'ı bir daha kullanmayacak. Çünkü biz bu topraklara aidiz ama sen değil. Yani kullanman benim için bir sorun teşkil etmiyor. "dediğinde donuk sesiyle sadece sustum. 'Ona sadece annesi Ahrar derdi.' Bu bilgiyi bana Lord Yelit söylemişti. Ondan sonra yani annesinin ölümünden sonra kimse bir daha Ahrar dememişti.
Ama benim dememe izin veriyordu. Neden izin verdiğini de anlamıyordum. Başkalarının söylemesine izin vermemesinin sebebi bana göre bir daha bu ismi annesinden başka kimsenin söylemesine izin vermiyor oluşuydu. Çünkü annesi ölmeden önce onun ismini zikrettikten sonra hayatını kaybetmişti.
Bence ben ona her Ahrar diyişimde belki de annesi aklına geliyordu. Ve benimde sonsuza kadar söylemeyeceğimi bir müddet sonra bu ismi bir daha benden duymayacağını bildiği için izin veriyor olmalıydı. Çünkü ben onun hayatında değildim ama etrafındakiler öyleydi onlar sonsuza kadar söyleyebilirdi ama ben kısa bir süre için söyleyecektim. Bundan dolayı bir uyarıda bulunamamıştı.
Ama bence bunun başka bir neden etkili olmuştu. Ahrar ismini başka bir nedenden dolayı yasaklamıştı. Belki de bu neden ruhunun olmayışına bağlı olabilirdi. Ahrar 'ın anlamı köle ve esir demek. Ya ruhunu birine esir yapmıştı ya da köle ve bunu hatırlamamak için bu ismin zikredilmesine izin vermiyordu. Kendi düşüncelerim bu yöndeydi.
Ahrar hoca geçmişinde büyük acılarının enkazlarını saklamıştı ya da sakladığını sanmıştı.
Bunu gerçekten bilmek istiyordum. Ruhunun ondan alınışına ne sebep olmuştu ve o neden böyle kolayca ruhunu feda edebilmişti.
Saklı sanılan geçmişler bir yer altı suyu gibi gün yüzüne çıkmak için can atıyordu. İşte sakladığımız sakladığımızı sandığımız her geçmiş biz istesekte istemesekte gözler önüne serilecekti.
|
0% |